İçeriğe geç

Bütün Hikayeleri Kitap Alıntıları – Edgar Allan Poe

Edgar Allan Poe kitaplarından Bütün Hikayeleri kitap alıntıları sizlerle…

Bütün Hikayeleri Kitap Alıntıları

İnsan bazı ender anlarda kendi hayatını hiç umursamaz hale gelebilir. Ama ölüme yakınlaştıkça, hayata daha sıkı tutunuruz.
beni kendini savaşa kaptırmışken öldürüldüğünün farkına varmadan ölü bir halde bitmek tükenmek bilmez bir yiğitlikle çarpışmaya devam eden o kahramana benzetti.
Zamanın Tırpanı Sevgili bayan, sizi hallere düşüren hangi talihtir? COMUS.
Ya geçmişteki mutlu anılar bugünün acısıdır ya da şu anki sefaletin kökeninde geçmişte yaşanmış coşkunluklar yatar.
Bir anlık ömrü kalanın sırrı olmaz.
En iyi, iyinin düşmanıdır. (Voltaire)
Ah, mutluluk bilmekte değil, öğrenmektedir! Sürekli öğrenmek ne güzeldir, ama her şeyi bilmek cehennem azabıdır.
Ve o irade ki ölmez, içte kalır. İradenin, güçlü iradenin gizlerini kim bilebilir ki? Çünkü Tanrı da yönelimliliğinin doğası sayesinde her şeyin içinde bulunan büyük bir iradedir. İnsan kendisini meleklere ya da ölüme tam anlamıyla ancak güçsüz iradesinin zayıflığından teslim eder.
JOSEPH GLANVILL
Gerçek acılar toplumsal değil bireysel olarak yaşananlardır. Şükürler olsun ki, acıların en müfrit olanlarına yığınlar halinde değil bireyler olarak maruz kalırız.
Harita üstünde oynanan bir bulmaca oyunu vardır, diye devam etti. Oyunculardan biri diğerinden bir sözcüğü -bir şehrin, ırmağın, eyaletin ya da ülkenin ismini-, kısacası haritanın karmaşık yüzeyindeki herhangi bir ismi bulmasını ister. Oyunda acemi olanlar genellikle rakiplerinin işini zorlaştırmak için onlara en küçük harflerle yazılmış adları vermeye çalışır. Ama ustalar büyük puntoyla yazılmış, haritanın bir ucundan diğerine uzanan sözcükleri seçer. Bunlar, tıpkı sokaklardaki dev puntolu harflerle yazılmış tabelalar ve ilanlar gibi, fazla bariz oldukları için dikkat çekmez. Burada da fiziksel ve zihinsel dikkatsizlikler arasında bir paralellik vardır. İnsan aklı da fazla açık ve belirgin fikirleri gözden kaçırır.
Harita üstünde oynanan bir bulmaca oyunu vardır, diye devam etti. Oyunculardan biri diğerinden bir sözcüğü -bir şehrin, ırmağın, eyaletin ya da ülkenin ismini-, kısacası haritanın karmaşık yüzeyindeki herhangi bir ismi bulmasını ister. Oyunda acemi olanlar genellikle rakiplerinin işini zorlaştırmak için onlara en küçük harflerle yazılmış adları vermeye çalışır. Ama ustalar büyük puntoyla yazılmış, haritanın bir ucundan diğerine uzanan sözcükleri seçer. Bunlar, tıpkı sokaklardaki dev puntolu harflerle yazılmış tabelalar ve ilanlar gibi, fazla bariz oldukları için dikkat çekmez. Burada da fiziksel ve zihinsel dikkatsizlikler arasında bir paralellik vardır. İnsan aklı da fazla açık ve belirgin fikirleri gözden kaçırır.
Tanrılar, serserilerde nefret ettikleri şeyleri Kralların yapmasına izin verir, aldırmazlar.

#8212;BUCKHURST’IN FERREX VE PORREX TRAGEDYASI (II.I.).

Ölüm iyi biridir ve evinin kapısı hep açıktır bana #8212;
Mezara ilişkin sayısız iç karartıcı korkuların hepsine de hayali olarak bakamayız ne yazık ki. Ama tıpkı Afrasiab’a Oxus’a yaptığı yolculukta eşlik eden iblisler gibi, uyumaları gerekir -yoksa bizi yerler. Onlar uyumalıdır, yoksa biz ölürüz.
Blackwood a Ne Uygun Olan, Ne de Olmayan Bir Öykü
Ah nefes alma, vs.
MOORE’UN MELODİLERİ.
Herkes dikildi, On ayak parmağının ucunda, çılgınca bir hayretle.

PİSKOPOS HALL, HİCİVLER

Beni asla sevemedin, ama yaşamda tiksindiğin kişiye ölünce tapacaksın.
”Bazı sırlar da vardır ki kendilerini anlattırmazlar. İnsanlar, günah çıkarttırdıkları ve gözlerine hayalet gibi görünen rahiplerin ellerine sarılıp, acıklı bakışlarla gözlerini gözlerine dikerek, açığa vurulamayan korkunç sırlar nedeniyle yürekleri umutsuzluk dolu, boğazları düğüm düğüm yataklarında ölürler geceleri. Zaman zaman, heyhat, insanın vicdanı öylesine korkunç bir yük altına girer ki onu artık ancak mezar paklar. ”
”Ce grand malheur, de ne pouvoir être seul. ”

”Yalnız olamamak, bu büyük mutsuzluk. ”
-Jean de La Bruyère

Ateşli hayallerle dolu bir yürekle, Ki kumandası bende.

Yanan bir mızrakla ve rüzgardan bir atla, Gezinmeye gidiyorum, ıssızlığa.

-Tom O’Bedlam’ın Şarkısı

Yazıklar olsun! O lanetli zamana Seni büyük dalganın üstüne koydukları, Aşktan çekip aldıkları ünvanlı yaşa ve suça, Ve uğursuz bir yastıga- Benden aldılar seni, benden ve sisli diyarımızdan, Gümüşi söğüt ağlıyor orada!
Yıldırımı yiyen ağaç gonca vermez bir daha, Vurulan kartal süzülmez gökyüzünde asla! Şimdi bütün saatlerim translarla geçiyor; Bütün gece düşlerimde Kara gözlerin bakıyor, Ve adımların parlıyor, Semavi danslarla, İtalyan deresinin yanında.
Sen benim için her şeydin, aşkım, Ruhum yanardı özleminle-Sen denizde yeşil bir adaydın, aşkım, Bir mabet ve bir çeşme, Peri meyveleri ve çiçeklerle bezeli; Ve tüm çiçekler benimdi.
Ölerek gülmek görkemli ölümlerin en görkemlisi olsa gerek!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zarif bedeni hafifçe titriyor, Napoli’de hafif bir esintinin salladığı, çimenlerin arasındaki parlak, beyaz zambaklar gibi.
Plato’ya oldukça yerinde bir soru sormuşlar: Tüyleri yolunmuş bir tavuk açıkça iki ayaklı tüysüz bir hayvan olduğuna göre, onun tanımına göre bu tavuk da insan sayılmaz mı? Ama ben benzer bir soru soracak değilim. İnsan dolandıran hayvandır ve insandan başka dolandıran hayvan yoktur. Bir kümes dolusu tüyleri yolunmuş tavuk bir araya gelse de bunu başaramaz.
Aslında dolandırıcılığın özünü, temelini, ilkesini teşkil eden nitelik sadece ceket ve pantolon giyen hayvanlara özgüdür. Karga çalar; tilki aldatır; gelincik kurnazlıkla yener; insan ise dolandırır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
”Yeni kılıklara girmek istiyoruz, yepyeni, hiç görülmemiş kılıklara. Hep aynı olmaktan bıktık usandık. ”
”Önümüzde, derhal yerine getirmemiz gereken bir görev vardır. Gecikmenin mahvolmak anlamına geldiğini biliriz. Hayatımızın en önemli krizi, davul zurna çalarak, hemen var gücümüzle işe koşulmamızı emreder. Her yanımızı hararet basar, işe koyulmak için duyduğumuz sabırsızlıkla yanıp tutuşuruz, ulaşacağımızı umduğumuz başarı ruhumuzu alev alev yakar. Hemen bugün bu işe girişmemiz gerekiyor, ama yarına erteleriz; peki, neden? Bunun -ilkesini anlamasak da sözcüğü kullanalım- terslik olduğunu hissediyor olmamız dışında bir yanıtı yok. Ertesi gün olur, görevimizi yerine getirmek için duyduğumuz sabırsızlık daha da artar; ama bu sabırsızlığın yanı sıra, adını koyamadığımız, anlaşılmazlığı nedeniyle korkunç bir erteleme arzusu doğar içimizde. Bu arzu her geçen saniye güçlenir. Eyleme geçmek için son saat gelip çatar. İçimizde cereyan eden mücadelenin -kesin olanla belirsiz arasındaki, maddeyle gölge arasındaki çatışmanın- şiddetiyle titreriz. Ama iş bu noktaya gelmişse, kazanacak olan gölgedir; ne kadar çabalasak boşuna. Saat vurur, mutluluğa veda ederiz. Bu, aynı zamanda, uzun zamandır bizi korkutup elimizi kolumuzu bağlayan hayalet için de horozun kalk borusudur. Hayalet uçup gider -ortadan kaybolur- serbest kalırız. Eski enerjimiz geri döner. Artık çalışabileceğiz. Ne yazık ki artık çok geçtir! ”
”Tanrı’yı görünen eserlerine bakarak anlayamazsak, bu eserlere hayat veren anlaşılmaz düşüncelerinden nasıl anlarız? Onu, yarattığı elle tutulur, gözle görülür yaratıklardan anlayamazsak, keyfi isteklerinden ve yaratma evrelerinden nasıl anlarız? ”
”Birden bitkinleşiyor, uyuşuyor, üşüyordum, başım dönüyor ve kendimi kaybediyordum. Sonra haftalarca boşluk, karanlık ve sessizlikten başka bir şey kalmıyor, tüm evren hiçliğe gömülüyordu. Mutlak yok oluş bundan öte bir şey olamazdı. Ama bu nöbetlerden çıkışım, onlara yakalanışımdaki hızın aksine yavaş yavaş oluyordu. Ruhun ışığı bana, tıpkı uzun, ıssız kış gecelerinde sokaklarda amaçsızca sürten kimsiz kimsesiz, evsiz barksız bir dilencinin üzerine şafağın yavaş yavaş -onca gecikmeyle- canından bezdirerek- doğması gibi geri dönüyordu. ”
”Hayat’ı Ölüm’den ayıran sınır belli belirsizdir, bilinmezliklerle doludur. Birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını kim bilebilir? Bütün görünür yaşam fonksiyonlarının tamamen durduğu bazı hastalıklar olduğunu biliyoruz, yine de daha doğru ifade edersek bu durum tam olarak durmak değil askıda olmaktır. Anlaşılır mekanizmalarda geçici bir duraklamadır. Belirli bir süre geçer, sonra görünmez ve gizemli bir el sihirli dişlileri ve büyülü çarkları yeniden harekete geçirir. Gümüş tel temelli çözülmemiş, altın tas onarılamaz bir şekilde kırılmamıştır. Ama bu arada ruh nereye gitmiştir? ”
”Asıl sefalet -ıstırapların en büyüğü- kolektif değil bireysel olanıdır. İnsan en büyük acıyı tek başına çeker, kalabalıklarla birlikte değil. ”
”Kötü ya da aptalca bir hareketi, sırf yapmaması gerektiğini bildiği için, yüzlerce defa yapmamış kimse var mıdır acaba? Tüm akıl ve mantığımıza rağmen, yasaları, sırf onları yasa olarak gördüğümüz için sürekli olarak çiğnemeye eğilimli değil miyiz? ”
”Gözlerimi açmak için sabırsızlanıyor, ama buna cesaret edemiyordum. Bakışlarımın karşılaşacağı şeyden korkuyordum. Asıl korktuğum, dehşet verici şeyler görmek değil, görülecek hiçbir şeyin olmamasıydı. ”
”Bir baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır; birincisi aklın ya da ruhun farkına varıldığı, ikincisi de fiziksel olarak varoluşun farkına varıldığı aşama. İkinci aşamaya ulaştığımızda, ilk aşamada hissettiklerimizi anımsayabilseydik, bunlar arasında dünya ötesi uçuruma ilişkin tüm anlamlı anıları bulabilirdik gibi görünüyor. ”
”Bitkindim, uzun süredir çektiğim şiddetli acılar yüzünden ölesiye bitkindim, sonunda bağlarımı çözüp oturmama izin verdiklerinde canımın çekildiğini hissettim. Hüküm -o korkunç ölüm hükmü- kulaklarıma ulaşan açıkça seçebildiğim son sözler oldu. ”
”Gözlerimin önünde, insanın içini kimsenin hayal edemeyeceği kadar acıyla dolduran ıssız bir görüntü uzanıyordu. Şaha kalkmış dalgaların aralıksız çığlıklarla çarpıp köpüklenmesinin iç karartıcı rengini daha bir belirginleştirdiği dışa doğru çıkıntılı korkunç kara uçurumlar, dünyayı çevreleyen surlar gibi, sağa ve sola doğru göz alabildiğine uzanıyordu. ”
”Sen kazandın! Ölüyorum. Ama bundan böyle sen de ölüsün; Dünya, Ahiret ve Umut için ölüsün! Sen, bende yaşıyordun ve ölümümde, senin kendi görüntün olan şu görüntüde, gör kendi kendini nasıl katlettin! ”
”Duygularımı ifade edebilir miyim, etmeli miyim? Cehennemlik ruhların tüm dehşetini duyduğumu söylemeli miyim? ”
”Ey, dışlanmışların en dışlanmışı, en terk edilmişi! Sen dünya için, onun şerefleri, onun çiçekleri ve onun yaldızlı umutları için ebediyen ölmedin mi? Yoğun, kasvetli ve sınırsız bir bulut, umutlarınla gökyüzü arasında ebediyen asılı durmuyor mu? ”
İnsan, dolandıran bir hayvandır ve insandan başka dolandıran hiçbir hayvan yoktur.
Hayal kuranlar, sadece geceleri düş görenlerin gözden kaçırdığı pek çok şeyi fark eder.
Ama söylediklerimizin yarattığı etkiler her zaman onlara verdiğimiz değerle orantılı değildir.
Ama eski acıların anısı – şimdiki mutluluklar değil mi?
Yalnızlık güzel şeydir, ama insanın kendisine yalnızlığın güzel bir şey olduğunun söylenmesine ihtiyacı vardır.
Ah, dışlanmışların en dışlanmışı, en terk edilmişi! Sen dünyanın gözünde sonsuza dek ölmedin mi? Dünyanın tüm payeleri, parlak tutkuları için ölü değil misin? Ve umutlarınla cennet arasında yoğun, iç karartıcı ve sınırsız bir bulut asılı durmuyor mu?
Ama eski acıların anısı – şimdiki mutluluklar değil mi?
Yaşam ile Ölüm arasındaki sınır öylesine incedir ki ikisinin de başlangıç ve bitiş noktaları kestirilemez.
Zaten gerçek acılar toplumsal olarak değil bireysel olarak yaşananlardır. Şükürler olsun ki, acıların en müfrit olanlarına yığınlar halinde değil bireyler olarak maruz kalırız.
Bir köşeyi dönünce birden karşımızda bir ışık parladı; ayyaşların varoşlardaki en büyük tapınaklarından birinin önündeydik – cin adlı içkinin, bu korkunç iblisin saraylarından birinin önünde duruyorduk.
Sadece nefes almak bile bir hazdı. Acı kaynağı sayılan birçok şey bile bana büyük zevk veriyordu
Belli bir Alman kitabı hakkında es lässt sich nicht lesen -okuyana açmıyor kendini- denirken ne güzel söylenmiştir. Bazı gizemler vardır ki, anlamanıza izin vermezler.
Gerçek, gücünün saflığıyla ve müthiş görkemiyle ayağa kalktı ve bilgeler önünde eğilip ona taptı.
kadından doğan adam fazla ömre sahip değildir. Büyür ve bir çiçek gibi kesiliverir!
‘Gerçek tuhaftır,’ bilirsiniz, ‘kurgudan daha tuhaftır’
O gözler! O iri, o parlak, o ilahi küreler! Benim için Leda’nın ikiz yıldızları oldular ve ben de onlar için müneccimlerin en sadığı oldum.
Tanrılar serserilerde nefret ettikleri şeyleri
Kralların yapmasına izin verir, aldırmazlar.
Yıldırımı yiyen ağaç gonca vermez bir daha,
Vurulan kartal süzülmez gökyüzünde asla!
Heykeltıraşın heykelini mermer bloğunun içinde bulduğunu söyleyen Socrates değil miydi?
Peşimi bırakmayan sinirli bir huzursuzluktan başka bir yolculuk sebebim yoktu.
Birbirimizden nefret etseydik belki ölüm de bize merhamet duyardı.
Göğe yükselmekten başka bir arzusu olmayan ruhu akla hapsettiler.
Zaman, yapamadıklarımızla ve yapmak istediklerimizle geçiyor. Günün sonun da masadan kalktığımızda karnımızın aç kaldığını farkediyoruz
”Bir türlü huzur bulamayan ruhunda gerçekte fırtınalar koptuğunu, kendisini bunaltan büyük bir sırla cebelleştiğini ve onu açığa vurmak için gereken cesareti toplamaya çalıştığını düşünüyordum zaman zaman. Bazen de saatler boyu gözlerini boşluğa dikerek büyük bir dikkatle sanki gaipten sesler dinliyormuş gibi oturduğunu gördükçe, tüm bunların bir delinin saçma sapan davranışlarından başka bir şey olmadığına hükmediyordum. ”
Sevgilimin gözbebeklerine gizlenen, Democritos’un kuyusundan daha derin olan şey neydi? Bunu keşfetmek en büyük tutkum haline gelmişti.
Verulam Lordu Bacon, güzellik biçimleri ve türlerinden söz ederken, Orantısal bir gariplik içermeyen kusursuz güzellik yoktur, der.
Zamansız ve mekânsız bir hayat sürmeye başladım.
Yalnız hatırlayarak bile kanımın şakaklarımdan kalbime doğru çağıldamasına yol açan o isim hangi iblisin gücüyle dudaklarımdan dökülüverdi acaba?
( ) ilk karşılaştığımız andan itibaren ruhum daha önce hiç tatmadığı hislerle yanıp kavruldu; bu yangına sebep olan Eros’un okları değildi ama bunların doğurduğu tuhaf anlamı tarif edemeyeceğimi fark ettiğimden ruhum cefa çekmeye başladı.
Tanrım, keşke onları görmemiş ya da görür görmez ölmüş olsaydım!
Buz gibi bir serinlik baştan ayağa bedenimde gezindi; çekilmez bir huzursuzluk beni bunalttı; şiddetli bir merak ruhumu sardı, koltuğumda arkama iyice yaslanıp bir süre soluksuz, devinimsiz bir halde öylece bakakaldım.
Böylece görünüşe göre eften püften şeylere bile bozulan akıl sağlığım, Ptolemy Hephestion’un söz ettiği, insanların saldırılarına, denizle rüzgârın şiddetine karşı direnen ve sarızambağın dokunuşuyla titreyen o okyanus kayalığını andırıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir