Nihan Kaya kitaplarından Gizli Özne kitap alıntıları sizlerle…
Gizli Özne Kitap Alıntıları
Problemli çocuklar, problemli öğrenciler yoktur; problemli aileler, problemli öğretmenler ve çok problemli toplumlar , çok problemli okullar vardır.
Toplu kötülükler, en yaygın kötülüklerdir; bireyin kendi payına düşen kötülüğü yadsımasına olanak tanırlar. Kötülük yapılan kişi, sonradan bu insanlardan hangi birine gitse o, kötülüğün suçlusu olarak başkalarını işaret edecek ve kendi yaptıklarının sorumluluğunu almayarak mağruru aynı kötülükle ikinci kez baş başa bırakacaktır.
Yargılayıcılığımızın ayrımına dahi varmadan yargılayıcıyız.
Evlilik kişiseldi, düğün sosyal. Düğün kişilerin en mahrem hayatlarına, gürültüsü nispetinde yapılan müdahale demekti. Düğün büyüdükçe gelin ve damat küçülür, toplumun oyuncağı haline gelirdi.
Nitekim düşünmemek, dev bir çarkın düşüncesini düşünürken kendinin düşündüğünü sanmaktır.
Biz, kimselerinkine benzemeyen bir yolculuğa çıktık; kimselerin töreni, gelinliği, damatlığı, alyansı, takısı olmayan bir vilayet odasında nikâhlanarak evlendik, ve kuralları ikimizden başka kimsenin koymadığı bir hayat üstünde sözleştik.
Çok insan çok şeye sahiptir, ama istediğini yaşayabilme cesareti ender rastlanan kimselerin göze alabildiği bir ayrıcalık.
Belli sorulara belli cevapları veren insanlarla anlaşamadım bir türlü. Ama başka türlüsüne, yani kendi soruları, kendi cevapları, kendi sorunları olanlara da rastlayamadım.
Evlilik kişiseldi, düğün sosyal.
Düğün, bütün dünyanın bir araya gelip iki insana Biz bunun bir önceki gece değil, bir sonraki gece değil, bu gece olmasını istiyoruz. Bunun bu gece olmasını kontrol altına almak için buradayız. Gerçekte yaşanan ne olursa olsun, burada olduğumuzu, ikinizin arasında da var olduğumuzu ikinize hissettirmek için buradayız demesiydi.
Zaten insana düşmanları değil, dostları ihanet ederdi, öyle değil mi?
Söylediklerimin etkisiyle kulaklarım birden uğuldamaya başladı. Etraf döndü, döndü; ama içime derin bir nefes çekerek hepsini tekrar yerli yerine oturtabilmeyi başardım.
Çok insan çok şeye sahiptir, ama istediğini yaşayabilme cesareti ender rastlanan kimselerin göze alabildiği bir ayrıcalık.
Sizi anlamıyorlarsa deli oluverirsiniz gözlerinde hemen.
hep, yanlış toprağa düşmüş, kendi ikliminden uzakta yeşermiş yabani bir bitki gibi hissetti kendini.
sizi anlamıyorlarsa deli oluverirsiniz gözlerinde hemen. çünkü deli olmak, aslında, kimseye benzememek demektir.
düğün, kişilerin en mahrem hayatlarına, gürültüsü nispetinde yapılan müdahale demekti. düğün büyüdükçe gelin ve damat küçülür, toplumun oyuncağı haline gelirdi.
düğünde kaç kişi varsa, o gece damat ve gelinin yatak odasında o kadar insan vardı ve bu kadar tuhaf bir durumu herkesin normalize etmesi, dünyanın çığrından çıktığı anlamına geliyordu.
ne yapsan bu dünyaya ait olamadın, Bihter. yerine yanlış dikilmiş bir düğme gibi hep eğrelti durdun hayatta. iliğini bulup da rahatça içinden geçemedin.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
onlar ın arasında hep onlar dan başka biri olarak dolaştım.
çok insan çok şeye sahiptir, ama istediğini yaşayabilme cesareti ender rastlanan kimselerin göze alabildiği bir ayrıcalık.
ama o bu hali içinde hep mutlu, huzurluydu. çünkü, kabul edilmiş tüm sosyal otoritelerden dışlanmak pahasına kendi bildiği, istediği hayatı yaşıyordu.
toplum hayatına hiçbir zaman beklendiği gibi bir uyum sağlayamamış, yaradılışı buna müsaade etmemişti.
zaten bu memlekette her şeyin sahtesi para ediyor!
benim bu dünyada kendime ait bir yerim hiçbir zaman olmadı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
boşa harcanan öyle çok vaktimiz var ki
etrafımda başımı döndüren dünya inanılması çoğu zaman güç gelecek kadar hızlı ve karışıktı; bense bu hıza, bu karmakarışık düzene ayak uydurabilmek, bu keşmekeşin içinde kendime ait bir yer edinebilmek için son derece yavaş, yetersiz ve acemi kalıyordum.
insan her zaman sırtında geçmişiyle gezer. geçmişi, ne yaparsa yapsın silinmez, değişmez, yakasını bırakmaz, onunla birlikte yaşar ve gittiği her yere de peşinden gelir. bu yüzden en güzeli ona arka dönmek değil, onunla açıkça yüzleşmektir.
kaybedilenlerin geri geleceği yok
Benim bu dünyada kendime ait bir yerim hiçbir zaman olmadı
İnsanlarla arasına koyduğu mesafe onu incinmekten koruyan zırhıydı
Her şeysiz yaşarım, ama kendim olmadan yaşayamam!
Başkalarına tuhaf, hastalık, bozukluk gibi görünen her şey, aslında ruhun kendini iyileştirme çabasıydı
Çünkü Reha, gerçeğin, bize kompozisyon derslerinde öğretildiği gibi giriş, gelişme, sonuç bölümleri olmaz. Gerçek hayatta, romanlardaki gibi, sorulan tüm sorular sonunda cevaplanmaz. Hayatta açıklayamadıklarımız, açıklayabildiklerimizden katbekat fazladır.
Gerçeğin peşinden koşulmaz. Ancak imkansızlığına erdiğiniz vakit o sizi bulur yakalar.
Gerçek hayatta, romanlardaki gibi, sorulan tüm sorular sonunda cevaplanmaz. Hayatta açıklayamadıklarımız, açıklayabildiklerimizden kat be kat fazladır.
Hayal sandıklarımız gerçek, gerçekse hayal olmasın? Ölümün rengi siyah değil, turuncu olabilir.
Hangi hayat tamamlanabilmiş ki bizimkisi tamamlanacaktı? Kendini tamamlayabilmiş kim vardı? Kim bütün sorularına cevap bulduktan sonra ölmüştü?
Her şeysiz yaşarım, ama kendim olmadan yaşayamam!
Ben, sadece, şu an ı fark ederek yaşamak istiyorum!
Sanki geçmişinde bir şey var, geçmiş zihnine kazınmış hastalıklı bir leke, ve sen gelecek ine ne kadar çabuk ulaşabilirsen geçmiş inden de o kadar çabuk kurtulabileceğini zannediyorsun.
Her insan kendi geçmişinin ürünüdür ve onu tekrarlar. Şartlar bu tekrarlama eyleminde ancak ara motifler kadar etkili olabilir.
Anladım; gerçeğe dair tüm düşüncelerimiz birer kuruntudan ibaretmiş. Meğer hayat ansızın la eş anlamlıymış.
Başkalarına tuhaf, hastalık, bozukluk gibi görünen her şey, aslında ruhun kendini iyileştirme çabasıydı.
“Toprağından çıktığı dünyanın nasıl bir dünya olduğunu da işte o zaman fark etti. Bu dünyada garip bir şekilde her şey bir şey gibi görünüyordu; ama aslında hiçbir şey göründüğü şey değildi. Görünen eşyaların içinde başka eşyalar, görünen nedenlerin içinde gerçekte başka nedenler, gör
Toplu kötülükler, en kolay, en yaygın kötülüklerdir; bireyin kendi payına düşen kötülüğü yadsımasına olanak tanırlar. Kötülük yapılan kişi, sonradan bu insanlardan hangi birine gitse o, kötülüğün suçlusu olarak başkalarını işaret edecek ve kendi yaptıklarının sorumluluğunu almayarak mağduru aynı kötülükle ikinci kez baş başa bırakacaktır.
Hayat hiç tamamlanmıyor .kimse tamamlanamıyor.
Değişen ben miyim, yoksa zaman mı?
Hayat hiç tamamlanmıyor. Kimse tamamlanamıyor.
Neden bilmiyorum, acıyla ve güzellikle yeniden, yeniden doğuyorum. Acım güzelliğime, güzelliğim acıma karışıyor.
Her şeysiz yaşarım, ama kendim olmadan yaşayamam!
Ben, yalnızlıktım.
Bir çocuğun saçlarında parmaklarımı gezdirdiğimde, çünkü, Reha, parmaklarımı kendi saçlarımda gezdirdiğimi zannediyorum. Kendi incinmiş çocukluğumu ancak böyle tamir edebiliyorum.
Kelimelere hiçbir zaman ihtiyaç duymayan bir farkındalıktı o.
Yaşlılıkta gelen beklenmedik umutlar gibi güzeldi.
Çok insan çok şeye sahiptir, ama istediğini yaşayabilme cesareti ender rastlanan kimselerin göze alabildiği bir ayrıcalık.
Gerçekle tüm ilişkimi kaybettim! Kaybettim!!
‘Gerçek hayatta da böyle değil midir zaten? Bir evi, o evin kadınına ait görmez miyiz içten içe? O evi ev yapanın, içinde yaşayan kadın olduğunu düşünmez miyiz? Ve, ortada bir suç, bir mesuliyet, bir görev olduğuna inandığımızda, onun nesnesi olarak kadını görmeye meyilli değil miyizdir her zaman?’
Benim bu dünyada kendime ait bir yerim hiçbir zaman olmadı.
Sen yanımdayken bütün çocuklar benim çocuklarımdı.
Benim hamdım sadece Allah’adır. O’ndan başka dostum yoktur.
Kendi koşması gibi başkalarına tuhaf, hastalık, bozukluk gibi görünen her şey, aslında ruhun kendi kendini iyileştirme çabasıydı.
Belki de aslında, kendi kendisini dışarıdan görüp anlayabilmek için okuyor insan. Okumak bir çeşit özgürlük, hatta sonsuzluk hissi veriyor ona.
Hayattan, ‘şimdi’den, ‘gelecek’ten, yaşamakta olandan dış dünyadan kaçmak istiyorlar da kaçamadıkları için tüm bunlardan garip bir huzursuzluk duyuyor gibiler.
Anne rahmine dönme isteği diyorlar buna.
Anne rahmine dönme isteği diyorlar buna.
Biz, aslında geçmişimiz değil miyiz?
Kaybedilenlerin geri geleceği yok.
yaşamaktan önce geliyor önem sırasında. Yaşamanın, yazılanlar için kullanılacak malzemeyi temin etmek dışında bir anlamı, işlevi olmadığına bile inanacağım geliyor zaman zaman.
Çok küçük olmak ile çok genç olmak arasında, bana şimdi hazin gelen böyle bir fark var. Bir iş için küçük sayılmak, o işten muaf tutulmayı, etrafta yardım için hazır bulunan insanlarla çevrelenmeyi getiriyor. Çok genç olduğunuzdaysa, tüm toyluğunuz ve tecrübesizliğinizle o işin, durumun henüz çok başında, fakat düpedüz içinde buluyorsunuz kendinizi.
Bihter okula başladığında okumayı sökemeyeceğine emindi, çünkü kimse ona okumayı yahut başka bir şeyi öğrenmeyi başarabileceğini söylememişti. Bu yüzden harflerle ilgilenmeyi hiç denemedi; ama bir gün nasıl olduysa okuyabildiğini fark ettiğinde kendine hayret etti.
Gerçek hayatta da böyle değil midir zaten? Bir evi, o evin kadınına ait görmez miyiz içten içe? O evi o ev yapanın, içinde yaşayan kadın olduğunu düşünmez miyiz? Ve, ortada bir suç, bir mesuliyet, bir görev olduğuna inandığımızda, onun nesnesi olarak kadını görmeye meyilli değil miyizdir her zaman? Geçmişi de, değil köşkün, hayatın yükü altında ezilmiş kadınlarla hatırlamak çok doğal herhalde.
Toplu kötülükler, en kolay, en yaygın kötülüklerdir; bireyin kendi payına düşen kötülüğü yadsımasına olanak tanırlar.
Toplu halde dev bir çarkın düşüncesini düşünüyor ve düşündüklerini sanıyorlar. Nitekim düşünmemek, dev bir çarkın düşüncesini düşünürken kendinin düşündüğünü sanmaktır.
Çok insan çok şeye sahiptir, ama istediğini yaşayabilme cesareti ender rastlanan kimselerin göze alabildiği bir ayrıcalık.
Zaten insana düşmanları değil, dostları ihanet ederdi, Öyle değil mi?