Asım Aslan kitaplarından Sömürülen Atatürk ve Atatürk kitap alıntıları sizlerle…
Sömürülen Atatürk ve Atatürk Kitap Alıntıları
Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalist ülkelere karşı savaşarak tam bağımsızlığını tüm dünyaya ilan eden; fakat O’nun ölümünden sonra tekrar emperyalizmin kucağına itilen ve ortaçağ karanlığında bırakılan Türkiye, bir gün mutlaka ama mutlaka tam bağımsızlığa, gerçek demokrasiye ve çağdaş uygarlığa ulaşacaktır. Çünkü Türkiye ve Türk halkı, geri kalmışlığa, ortaçağ karanlığında yaşamaya değil, tam bağımsızlığa, gerçek demokrasiye ve çağdaş uygarlığa ulaşmaya layıktır ve bunu başaracak güçtedir.
Yurdumuzu geri bırakan tüm engeller ne kadar zor olursa olsun bir bir aşılacak ve halkın egemen olduğu yepyeni bir Türkiye kurulacaktır bir gün
Gerçek Atatürkçü olmak, Atatürk ilkelerini her dönemde savunmak, Atatürk devrimlerinin bekçiliğini her dönemde yapmak, Atatürkçülüğün yozlaştırılmasına her dönemde karşı çıkmak ve bunun için her türlü tehlikeyi göze almak gerçekten çok zor, ama o derece onurlu bir iştir.
Ruh Atatürkçüleri: Bu âlemin Atatürkçüleri olur da, öte alemin, yani ruhlar aleminin Atatürkçüleri olmaz mı hiç? Olur, olur, bal gibi olur Ruh Atatürkçüleri, öte âlem Atatürkçüleri, Atatürk’ün ruhuyla konuştuğunu ileri süren kişilerdir.
Bir kişi, bir medyum, Atatürk’ün ruhuyla konuştuğunu, Atatürk’ün ruhunun Türk milletine kendi aracılığıyla bazı mesajlar, bildiriler ilettiğini ileri sürüyor ve bu konuşmaları, mesajları, bildirileri bir kitap halinde topluyor ve yayınlıyor. (258)
Papağan Atatürkçüleri : Atatürk’ün söz, düşünce ve özdeyişlerini tıpkı bir papağan gibi ezberleyip yenileyenlere (tekrarlayanlara) papağan Atatürkçüsü denir.
Siz Türkiye’nin ve Türk ulusunun bütünlüğünü her türlü dış ve iç tehlikelere karşı koruyabiliyor musunuz? Her zaman bilimin gösterdiği yoldan gidebiliyor musunuz? Ulusal gelirin adil dağılmasını sağlayacak demokratik devrimleri, köklü bir düzen değişikliğini gerçekleştirerek zenginlerle fakirler arasındaki korkunç uçurumu kapatabiliyor musunuz? Ayrıcalıksız bir toplum yaratabiliyor musunuz? Amerika’ya ikili anlaşmalarla verilen ayrıcalıkları geri alabiliyor musunuz? Tüm dünya uluslarıyla dostluğa dayanan ve hiçbir devletin dümen suyunda gitmeyen bağımsız bir dış politika izleyebiliyor musunuz? Yurtta barış, dünyada barış ilkesine bağlı kalabiliyor musunuz? Yurdumuzun ekonomisini IMF (Uluslararası Para Fonu)’nin ve diğer uluslararası finans kuruluşlarının güdümünden kurtarabiliyor ve ekonomik bağımsızlığı gerçekleştirebiliyor musunuz? Gerçek çok partili, çoğulcu, özgürlükçü demokrasiyi benimsiyor ve onu tüm kurumlarıyla işler hale getirebiliyor musunuz? Emekçi sınıfların da tıpkı kapitalist sınıflar gibi örgütlenmesine ve demokratik yollarla iktidara gelmesine ve kendi düzenlerini kurmalarına razı olabiliyor musunuz? Her çeşit fikrin açık ve seçik tartışılmasını istiyor, fikirlere copla, silahla, kelepçeyle, zindanla değil, fikirle cevap verebiliyor ve düşünce suçunu tarihe karıştırabiliyor musunuz? Ekonominin kilit noktalarını ve yeraltı servetlerini devletleştirebiliyor musunuz? Sosyal adaleti en iyi biçimde gerçekleştirebiliyor musunuz? Bu yurdun insanlarını insan gibi yaşayabilecekleri bir gelire kavuşturabiliyor musunuz? Mali güce göre vergi alma ilkesini, yani çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alma ilkesini uygulamaya geçirebiliyor musunuz? Kırtasiyeciliği, Bugün git, yarın geli, tembelliği ortadan kaldırarak tıkır tıkır işleyen bir devlet mekanizması kurabiliyor musunuz? Tüm yurttaşlarımızın geleceğini doğumlarından ölümlerine dek güven altına alabiliyor musunuz? Herkese aynı fırsatı tanıyabiliyor, fırsat ve olanak eşitliğini ve yasa önünde eşitliği gerçekleştirebiliyor musunuz? Tüketime ve ezberciliğe dayanan eskimiş eğitim sistemi yerine çağımızın ve yurdumuzun gerçeklerine uygun, yaratıcı ve üretici, yepyeni bir eğitim sistemi yaratabiliyor musunuz? Köklü bir toprak reformu yaparak ortaçağ artığı feodaliteleri, ağaları, beyleri, şeyhleri tarihe karıştırabiliyor musunuz? Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu üvey evlat olmaktan kurtarabiliyor musunuz? Cehalet ve sefalet isimli canavarları öldürebiliyor musunuz? Kooperatifçiliği geliştirerek üretici ve tüketicilerin aracı ve tefeciler tarafından sömürülmesini önleyebiliyor musunuz? Sanayileşmeye önem veriyor ve yurdun dört bir yanını fabrikalarla donatabiliyor musunuz? Kentleşme ve gecekondu sorunlarına bir çözüm yolu bulabiliyor musunuz? Her çeşit kaçakçılığı (silah, uyuşturucu madde, gümrük, altın, vergi, döviz vb.), karaborsacalığı, vurgunu, soygunu, sömürüyü, torpili, rüşveti, yiyiciliği, nemelazimciliği, vurdumduymazlığı önleyebiliyor musunuz? İşsizleri işe, ekmeksizleri ekmeğe, evsizleri eve, yolsuzları yola, susuzları suya, köprüsüzleri köprüye, okulsuzları okula, öğretmensizleri öğretmene, kitapsızları kitaba, deftersizleri deftere, kalemsizleri kaleme, kütüphanesizleri kütüphaneye, ışıksızları ışığa , ilaçsızları ilaca,doktorsuzları doktora, hastanesizleri hastaneye, arabasızları arabaya, tiyatrosuzları tiyatroya, sinemasızları sinemaya, televizyonsuzları televizyona, radyosuzları radyoya, telefonsuzları telefona kavuşturabiliyor musunuz? Ağasız, beysiz, şeyhsiz, kompradorsuz, aracısız, tefecisiz, vurguncusuz, soyguncusuz, sömürücüsüz bir Türkiye yaratabiliyor musunuz? İşte budur gerçek Atatürkçülük Gerisi masaldır. hikayedir, lafebeliğidir
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türk toplumu, yüzyıllardan beri süregelen koyu bir kadercilik, cehalet, bilgisizlik, taassup, hurafe, boş, batıl inançların içinde yaşamış ve onların esiri olmuştu. Oysa bir toplumun kalkınması için, o toplumu oluşturan insanların, taassuptan, hurafelerden, bilgisizlikten, batıl inançlardan, dogmalardan ve önyargılardan kurtulmaları gerekmektedir. Bunu ise ancak akıl ve bilim sağlayabilir. Akılcı ve bilimsel düşünceyi benimseyen insanlar, düşünen, eleştiren, yorumlayan, doğruyu, gerçeği bulan kişilikli, çağdaş ve özgür bir insan haline gelirler; batıl inançlardan, hurafelerden, önyargılardan ve dogmalardan kurtulurlar.
Laik devlet, dinsiz değil, dine saygılı bir devlettir.
Devletçilik, kapitalizmi engelleyen değil, geliştiren bir politika olmuştur. Devletçilik, özel sektöre, özel girişimciliğe karşı bir politika değildi.
Özgürlükleri kısıtlayan, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesine engel olan her çeşit yasal, ekonomik, siyasal ve sosyal engeller kaldırılmalıdır. Özgürlükler, her çeşit baskıdan kurtarılmalıdır.
Atatürkçülük ölmeyen bir hedef, yükselen bir şereftir.
Açık konuşmak gerekirse Türkiye’de en ucuz, en kolay şey, Atatürkçü olmaktır. Halkı aldatın, avutun, uyutun, soyun, sömürün, ortaçağ karanlığında bırakın ve sonra da Atatürkçüyüüüüz diye söylev çekin.
Bir insanın Ata’sını sevmesi, O’na saygı göstermesi için yasa çıkarılmasına gerek var mı? Mustafa Kemal’e Ata’mız diyoruz, sonra Ata’mızı korumak, O’na saygı göstermek için yasa çıkarıyoruz. İşte bu, bizim Atatürk konusundaki ikiyüzlülüğümüzü açıkça göstermekte, belgelemektedir.
Önemli olan, köşeyi dönmek. Köşeyi dön de nasıl dönersen dön. Kaçakçılık yap, hırsızlık yap, üçkağıtçılık yap, halkı, devleti dolandır, yeter ki köşeyi dön.
Fabrikasyon insan yetiştirmek, bir başka toplumsal hastalığımızdır. Toplumu oluşturan tüm insanlarımızın aynı fabrikadan çıkmış bir mal gibi olmasını ister ve bunun için tüm gücümüzle çalışırız. Farklı, değişik görüşte insanların olmasını, çok sesli bir toplum istemeyiz; tek sesli bir toplum özleriz. Haksızlıklara, adaletsizliklere boyun eğen, okumayan, yazmayan, düşünmeyen, incelemeyen, sormayan, araştırmayan, her söylenene inanan, her şeye evet diyen, nemelazimci, korkak, pısırık, kişiliksiz koyun kılıklı insanları çok severiz. Elinde sopası ve kavalı bulunan bir çoban ve çobanın önünde insan kılıklı koyunlar Bazı çevreler, işte böyle koyun sürüsünden farksız bir toplum istiyorlar. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekirse, koyun sürüsü gibi bir toplum yaratmak isteyen bazı çevreler, böyle bir toplum yaratmada çok başarılı oldular Baksanıza, çevremiz, koyun, kuzu kılıklı insanlarla, koyun gibi insanlarla dolu
Atatürk övgücüleri, Atatürk’ü Tanrılaştırmakta, peygamberleştirmekte, evliyalaştırmakta, tabulaştırmakta ve putlaştırmaktadırlar. Atatürk’ü, O’nun söz, düşünce, davranış ve eylemlerini her türlü eleştirinin üstünde tutmaktadırlar. Onlara göre, Atatürk, etten kemikten oluşan bir insan, bir varlık değil; insan üstü, olağan üstü bir varlıktır.
Atatürk sövgücüleri, düşmanları ve yadsımacıları, Atatürk’e ve devrimlerine karşıdırlar. Atatürk’ü ve O’nun yaptıklarını, eylemlerini yadsırlar (inkâr ederler). Kurtuluş Savaşını başlatan, gerçekleştiren ve yurdumuzu düşmanlardan kurtaranın Mustafa Kemal Atatürk değil, düşmanlarla işbirliği yapan satılmış, hain, alçak Padişah Vahdettin olduğunu ileri sürererek tarihsel gerçekleri çarpıtmaya çalışırlar. Padişahlığı, halifeliği, şeriatçılığı kaldırıp laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduğu için Atatürk’e komünist, din düşmanı, deccal derler. Atatürk’ten sövgüyle, zalim Padişah II. Abdülhamit ile hain Padişah Vahdettin’den övgüyle söz ederler. Atatürk’e, Atatürk adını bile çok görürler. Atatürk’ü ve devrimlerini hiç sevmezler, ama herkesten fazla Atatürkçü görünürler. Ellerinden gelse Atatürk’ü, devrimlerini ve gerçek Atatürkçüleri bir kaşık suda boğmaya çalışacaklardır, fakat güçleri yetmediğinden, gerçek amaçlarına ulaşmak için, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü bir maske olarak kullanırlar. Gerçek Atatürkçülere iftiralarda bulunurlar ve meydanın kendilerine kalması için her türlü oyunu oynarlar.
Atatürk ağıtçıları, Atatürk öldü diye ağlayıp sızlarlar, O’na ağıtlar yakarlar. Atatürk’ün ölümüyle her şeyin bittiğini sanırlar. Atatürk olmadan veya yeni bir Atatürk, ikinci bir Atatürk ortaya çıkmadan Türkiye’nin kalkınamayacağına inanırlar.
Kanımca, Atatürk hakkında yukarda açıklanan üç tavır da yanlıştır. Atatürk’e, övgüyle, sövgüyle, düşmanlıkla, inkârcılıkla, redcilikle ve ağıtla değil; sevgiyle, akılla, mantıkla yaklaşmalıyız. En doğru tavır budur.
Gerçekleri yazanlara baskı uygulamak, doğruyu söyleyenleri dokuzuncu köyden kovmak bir başka toplumsal hastalığımızdır. Hırsızlıklara, yolsuzluklara karşı çıkan, halkın, devletin çıkarlarını savunan, gerçekleri yazan ve söyleyenleri hiç sevmeyiz. Doğruyu yazanları, söyleyenleri sürüm sürüm süründürmekten sadistçe bir zevk alırız. Onlara yapmadığımız kalmaz. Gerçekleri yazanlara, söyleyenlere sosyal, siyasal, ekonomik ve psikolojik baskı uygular, onları bir kaşık suda boğmağa çalışırız. Amaç, gözü kör, kulağı sağır, vicdanı kör, korkak, pısırık, uyuşuk, rahatlıkla yönlendirilebilecek bir toplum yaratmaktır. Sömürücülerle işbirlikçilerinin de istedikleri budur zaten.
İnsandan put yapıp ona tapma, her şeyi tek bir kişiden bekleme de bir başka toplumsal hastalığımızdır. A hükümeti döneminde o dönemin en güçlü adamı X e büyük kurtarıcı gözüyle bakar, ona tapar, her şeyi ondan bekleriz. A hükümeti iktidardan çekilince X hain olur gözümüzde. B hükümeti döneminde o dönemin en sevilen adamı Y bu kez büyük kurtarıcımız olur. B hükümeti iktidardan çekilince veya düşürülünce Y de hainlikten kurtulamaz. Hain sayılan X ve Y bir süre, belli bir zaman sonra yeniden kahraman olurlar. Bu durum, böyle sürüp gider yıllarca. Hain ve Kahraman yaratma da üstümüze yoktur. Bu konuda bir yarışma yapılsa rahatlıkla dünya birincisi oluruz.
Atatürk, tepeden inmeci ve otoriter bir önderdi. Devrimleri halka rağmen halk için ilkesini uygulayarak zorla gerçekleştirmiştir. Devrimleri başka türlü gerçekleştirmesine olanak yoktu zaten.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Atatürk milliyetçiydi. Ancak, O’nun milliyetçiliği, ümmetçi, gerici, ırkçı, Turancı, kafatasçı, şöven, saldırgan, ayırıcı, bölücü ve yıkıcı bir milliyetçilik değil; kaynaştırıcı, birleştirici, bütünleştirici bilimsel, akılcı, gerçekçi, barışçı, insancıl ve çağdaş bir milliyetçilikti.
Atatürk, liberal-kapitalizmi, serbest piyasa ekonomisini değil; devletçiliği benimsemişti. Fakat Atatürk’ün savunduğu devletçiliğin, sosyalist ve komünist devletçilikle bir ilgisi yoktu. Atatürk’ün devletçiliği, özel sektöre karşı olmayan, özel sektöre de ekonomide yer veren, müdaheleci, himayeci, planlı ve pragmatik bir devletçilikti, bir devlet kapitalizmiydi.
Atatürk, komünist ve faşist değildi. O, komünizmin de, faşizmin de karşısındaydı.
Atatürk, demokratik sosyalist değildi, ancak demokratik sosyalizme de karşı değildi.
Atatürk, Batı tipi bir burjuva toplumu yaratmak istiyordu.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan, düşmanlar yurdumuzdan kovulduktan sonra bile Atatürk’ün en yakın silah ve mücadele arkadaşlarından, Kurtuluş Savaşı önderlerinden bazıları Atatürk’e ve O’nun başlattığı devrimlere, padişahlığın, halifeliğin kaldırılmasına, cumhuriyetin ilan edilmesine, Latin harflerinin kabul edilmesine, diğer devrimlere karşı çıkmışlardır. Çünkü onların, düşünceleri, kafa yapıları, görüş ufukları o kadardı ancak. Atatürk, bu konuda Söylev’de şöyle diyor: Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünme ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır.
Atatürk, kapitalist değil, devletçiydi. Devletin, ekonomik yaşama katılmasından, ekonomiye yön vermesinden yanaydı. Ekonomide devlet işletmeciliğini, devletin öncülüğünü ve müdahalesini kabul ediyordu.
Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarından ve Kurtuluş Savaşı önderlerinden Kazım Karabekir, Türkiye İktisat Kongresinin yapıldığı günlerde İzmir’de basına verdiği bir demeçte Latin harflerinin kabul edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Kazım Karabekir’e göre, Latin harfleri kabul edildiği gün memleket alt üst olacaktı. Latin harflerinin kabul edilmesi düşmanlarımızın şeytanca bir fikriydi. Bu fikir çok zararlıydı. Lâtin harflerinin kabul edilmesi halinde İslam dünyası üzerimize hücum edecek ve kendi aramızda birbirimizi yiyecektik. Bir Kurtuluş Savaşı önderinin, Latin harfleri konusundaki düşüncesi, ne yazık ki, işte böyleydi.
Mecliste müezzin, beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki Kurtuluş Savaşları zaferle taclandıktan sonra, Atatürk, Ankara’ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniformasile bekleyen imam efendi, Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat, dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle:
Burada böyle şeylere lüzum yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz! Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanile kazandık! dedi ve imamı kovdu.
Nüfuzunu şeriattan almak iddiasında olan bir saltanata, gücünü dinden alan bir yönetime karşı ve Türkiye’yi aralarında bölüşen, büyük ölçüde istila eden, dünyanın en güçlü devletlerine, bir dünya savaşını kazanmış devletlere karşı, bir kurtuluş savaşını örgütleyip yürütmek kolay değildi. Bu savaşı örgütler ve yürütürken, Atatürk, bir halk hareketini oluşturmada, halkın desteğini ve gücünü harekete geçirmede kendisine yardımcı olabilecek bazı nüfuzlu kişilere, bölge eşrafına, mütegallibesine, nüfuzlarını maddi varlıklarından veya manevi otoritelerinden alan bazı kimselere de, ister istemez dayanmak, onların da yardımına, ister istemez başvurmak zorunda kalmıştı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
( ) Gerçekten, neden ve nasıl olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi ulusu içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir ulusun başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır! Şuna kıvanabiliriz ki, bu alçak, alçaklığını atalarından kalma padişahlık onurunundan (makamından) Türk ulusunca atıldıktan sonra tamamlamış bulunuyor. Türk ulusunun bu öncelikli davranışı elbette övülmeye değer.
Beceriksiz, aşağılık, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendisini kabul eden herhangi bir yabancının kanadı altına sığınabilir; ama, böyle bir yaratığın, bütün Müslümanların Halifesi kimliğini taşıdığını söylemek elbette doğru değildir. Böyle bir görüşün doğru olabilmesi, her şeyden önce, bütün Müslüman toplumların tutsak olmaları koşuluna bağlıdır. Oysa, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca özgürlüğe ve bağımsızlığa bayrak olmuş bir ulusuz. Değersiz yaşayışlarını iki buçuk gün daha, alçakçasına, sürükleyebilmek için her türlü düşkünlüğü sakıncasız bulan halifeler oyununu da ortadan kaldırabildiğimizi gösterdik. Böylece devletlerin, ulusların, birbirleriyle olan ilişkilerinde, kişilerin, özellikle kendi devletinin ve ulusunun dokuncasına da olsa kişisel durumlarından ve canlarından başka bir şey düşünemeyecek aşağılık kişilerin önemi olamayacağı yolundaki herkesçe bilinen gerçeği bir kez daha doğruladık.
Atatürk, Türkiye’yi hiçbir zaman Sovyetlerin uydusu yapmayı düşünmemiştir. O, her zaman tam bağımsızlığı savunmuş ve tam bağımsızlıktan yana olmuştur.
Atatürk sömürücülüğü dün olduğu gibi, bugün de devam etmektedir ve bu gidişle yarın da devam edecektir. Öyle sanıyoruz ki, Türk siyasal tarihinde Atatürk kadar sömürülen başka bir önder yoktur. Ve yine öyle sanıyoruz ki, Atatürk sömürücülüğüne en çok üzülen, kemikleri sızlayan o büyük kurtarıcı olsa gerek.
devrimciler Atatürkçü, tutucular, muhafazakarlar Atatürkçü, gericiler, yobazlar, şeriatçılar Atatürkçü, ırkçılar, kafatasçılar, Turancılar, faşistler Atatürkçü, kapitalizmi, liberalizmi, serbest piyasa ekonomisini savunanlar Atatürkçü, demokratik solcular, ortanın solcuları Atatürkçü, sosyal demokratlar, sosyalistler Atatürkçü, komünistler Atatürkçü, anarşistler Atatürkçü, ağalar Atatürkçü, beyler Atatürkçü, şeyhler Atatürkçü, aracılar Atatürkçü, tefeciler Atatürkçü, karaborsacılar Atatürkçü, vurguncular Atatürkçü, soyguncular Atatürkçü, kompradorlar Atatürkçü, ezenler Atatürkçü, ezilenler Atatürkçü, sömürücüler Atatürkçü, sömürülenler Atatürkçü, bankerler Atatürkçü, bankerzedeler Atatürkçü, rüşvet verenler Atatürkçü, rüşvet alanlar Atatürkçü, hırsızlar Atatürkçü, kaçakçılar Atatürkçü, satılmışlar Atatürkçü, üçkağıtçı Lara Atatürkçü, eyyamcılar Atatürkçü, dönekler Atatürkçü, kısacası herkes ama herkes Atatürkçü
Gerçek Atatürkçüler, Atatürkçü olduklarını sözleriyle değil, işleriyle, eserleriyle, davranışlarıyla, eylemleriyle gösterir ve kanıtlarlar.
Atatürkçülük, ne yazık ki, hangi niyetle yenirse o tadı veren bir muz niteliğine dönüştürülmüştür.
Atatürk dine değil, dini politikaya, dini devlet işlerine sokmak isteyen ve bundan çıkar sağlayan sahte din adamlarına ve dini maske olarak kullanan çıkarcı politikacılara, din sömürücülerine karşıydı.
Belli kişi, zümre ve sınıfların özgürlüklerden yararlandıkları; geniş halk kitlelerinin özgürlüklerden yararlanamadıkları, özgürlüklerin kağıt üzerinde kaldığı bir ülkede, gerçek bir demokrasiden, özgürlükten söz edilemez.
Atatürk, düşüncelerini toplum ve devlet yaşamına egemen kılmak için bir siyasal parti kurmanın gerekliliğine inanmıştı. Sivas Kongresi’nde kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni, Halk Fırkasına dönüştürdü. Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1923’te resmen kurulmuş oldu.
Hain ve Kahraman yaratmada üstümüze yoktur. Bu konuda bir yarışma yapılsa rahatlıkla dünya birincisi oluruz.
Atatürk öldü diye ağlayıp sızlamak. Ona ağıtlar yakmak da hiçbir şey kazandırmaz bize. Atatürk’ün ölümüyle her şeyin bittiğini, Atatürk olmadan Türkiye’nin kalkınamayacağını sanmak da, buna inanmak da bir hatadır, bir yanılgıdır. Atatürk’ün ölümüyle herşey bitmiş değildir. Türk halkı, Atatürk olmadan da, onun yaşamda en gerçek yol gösterici saydığı bilim yolundan giderek kalkınacak, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkacaktır mutlaka.
Atatürk olmak o kadar kolay değil
Hain ve Kahraman yaratmakta üstümüze yoktur.
Mustafa Kemâl Paşa, Bağımsızlık Savaşı’nda hem emperyalizmin silahlı gücüne, hem de Hilafet ordusuna karşı çarpışmak zorunda kalmıştır; vatan haini padişah İngiliz gemisine binerek kaçmıştır.
Necip Fazıl Kısakürek, bu Vahdettin’in yanında Atatürk’ün karşısındadır.
Gerçek amacını bir ulusal sır gibi vicdanında taşıyan Atatürk, düşüncelerini aşama aşama uygulama alanına koymuştur.
Yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir. Mazideki müesseseleri ise bir şahıs devleti idi.
Mustafa Kemal
Bir insanın Ata’sını sevmesi, O’na saygı göstermesi için yasa çıkarılmasına gerek var mı? Mustafa Kemal’e Ata’mız diyoruz sonra korumak için yasa çıkartıyoruz.
Tekelci Atatürkçüler: Tekelci sağ, tekelci sol, tekelci sermaye, tekelci memleketseverler olur da tekelci Atatürkçüler olmaz mı hiç? Tekelci Atatürkçüler, Atatürk’ü, Atatürkçülüğü, Atatürk ilke ve inkılaplarını kendi tekellerinde gören kişilerdir. Bunlar, Atatürk’ü tabulaştırırlar, putlaştırırlar. Atatürkçülüğün belli kalıplar içinde dondurulmasını, şerbetlendirilmesini isterler.
Ticaret Atatürkçüleri: Atatürk’ün, Atatürk ilke ve inkılaplarının ticaretini, tüccarlığını yapanlara ticaret Atatürkçüleri denir.
Söylev Atatürkçüleri: Bunlar, Atatürk ve Atatürk inkılapları üzerine söylev çekmeyi Atatürkçülük sayan kişilerdir.
Reklam Atatürkçüleri: Atatürkçülüğü gerçekten benimsemedikleri halde, her fırsatta Atatürkçülükten söz ederek Atatürkçülüğün reklamını yapanlara reklam Atatürkçüsü denir.
Papağan Atatürkçüleri: Atatürk’ün söz, düşünce ve özdeyişlerini tıpkı bir papağan gibi ezberleyip yineleyenlere (tekrarlayanlara) papağan Atatürkçüsü denir.
Atatürkçülük, tam bağımsızlık, anti-emperyalizm, özgürlükçülük, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, devrimcilik, akılcılık ve bilimsellik, çağdaşçılık ve barışçılık ilkelerinden oluşan, bu ilkelerden kaynaklanan kendine özgü bir dünya görüşüdür, bir ideolojidir.
Atatürk’e göre, önce insan düşüncesinde devrim yapılmalıdır. İnsan düşüncesinde devrim yapıldığında, toplumda da, kurumlarda da devrim yapmak çok daha kolay olacaktır. Bunun için insanlarımızın, akılcı ve bilimsel düşünceyi benimsemeleri gerekmektedir.
Bilim, yalnızca gerçeği, doğru olanı arar ve ona değer verir. Gerçek dışı şeylerin, hurafelerin, boş, batıl inançların, dogmaların ve önyargıların bilimde yeri yoktur.
Laik bir toplumda devlet, tüm dinler, mezhepler karşısında yansız kalır ve çeşitli dinlere, mezheplere bağlı insanlar arasında herhangi bir ayrım yapmaz. Devlet, yurttaşlarının dini inancına, vicdanına karışmaz.
Atatürk milliyetçiliği, başka ulusların (milletlerin) varlığına, bağımsızlığına, içişlerine karışmamasına saygı gösterir ve onların da kendi ulusuna aynı saygıyı göstermesini ister ve bunu gerçekleştirmeye çalışır.
Türk Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal’in deyişiyle, Bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı yapılmıştır.
Tam bağımsızlık, devlet olmanın baş koşuludur. Bir devlet, ancak tam bağımsız olduğu zaman kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilir. Tam bağımsızlık, kalkınmanın ve insan gibi yaşamanın da baş koşuludur.
Mustafa Kemal Atatürk, barışı, barışçılığı savunuyor, yurtta ve dünyada barışın gerçekleşmesini istiyor ve bunun için çalışıyordu.
Atatürk’e göre yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdi. Tek çıkar yol, bilimin yolundan gitmek ve akılcı ve bireysel düşünceyi benimsemekti.
Atatürk’ün daha 1920’lerden beri amaç edindiği ve adım adım kurmaya ve gerçekleştirmeye çalıştığı rejim, bugünkü anlamda çağdaş bir demokratik toplumculuk, sosyal demokrasi ya da bütün dünyanın kullandığı geniş anlamda (Marksist olmayan), ılımlı ve ulusal nitelikte demokratik bir sosyalizmdi, Demokratik sol bir düzen di.
Atatürkçülük, üzerinden binlerce doğru nun geçtiği bir nokta değil, Demokratik Türkiye’ye ulaştıran doğru yoldur.
Atatürkçülük, Atatürk’ü aşmak demektir.
Atatürkçülük ne demektir? Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir Kurtuluş Savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.
Atatürkçülük demek, bilime inanmak demektir. Bilime inanmak, sosyal olaylarda da bilime inanmaktır.
Kemalist hareket, kurulu düzene karşı devrimci, yani solcu bir hareket olduğu halde, solculuk en büyük küfür haline getirilmiştir.
Atatürk bir sentez adamıdır. Yaptığı devrimlerin tümünde eskiyi ve eski görüşü Tez ve yeni düşünceleri ve uygulamaları da Antitez olarak kabul etmiştir.
Tez ile antitezi karşılaştırıp kendi dehâ süzgecinden geçirerek neticede Sentez e ulaşmıştır. Atatürk’ün, devrimlerinin her birisi için uyguladığı bu sistem (TezxAntitez=Sentez)dir.
Kemalist ideoloji, tam bağımsızlık ve batılılık ilkeleri çerçevesinde karşı-emperyalizm ve altı ok ile belirlenir. Ne yazık ki, Türkiye’deki resmi ideoloji , Kemalizmi önce yalnızca altı ok a indirgemiş, daha sonra da bu altı ilkeyi genel anlamından tümüyle saptıracak yorumlara konu yapmıştır.
Kemalizm, az gelişmiş bir memleketin, en kısa zamanda, hiç vakit, enerji, sermaye kaybetmeden kalkınması için milletçe el, iş ve gönül birliği yaparak plânlı ve sistemli bir savaş idealizmidir.
Vatan, millet, din, iman, Sakarya, Atatürk ve Atatürk İnkılapları… üzerine söylev çekildi. Atatürk’ün sözleri tıpkı bir papağan gibi ezberlenip tekrarlandı. Atatürk ve Atatürkçülük bol bol sömürüldü.
Gerçekleri yazan, söyleyen, medeni cesaret sahibi, kişilikli, onurlu insanları ayaklar altına alıp ezmeye çalışan bizler; yağcıları, eyyamcıları, yalancıları, sahtekârları, nemelazımcıları, dönekleri, bukalemunları, madrabazları, hokkabazları eller üstünde tutarız.
İnsandan put yapıp ona tapma, her şeyi tek bir kişiden bekleme de bir başka toplumsal hastalığımızdır. “A” hükümeti döneminde o dönemin en güçlü adamı “X”e büyük kurtarıcı gözüyle bakar, ona tapar, her şeyi ondan bekleriz. “A” hükümeti iktidardan çekilince “X” hain olur gözümüzde. “B” hükümeti döneminde o dönemin en sevilen adamı “Y” bu kez büyük kurtarıcımız olur. “B” hükümeti iktidardan çekilince veya düşürülünce “Y” de hainlikten kurtulamaz. Hain sayılan “X” ve “Y” bir süre, belli bir zaman sonra yeniden “kahraman” olurlar. Bu durum, böyle sürüp gider yıllarca. “Hain” ve “Kahraman” yaratmada üstümüze yoktur. Bu konuda bir yarışma yapılsa rahatlıkla dünya birincisi oluruz.
Atatürk öldü diye ağlayıp sızlamak, O’na ağıtlar yakmak da hiçbir şey kazandırmaz bize. Atatürk’ün ölümüyle her şeyin bittiğini, Atatürk olmadan Türkiye’nin kalkınamayacağını sanmak da, buna inanmak da bir hatadır, bir yanılgıdır. Atatürk’ün ölümüyle her şey bitmiş değildir. Türk halkı, Atatürk olmadan da, O’nun yaşamda en gerçek yol gösterici saydığı bilimin yolundan giderek kalkınacak, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkacaktır mutlaka.
Atatürk sevgisiyle Atatürkperestliği birbirinden ayırmalıyız. Atatürk’ü içtenlikle sevmek başkadır, Atatürkperestlik ise yine başkadır.
İstanbul’da, 1967 yılında, Sebil yayınlarından Kadir Mısıroğlu’nun bir kitabı çıktı: Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler. Kitabın 1969’da ikinci basımı yapıldı.
Gerçek demokrasilerde, sağcı, muhafazakâr, liberal kapitalist, partilerin yanında; solcu, ortanın solcusu, sosyal demokrat, sosyalist ve komünist partiler de bulunmaktadır.
Her şeyi Atatürk’ün yapmasını beklemek alışkanlığını bir yana bırakıp, Türkiye’de gerçek bir demokrasinin kurulması için elbirliğiyle çalışmalıyız. Gerçek demokrasi, halkın halk tarafından halk yararına yönetildiği, halkın devlet yönetimine en geniş ve en etkin bir biçimde katıldığı bir demokrasidir. Gerçek demokrasilerde, düşünce, basın ve örgütlenme özgürlüğü vardır.
Atatürk, liberal-kapitalizmi, serbest piyasa ekonomisini değil; devletçiliği benimsemişti. Fakat Atatürk’ün savunduğu devletçiliğin, sosyalist ve komünist devletçilikle bir ilgisi yoktu. Atatürk’ün devletçiliği, özel sektöre karşı olmayan, özel sektöre de ekonomide yer veren, müdahaleci, himayeci, planlı ve pragmatik bir devletçilikti, bir devlet kapitalizmiydi.