Çiğdem Kağıtçıbaşı kitaplarından Dünden Bugüne İnsan ve İnsanlar kitap alıntıları sizlerle…
Dünden Bugüne İnsan ve İnsanlar Kitap Alıntıları
Çoğunluk baskısı ya da zorlayıcı yetkeye karşı direnebilen bir tek kişi bile, diğerlerinin de cesaret bularak direnebilmesine yol açabilmektedir. Bu da fikir ve konuşma özgürlüğünün toplumun sağlığı için ne denli önemli olduğuna işaret etmektedir.
Bize uzak olan ya da kişiliğini yitirmiş birini istismar etmek daha kolaydır. Şartlar böyle olduğunda insanlar büyük trajedilere bile tepkisiz kalabilirler.Cellatlar genelde idam mahkûmlarının başına başlık geçirerek onların kişiliklerini yok ederler.
Ceza, kişiyi yalnızca tekrar cezalandırılmamak için itaate yöneltir. Kişinin yaptığının neden yanlış olduğunu benimsemesini sağlamaz.
“Saldırganlık konusunda ise, bize göre üstünde durulması gereken bir nokta, saldırganlığın öğrenilmiş olduğudur. Bu gerçek göz önünde tutulduğu takdirde, şiddet içeren televizyon programlarından, dayağın yaygın olduğu çocuk yetiştirme alışkanlıklarına, erkek çocuklara oyuncak tabanca almaktan, aile içi şiddete kadar birçok alanda var olan değerlerin ve uygulamaların değişmek zorunda olduğu ortaya çıkar.”
Bir kere saldırgan bir davranışta bulunmak, tekrar böyle davranmayı kolaylaştırır. Çünkü saldırgan davrandığımız insana karşı tutumumuz ve bakışımız değişir. O kişiye karşı olumsuz duygularda artış görülür, dolayısıyla bir dahaki sefer tekrar saldırganca davranmak kolaylaşır.
Başarılarımızın nedenlerini kendimize bağlarken, başarısızlıklarımızın nedenlerini bizim dışımızdaki durumlara bağlarız. Buna kendine hizmet etme yanlılığı denir.
“Hataları kabullenerek onların sorumluluğunu üstlenmek ve sürekli bir savunma içine girmemek hepimizin ulaşması gereken bir erdemdir.”
“İnsanlar tüm yaptıklarının iyi şeyler olduğuna kendilerini inandırırlarsa, gelişmeleri zor olur. Gelişebilmek için hataları kabul edip ders çıkarmak gerekir.”
“Sevmediğimiz insanları incitmekle kalmayız, aynı zamanda incittiğimiz insanları sevmemeye başlarız. Çünkü kötü davranışı hak etmişti şeklinde davranışımızı meşrulaştırmak isteriz.”
Başkalarının bize verdiği tepkiler ya da bizi nasıl gördükleri; bizim kendimizi nasıl gördüğümüzü etkiler.
Kendini kayırma eğilimi, kişinin bir yandan başarıyı kendisine mâl ederken, diğer yandan başarısızlık için suçu dışsal etmenlere yüklemesidir. Başarılarımızı kendi yeteneklerimiz, çok çalışmamız ya da genel olarak iyi olmamız gibi içsel nedenlere yükleriz. Başarısızlıklarımız içinse kötü şans, baskıcı bir politik yapı, kötü hava şartları vb. dışsal nedenleri suçlarız.
Örneğin ben, çok güzel konserler olduğu için festivali takip ettiğimi söyleyebilirim. Bir başkası ise, benim festivale gitmemi entel gözükmek isteyen özenti biri olmama bağlayabilir. Yani, ben davranışımı dış etkenlere bağlayarak açıklarken, bir başkası aynı davranışı temel atfetme yanılgısına düşerek benim kişilik özelliklerime bağlayabilir.
Eğer duruma bağlı koşulları görmezden gelip, olayların nedenlerini insanların kişilik özelliklerine atfetmeyi genel bir eğilim hâline getirirsek bunun etkileri yukarıda verilen örnekten çok daha geniş çaplı olabilir.
Örneğin, ülkemizdeki işsiz gençleri düşünürsek, onların durumlarını tembel olmalarına, iş aramadıklarına bağlayıp bu sorunun nedenini onların kişisel özellikleriyle sınırlarsak, işsizlik sorununu çözmek için bireylere yönelik çözümler üretmek zorunda kalırız. Oysa işsizlik sorununu, eğitim olanaklarının kısıtlı olması, iş alanlarının azlığı, üretilen politikanın sonuç getirmemesi gibi sorunların yol açtığını düşünerek yaklaşırsak, yani işsizlik sorununun nedenlerini kişisel değil, dışsal ve durumsal etkenlere bağlarsak, üreteceğimiz çözümlerin nitelikleri bambaşka olacaktır.
Örneğin, ülkemizdeki işsiz gençleri düşünürsek, onların durumlarını tembel olmalarına, iş aramadıklarına bağlayıp bu sorunun nedenini onların kişisel özellikleriyle sınırlarsak, işsizlik sorununu çözmek için bireylere yönelik çözümler üretmek zorunda kalırız. Oysa işsizlik sorununu, eğitim olanaklarının kısıtlı olması, iş alanlarının azlığı, üretilen politikanın sonuç getirmemesi gibi sorunların yol açtığını düşünerek yaklaşırsak, yani işsizlik sorununun nedenlerini kişisel değil, dışsal ve durumsal etkenlere bağlarsak, üreteceğimiz çözümlerin nitelikleri bambaşka olacaktır.
Davranışların nedenlerini araştırırken, sosyal rollerin ve beklentilerin etkisini görmezden gelebiliriz. Örneğin, üniversitedeki bir hocanızı katı, kurallara sadık, ilkelerinden ödün vermeyen ve oldukça eleştirel bir insan olarak tanıdınız. Bir gün hocalarla öğrencilerin beraber gittiği bir yemekte hocanızı o ana kadar tanıdığınız hâlinden çok başka türlü gördünüz. Orada üniversitedeki katı hocanız gitmiş, yerine sıcak, sevimli, hoşgörülü ve neşeli biri gelmiş olabilir. Bu durumda sorulacak olan soru, hangi durumun hocanızı daha iyi tanımladığı sorusu değildir. Bir sosyal rol (üniversitede hoca olma) hocanızdan belirli davranışlarda bulunmasını gerektirirken, bir diğer sosyal rol (eğlenceli bir ortamda arkadaş) başka davranışlar gerektiriyor olabilir. Onu sadece hoca rolünde tanıyan öğrencilerin ise, temel atfetme yanılgısına düşerek, gördükleri davranışları onun kişisel özellikleriyle açıklama (Hocamız sert ve hoşgörüsüz bir kişidir. ) ihtimâli oldukça yüksektir.
“Savaş etiği, bir bombanın bir köye 12.000 kilometre uzaklıktan atılmasına izin verir ama silahsız bir köylüye ateş etmeye izin vermez.”
İnsanlar başkalarında birbirleri ile tutarlı özellikler görme eğilimindedir. Birbiriyle çelişen bilgilerin varlığında bile, insanları iyi veya kötü olduklarına dair tutarlı bir bakışla görmeye yöneliriz. Tutarlılığa erişemeye çalışırken, çelişen bilgileri görmezden gelme veya çarpıtarak algılama eğilimimiz de artar.
İnsanlar ancak bir bilgiye inandıktan sonra geri dönüp yanlış olma ihtimalini hesaba katarlar. Spinoza’nın bu iddiası bilimsel araştırmalar tarafından doğrulanmıştır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
18.yyda Spinoza, insanların bir bilgiyi ilk gördüklerinde, duyduklarında ya da öğrendiklerinde, ona direkt olarak inandıklarını öne sürmüştür. İnsanlar ancak bir bilgiye inandıktan sonra geri dönüp yanlış olma ihtimalini hesaba katarlar.
Kendi kontrol sistemimizi yitirince, ilkel saldırgan davranışların ortaya çıkması kolaylaşır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Azınlığın çoğunluğa karşı çıkması ve etkili olması mümkün olmasa bile, yine de bir azınlığın, yani var olan yaygın görüşe karşı bir görüşün olması önemli değişikliklere yol açabilir. Örneğin, çok sayıda insanı konu hakkında daha derin ve eleştirel düşünmeye sevk eder. İnsanların şu tür sorular sormalarına neden olur: “Haksız olsalar kendilerinden bu kadar emin olabilirler miydi?”
Ceza kişiyi yalnızca tekrar cezalandırılmamak için itaate yöneltir.
Freud, a göre insanlar saldırgan davranışlarda bulunamazlarsa, saldırgan enerji birikir, kendine bir çıkış arar ve bir şekilde davranışa yansımazsa, sonuçta ruhsal rahatsızlık şeklinde kendini gösterir.
Fiziksel ceza çocuğa vicdanlı olmayı değil, saldırgan olmayı öğretir.
Çocuklara sık sık gösterilen güç gösterisinin çocukta zayıf vicdan gelişimi yani yetersiz iç kontrol meydana getirdiğini göstermiştir.
Kendine güveni olmayan kimseler, kendi görüş ve fikirlerine de fazla değer vermedikleri için, onları değiştirmeleri güç olmaz.
çoğunluk baskısı ya da zorlayıcı yetkeye karşı direnebilen tek bir kişi bile (doğru veya yanlış), diğerlerinin cesaret bularak direnebilmesine yol açabilmektedir. bu da fikir ve konuşma özgürlüğünün toplum sağlığı için ne denli önemli olduğuna işaret etmektedir.
Düşünün ki, araba alma gibi bir kararda yanlı ve eksik bilgilere dayanırsak, eş seçme, önemli miktarda para harcama, ev alma gibi konulardaki kararlarımızı kim bilir nasıl veririz?
İnsanlar sosyal beğenilirliği düşük davranışları sosyal beğenilirliği yükse davranışlara oranla daha çok kişisel özelliklere dayandırarak açıklarlar, çünkü sosyal beğenilirliği yüksek davranış, davranışı gerçeklestirenin kişisel özelliklerindense kişinin içinde bulunduğu grubun normlarını yansıtır.
Araştırmacılar önce bir grup katılımcının aynı doğal duruş pozisyonunda fotoğraflarını çektiler ve sonra onlara kişilik testi uyguladılar. Sonrasında bir diğer grup katılımcı bu fotoğraflara bakarak fotoğraftaki kişilerin kişiliklerine dair izlenimlerini aktardılar. sonuçlar gösterdi ki sadece fotoğraflara bakarak bile bazı kişilik özellikleri doğru bir şekilde tahmin edilebilmiştir.
kuzey amerikalılar için başını aşağı ve yukarı sallamak evet anlamına gelirken, başını iki yana sallamak bir hayır anlamına gelmektedir. Ancak Kore’de baş sallama bilmiyorum anlamına gelir
İnsanlar, hangi kültürden olursa olsunlar, insan fotoğraflarına bakarak 6 temel duyguyu doğru biçimde ayırt edebilirler. Darwin’e göre bunun insanlar için yaşamsal işlevi vardır.
Kişinin önyargılı tutumu, aslında kendinin de farkında olmadığı bir gereksinimi karşılamaktadır. Bu gereksinim, yıpranmış olan egosunu tatmin etmektedir, yükseltmektedir.
Erken çocukluk çağında sevilmeme, hor görülme gibi ego(benlik) yıpratıcı yaşantılar, kişide kendini hor görme eğilimi geliştirir. Ancak, kişinin kendisi değersiz bir kimse olduğunu kabullenmesi çok kaygı verici bir durum olduğundan, kişi ego-savunma mekanizmaları kullanarak kendisinin değersiz olduğu inancını bilinçaltına bastırır. Ayrıca yansıtma yoluyla, hor görmeyi kendinden başkasına yöneltir. Yani kendini değil, başkalarını değersiz olarak görmeye başlar, onlara karşı nefret ve saldırganlık duyguları geliştirir.
Olumlu benlik algımıza bir tehdit geldiğinde, kendimizi o tehdide karşı korumak zorunda hissederiz, reddetme yoluyla veya iyi bir bahane ile.
Bilişsel kapasitemizi zorlamamak için bazı bilgileri göz ardı ediyoruz, başka bilgiler aramamak için var olanları fazlaca sık kullanıyoruz veya mükemmel olmayan bir seçeneği yeterli bulabiliyoruz.
Çoğu askerler, görebildikleri bir düşmanla mücadele ederken ateş edemezler.
Cellatlar genelde idam mahkumlarının başına başlık geçirerek onların kişiliklerini yok ederler.
Çoğunluk baskısı ya da zorlayıcı yetkeye karşı direnebilen bir tek kişi bile, diğerlerinin de cesaret bularak direnebilmesine yol açabilmektedir.
Kendi başlarına birer yargı standardı geliştirmiş olan bireyler, grup halindeyken, ortak bir standarda doğru yönelmekte ve bireysel olarak geliştirdikleri subjektif gerçeğin yerini grubun geliştirdiği sosyal gerçek almaktadır.
Bize uzak olan ya da kişiliğini yitirmiş birini istismar etmek daha kolaydır. Şartlar böyle olduğunda insanlar büyük trajedilere bile tepkisiz kalabilirler. Cellatlar genelde idam mahkumlarının başına başlık geçirerek onların kişiliklerini yok ederler.
çoğunluk baskısı ya da zorlayıcı yetkeye karşı direnebilen bir tek kişi bile, diğerlerinin de cesaret bularak direnebilmesine yol açabilmektedir. Bu da fikir ve konuşma özgürlüğünün toplumun sağlığı için ne denli önemli olduğuna işaret etmektedir
mahkum rolündeki kişilere savunmasız hissetmelerini sağlamak için sadece beyaz bir elbise ve kişilikleri göstermelerini engellemek adına saçlarını kapatmaları için kadın çorabı verilmiştir.
İnsanlar olaylarda kendilerini başkalarından daha merkezde görme eğilimindedirler. Çoğumuz geçmiş olayları kendimizin kontrol ettiğini, yönlendirdiğini ve başkalarının davranışlarını etkilediğimizi sanırız.
Kadınlar daha çok ilişkisel bağlılık gösterirler, yani daha çok yakın ilişkilerine odaklanırlar.Erkeklerse daha çok kolektif bağlılık gösterirler, yani daha büyükçe gruplara olan bağlılıklarına önem verirler. Onlar için örneğin bir futbol takımı taraftarı olmaları daha çok önem taşır. Çocukluklarında yakın arkadaşlık kuran, diğer kişilerle işbirliği yapan ve dikkatlerini sosyal ilişkilerine yoğunlaştıran kızlar, bu tür özelliklerini ileriki yaşlarda da sürdürürler. Erkeklerse daha çok gruplara duydukları aidiyet duygusuna yoğunlaşırlar. Bunun bir sonucu olarak da, kadınlar kişisel konular hakkında erkeklerden daha çok konuşur ve duygularını daha çok ifade eder.
Çeşitli çalışmalar sonucu karizmatik liderin sahip olunması gereken en az üç özellik bulunmuştur. Bu özelliklerin ilki karizmatik liderin vizyon sahibi olması gerektiğidir. Buna göre karizmatik bir lider gelecek idealini gruba sunabilmeli bu şekilde grubuna etraflarında kenetlenebileceği ortak amaçlar gösterebilmelidir. Örneğin; Mustafa Kemal’in Ya istiklal ya ölüm! şeklinde ifade ettiği tam bağımsız Türkiye ideali bu tarz bir idealdir. Karizmatik lidere ilişkin tanımlanan ikinci özellik ise, bu tip liderin gruba sunduğu vizyonu gerçekleştirme yeteneğine sahip olmasıdır. Karizmatik bir lider gerektiğinde bunun için kendisi örnek olmalıdır. Örneğin Mustafa Kemal gerçekleştirdiği devrimlerde ‘rol modelliği’ görevini de yüklenmiştir. Kılık kıyafet devriminde şapka giymiş, Arap Alfabesinin bırakılmasından sonra Latin harflerini ilk tanıtan yine kendisi olmuştur.
Kültürel psikologlar benliği yüceltme güdüsünün evrenselliğini sorgulamışlardır;
ancak bu bir tartışma konusudur. Öncelikle insanlar kültürel rolleriyle uyumlu alanlarda benliğini yüceltmeye çalışır. Buna uygun olarak, bireyci kültürlerin üyeleri bağımsız,lider gibi bireyci özelliklerde benliğini yüceltir,toplulukçu kültürlerin üyeleri,saygılı,vefalı gibi ilişkisel özelliklerde benliği yüceltebilir. İkinci olarak da toplulukçu kültürler kendini övmeyi onaylamayan normlardan etkileniyor olabilirler. Alçak gönüllülük normu geleneksel toplumlarda ve özellikle Doğu Asya’da Batı’ya göre daha çok yüksektir. Üçüncü olarak da, gizil ölçümlerde Doğu Asyalılar da benliklerine karşı olumluluk göstermektedirler. İlk bakışta,açık bir kendini eleştirmeyle gizli bir kendini önemseme çelişkili gibi görünse de birçok kuramcı kendini eleştiren ifadelerin toplulukçu toplumlarda sempati ve şefkatle karşılandığını öne sürmektedir.Dolayısıyla toplulukçu kültürde açık şekilde kendini eleştirmek, gizil benlik saygısıyla beraber bulunabilir. Sonuç olarak,uygun bir şekilde ölçüldüğünde benliği yüceltme eğilimi hem Batı hem Doğu kültürlerinde bulunabilir; ancak bu yüceltme,farklı toplumlarda farklı şekillerde görülebilir.
ancak bu bir tartışma konusudur. Öncelikle insanlar kültürel rolleriyle uyumlu alanlarda benliğini yüceltmeye çalışır. Buna uygun olarak, bireyci kültürlerin üyeleri bağımsız,lider gibi bireyci özelliklerde benliğini yüceltir,toplulukçu kültürlerin üyeleri,saygılı,vefalı gibi ilişkisel özelliklerde benliği yüceltebilir. İkinci olarak da toplulukçu kültürler kendini övmeyi onaylamayan normlardan etkileniyor olabilirler. Alçak gönüllülük normu geleneksel toplumlarda ve özellikle Doğu Asya’da Batı’ya göre daha çok yüksektir. Üçüncü olarak da, gizil ölçümlerde Doğu Asyalılar da benliklerine karşı olumluluk göstermektedirler. İlk bakışta,açık bir kendini eleştirmeyle gizli bir kendini önemseme çelişkili gibi görünse de birçok kuramcı kendini eleştiren ifadelerin toplulukçu toplumlarda sempati ve şefkatle karşılandığını öne sürmektedir.Dolayısıyla toplulukçu kültürde açık şekilde kendini eleştirmek, gizil benlik saygısıyla beraber bulunabilir. Sonuç olarak,uygun bir şekilde ölçüldüğünde benliği yüceltme eğilimi hem Batı hem Doğu kültürlerinde bulunabilir; ancak bu yüceltme,farklı toplumlarda farklı şekillerde görülebilir.
Çocukta vicdan ve ahlak gelişmesi konusunda yapılan çeşitli araştırmalar çocuklara sık sık uygulanan güç gösterisinin(yani çocuğu döverek, bodruma kapamak, cezaya bırakmak gibi fiziksel cezanın) çocukta zayıf vicdan gelişimi yani yetersiz iç kontrol meydana getirdiğini göstermiştir.Acaba çocuğu dövmek ya da kuvvet kullanarak cezalandırmak niçin çocukta zayıf vicdan gelişmesine yol açar? Çocuk bir yaramazlık yaptığı zaman dayak yerse, yaptığının karşılığını ödemiş demektir. Yaptığını tamir etmek ve onun kötü sonuçlarını düzeltmek için düşünmesine ya da başka bir şey yapmasına gerek kalmamıştır. Ayrıca
dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kızgınlık yaratır. Dolayısıyla çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu öğrenip kendini suçlayacağına, kendini döveni suçlar. Nihayet, bu disiplin tekniği, çocuğa taklit edebileceği bir model sağlar. Kendini döven ana-babasının saldırganlığını çocuk taklit edecek ve kızdığı zaman o da bir başkasını dövecektir. Böylece, fiziksel ceza çocuğa vicdanlı olmayı değil, saldırgan olmayı öğretir.
dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kızgınlık yaratır. Dolayısıyla çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu öğrenip kendini suçlayacağına, kendini döveni suçlar. Nihayet, bu disiplin tekniği, çocuğa taklit edebileceği bir model sağlar. Kendini döven ana-babasının saldırganlığını çocuk taklit edecek ve kızdığı zaman o da bir başkasını dövecektir. Böylece, fiziksel ceza çocuğa vicdanlı olmayı değil, saldırgan olmayı öğretir.
Kendini kayırma eğilimi:
Kendini kayırma eğilimi, kişinin bir yandan başarıyı kendisine mâl ederken, diğer
yandan başarısızlık için suçu dışsal etmenlere yüklemesidir. Başarılarımızı kendi ye-
teneklerimiz, çok çalışmamız ya da genel olarak iyi olmamız gibi içsel nedenlere yük-
leriz. Başarısızlıklarımız içinse kötü şans, baskıcı bir politik yapı, kötü hava şartlan
vb. dışsal nedenleri suçlanz. Bu yanılgı, atfetme yanılgılannm en güçlü olanıdır ve
kültürlerarası varlığı da araştırmalarla saptanmıştır (Fletcher ve Ward, 1988). Ancak,
kendini kayırma eğilimi, bireyci eğilime sahip toplumlarda toplulukçu eğilime sahip
toplumlarda olduğundan çok daha güçlüdür (Chandler ve ark. 1981; Kashima ve Tri-
andis, 1986).
Kendini kayırma eğilimi, kişinin bir yandan başarıyı kendisine mâl ederken, diğer
yandan başarısızlık için suçu dışsal etmenlere yüklemesidir. Başarılarımızı kendi ye-
teneklerimiz, çok çalışmamız ya da genel olarak iyi olmamız gibi içsel nedenlere yük-
leriz. Başarısızlıklarımız içinse kötü şans, baskıcı bir politik yapı, kötü hava şartlan
vb. dışsal nedenleri suçlanz. Bu yanılgı, atfetme yanılgılannm en güçlü olanıdır ve
kültürlerarası varlığı da araştırmalarla saptanmıştır (Fletcher ve Ward, 1988). Ancak,
kendini kayırma eğilimi, bireyci eğilime sahip toplumlarda toplulukçu eğilime sahip
toplumlarda olduğundan çok daha güçlüdür (Chandler ve ark. 1981; Kashima ve Tri-
andis, 1986).
Ellen Langer (1975), basit bir deneyle kon trol illüzyonunun, yani ben-merkezli dü-
şüncenin, gücünü göstermiştir. Bu çalışmada, denekler piyango bileti satın almışlar-
dır. Fakat bazı öğrenciler kendi biletlerini kendileri seçerken, bazılarımnkini araştır-
macı kendisi seçip öğrencilere vermiştir. Daha sonra, öğrencilere biletleri araştırma-
cıya geri satmaları söylenmiştir. Görülen şu olmuştur: Biletini kendisi seçen öğrenci-
ler, seçmeyen öğrencilere oranla biletlerine 4 kat daha fazla para talep etmişlerdir. Bu
öğrenciler, biletlerini kendilerinin seçmiş olmalannın sonucu etkileyebileceği illüz-
yonu içindeydiler ve numaralan kendileri seçtikleri için biletlerinin daha değerli ol-
duğunu düşünmüşlerdi. Aslmda, hepimizin bildiği gibi hangi numaranın seçildiği ta-
mamen şansa bağlıdır; bileti kimin seçmiş olduğunun bir önemi yoktur. Fakat ben
merkezli düşüncenin sebep olduğu kontrol illüzyonu oldukça güçlü bir illüzyondur.
Örneğin, çoğumuz, önceden doldurulmuş hazır sayısal lotoları satın almak yerine sa-
yılan kendimiz doldurmayı tercih ederiz. Böylece kazanma olasılığının artacağına
inanırız Gene bu nedenle milli piyango bayilerinden bilet alırken alıcı bileti kendi
seçer, bayi seçmez.
şüncenin, gücünü göstermiştir. Bu çalışmada, denekler piyango bileti satın almışlar-
dır. Fakat bazı öğrenciler kendi biletlerini kendileri seçerken, bazılarımnkini araştır-
macı kendisi seçip öğrencilere vermiştir. Daha sonra, öğrencilere biletleri araştırma-
cıya geri satmaları söylenmiştir. Görülen şu olmuştur: Biletini kendisi seçen öğrenci-
ler, seçmeyen öğrencilere oranla biletlerine 4 kat daha fazla para talep etmişlerdir. Bu
öğrenciler, biletlerini kendilerinin seçmiş olmalannın sonucu etkileyebileceği illüz-
yonu içindeydiler ve numaralan kendileri seçtikleri için biletlerinin daha değerli ol-
duğunu düşünmüşlerdi. Aslmda, hepimizin bildiği gibi hangi numaranın seçildiği ta-
mamen şansa bağlıdır; bileti kimin seçmiş olduğunun bir önemi yoktur. Fakat ben
merkezli düşüncenin sebep olduğu kontrol illüzyonu oldukça güçlü bir illüzyondur.
Örneğin, çoğumuz, önceden doldurulmuş hazır sayısal lotoları satın almak yerine sa-
yılan kendimiz doldurmayı tercih ederiz. Böylece kazanma olasılığının artacağına
inanırız Gene bu nedenle milli piyango bayilerinden bilet alırken alıcı bileti kendi
seçer, bayi seçmez.
Peki, biz insanlar gerçekten, Heider ve Kelley’nin öne sürdüğü gibi akılcı mıyız?
Yargılarımıza ve açıklamalarımıza bir bilim adamı özeniyle mi ulaşıyoruz? Böyle
yapmaya çalıştığımız muhakkak.
Yargılarımıza ve açıklamalarımıza bir bilim adamı özeniyle mi ulaşıyoruz? Böyle
yapmaya çalıştığımız muhakkak.
Kuramı ne kadar iyi anladığımızı görmek için bir başka örnek üzerine yoğunlaşa-
lım. Ayşe bir film görmüş, bize onu övüyor. Bu durumu yorumlayabilmek için hangi
tür sorular aklımıza gelir?
lım. Ayşe bir film görmüş, bize onu övüyor. Bu durumu yorumlayabilmek için hangi
tür sorular aklımıza gelir?
Ayşe sık sık gördüğü filmleri över mi? (tutarlılık) Eğer öyleyse, Ayşe’nin si-
nema konusunda pek müşkülpesent olmadığını, kolay beğendiğini dikkate
alıp (atıfı Ayşe’ye yapıp) filmin çok iyi olduğu konusunda kuşku duyabiliriz.
• Başkaları da bu filmi beğeniyor mu? (ben zerlik) Eğer öyleyse, o zaman atıfı
filme yapıp filmin gerçekten iyi olduğuna inancımız artar.
• Ayşe her filmi beğenmez, ama bu filmi beğeniyor; başka da bu filmi öven
pek kimse yoksa (yüksek belirgin lik), o zaman belli bir durum/zaman atıfı
söz konusu olabilir. Örneğin, Ayşe bu filmde özel bir şey bulmuş ya da Ayşe
filmi çok keyifli bir gününde görmüş gibi.
Uyuşan Çıkarsamalar Kuramı
Jones ve Davis (1965) insanlann, başkalarının davranışlarının nedenlerini nasıl çı-
karsadıkları ile ilgilenmişlerdir (C orrespon den t inference theory). Bu iki araştırma-
cıya göre insanlar, başkalarının davranışlarının, onların kişilik özellikleriyle uyuşup
uyuşmadığını çıkarsamak isterler. Yani bu kuramdaki ana kavram, bir kişinin bir dav-
ranışının, onun kişiliğinden kaynaklandığı çıkarımının yapılmasıdır. Bir tanıdığınız
bir yerde söylenmemesi gereken bir laf ettiğinde, ona patavatsız demeniz; böyle ko-
nuşmuş olmasını patavatsız olmasına bağlıyorsunuz anlamına gelir. Böyle yaparak
onun davranışından yola çıkarak kişiliği hakkında bir çıkarsamada bulunuyorsunuz.
Jones ve Davis, insanlann olayları ve davranışlan kişisel özelliklere dayanarak
açıklamayı tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Dışsal etkenlere dayalı açıklamalar, ancak
içsel özelliklere dayanarak açıklama yapılamaması durumunda gerçekleşir. Bu terci-
hin sebebi, başkalarının kişisel özelliklerini bilmenin, davranışlan daha iyi anlamayı
ve öngörmeyi beraberinde getirmesidir. Eğer tanıdığımızı, patavatsız biri olarak bel-
leğimize kaydedersek, ona karşı davranışlarımızı şekillendirebiliriz; örneğin ona an-
latacaklarımızı seçerken daha dikkatli oluruz, başka zaman yine söylenmemesi gere-
ken bir söz söylediğinde o öyledir deyip daha rahat kabullenebiliriz.
İnsanlar olayları ve davranışlan kişisel özelliklerine dayandırma çabalarına reh-
berlik edecek bazı kurallar kullanırlar.
Bu kurallardan biri davranışın sosyal beğenilirliği ya da bir sosyal norm (adet, ge-
lenek) olup olmamasıdır. İnsanlar sosyal beğenilirliği düşük davranışları sosyal beğe-
nilirliği yüksek davranışlara oranla daha çok kişisel özelliklere dayandırarak açıklar-
lar, çünkü sosyal beğenilirliği yüksek davranış, davranışı gerçekleştirenin kişisel özel-
liklerindense kişinin içinde bulunduğu grubun normlarım yansıtır
Jones ve Davis (1965) insanlann, başkalarının davranışlarının nedenlerini nasıl çı-
karsadıkları ile ilgilenmişlerdir (C orrespon den t inference theory). Bu iki araştırma-
cıya göre insanlar, başkalarının davranışlarının, onların kişilik özellikleriyle uyuşup
uyuşmadığını çıkarsamak isterler. Yani bu kuramdaki ana kavram, bir kişinin bir dav-
ranışının, onun kişiliğinden kaynaklandığı çıkarımının yapılmasıdır. Bir tanıdığınız
bir yerde söylenmemesi gereken bir laf ettiğinde, ona patavatsız demeniz; böyle ko-
nuşmuş olmasını patavatsız olmasına bağlıyorsunuz anlamına gelir. Böyle yaparak
onun davranışından yola çıkarak kişiliği hakkında bir çıkarsamada bulunuyorsunuz.
Jones ve Davis, insanlann olayları ve davranışlan kişisel özelliklere dayanarak
açıklamayı tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Dışsal etkenlere dayalı açıklamalar, ancak
içsel özelliklere dayanarak açıklama yapılamaması durumunda gerçekleşir. Bu terci-
hin sebebi, başkalarının kişisel özelliklerini bilmenin, davranışlan daha iyi anlamayı
ve öngörmeyi beraberinde getirmesidir. Eğer tanıdığımızı, patavatsız biri olarak bel-
leğimize kaydedersek, ona karşı davranışlarımızı şekillendirebiliriz; örneğin ona an-
latacaklarımızı seçerken daha dikkatli oluruz, başka zaman yine söylenmemesi gere-
ken bir söz söylediğinde o öyledir deyip daha rahat kabullenebiliriz.
İnsanlar olayları ve davranışlan kişisel özelliklerine dayandırma çabalarına reh-
berlik edecek bazı kurallar kullanırlar.
Bu kurallardan biri davranışın sosyal beğenilirliği ya da bir sosyal norm (adet, ge-
lenek) olup olmamasıdır. İnsanlar sosyal beğenilirliği düşük davranışları sosyal beğe-
nilirliği yüksek davranışlara oranla daha çok kişisel özelliklere dayandırarak açıklar-
lar, çünkü sosyal beğenilirliği yüksek davranış, davranışı gerçekleştirenin kişisel özel-
liklerindense kişinin içinde bulunduğu grubun normlarım yansıtır
H eider’in N a if Psikolojisi
Davranışlarla ilgili yargılara varmamızda etkili olan faktörler ve gördüğümüz, ya-
şadığımız olayları açıklama ile ilgili süreçler sosyal psikolojide a tıf (yüklem e) çalış-
maları çerçevesinde İncelenmektedir. Atıf sürecinin incelenmesi başından beri birçok
sosyal psikologun çalışma alanını oluşturmuştur. Fritz Heider (1958), insanların dav-
ranışı açıklamada nasıl bir yöntem izlediklerini inceleyen ilk sosyal psikologdur. He-
ider, her insanın davranışı açıklamada kullandığı bir genel kuramı olduğuna inanmış-
tır ve buna n a if p sik o lo ji adını vermiştir.
Heider’e göre, insanlar atıflarda bulunarak iki temel gereksinimlerini giderirler: tu-
tarlı, dengeli bir dünya görüşüne sahip olabilmek ve çevreleri üzerinde kontrol elde
edebilmek. Bu gereksinimleri giderebilmenin bir amacı, insanların nasıl davranacak-
larını öngörmektir. Eğer insanların neden belirli bir şekilde davrandıklarım açıklaya-
bilir ve nasıl davranacaklarını öngörebilirsek, bu bizim, dünyayı daha tutarlı ve kont-
rol edilebilir olarak algılamamıza neden olur. İnsanların neden öyle ya da böyle dav-
randığını, niyetlerini ve karakterlerini hiç bilmediğimizi bir an düşünün. Böyle yaşa-
mak oldukça zor, hatta imkânsız olurdu. Arkadaşımızın bize ne zaman iyi, ne zaman
kötü davranacağını kestirememek; işimizde çalışmamızın karşılığında bazen ödül, ba-
zen ceza almak; markete gittiğimizde gerekli miktar parayı ödeyip istediğimizi kasi-
yerin keyfine göre bazen alıp bazen alamamak vb. deneyimler herhalde çok can sıkıcı
ve çekilmez olurdu.
Davranışlarla ilgili yargılara varmamızda etkili olan faktörler ve gördüğümüz, ya-
şadığımız olayları açıklama ile ilgili süreçler sosyal psikolojide a tıf (yüklem e) çalış-
maları çerçevesinde İncelenmektedir. Atıf sürecinin incelenmesi başından beri birçok
sosyal psikologun çalışma alanını oluşturmuştur. Fritz Heider (1958), insanların dav-
ranışı açıklamada nasıl bir yöntem izlediklerini inceleyen ilk sosyal psikologdur. He-
ider, her insanın davranışı açıklamada kullandığı bir genel kuramı olduğuna inanmış-
tır ve buna n a if p sik o lo ji adını vermiştir.
Heider’e göre, insanlar atıflarda bulunarak iki temel gereksinimlerini giderirler: tu-
tarlı, dengeli bir dünya görüşüne sahip olabilmek ve çevreleri üzerinde kontrol elde
edebilmek. Bu gereksinimleri giderebilmenin bir amacı, insanların nasıl davranacak-
larını öngörmektir. Eğer insanların neden belirli bir şekilde davrandıklarım açıklaya-
bilir ve nasıl davranacaklarını öngörebilirsek, bu bizim, dünyayı daha tutarlı ve kont-
rol edilebilir olarak algılamamıza neden olur. İnsanların neden öyle ya da böyle dav-
randığını, niyetlerini ve karakterlerini hiç bilmediğimizi bir an düşünün. Böyle yaşa-
mak oldukça zor, hatta imkânsız olurdu. Arkadaşımızın bize ne zaman iyi, ne zaman
kötü davranacağını kestirememek; işimizde çalışmamızın karşılığında bazen ödül, ba-
zen ceza almak; markete gittiğimizde gerekli miktar parayı ödeyip istediğimizi kasi-
yerin keyfine göre bazen alıp bazen alamamak vb. deneyimler herhalde çok can sıkıcı
ve çekilmez olurdu.
İzlenim Oluşturma
Kendinizi bir an şu senaryo içinde düşünün: Akşam saat 19 sulan, hava kararmak
üzere. Yolda yürürken, size doğru bir kişi yaklaşıyor. Size, telefon etmek zorunda
olduğunu, fakat kontörü olmadığı için edemediğini söylüyor. Sizden telefonunuzu iki
dakikalığına ödünç istiyor ve hemen geri vereceğini söylüyor. Kafanızdan saliselik
süreler içinde onlarca düşünce geçmez mi? Bu nasıl bir kişidir? Neden gelip benden
istedi? Yoksa başka bir amacı mı var? Telefonumu versem geri verir mi? Ya çok uzun
konuşursa, onu bekleyecek miyim? Vermesem ayıp mı olur? Ne yapmalıyım? vb. Size
yönelttiği bir soru ve ricaya cevap bekleyen bir kişi karşınızda beklerken uzun süren
bir ölçme-tartma sürecine girişemezsiniz. Ona Tabii, buyurun veya Hayır, vere-
mem; işim var ve buna benzer cevaplardan birini verirsiniz. Hangi cevapta karar kı-
lacağınıza, günün saati, işlerinizin yoğunluğu veya aceleniz, telefonunuzda çok az
kontör kalmış olması gibi etkenler etki edeceği gibi, sizden telefonunuzu isteyen ada-
mın nasıl biri olduğu da bu kararda rol oynayacaktır. Şöyle bir düşünelim: Bu kişinin
kılık kıyafeti, konuşması, size bakışı, yüzündeki ifade, ses tonu, kadın ya da erkek
olması, Türk ya da yabancı olması vb. özelliklerin sizin karar vermenizde etkili olma kaçınılmazdır. O kişi hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz ve kararınızı biçimlendire-
cek olan özellikler, o kişiyle karşılaştığınız ilk anda o kişi hakkında edindiğiniz izle-
nimlerdir. Bu bölümde, “ilk karşılaşmalarımızda, insanlar hakkında nasıl bilgi sahibi
oluyoruz?”, “başkalarının gereksinimleri, karakter özellikleri ve yetenekleri ile ilgili
sonuçlara nasıl varıyoruz?” sorularına cevap bulmaya çalışacağız.
İzlenim oluşturm a, bir başkası hakkında farklı kaynaklardan gelen bilgileri bir
yargı haline getirme sürecidir. Sosyal psikologlar, izlenim oluşturma sürecini, yeni
gelen bilgiler ışığında sürekli yenilenerek değişen dinamik bir süreç olarak görür. Bu
süreç aynı zamanda bütünleştiricidir de. Kişi hakkında elde ettiğimiz her bilgi, edin-
diğimiz diğer bilgiler ışığında değerlendirilir. Aşağıda izlenim oluşturma sürecini
daha ayrıntılı inceledikçe ne dediğimiz açıklık kazanacaktır.
Kendinizi bir an şu senaryo içinde düşünün: Akşam saat 19 sulan, hava kararmak
üzere. Yolda yürürken, size doğru bir kişi yaklaşıyor. Size, telefon etmek zorunda
olduğunu, fakat kontörü olmadığı için edemediğini söylüyor. Sizden telefonunuzu iki
dakikalığına ödünç istiyor ve hemen geri vereceğini söylüyor. Kafanızdan saliselik
süreler içinde onlarca düşünce geçmez mi? Bu nasıl bir kişidir? Neden gelip benden
istedi? Yoksa başka bir amacı mı var? Telefonumu versem geri verir mi? Ya çok uzun
konuşursa, onu bekleyecek miyim? Vermesem ayıp mı olur? Ne yapmalıyım? vb. Size
yönelttiği bir soru ve ricaya cevap bekleyen bir kişi karşınızda beklerken uzun süren
bir ölçme-tartma sürecine girişemezsiniz. Ona Tabii, buyurun veya Hayır, vere-
mem; işim var ve buna benzer cevaplardan birini verirsiniz. Hangi cevapta karar kı-
lacağınıza, günün saati, işlerinizin yoğunluğu veya aceleniz, telefonunuzda çok az
kontör kalmış olması gibi etkenler etki edeceği gibi, sizden telefonunuzu isteyen ada-
mın nasıl biri olduğu da bu kararda rol oynayacaktır. Şöyle bir düşünelim: Bu kişinin
kılık kıyafeti, konuşması, size bakışı, yüzündeki ifade, ses tonu, kadın ya da erkek
olması, Türk ya da yabancı olması vb. özelliklerin sizin karar vermenizde etkili olma kaçınılmazdır. O kişi hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz ve kararınızı biçimlendire-
cek olan özellikler, o kişiyle karşılaştığınız ilk anda o kişi hakkında edindiğiniz izle-
nimlerdir. Bu bölümde, “ilk karşılaşmalarımızda, insanlar hakkında nasıl bilgi sahibi
oluyoruz?”, “başkalarının gereksinimleri, karakter özellikleri ve yetenekleri ile ilgili
sonuçlara nasıl varıyoruz?” sorularına cevap bulmaya çalışacağız.
İzlenim oluşturm a, bir başkası hakkında farklı kaynaklardan gelen bilgileri bir
yargı haline getirme sürecidir. Sosyal psikologlar, izlenim oluşturma sürecini, yeni
gelen bilgiler ışığında sürekli yenilenerek değişen dinamik bir süreç olarak görür. Bu
süreç aynı zamanda bütünleştiricidir de. Kişi hakkında elde ettiğimiz her bilgi, edin-
diğimiz diğer bilgiler ışığında değerlendirilir. Aşağıda izlenim oluşturma sürecini
daha ayrıntılı inceledikçe ne dediğimiz açıklık kazanacaktır.
Araştırm a 4: Z im bardo’nun “Stanford H apishane” D e-
neyi:
Zimbardo’nun yaptığı, Stanford hapishane deneyi de bu üç klasik sosyal etki araş-
tırması gibi yaygın olarak bilinen önemli bir deneydir. Bu deneyde 24 normal, sağlıklı
bireye rastgele mahkûm veya gardiyan rolleri verilmiştir. Mahkûm rolü verilmiş olan
bireyler polis arabasıyla evlerinden alınarak gerçekçi polis prosedürlerinden geçiril-
dikten sonra gerçek bir hapishane ortamına benzemesi için düzenlenen Stanford labo-
ratuvarma gözleri bağlı olarak getirilmişlerdir. Ne mahkûm rolündeki ne de gardiyan
rolündeki bireylere nasıl davranacakları konusunda herhangi bir bilgi verilmemiş ol-
masına rağmen deneyde rollerin gerektirdiği davranışların ve ortamın gerektirdiği
normların ortaya çıktığı görülmüştür. Bu deney, Stanford Üniversitesi psikoloji bina-
sının bodrum katındaki laboratuvar sahte bir hapishaneye çevrilerek yapılmıştır. Bi-
reylerin rollerini hızlı bir şekilde benimsemeleri için mahkûm rolündeki kişilere sa-
vunmasız hissetmelerini sağlamak için sadece beyaz bir elbise ve kişilikleri gösterme-
lerini engellemek adına saçlarını kapatmaları için kadın çorabı verilmiştir. Ayrıca
mahkûm rolündekilere her zaman ayaklarında duracak bir zincir de takılmıştır. Dene-
yin başlangıcından itibaren mahkûm rolündeki kişilere onlara verilen numaralarla ses-
lenilmiştir. Gardiyanlara ise düdük, aynalı gözlük ve cop içeren standart bir üniforma
verilmiştir. Ancak gardiyanlar nasıl davranmaları konusunda herhangi bir özel eği-
timden geçmemiş, sadece onlardan hapishanedeki düzeni korumak için ne yapılması
gerekiyorsa onu yapmaları istenmiştir. Aslında deneyin iki hafta sürmesi planlanmıştı.
Ancak, hem mahkumlar hem de gardiyanlar o kadar çabuk bir şekilde rollerine adapte
oldular ki, sadece 6 gün içinde, gardiyanların üçte biri gerçek sadistik eğilim sergile-
meye (örneğin, mahkumlara zorlayıcı görevler vermeye ve yerine getirmezse onlan
coplamaklar tehdit etmeye), mahkumların çoğu ise duygusal travma geçirmeye baş-
ladı. Herkesin rolüne kendini iyice kaptırdığı 6. günün sonunda deney araştırmacılar
tarafından “tehlikeli bir durum oluşturma riski gösterdiği” için sonlandırılmıştır. Bu
deneyin sonuçları şunu gösteriyor; normal, sağlıklı bireyler kendi kişisel kimliklerini
kaybederek kendilerinden oynamaları beklenen role girip o rolün gerektirdiği şekilde
davranışlar sergileyebiliyorlar (Haney, Banks ve Zimbardo, 1973). Zimbardo’nun ha-
pishane deneyi hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz www.prisonexp.org adre-
sini ziyaret edebilirsiniz.
neyi:
Zimbardo’nun yaptığı, Stanford hapishane deneyi de bu üç klasik sosyal etki araş-
tırması gibi yaygın olarak bilinen önemli bir deneydir. Bu deneyde 24 normal, sağlıklı
bireye rastgele mahkûm veya gardiyan rolleri verilmiştir. Mahkûm rolü verilmiş olan
bireyler polis arabasıyla evlerinden alınarak gerçekçi polis prosedürlerinden geçiril-
dikten sonra gerçek bir hapishane ortamına benzemesi için düzenlenen Stanford labo-
ratuvarma gözleri bağlı olarak getirilmişlerdir. Ne mahkûm rolündeki ne de gardiyan
rolündeki bireylere nasıl davranacakları konusunda herhangi bir bilgi verilmemiş ol-
masına rağmen deneyde rollerin gerektirdiği davranışların ve ortamın gerektirdiği
normların ortaya çıktığı görülmüştür. Bu deney, Stanford Üniversitesi psikoloji bina-
sının bodrum katındaki laboratuvar sahte bir hapishaneye çevrilerek yapılmıştır. Bi-
reylerin rollerini hızlı bir şekilde benimsemeleri için mahkûm rolündeki kişilere sa-
vunmasız hissetmelerini sağlamak için sadece beyaz bir elbise ve kişilikleri gösterme-
lerini engellemek adına saçlarını kapatmaları için kadın çorabı verilmiştir. Ayrıca
mahkûm rolündekilere her zaman ayaklarında duracak bir zincir de takılmıştır. Dene-
yin başlangıcından itibaren mahkûm rolündeki kişilere onlara verilen numaralarla ses-
lenilmiştir. Gardiyanlara ise düdük, aynalı gözlük ve cop içeren standart bir üniforma
verilmiştir. Ancak gardiyanlar nasıl davranmaları konusunda herhangi bir özel eği-
timden geçmemiş, sadece onlardan hapishanedeki düzeni korumak için ne yapılması
gerekiyorsa onu yapmaları istenmiştir. Aslında deneyin iki hafta sürmesi planlanmıştı.
Ancak, hem mahkumlar hem de gardiyanlar o kadar çabuk bir şekilde rollerine adapte
oldular ki, sadece 6 gün içinde, gardiyanların üçte biri gerçek sadistik eğilim sergile-
meye (örneğin, mahkumlara zorlayıcı görevler vermeye ve yerine getirmezse onlan
coplamaklar tehdit etmeye), mahkumların çoğu ise duygusal travma geçirmeye baş-
ladı. Herkesin rolüne kendini iyice kaptırdığı 6. günün sonunda deney araştırmacılar
tarafından “tehlikeli bir durum oluşturma riski gösterdiği” için sonlandırılmıştır. Bu
deneyin sonuçları şunu gösteriyor; normal, sağlıklı bireyler kendi kişisel kimliklerini
kaybederek kendilerinden oynamaları beklenen role girip o rolün gerektirdiği şekilde
davranışlar sergileyebiliyorlar (Haney, Banks ve Zimbardo, 1973). Zimbardo’nun ha-
pishane deneyi hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz www.prisonexp.org adre-
sini ziyaret edebilirsiniz.
Bilimsel Araştırmanın Amaçları
1-Olayların Betimlenmesi
2-Olaylar Arasındaki İlişkileri Bulup Çıkarma
3-Olayları Anlama ve Açıklama
4-Olayların Önceden Tahmini
5-Olaylara ve Sosyal Politikalara Etki Etme
1-Olayların Betimlenmesi
2-Olaylar Arasındaki İlişkileri Bulup Çıkarma
3-Olayları Anlama ve Açıklama
4-Olayların Önceden Tahmini
5-Olaylara ve Sosyal Politikalara Etki Etme
Bilimsel Yöntemin Özellikleri
Aslında bilimsel yöntemin ne olduğunu daha iyi anlamak için, temel özelliklerini
bilmek gerekir.
• Bilimsel yöntem ampirik (görgül) bilgi sağlar. Somlara cevap ararken, sezgi-
ler veya sağduyu değil, algılanabilen, deneyime dayalı veriler toplanır. Sonra bu veri-
ler analiz edilerek sonuçlara ulaşılır.
• Bilimsel yöntem sistematiktir. Bilimsel metodun uygulanmasında önceden
belirlenmiş, rasyonel ve sistematik bir işlemler dizisi izlenir. Bu diziye genel olarak
“araştırma” denir.
• Bilimsel yöntem nesneldir. Araştırmacı kendi kişisel tercih veya yargıların-
dan yola çıkarak değil, objektif bir şekilde ölçtüğü verilerin analizi ile sonuçlara ulaşır.
• Bilimsel yöntem sınanabilir, yanlışlanabilir. Var olan yöntemlerle deneye
dayalı veri toplanamayan ve test edilemeyen somlar bilimsel somlar değildir. Ayrıca
araştırmacı bir çalışma sonunda verdiği cevapların her zaman için yanlışlanabilece-
ğini kabul eder. Bilimsel yöntemle elde edilen sonuçlar her zaman için geçicidir ve
yeni bilgiler ışığında sürekli kendi hatalarını düzeltir.
• Son olarak bilimsel yöntemle varılan bilgiler genelleştirilebilir. Bilimsel yön-
tem tek bir bireyi değil, bireyleri anlamaya çalışır
Aslında bilimsel yöntemin ne olduğunu daha iyi anlamak için, temel özelliklerini
bilmek gerekir.
• Bilimsel yöntem ampirik (görgül) bilgi sağlar. Somlara cevap ararken, sezgi-
ler veya sağduyu değil, algılanabilen, deneyime dayalı veriler toplanır. Sonra bu veri-
ler analiz edilerek sonuçlara ulaşılır.
• Bilimsel yöntem sistematiktir. Bilimsel metodun uygulanmasında önceden
belirlenmiş, rasyonel ve sistematik bir işlemler dizisi izlenir. Bu diziye genel olarak
“araştırma” denir.
• Bilimsel yöntem nesneldir. Araştırmacı kendi kişisel tercih veya yargıların-
dan yola çıkarak değil, objektif bir şekilde ölçtüğü verilerin analizi ile sonuçlara ulaşır.
• Bilimsel yöntem sınanabilir, yanlışlanabilir. Var olan yöntemlerle deneye
dayalı veri toplanamayan ve test edilemeyen somlar bilimsel somlar değildir. Ayrıca
araştırmacı bir çalışma sonunda verdiği cevapların her zaman için yanlışlanabilece-
ğini kabul eder. Bilimsel yöntemle elde edilen sonuçlar her zaman için geçicidir ve
yeni bilgiler ışığında sürekli kendi hatalarını düzeltir.
• Son olarak bilimsel yöntemle varılan bilgiler genelleştirilebilir. Bilimsel yön-
tem tek bir bireyi değil, bireyleri anlamaya çalışır
*Thomas Hobbes (1588-1679) Leviathan (1651)
J. J.Rausseau (1712-1778) Toplum Sözleşmesi (Le Contrat Social)’
J. J.Rausseau (1712-1778) Toplum Sözleşmesi (Le Contrat Social)’
Tanınmış Amerikalı psikolog Anne Anastasi (1992), psikoloji içinde gelişen
iki yeni alandan söz etmiştir: yaşam boyu gelişim psikolojisi ve kültürlerarası psiko-
loji.
iki yeni alandan söz etmiştir: yaşam boyu gelişim psikolojisi ve kültürlerarası psiko-
loji.
. Bir deneye gözlemci olarak katılıyorsunuz. Deneye katılan iki kişiden rastgele
birine zor somlar sorma görevi, diğerine ise bu somları cevaplama görevi veriliyor;
ancak cevaplayan konumundaki katılımcı somların çoğuna yanıt veremiyor. Göz-
lemci olarak yorumunuz olurdu.
a) somlan soran kişinin çok akıllı ve bilgili olduğu
b) somlan cevaplayan kişinin akılsız ve bilgisiz olduğu
c) bu dummun ikisinin de zekâsı ya da bilgisi ile alakalı olmadığı
birine zor somlar sorma görevi, diğerine ise bu somları cevaplama görevi veriliyor;
ancak cevaplayan konumundaki katılımcı somların çoğuna yanıt veremiyor. Göz-
lemci olarak yorumunuz olurdu.
a) somlan soran kişinin çok akıllı ve bilgili olduğu
b) somlan cevaplayan kişinin akılsız ve bilgisiz olduğu
c) bu dummun ikisinin de zekâsı ya da bilgisi ile alakalı olmadığı
Bir tanıdığınızdan size bir iyilik yapmasını -örneğin size 100 lira borç verme-
sini- rica ediyorsunuz ve o da bunu kabul ediyor. Size bu iyiliği yapmasının sonu-
cunda bu insan büyük olasılıkla sizi sevecektir.
a) daha fazla
b) borç vermeden önce ne kadar seviyorsa o kadar
c) daha az
sini- rica ediyorsunuz ve o da bunu kabul ediyor. Size bu iyiliği yapmasının sonu-
cunda bu insan büyük olasılıkla sizi sevecektir.
a) daha fazla
b) borç vermeden önce ne kadar seviyorsa o kadar
c) daha az
“Düşük benlik saygısının kaygı, yalnızlık, ya da yeme problemleri gibi sorunlarla ilişkili olduğu bulunmuştur. Kendimizi kötü veya endişeli hissettiğimizde, eğer düşük benlik saygısına sahip isek başımıza gelen her olayı olumsuz bir bakış açısı ile değerlendirebiliriz. “
“Ergenlerle yapılan boylamsal bir çalışma, aşırı derecede ebeveyn eleştirisine maruz kalmanın depresyon ve düşük benlik saygısına yol açtığını bulmuştur (Robertson ve Si mons, 1989).”
“Kadına yönelik şiddetin bu kadar yaygın olması tesadüf değildir. Öncelikle şidde
tin genelde aile içinde ortaya çıkması ve özellikle Türkiye gibi ataerkil toplumlarda kadınların şiddeti kabullenmesi şiddete yol açan etmenlerin saptanmasını ve engellen mesini güçleştirir. “
tin genelde aile içinde ortaya çıkması ve özellikle Türkiye gibi ataerkil toplumlarda kadınların şiddeti kabullenmesi şiddete yol açan etmenlerin saptanmasını ve engellen mesini güçleştirir. “
“Saldırganlık konusunda ise, bize göre üstünde durulması gereken bir nokta, saldırganlığın öğrenilmiş olduğudur. Bu gerçek göz önünde tutulduğu takdirde, şiddet içeren televizyon programların dan, dayağın yaygın olduğu çocuk yetiştirme alışkanlıklarına, erkek çocuklara oyun cak tabanca almaktan, aile içi şiddete kadar birçok alanda var olan değerlerin ve uy gulamaların değişmek zorunda olduğu ortaya çıkar. “
“Çocuklara sosyalleşmeleri sırasında saldırgan olmayan modeller, örnekler sunmak ileride saldırganlığın oluşmasını engellemede önemli rol oynar. Eğer, ana-baba birbi rine saldırgan davranışlarda bulunuyor, çocuk sürekli televizyonda şiddet içeren prog ramlar izliyor veya etrafında sorunların saldırganlık yoluyla çözüldüğünü görüyorsa, saldırganlığı problem çözücü bir davranış olarak öğrenir, saldırgan davranışların ya şamın bir parçası olduğunu düşünür ve bunu kendi yaşamında da uygulamaya koyar. Çocuğun saldırgan olmamasını istiyorsak, önce onun yakın çevresini saldırganlıktan armdırmalıyız.”
“Özellikle küçük çocuklar büyüklerin ilgisini çekmek için de saldırgan davranış larda bulunurlar. Onlar için, böyle davrandıkları için cezalandırıcı bile olsa ilgi gör mek, hiç ilgi görmemekten daha iyi olabilir.”
“hafif cezanın ağn cezaya göre daha etkili olduğunu gös termişlerdir. Bunun sebebi, insanlar ağır bir ceza çektiklerinde kendilerini suçun be delini ödemiş gibi hissederler; cezanın sebebini oluşturan doğru değerleri içselleştir- mezler. Oysaki kişilere davranışım engellemeye ancak yetecek kadar hafif bir ceza verildiğinde, kişi bilişsel çelişki yaşamakta ve yanlış davranışı tekrarlamaması için güçlü bir sebep (ağır ceza) söz konusu olmadığından, bu kötü davranışı gerçekten yapmak istemediğini düşünmektedir. Dolayısıyla, davranışın yanlışlığını kabul et mekte, doğruyu benimsemektedir.”
“Saldırganlığın ortadan kalkması için kişinin saldırganlığın yanlış ol duğu fikrini bir temel değer yargısı olarak geliştirmesi gerekir. “
“Cezanın altında yatan temel mantık, kişinin cezadan bir şeyler öğreneceği ve bu davranışı tekrarlamayacağıdır. Ağır cezaların geçici olarak etkili olduğu araştırma larla gösterilmiştir. Ancak çok dikkatli kullanılmazsa uzun vadede tam tersi bir etki de yaratılabilir. Ana-baba ve çocuk ilişkilerine bakıldığında, fiziksel cezalar alan yani dayak yiyen çocukların ilerde daha saldırgan olduğu gözlemlenmiştir. Hapishanedeki mahkûmlar, ağır bir şekilde cezalandırılmalarına rağmen, benzer suçlan tekrar işleye- bilmektedirler.”
“Saldırganlığı azaltmada etkili olan yaklaşımların ilki saldırgan davranışların ceza landırılması ya da ciddi düzeyde değilse göz ardı edilmesi; saldırgan olmayan, yapıcı, uyumlu davranışların ise ödüllendirilmesidir.”