Mehmet Eroğlu kitaplarından Zamanın Manzarası kitap alıntıları sizlerle…
Zamanın Manzarası Kitap Alıntıları
mücevher takmamıştı ama gözleri vardı!
mücevher takmamıştı ama gözleri vardı
mücevher takmamıştı ama gözleri vardı!
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı..
“Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı..”
“Aşk aslında kendi bedenimizde bir başkasının hayatını yaşama çabasıdır. Ve böylesi bir hayatı katlanılmaz kılan da, bunu tek başına, -kimse yaptıklarımıza aldırmazken- sürdürmek zorunda olmaktır.”
“Bir türlü bir kafiye oluşturamayan iki savruk dize gibiydik ”
“Biri bana, unutmak, unutulmanın ikizidir demişti; bence asıl zor olan terk edilmeye katlanabilmek.”
“Okyanusun ortasındaki, batan gemiden kurtulan tek kazazedenin çıktığı o küçük ada gibi. Adanın ortasındaki o ağaç kadar yalnızım.”
“Nereden başlamalıyım? İşte, soru bu. Kafam -içinde alelacele bir şey aranıp, itilmeden bırakılmış bir çekmece gibi- karmakarışık.”
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.
“Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı!”
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.
“Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.”
mücevher takmamıştı ama gözleri vardı!.
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.
Deneyebilirsiniz.
İnsanlar kitaplar aracılığıyla bazen bilmedikleri, bazen de olmak istedikleri kendileriyle konuşurlar.
Gözler, ruhun varlığını sezebildiğimiz
tek pencere değil midir?
tek pencere değil midir?
Varlığını unuttuğu bedenine geri dönen kadından daha kararlı, daha korkutucu kimse yoktur.
..onu da anlıyordum: Paylaşmak istediğinin hayatı değil, yalnızlığı olduğunu da.
Üstümdeki kefene gelince; değişik kumaşlardan dikilmiş: Özlem, öfke, hüzün,
yalnızlık, gelecek, umut ve umutsuzluk
yalnızlık, gelecek, umut ve umutsuzluk
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Benliğim: Kişiliğin iskeletinin çöküşü
Büyük gürültü: Felaketimin yıkım sesleri
Büyük gürültü: Felaketimin yıkım sesleri
Uzaklık: Eşittir özlem
Galiba mutlu insan yok, sadece mutlu olmaya çalışanlar var, diyorum.
Mutlu olabilen çıksaydı, şimdiye haberimiz olurdu
Yirmi yıl önce aşık olduğumda on yıl geç doğduğum, yirmi yıl sonraysa dünyaya on yıl erken geldiğim için affedin beni; o zamanki yaşlı ve şimdiki genç kadınlar
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.
Bir türlü bir kafiye oluşturamayan iki savruk dize gibiydik. ..
“Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.”
Günlerden Salı, belki de Cuma. Aslında
Çarşamba olsa da fark etmez; çünkü çoktandır günlerin farkında değilim..
Çarşamba olsa da fark etmez; çünkü çoktandır günlerin farkında değilim..
İnsan en çok incitebileceği kişiden asla vazgeçmez.
Adım Barış, ama ben Amerikalıların Hiroşima’ya atom bombası attıkları 6 Ağustos’ta doğdum.
Artık bir hayatım var, diyorum. Bir
de ölülerim
de ölülerim
Gözler, gizli çığlıklarla beni çağırıyor. Sahiplerini
terk edip kendi başlarına birer varlık olmuş gözler. Yol kesen,
hesap soran, ağlamayan, ağlatan gözler
terk edip kendi başlarına birer varlık olmuş gözler. Yol kesen,
hesap soran, ağlamayan, ağlatan gözler
Evet, kötüyüm; eğer iyi olsaydım, var olamazdım
Filmlerdeki kadınları andırıyordu.
Ama ben onun, okuduğum kitaplardaki kadınlardan biri olduğuna emindim. Aşkı romanlardan öğrenmiş biri bunu hemen fark ederdi.
(Filmlerdeki kadınlar insanı şimdiki zamana tutsak ederlerken, kitaplardaki kadınlar hep yeni, sonsuz hayatlar üretirler.)
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
..bir hikayeyi hüzünlü kılan şey yalnızca -tekrarlıyorum; yalnızca- sonudur
“Acı! Henüz acı çektiğim söylenemezdi; yine de en çok acıya benziyordu içimde kök salan garip duygu. Belki özlem demeliydim; çünkü midemle göğsümün arasında gezinen bu yeni, yabancı sızı, bir kadının yokluğuyla besleniyor, derinleşiyor ve genişliyordu. Özlemle dokunan, özlenene sahip olamayacağımdan gerçeklikten uzaklaşarak düşsel nitelik kazanan, tutkusuz bir aşkın içine doğru bir taş gibi dümdüz, hızla düşüyordum. Aşk aslında kendi bedenimizde bir başkasının hayatını yaşama çabasıdır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Tensel bir anıyla ürpermiyordum, ama bedenim yanında olma, ona dokunma, onunla aynı bütünü oluşturma tutkusuyla alev alev yanıyordu. Hem sevme, hem de sevilme isteğiyle dolup taşıyordum; her şey göğüs kafesimin – parçalanmış iskeletimin – üstüne yıkılıyordu; gürültüyle…”
“Aşk, aşktan sonrasını düşünmeye başladığımızda biter…”
“Hüznünü ne besliyor? Aşk mı? Aşkı aramıştı, ama körlemesine: Bunun için ne kafasında, ne de yüreğinde ideal bir erkek fikri büyütmüştü; üstelik aşk için gerekli olan günahkarlığı besleyecek içsel bir suçluluk duygusundan da yoksun. Varlığını uyaran, büyülü bir aşk düşü değil de, hepimizde var olan o hayvansı yaşama isteği olabilir mi?”
“Aşk ve cinsellik; ikiside aynı yöne ilerliyor. İnsan yürüyüşü taklit etmek isteyince tekerleği yarattı; oysa tekerleğin bacağa benzer tarafı yoktur, değil mi? Kısacası, cinsellik, ‘tekerleğin bacağa benzemesinden’ daha yakındır aşka.”
“Kadınlığının gizi, kim olursa olsun karşısındakine keskin, erkeksi bir düş gücü armağan etmesinde saklı ”
“Çekiciliğinin sırrı, içinde başka kadınların resimlerini de barındıran yüzüydü. Güzelliği bencil, yalnızca kendini zenginleştiren türden değildi, cömertti; ona bakan her erkek bu yüzde arzuladığı kadının izlerini bulabilirdi.”
“İçinde aşk öğesi bulunmayan bir drama nasıl ilgi duymazsak, hiç aşık olmamış bir kadına da öyle bakarız…”
“Gerçek güzellik, durağan bir resim değil, davranıştır.”
“Acı! Henüz acı çektiğim söylenemezdi; yine de en çok acıya benziyordu içimde kök salan garip duygu. Belki özlem demeliydim; çünkü midemle göğsümün arasında gezinen bu yeni, yabancı sızı, bir kadının yokluğuyla besleniyor, derinleşiyor ve genişliyordu. Özlemle dokunan, özlenene sahip olamayacağımdan gerçeklikten uzaklaşarak düşsel nitelik kazanan, tutkusuz bir aşkın içine doğru bir taş gibi dümdüz, hızla düşüyordum. Aşk aslında kendi bedenimizde bir başkasının hayatını yaşama çabasıdır.
“Benim kadar acı çekmedikçe Tanrı’ya inanmamı beklemeyin benden…
“Sevmek bizi en az sevdiğimiz kadar yüceltir, değerli kılar, insanlaştırır…”
“Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek; hayat da sonunda ölüm kavşağında birbirleriyle birleşecek olan bu üç ırmağın içinde akıp gitmiyor mu?”
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı
”Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı. ”
Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı!
“Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı.”
‘Ne budalaymışım, en büyük sanatçının Tanrı olduğunu nasıl oldu da unuttum: Kim onunki gibi bir son tasarlayabilirdi? Ne mükemmel, ne ustaca bir kurgu! ”
‘Askerde herkesin sevgilisi, nişanlısı, karısı, nedense birdenbire güzelleşiverir; pat diye, bir anda. Bunu biliyor muydunuz? Güzel!.. Kim onlardan söz edecek olsa, hep bu sıfatı kullanır: Güzel Aslında bu değişim kocaman bir palavra, çünkü sadece sözcüklerle sınırlı. Hendeklerde bana gösterilen onca fotoğraf arasında pek de güzel kadın yoktu. Büst’e, sıradan kadınların neden güzelleştiğini açıklıyorum: Çünkü hepsi gerçek kimliklerini terk edip, anneleşiyordu. ”
‘Para herkese yetecek kadar çok olursa her sorun aşılır, kolaylıkla dost olunur, anladığım buydu. ”
‘Abartılmış neşe de, acı gibi insanı yalnızlaştırıyordu. ”
‘Varlığını unuttuğu bedenine geri dönen kadından daha kararlı, daha korkutucu kimse yoktur. ”
”Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı ”
“Biri bana, unutmak, unutulmanın ikizidir demişti; bence asıl zor olan terk edilmeye katlanabilmek.”
“Yeni kadında eskisinin izlerini ancak terk edeni hâlâ seviyorsak ararız.”
“Kadınlarla konuşma alışkanlıkları olanlar her zaman iyi hikâye anlatıcısıdırlar.”
“Erkeklerden can yoldaşı olmaz ”
“Yardımseverlik çoğu kez ya görkemli bir zaaftır, ya da olağan bir sahtekârlık.”
.. ne zaman bir kadının bedeniyle ruhu arasına sıkışsam, donar kalır, kurtulamaz, arada ezilirdim.. Oysa kadınlar kendileri hakkında fikir sahibi olan erkekleri severler..
Tanrı’yı güldürmek istiyorsan ona hayallerinden bahset.