İçeriğe geç

Arjantin Tangoları Kitap Alıntıları – Selçuk Baran

Selçuk Baran kitaplarından Arjantin Tangoları kitap alıntıları sizlerle…

Arjantin Tangoları Kitap Alıntıları

Ne kadar da saydamım Günler delip geçiyorlar beni.
Alkışlamaları gerekir beni. Çünkü aşığım ve seviliyorum.
İçimdeki kargaşa büyüyordu. Ve sen bilmiyordun.
Sen bir cevap mısın şimdi? Sanki hayatın karşısında durdum ve ona bir büyük soru sordum. Hayat karşıma seni çıkardı. Senin sorunun yanıtı da ben miyim?

Bu, ne kadar sürer dersin?

Artık her şey yolunda. Birisini, birilerini, başkalarını bekliyorum. Beni kutsal sevince çekecek olanları, güneşin, aydınlığın, gölgesiz gerçeğin içine, içlerine, yakıcı gözbebeğine doğru Sahip olunmaya hazırım. Gücümü bana sahip olandan, olacak olandan almaya, çocukluğumun hain korkularını sarsıntılı bir sevinç kucaklaması içinde yok etmeye hazırım.
Geçmişimize, eskiden yüreğimizi titreten özverilere kayıtsızlar; derelerin şırıltısı, gölgeli ağaçlıklardaki dinginlik, bozkırın yüce sessizliği duygulandırmıyor onları Diyelim haklılar. İyi ama bütün bunların yerine neyi koyuyorlar, bir bilebilseydim.
Ey doğa! Ey anam! İşte sadece senin kanatların altındayım; burada seninle benim arama girecek becerikli ya da kalleş, kimseler yok.
İşte artık kendi evimde, hoş ve kalabalıktan uzak bir yuvada, ömrümü, kendisi için doğmuş olduğumu sezdiğim bu bağımsız, kararlı ve dingin hayat içinde geçirmekte özgürdüm.
Oysa insan düşgücünü kullanmaktan korkmamalı. Düşgücünü kullanmaktan korkanlar günün birinde gerçeklik duygusunu da yitirirler; başkalarının da gerçek diye sundukları yalanları kabullenirler. Bu yüzden kıyıcı olurlar.
Pencereyi açıyorum. Karşı apartmanların onlarca ışıklı penceresi Tuzağa düşürülmemiş kişiler oturuyor oralarda; belirsizlik içinde boğulmamış olanlar. Mermer sütunların ardındaki yosunlu havuzları, anızlı kırmızı toprakları özlemiyorlar. Uygun devinimlerle kımıldıyorlar, geriniyorlar. Biraz sonra uykuya bırakacaklar kendilerini. Beklenmeyene karşı bağışıklı olan onlar Ve sen Şimdi uyuyorsun. Uykuların en güvenlisini. Güvensiz olan bana güvenerek
Bana güven vermeyen hayata güvenerek Güven içinde olduğunu düşünmeyecek kadar güvenli, bağışıklı, erinçli olan sen
Uçuşan düşleri, kahramanca kazanılmış rütbeleri ve hayatın birdenbire anlaşılıvermiş duygu, düşünce patlamalarını kastetmiyoruz. Çok yalın ve önemsiz şeyler istiyoruz. Giysim ipek değil, bez de olabilir; yeter ki moru gönül çelen cinsten olsun, benim gönlümü çelen cinsten. Çünkü başkalarının gönlünü çelmek gibi bir kaygım yok, olmadı hiç.
Kıyıda, kumların üzerinde uyuduğum gecelerden birinde, üstüme başıma yıldızlar serpilirken, karacaların su içmeye indiklerini duydum. (Tuzlu su mu içiyordu karacalar yoksa ? ) Kaç taneydiler bilmiyorum. Çünkü gözlerim kapalıydi, gözlerime yıldız kaçmasın diye.
Yalancı umutlara paydos, dedim. Cennet hayallerinden bıktım. Cehennemi kabul ediyorum.
Kendime acımıyorum, yetiniyorum.
Dostların sayısı da azalıyor giderek. Kimileri ölüyor, kimileri de İnsanların zamanı mı azalıyor, nedir?
Çevremdeki yosunları seyrediyor, bıkkın kıpırdanışlarını hayat belirtisi sanıyorum. Kurtulmam gerek ama. Çünkü daha erken. Gencim daha Çok gencim, bunu biliyorum.
Ah, benim hayatım, bizim hayatımız bunlar olmamalıydı.
Hiçbiriniz içimde büyüyen ilgisizliği, sevinçsizliği görmüyorsunuz.
Gözyaşları insanın içini yıkar.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sen hiçbir zaman hiçbir şey yapamazsın zaten. Babama boyun eğer, oturursun.
Aşk evlilik için kullanılmaz.
Hiçbir şey gece kadar düşman olamaz. Düşlerim, her gece bin kez öldürür beni. Sabahlarsa her gün yeniden doğuşun sancılarını çektirtir.
Adlar takıldıkları nesnelerden çok daha gerçek, inandırıcı ve güzeldiler.
Yaşlılıkta insanı en çok kahreden bu zaman kavramı. Zaman, kendini ya daha dünmüş gibi gösterip oyun oynar size, ya da sahip olduğunuz en güzel, en değerli şeyleri artık göremeyeceğiniz kadar uzaklara fırlatır atar. Onun için yaşlılıkta unutmak en iyisi.
Nerdesin ölüm, dedim. Ölüm . ölüm ölüm o zaman ölüm de yok oldu, ardında adını bırakarak.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Hayatıma girenlerin hepsi geldikleri gibi gittiler. Uçsuz bucaksız bir boşluğa doğru, dolu dizgin
Gecenin bu saatinde yaşama sevincimin ve huzurumun son anlarını yaşamış, bitirmiş olduğumu düşünmekten ve acı duymaktan kendimi alamam.
Akşamüstü sevinçlerimse -hiç kuşkusuz-bir aldatmacadır artık.
Suçlu erkenin çağında, güçsüz suçlular olmayı seçelim!
Uzun süredir ne gözleri doluyor ne gülüyor.
Kendimi hiçbir şey düşünmeden hasır koltuğuma oturmanın erincine bırakmak istiyorum. Ne var ki, sevdiğim, korumaya çalıştığım dinginliği sürdürmenin gün geçtikçe zorlaştığının farkındayım. Belki böyle bir sevince hakkım yoktur ya da bilmediğim nedenler (belki birileri, biri) sevinmeyi yasaklamıştır bana çoktan da, ben anlamazlıktan geliyorumdur.
Bir felaket, ne olursa olsun, neye dayandığını bildikçe, beni hiçbir zaman şaşırtmaz, yıkmaz; ama benim doğal eğilimim, bilgisizliklerden korku duymaktır, onların karanlık havasından korkar ve nefret ederim; gizem beni her zaman tedirgin eder.
Sevincimi hüzne dönüştüren yaşımı da, artık benim dışımda oluşan, büyüyen çağı da yadırgamıyorum.
İnsan düşgücünü kullanmaktan korkmamalı. Düşgücünü kullanmaktan korkanlar günün birinde gerçeklik duygusunu da yitirirler; başkalarının da gerçek diye sundukları yalanları kabullenirler.
Öyle gençti ki, bir şeyler öğretmek için bile duygularını incitmeye değmezdi. Yüzünden gülümseme eksik olmuyordu. güzelim iyimserliği nasıl yok etmeye kalkışabilirdiniz!
Eşyadan tiksinirim ben Mülkiyet duygusundan da
Bıktım kendimden.
Aslında bir süredir her şeye çok uzaktan, bir yabancı gibi baktığının ayırdındaydı. Denizin laciverdi, göğün mavisi, küçücük bahçelerden taşan çiçekler bile yabancıydı, tıpkı kendisi gibi.
Öylece yürüdü; daha doğrusu yürürken bile canı sıkıldığından, acelesi varmış, bir yerlere yetişmesi gerekiyormuş gibi -ter içinde kalmasına aldırmadan- nerdeyse koşuyordu.
Göz açıp kapayıncaya kadar geçer gider o uzun sanılan yıllar.
Ne kadar da genç, Tanrım, ne kadar genç! Gençliğini, deneyimsizliğini gözlerimizin önüne sermekten çekinmiyor üstelik. Öylesine genç ki, daha bazı şeyleri saklaması gerektiğini bile öğrenmemiş.
Kitapları gözünün önünde dursun isterdi hep.
Ve sen Şimdi uyuyorsun. Uykuların en güvenlisini. Güvensiz olan bana güvenerek. Bana güven vermeyen hayata güvenerek Güven içinde olduğunu düşünmeyecek kadar güvenli, bağışıklı, erinçli olan sen
Senin sevdiğin şarkıları seviyorum. Benim sevdiğim şiirleri biliyorsun. Geleceğin önünde el eleyiz. Birlikte.
Herkesin aldığı bir cevap olmuştur belki ama kimse yetinmemiştir. Yetinmesini bilmemiştir. Bunun böyle olduğunu iyi biliyorum. Hem de çok iyi biliyorum
Mutluydu, elbette mutluydu. Çünkü seviyordu. Ah, ask! Sonra seviliyordu da İşte içi içine sığmıyordu. Gene de tedirgindi. Neden?
Hayatıma girenlerin hepsi geldikleri gibi gittiler. Uçsuz bucaksız bir boşluğa doğru, dolu dizgin.. Ben yanlarında olmayınca kavuştukları dar dünyalara, dar cağlara varmak için ne kadar da ivecendiler!
Bir an önce unutun beni. Tek istediğim, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutmak. Eğer dostumsanız, yardım edin, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutturun bana..
Acının büyüsü, onları dar bir odaya kilitliyordu.
Ben kilitlenmek istemiyordum.
Açın bütün kapıları, duvarları yıkın, sizi kuşatacaksa bir gökkuşağı kuşatsın! Yemyeşil tepelerde türküler söyleyin, özgürlük türküleri!
Ben kıyıları hiç sevmedim, ufuk çizgilerini sevmedim. Ufka, kıyılara, bir ağacın köklerine, birtakım törenlere, başlangıcın bitiş anlamına geldiği hiçbir şeye bakmayı sevmedim.
Her kadın yeni doğmuş çocuğuna benim baktığım gibi bakmışsa Bebeklerin ruhları öyle lekesiz durudur ki, onlara bakmak, pırıl pırıl olmak demektir. Oysa dünyada pırıl pırıl olan ne kalmış ki? Hele insanlar
Sözler düşünceleri yansıtmaz, düşünceleri değiştirir.
Söz insanı aldatır, aldatmak içindir.
Yaşlılıkta insanı en çok kahreden bu zaman kavramı. Zaman, kendini ya daha dünmüş gibi gösterip oyun oynar size, ya da sahip olduğunuz en güzel, en değerli şeyler artık göremeyeceğiniz kadar uzaklara fırlatır atar.
Onun için yaşlılıkta unutmak en iyisi.
Uzayın ve hayatın gizlerini merak eden, bilinmeyen karşısında ürken kendisiydi; bütün doğa gizlerini çözen, sonsuz erince varan gene kendisi
Herkes aynı gökkubbenin altında yaşardı ama herkesin ufku başkaydı.
Aslında eşyadan tiksinirim ben Mülkiyet duygusundan da
İçine gömüldüğü sessizliğinden uyandırılmayı istemez, ama kendisine yöneltilen ilk soruyla ölümünden uyanır, yaşamaya başlamanın tadını duyardı.
Pencerelerinde pembe, kırmızı, beyaz, hatta sarı sardunyalar açan bir ev için insan neler vermezdi!
Kitapları gözünün önünde dursun isterdi hep.
Hiçbir şey gece kadar düşman olamaz. Düşlerim her gece öldürür beni. Sabahlarsa her gün yeniden doğuşun sancısını çektirtir.
Neyi bekliyorsun?
Yaşamaya başlamayı bekliyorum.
Yaşamıyor musun sen şimdi?
Hayır. Eğer bir gün yaşamaya başlarsam Şey olacak Şimdi korkmaya alıştım. Yaşamak nasıl bir şeydir, bilmiyorum, unutmuş olacağım. Yaşamaya nasıl alışacağım, onu da bilmiyorum.
Dünya, hep bir şeyler ister insanlardan. Bu yüzden tıklım tıklım oldu. Ama güçlüdür dünya. Orada öyle koskocaman duruyor. Ürküntü veren duvarları, bitmek tükenmek bilmeyen istekleri İsteklerini zorla almak için kullandığı silahları, her şeyiyle
Bir felaket, ne olursa olsun, neye dayandığını bildikçe, beni hiçbir zaman şaşırtmaz, yıkmaz; ama benim doğal eğilimim, bilgisizliklerden korku duymaktır; onların karanlık havasından korkar ve nefret ederim; gizem beni her zaman tedirgin eder.
Sevincimi hüzne dönüştüren yaşımı da, artık benim dışımda oluşan, büyüyen çağı da yadırgamıyorum.
İnsan düşgücünü kullanmaktan korkmamalı. Düşgücünü kullanmaktan korkanlar günün birinde gerçeklik duygusunu da yitirirler; başkalarının da gerçek diye sundukları yalanları kabullenirler.
İnsanoğlu kimi zaman öz benliğini aramanın peşinde ülkeler dolaşıyor, kimi zaman bir köy düğününde hayatın sevincini kutluyordu.
Herkesin bir varolma anlayışı edinmeye hakkı vardır
Ulaşacağım bir kıyı, varacağım ufuk çizgisi yok artık. Kendi ölüm törenimden başka tören bilmeyeceğim. O da, lütfen, yeterince kısa olsun.
Bir an önce unutun beni. Tek istediğim, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutmak. Eğer dostumsanız, yardım edin, bir zamanlar yaşamış olduğumu unutturun bana.
Kıyı yok. Çünkü ben kıyıları hiç sevmedim, ufuk çizgilerini sevmedim. Ufka, kıyılara, bir ağacın köklerine, birtakım törenlere başlangıcın bitiş anlamına geldiği hiçbir şeye bakmayı sevmedim.
Herkes aynı gökkubbenin altında yaşardı ama herkesin ufku başkaydı.
Ne kadar da saydamım.. Günler delip geçiyorlar beni
Bu coşkun kalabalık, yaşama kurallarının hepsini boşlamış sanki. Sözleri de müziği de unutulmuş, çoktan yitip gitmiş bir şarkının seline kapılmışlar, akıp gidiyorlar.
Şimdiye değin çaresizlik ve sığınma duygusuna bilinçli olarak hiç kapılmamış bulunduğunu düşünecek kadar gençti.
Yalnızca uykudayken yaşadığımızı anlayabiliyoruz. Yalnız orada, o yaşayan ölümde karşılaşabiliyoruz kendimizle, ta uzaklardaki yeryüzüyle, Tanrı ve azizleriyle, atalarımızın adıyla, uzak anların tözüyle: yalnızca orada, yüzyıllar bir anda elle tutulur atomuna dönüşüyor.
Cennet hayallerinden bıktım. Cehennemi kabul ediyorum. Nefreti kabul ediyorum. Sevgimi istemiyorsan, sevgime, benimki gibi bir sevgiyle karşılık verecek gücün yoksa iyi O zaman nefreti denerim ben de. Nefretimin soğukluğunda don Üşüyerek, titreyerek, donarak öl. Ölüşünü seyredeyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir