İçeriğe geç

Baba Öyküler Kitap Alıntıları – Jehan Barbur

Jehan Barbur kitaplarından Baba Öyküler kitap alıntıları sizlerle…

Baba Öyküler Kitap Alıntıları

Babandır, ne yapsa yarandır.
Babandır; ne yapsa yarandır.
Babandır; ne yapsa yarandır.
Kötü şeyler olacak, her şey değişecek ama aslında bir şey yok. Devam! Sana kastı yok hayatın, seninle ilgisi yok bunun. Hayatta başına gelenleri kişiselleştirme.
Bağlanmama hissi iyidir, insana bağımsızlığı öğretir. Yakınındaki insanları zedeler belki, hele size bağımlı olanlar bağımsızlığınızdan pek hoşlanmazlar.
Babamı politik söylemleriyle, politik hareketlerin içinde biri olarak hatırlamıyorum. Annem o konularda daha baskın bir figürdü. Sofrada bir limon varsa, annem onun suyunu sıkıp içer ve ekşi olduğunu söylerdi; çünkü annem için gerçek olan budur. Babamsa, ”Bir bardak su alabilir miyim? ” deyip suya şeker katar, sonra sıkılmış limonu da ekleyip, onu limonata olarak içerdi. Her ikisi de aynı kötü dünyanın içinde yaşıyordu ama hayatı ele alış şekilleri farklıydı. Biri limonata içmeyi, öbürü de limonu yemeyi tercih ediyordu. Bu yüzden birbirlerine çok aşık bir çift olarak yaşadılar.
”İnsanlardan, yapabileceklerinden fazla bir şey beklemek çok manasız. Beklentiler mutsuz edici ”
”Babandır; ne yapsa yarandır. ”
Bağlanmama hissi iyidir, insana bağımsızlığı öğretir. Yakınındaki insanları zedeler belki, hele size bağımlı olanlar bağımsızlığınızdan pek hoşlanmazlar..
Gülümsediği zaman başka biri olabiliyor insan..
Doğum Seçemeyeceğimiz bir şey. Yürüdüğümüz yerse, tercihimiz
Bence dünyanın en güzel şeyi, çocuklarını şımartmadan, onlara karşı otoriter olmadan, büyük tavizler de vermeden, çocuklara karşı ezilmeden, babaya karşı hiddetlenmeye sebep olacak bir figür çizmeden, saygın bir baba olarak kendi güzel dünyanı kurmak.
Eskiden öyle değildi. Hiç kimse çok mutlu değildi ve mutlu olmak” diye bir mit yoktu biz büyür ken. İnsanlar mutlu olmak için bu kadar çıldırmıyordu. Haz büyük bir mevhum değildi. 1990’larda ise, önemli bir mevzu haline geldi.
Duyguları, bir alet çantası gibi düşün. Ve hepsi sivri aletler, delici aletler Tehlikeli aletler Onu uzun süre kullanmayınca, el alışkanlığını yitiriyorsun ve duyguları eline aldığında ilk yaptığın şey, kendine zarar vermek oluyor. Kullanmayı beceremediğinde, kaza yapıyorsun. Duygu kazasi.
“Ne olsaydı mutlu olurdum”u ben de bilmiyorum zaten. Bir tek şey isterdim. Amerikan filmlerinde olur ya şöyle sahneler: “ O benim kızım, onu mutsuz edersen, seni mahvederim.” Bana böyle bir duygu yaşatmasını isterdim. Bana zarar verecek birinin karşısına dikilmesini isterdim. Bunu yapmasına bile gerek yoktu aslında. Böyle bir şey söyleyebilmesini isterdim. O güvenlik duygusunu tadabilmek
Doğum Seçemeyeceğimiz bir şey. Yürüdüğümüz yerse, tercihimiz.
İnsan olmayı reddediyorum. İnsani duyguları seviyorum ama insanları sevmiyorum. Onları sadece türdeşim olarak seviyorum. Çünkü insanların kabuğunu biraz kaşıdın mı, içlerinden cerahat çıkıyor. Toplumun birikmiş pisliği akıyor. Birey olamamanın, toplumun bir parçası olamamanın, dayatmanın getirdiği engeller, özürler, bozukluklar çıkıyor.
Babandır.
Ne yapsa yarandır
Çılgın ama mutlu bir hayaletim, çingeneyim,hippiyim, çicek çocuğuyum..
Bir dindir iyi adam olmak, ötesi zaman.
Vedalaşmak diye bir şey olduğuna inanmıyorum ben. İnsanlar ölüyor ama hayatında bir şekilde onları duyumsamaya devam ediyorsun. Cisim yok. Ama onlar var. Sadece, yavaş yavaş eskiyi unutmaya başlıyorsun.
Çünkü benim çekirdek aile dediğim kurum, toplumsal hayatımızdaki iktidar dinamiğiyle hesaplaşabildiğim en iyi alan. Derdim öncelikle babayla hesaplaşmak, sonrasında karakter olarak babayı öldürüp, onun yerine geçip, onunla hesaplaşmaya devam etmek. Sonrasında baba-erkille hesaplaşmak, diğer kademelerde ise iktidarla, ata-erkille ve erkek egemenle hesaplaşmak. Yani her tür iktidarla, devletin de içinde olduğu bir muktedirle hesaplaşmak.
Belli bir hayat tecrübesinden sonra bazı şeyleri dillendirmek konusunda farklı yerlere evriliyor insan.
Kırkayağa sormuşlar, ”Sen ayaklarını nasıl karıştırmadan yürüyorsun? ” diye; kırkayak ”Hassiktir, ” demiş ve düşmüş. İşte bugün babamla maceramdan süzdüğüm şeydir bu; yaşamda örgütlenemeyecek çok şey olduğudur. Kendi doğamızı örgütlemeye gerek yoktur.
1940’lı yıllar Bizim savaşa girmediğimiz bir savaş dönemi. Vesikaya bağlandığımız zamanlar Defter alamıyor. Yumurtanın akıyla, kağıtları yapıştırıp kese kağıdı yapıp satar, artan parayla da defter alırmış. O yüzden babamın dolabında bir göz dolusu boş defter vardır. Sürekli boş defter alıp biriktirirdi.
İyi ki tanımış Leyla’yı. O ısrar yaşamaya, ayakta durmaya, hayata tutunmaya dair bir ısrardır. Bu aşk sayesinde olmuş. Aşk, içindedir insanın; başka bir yerde değildir. Babamın Leyla Erbil’e yazdığı mektupların sonlarında fark ederseniz, hafif bir dönüşüm vardır. Artık öyle bir şeye dönüşür ki, Leyla çok kıymetli bir varlık, çok değerli bir olgu haline gelir. Leyla’dan öte olur. Bir kardeş mi dersin, bir can mı? Her neyse odur, kutsallaşır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
”Bıraktın mı kendini hiç?
Oluruna değil de bir başkasına ”
Ataerkil gözüken ama kadının yönettiği bir toplumuz biz
Biz evsizler hep ev yaratmaya çalışırız.
“Babandır; ne yapsa yarandır”
Babandır; ne yapsa yarandır.
Hiçbir yazar kendini yazmaz ve hiçbir yazar kendi dışında bir şey yazamaz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ev neyse çocuk da o olur.
İnsanlardan, yapabileceklerinden fazla bir şey beklemek çok manasız. Beklentiler mutsuz edici
Hiçbirimiz, içine doğduğumuz aileyi, şehri, ülkeyi seçemiyoruz. Dolayısıyla aileyle övünmek yahut aileden utanmak benim hayatta en saçma ve gereksiz bulduğum şey ne övünmek ne de eleştirmek sadece içine doğduğum insanları anlamaya çalışıyordum.
Kişi, öz saygısını yitirmişse, ipini çek gitsin. Öz saygısını kaybetmiş birinden her şey beklenir, inan.
Bitmiyor ki keşkeler! Son aylarında hastanede, onun yanından hiç ayrılmasaydım mesela. O öldüğünde yanı başındaydım. Bu bir teselli, keşke, daha çok la başlayan cümlelerim için.
Gerçekliği gözlerine sığdırmış bir adama bakabilmenin, kendi hikayeni taşıyabilme geleneğinle bir ilintisi olmalı.
Kökeninde böyle yoksulluk, yoksunluk, ancak hasretlik olan ailelerden çıkar üretken sanatçılar.
Yani, bütün yetenekli ve üretken insanların kökenine bakın. Kusura bakmasınlar ama yalılarda büyüyen, şımarık şımarık yetiştirilen insanlardan iyi müzisyen, iyi yazar da çıkmıyor. Sabah akşam, mayosunu sergileyen bomboş insanlar çıkıyor.
Bizlerse, hayatlarımıza ne şekilde olursa olsun katkı sağlayanlardan men ediliyor, hayatımızı katledenlere maruz bırakılıyoruz; tarihimizdeki binlerce örnekte olduğu gibi çünkü tekerrür yıkıcılığıyla bizleri birbirimizden ayırıyor.
Küçükken yaşadığım boyutlar, küçük insan gözüyle çok büyük görünüyor.
Starlar, yeterince sevilmemiş çocuklardan çıkar der. Doğru! Yanlış sevilmiş ya da hiç sevilmemişsen, o bir gün için, geri kalan ömrünü harcamaya hazırsındır ve harcıyorsundur da. Daha çok ilgi, daha çok sevgi için.
Ama mutsuzluk, bu ülkede, bir sağlık problemi olarak henüz yeni algılanıyor.
Hepimizin anasıyla babasıyla bir hesabı var. Bu hesap konusunun en trajik yanı şudur bence tam hesabı soracağın zaman, çok yaşlanmış oluyorlar. Senin merhametin, önündeki tek engel haline geliyor.
Biz, annelerimizi, babalarımızı kurtarmak için büyüyen çocuklarız. Bu ülke öyle bir ülke
İnsanların yüzlerindeki izlerle ilgili soru sormazsanız nezaket gösterdiğinizi değil, yüzlerini görmediğinizi düşünürler.
Ama en güzelidir ki, ne olursa olsun bırakmıyorlar en dibine kadar yaşamayı ve lüzumsa eğer, acımayı
İki kadın nadiren an’lar birbirini. Yani anın içinde lahzadır ve akar gider gerçek hikaye
İnsan, affetmeye de bağımlıdır.
Hayat, babamdan öğrendiğim titizliğe rağmen, o sevdiğim pasaklılığıyla güzeldir.
Doğum seçemeyeceğimiz bir şey. Yürüdüğümüz yerse, tercihimiz
Çünkü ben babamı gitmeden öpemedim. Gelince öperim, dedim. Gelince öperim diye bir şey yokmuş, bunu anladım.
Kapitalist köklü bir sistemde, mutluluğun tek formülünün yaptığımız işi yaparken mutlu olmaktan geçtiğini, bana sözcüklerle değil de, kendini izletmeyi becererek öğretti.
Herkesi güldürebilen insanların, hüzünlü insanlar olduğuna inanırım.
Taşla taş ustasının diyaloğu gibi, kadınla erkeğinki dönüşüyorsun. İnsan yaptığı işe dönüşür, diyor Marx. Sen de, ikiniz de birbirinize dönüşürsünüz biraz biraz. Yontarsınız birbirinizi. Belki bu da, benim şiirim.
Bu özel adamlar, senin adamların; başka bir ülkenin değil. Memleketin itibarı, sesi, kalemi onları değerli kılacağına, onlara acı çektiriyorsun. Sürüyor, öldürüyorsun.
Onlar dönemin büyük gönüllü adamlarıydı. Onların gönlünde nefreti, intikamı bulamazsın. Büyüklükleri unutabilmelerinden geliyor.
Zaten güzel ve doğru şeyler yapıyorsan, neden istediğini yapmana izin vermezler ki? Bunu hiç anlamam.
Duygu barındırmayan bir aklın felaketler yaratabileceğini söylemeliyim.
Büyük adamların en güzel tarafı küçük hikayelerinin de olması değil miydi?
İçeriden Turna’yla Kuzgun’un sesi geliyor. Kanatlıdır Ali Nesin’in çocukları; kendi kanatlarını bulmadan, isimleriyle anlatmak istemiş gibi Ali Bey, aslını iyi bildiği özgürlüğü.
Hangi hayvan babasını tanıyor bana söyler misiniz? Bu rolleri kültür de değil, sistemler koyuyor. Bizleri köleleştirmek için. Ben hiçbir sistemin kölesi olarak yaşamayı seçemem. Yaşamımı kendim seçerim, yaşayacağım şekli de
Doğduğu hal, benim için insanın gerçeğidir. Zaten toplumda bahsedilen genel ahlak kimin ahlakı?
Anne babalar, çocuklarını yönlendiremiyor. Bunun için mücadele ederken çocuklarının hayatlarını mahvediyorlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir