İçeriğe geç

Bugünün Diliyle Mevlânâ Kitap Alıntıları – A. Kadir

A. Kadir kitaplarından Bugünün Diliyle Mevlânâ kitap alıntıları sizlerle…

Bugünün Diliyle Mevlânâ Kitap Alıntıları

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.
Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin
Gene gel, gene.
Ne olursan ol,
ister kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta,
ister yüz kere tövbe etmiş ol
ister yüz kere bozmuş ol tövbeni.

Umutsuzluk kapısı değil bu kapı:
nasılsan öyle gel.

Hırsı bırak, kendini boş yere harcama.
Şu toprak altında çırak da bir, usta da.
Hiç naz etme, a güzel,
bu mezarda ne Şirinler var, ne Şirinler,
Ferhat gibi yok olup gittiler.
Ben bir denizim,
kendi varlığı içinde taşan,
uçsuz bucaksız
alabildiğine geniş,
kıyısız, hür bir deniz.
Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten
denizlerin üzerinde hiç bir zaman yürüyemedi.
Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı,
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.
Ey gönül,
o şeker gibi gönülden bir parçacık yüz bulursan
şükret haline.
Bütün âlem denizin bir damlasında erimiş gitmiş ama
bir sinek o şekerden sanki ne kadar yer?
Ey sıcak soluğum benim, kalk
Ey dün gecem benim, geri gel.
Ne gördün, nasıl gördünüz söyle
Böyle çaresiz bırakma bizi.
Hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!
.
.

Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kanadı.
Yukarlarda onunla uçar gider.

Gözlerinin denizinde onu arama.
O inci bir başka denizde.

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.

Rahatım kaçtı benim,
geceleri uykum kalmadı gitti ama,
bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.
Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin, ey Şems,
huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak..
..

Sen bizim tıpkımızsın, dedim, ey can!
Amma yaptın, dedi,
o da ne demek?.

..

Ben bir denizim,
kendi varlığı içinde taşan,
uçsuz bucaksız,
alabildiğine geniş,
kıyısız, hür bir deniz.

Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında başka bir tad var,
boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.

Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş

Biz senin gözlerinden gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı

Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kapandı.
Yukarlarda onunla uçar gider.

Gözlerinin denizinde onu arama.
Oinci bir başka denizde.

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.

birini anacaksam
ne yapar yapar seni anarım.
ağzımı açacaksam
senden bir şeyler anlatmak içindir.
keyfim yerindeyse
bil ki sebep sensin.
bir hile yapmak istediysem
senden öğrenmişimdir, ne yapayım!
..bu gönül ne vakit durulacak, bilmem.
ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim,
yürüyüp giden de ben.
..durma, çabuk gel, gelmem deme.
ne evet demek yaraşır sana, ne hayır.
senin şanına sadece gelmek yaraşır dostum,
senin şanına sadece gelmek yaraşır.
ne olur, bir gececik kapısını çalma ayrılığın.
..bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?
..artık şu dünyanın sensiz hiç tadı yok:
dünyada her şey gözünü seninle açardı,
sen her şeyden olgun ve güzeldin.
..seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kanadı.
yukarlarda onunla uçar gider.

gözlerinin denizinde onu arama.
o inci bir başka denizde.

bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

yüreğimin özünde başka yarınlar var.

..rahatım kaçtı benim,
geceleri uykum kalmadı gitti ama,
bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
..ne gönlümün derdini sor bana,
ne sararan yüzümü sor bana,
ne içimin ateşini sor bana,
gel gözünle gör, gel artık.
Bırak da bir ağaç gibi
Yerin altından çıkarıp ellerimi
Sevgilinin havasıyla sarmaş dolaş olayım
Uzayıp gideyim bari
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Düşman saçma sapan laflar eder,
Duyar can kulağım,
Hakkımda kötü şeyler düşünür,
Görür can gözüm,
Üzerime köpeğini salar,
Isırır köpek ayağımı,
Çok acılar çekerim çok acılar,
Köpek değilim, onu ısıramam,
Isırırım dudağımı.
“Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.”
Âlemin bal şerbetinden bana ne?
İşte önümde benim ayran tasım.
Ne malım mülküm var, ne azığım.
Ben gene de senin azığın olsun diye çalışırım,
senin başını sokacak bir yerin olsun diye,
senin bir dikili ağacın.
Ama hürriyeti kulluğa taş çatlasa satmam!
Birini anacaksam
ne yapar yapar seni anarım.
Ağzımı açacaksam
senden bir şeyler anlatmak içindir.
Keyfim yerindeyse
bil ki sebep sensin.
Bir hile yapmak istediysem
senden öğrenmişimdir, ne yapayım!
Müslümanlığın, kâfirliğin dışında bir ova.
Uçsuz bucaksız ovada sevdamız uzar gider.
Anlayan vardı mı usulca başını kor.
Ne Müslümanlığa yer var, ne kâfirliğe yer var.
Gene gel, gene.
Ne olursan ol,
ister kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta,
ister yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni.

mutsuzluk kapısı değil bu kapı;
nasılsan öyle gel.

Bu kupkuru yerde ben Nuh’un gemisi.
Ömrümün sona ermesi de Tûfan.
Girdik susanlar arasına, yattık uyuduk.
Çığlığımız sınırları aştıydı nasıl olsa.
Olduğum gibi kim görebilir beni,
ne rengim var benim, ne nişanım.
Benim de bildiğim sırlar var, diyeceksin ama,
hem o sırlarım ben,
hem o sırları saklayanım.

Bu gönül ne vakit durulacak, bilmem.
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim,
yürüyüp giden de ben.

Ben bir denizim,
kendi varlığı içinde taşan,
uçsuz bucaksız,
alabildiğine geniş,
kıyısız, hür bir deniz.

İki dünya da yok oldu gitti bende.
Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni,
ne o dünyadan.

Sen bizim tıpkımızsın, dedim, ey can!
Amma yaptın, dedi,
o da ne demek?
Şu gördüklerin hep ben’im.
Yoksa, dedim, sen o musun?
Hey, kendine gel, sus, dedi,
benim ne olduğum, dedi, dile gelmez.
Öyleyse, dedim, işte sana dilsiz, dudaksız konuşan biri,
yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi,
işte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri.

Böyle koşup durmak, dedi bir ses, senin nene gerek.
Bak bana, apaçık ortadayım da gene gizliyim.
Sen beni gör asıl, beni!

Sonra sâkinin kapısına varır,
vurur testimi kırarım.
Sonra oturur bardak bardak içerim
ciğerimden akan kanı.
Hem ben tıpatıp sana benzerim.
Ağlarsan ağlarım,
gülersen gülerim.
Asıl sen varsın ortada,
ben senin elinde bir ayna.
Sen yeşillikte bir ağaç,
ben senin gölgen.
Enelhak kadehiyle
bir yudumcuk içen sızdı
Tanrılık şarabından.
Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım,
ben, sultanların aradığı sultan.

Ben hâcetler kıblesiyim.
Gönlün kıblesiyim ben.
Ben cuma mescidi değilim,
insanlık mescidiyim ben.

Ben saf aynayım,
sırrım dökülmemiş, paslanmamışım.
Ben kin dolu bir gönül değilim,
Sinâ dağının gönlüyüm ben.

Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum,
benim sarhoşluğumun sonu yok.
Tarhana çorbası içmem ben,
can yemeği yerim,
içerim can şerbeti.

İşte sararttı seni
bir gümüş bedenlinin özlemi.
Altın haline geldin artık.
Sen altına âşıksın,
altın benim rengime âşık.

Şu beş duyudan, altı yönden
varını yoğunu birliğe çek, birliğe.
Kendine gel, benlikten çık, uzak dur,
insanlara karıl, insanlara,
insanlarla bir ol.
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz.
Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.
( )
Dünyada nice diller var, nice diller,
ama hepsinde de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
can nasıl koşar, bunu canlara iletir.
Kusuruma bakmayın benim, dostlar,
bağışlayın beni.
Ben davullara, bayraklara aldırmayan
bir padişahın yoluna düşmüşüm,
deli divane olmuşum.
Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
Ama yok da sayılamam hani,
var olan bir şeyim ben.
Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten
denizlerin üzerinde hiçbir zaman yürüyemedi.
Baktım birdenbire canlandı ölü.
İhtiyarlar baktım genç oluverdi.
Baktım bakırlar kesildi som altın.
Daha iyisi geldi yerine,
daha güzeli geldi baktım,
şehrimizden ayrılanın.
Ne zaman bu addan sandan geçeceğiz, ne zaman?
Can meclisinin halkasına ne zaman hep birden girip oturacağız?
Dudağımıza bir tek kadeh dokundurmadan ne zaman içeceğiz büyük dostumuzun huzurunda can şarabını,
ne zaman içeceğiz, ne zaman?
Aya öfkelenmişim ben,
işte böyle kapkaranlık bir gece olmuşum.
Padişaha kızmışım,
çırılçıplak bir yoksul olmuşum.
( )
Ben öyle bir zerreyim ki,
bütün âleme isyan etmişim.
Havaya, toprağa isyan etmişim.
Ateşe, suya isyan etmişim.
Altı yöne isyan etmişim.
Beş duyuya isyan etmişim.

Hava, toprak, ateş, su da neymiş ki,
altı yön de neymiş,
beş duyu da ne.
Benim hiçbir şey umurumda değil.

Hep yukarlara doğru çıkar
yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.

Şunu da söyledi çiçek:
Madem aslımı tanıdım,
madem yersizlik âlemi aslım,
artık bana tek bir şey düşecek:
Yücelip aslıma gitmek.

Sus yeter artık,
var git yokluğa haydi,
yoklukta yok ol.
Git, yokluklardan tanı
yokluktan var olanı.

Sevgili takar beni oltasına,
atar karaya balık gibi.
Sevgili kurar gönlüme bir tuzak,
avcıdan yana çeker sürür beni.
Bizim canımıza gelsin
senin bedenine gelen ağrı.
Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben’im?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben’im demedim mi?

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.
( )
Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı,
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
Şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var
öylesine topraklar altında kalmışım.

Nerde hani o cânım sözlerin şimdi?
Nerde hani o sırları çözen akıl?
Nerde hani gül bahçesine giden ayak?
Elimizi tutan el nerde hani?

Hoştun, güzeldin, eşin yoktu senin,
insanları hemen elde ederdin.
Ama kalktın çıktın bir uzun yolculuğa,
insanları yiyen toprağa gittin.

Öyle bir yere gittin ki bu sefer,
izinin tozu bile belli değil.
Ne kadar da kanlıymış gittiğin yol.

Âşıkların kanı hiç eskimiyor unutulmuyor.
Âşıkların kanı nasılsa hep öyle kalıyor.
Hep öyle taze, sıcak.

Kan bir kere eskidi mi kararır, kurur ama,
âşıkların kanı durmayacak, gönüllerden biteviye akacak.

Diyorlar aşk deli.
Ama biz zırdeliyiz.
Diyorlar kötülüğe götürür insanı insanın içi.
Ama biz o iç’e emrederiz.
İşte gönül yurdunun kapısı
ardına kadar açık.
İşte her yanda ayak izlerin senin.
Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kanadı.
Yukarlarda onunla uçar gider.
( )
Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.

İşte dağarcığını açtı.
İşte belini sıktı.
İşte yayını kurdu.
İşte okunu yastı.
İşte yolumuzu vuracak.
İşte bizi yemek, yutmak için,
bin dereden su getirecek,
bir nice düzenler kuracak.

Ama durma gene yürü sen,
gölge kesil onun ince boyuna.
Önünde ardında koş yuvarlan.
Sonunda taze bir fidan gibi
kökümüzden söküp çıkaracaksa da bizi aldırma.
Mermer bir yürek varsa sende dostum, dayan!

Gene geldi işte gene geldi.
İşte o uzun ömür geldi.
Sultanların şahı geldi.
Gizli hazine geldi.
Cihanın canı geldi.
İşte güneş koç burcuna geldi,
gülen yüzümüzü görmek için
yaradılış ağacının üstünde.

Biz duvarda asılı duran resimleriz.
Bizi yapan ressamın varlık şavkı
duvarın üzerine bir vurdu mu,
bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız.
Onun selvi boyu bir göründü mü,
bakarsın dünya güllük gülistanlık.
Kalktı bir salındı, kendini bir gösterdi mi,
bakarsın kıyamet koptu gitti.
Boş yere arama şarap testisini sen.
Koklama onun ağzını sen boş yere.
Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
dostum, onu sen kendin gibi belleme.

Yolda o yapayalnızsa ne olur?
Başında sarık yoksa ne çıkar?
Ne bundan güneşe bir leke olur,
ne ayın gösterişine zarar.

Ne gönlümün derdini sor bana,
ne sararan yüzümü sor bana,
ne içimin ateşini sor bana,
gel gözünle gör, gel artık.

Sıcağınla pişmiş bir somun gibi
o kıpkızıl, al al yüzümü sorma.
Gene ekmek gibi bayatlayıp bayatlayıp
gene ekmek gibi ufalana ufalana
çaresiz, dökülmüşüm yollara,
gel topla beni, gel artık.

Bir vakitler bir aynaydım,
yüzünden izler toplamadaydım,
şimdi buruştum, şimdi sarardım,
gel gör beni, gel artık.

Dere gibi akıyorum sağa sola,
ayrılık her yanımda pusuda.
Sabahları yalvarırım yakarırım
rüzgârların karşısında,
gel ne olur, gel artık.
( )
Ey âşıklar peygamberi,
gönül ateşinde yanmışım ben,
boğulmuşum gözyaşına.
Git sor Allahın seversen:
Ne yol gösterir sevgili,
ne çare yazar bana?

Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk ovasını görmüştün hani;
safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaş dolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.

Ey Tebrizli Şems,
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünle övünür, ey sevgili.
Bunu unutma, hatırla ama.

İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme.
İstemem, ey ay, bensiz doğma.
İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma.
Bensiz geçme, ey zaman, istemem.
( )
Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
gökyüzünde bensiz gitme, istemem.
( )
Onlar sadece aşk diyorlar sana,
oysa aşk sultanımsın sen benim.
Ey hiç kimsenin düşüne sığmayan dost,
bensiz gitme, istemem.
Bir bölük halk, akılla sarhoştur, bir bölük halk, akılsızlıktan sarhoş. ( ) Fakat hakikat erenlerinin sarhoşluğu, büsbütün başkadır. Dünyaya sahip kişilerdir onlar. Sefere çıktılar mı güneşle ay yastık olur onlara. At sürdüler mi yedinci kat gök meydanlarıdır. Felek sofrasına otururlar amma güneş gibi ay’ı bir lokma yaparlar. Kâh gök gibi karınlarını ayla, güneşle doyururlar; kâh güneş gibi karınları olmadığı halde bütün bulutları yutarlar. Yıldız kâseleriyle şarap içerler. Birbirlerinin aşkıyla candan geçerler. Dünyayı istemez onlar, dünya onları ister. Gönül gibi altüst olmuşlardır. Can gibi ne başları vardır, ne ayakları. Gülden neşeli, selviden hürdür onlar. Elbiseleri güneş ışığıdır. Kan dalgaları arasındadırlar, fakat etekleri tertemizdir. Diken içindedirler, fakat gül gibi gülerler. Mahpusturlar, fakat küpteki şarap gibi coşarlar. Kayıtları yoktur onların. Cehennemi sömürüp içmedeler, cenneti dileyene bağışlamadalar. Bayrak sahibi padişahları bir habbeye bile almazlar, alkışa ihtiyaçları yoktur. Bin bile olsalar hepsi birdir. Birbirlerine secde eder onlar. Şehirlerinde bir tek hâkim vardır ve her kalpte yaşayan, her yürekte çarpan odur: Sevgi, insanlık sevgisi.
Mevlânâ, halkla konuşur, bu konuşma, şiir olur.
Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı. Harfi, sesi, sözü birbirine vurup paramparça edeyim de seninle bu üçü de olmaksızın konuşayım.
Köpek değilim onu ısıramam,
Isırırım dudağımı.
Ama hürriyeti kulluğa taş çatlasa satmam!
GENE GEL
Gene gel, gene.
Ne olursan ol,ister kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta,ister yüz kere tövbe etmiş ol,
ister yüz kere bozmuş ol tövbeni.
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı;
nasılsan öyle gel.
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz.
Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.
Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikisi de, peki, kutlu ne, kutsuz ne?
Diken içindeler,ama gül gibiler.
Balçık içindeler,ama gönül gibiler.
Gece içindeler,ama sabah gibiler.
İyi insanların şarkıları
ta yukarılardan aşağılara
güneşin ışıkları gibi iniyor.
iyi insanlar yağmur demiyor,
kar demiyor,ortalık kış kıyamet,
kolları sıvamışlar,
taze yaz meyveleri yetiştiriyorlar.
Ben sustum.
Sofra kuruldu.
Onlar bir gül bahçesinden yola çıktı,bir gül bahçesine doğru

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir