İskender Pala kitaplarından Kadılar Kitabı kitap alıntıları sizlerle…
Kadılar Kitabı Kitap Alıntıları
Hudâ göstermesin âsâr-ı izmihlal bir yerde
Allah bir yerde çöküntü ve parçalanma belirtileri göstermeye görsün ; dostlar yağmalama yarışında düşmanları geride bırakır
Bak şu alemâya, vükelâya vüzeraya
Mümkün değil ıslah-ı mefasitleri eyvah
Kahreylesin öyle süfeha zümresini Allah
Devleti rüşvet ile yerlere çalan şu bilginlere, vekillere ve bakanlara da bir bak hele! Eyvah ki bunların bozgunculuklarını düzeltmek mümkün görünmüyor Allah hepsini kahretsin!
Adlsiz saltanat olmaz muhkem.
Alemdeki düzenin aslı adalettir. Adaletsiz saltanat sağlam olmaz.
Ol mahkemenin hükmüne derler mi Adalet.
Kadı davacı mübaşir de şahit ise böyle bir mahkemenin hükmüne Adalet denilebilir mi?
Geçer bir gün zemine, arşa çıksa paye-i devlet.
Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik kaybolunca, itibarı arşa çıkmış olsa da devlet bir gün yerin dibine geçer.
Biz dahi hayranıyız dava-yı bi-manamızın.
Müşkil budur ki suret-i haktan zuhur eder.
( Batıl her yerde kötü ve dışlanmıştır; ancak asıl zorluk, batılın doğru kılığında gelmesidir.)
Cevher’i hürriyeti bir kerre mahbüs ol da gör
Sorumluluk duygusunun ne olduğunu hele gurbetlerde karamsarlığa kapılınca anla. Özgürlüğün nasıl bir cevher olduğunu bir kere hapsi düşte gör!..
Elbette olur ev yıkanın hânesi vîrân
Zalim, bir gün gelir, ettiği zulme kendisi uğrar. Elbette ev yıkanın evi yıkılır.
Nazm-ı âlem bulur elbette fesâd
Masraf artıp da gelir azalınca, dünyanın düzeni elbet bozulur.
Geçer bir gün zemine, arşa çıksa pâye-i devlet
Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik kaybolunca, itibarî Arşa çıkmış olsa da devlet bir gün yerin dibine geçer.
Madde:1792 – Hâkim fehîm (anlayışlı), müstakîm (dosdoğru), emîn (güvenilir), hakîm (hikmetle iş görür), mekîn (vakarlı, ağırbaşlı, saygın) ü metin (sözünden dönmez) olmalıdır.
Madde:1795 – Hâkim, meclisi muhakemede alış veriş ve mulatafa gibi mehabeti meclisi izale edecek ef’al ve harekâttan ictinab etmelidir.
Madde:1796 – Hâkim, iki hasımdan hiç birisinin hediyesini kabul etmez.
Madde:1797 – Hâkim, iki hasımdan hiçbirisinin ziyafetine gitmez.
Cevher-i hürriyeti bir kerre mahbûs ol da gör.
(Sorumluluk duygusunun ne olduğunu hele gurbetlerde karamsarlığa kapılınca anla. Özgürlüğün nasıl bir cevher olduğunu bir kere hapse düş de gör!..)
Kadı, Osmanlı Devletinin siyasi olmayan gücüdür ve yürütme karşısında yargıyı temsil eder.
Hudâ göstermesin âsâr-ı izmihlâl bir yerde.
(Allah bir yerde çöküntü ve parçalanma belirtileri göstermeye görsün; dostlar, yağmalama yarışında düşmanları geride bırakır.)
Geçer bir gün zemine, arşa çıksa pâye-i devlet
(Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik kaybolunca, itibarı arşa çıkmış olsa da devlet bir gün yerin dibine geçer.)
Geçer bir gün zemine, arşa çıksa pâye-i devlet
Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik kaybolunca, itibarı arşa çıkmış olsa da devlet bir gün yerin dibine geçer.
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm ?
Mehmet Akif
Geçer bir gün zeminine, arşa çıksa Paye-i devlet
yani diyor ki
Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik kaybolunca itibarı arşa çıkmış olsa da devlet bir gün yerin dibine geçer.
Suç başkasınındırda ne için başkası mahkum
Mehmet Akif Ersoy
biçimine soktuğu bir kalpağa, yiğitlik alameti olan
koç boynuzlarından iki adedini taktırmış ve sanki
tolga gibi kullanmaya, mahkeme sırasında haksızlığını
gördüğü adamların üzerine hamle ederek tos vurmaya
başlamış. Zamanın hükümdarı bunu haber alınca kadıya
kızmış ve huzuruna çağırtmış. Konuşma sırasında kadı,
Efendimiz, demiş, lütfen bir gün mahkemeyi teşrif edip
kulunuzu izleyiniz. Eğer hak vermezseniz cezama
razıyım.
Hükümdar ertesi gün kadı’nın evine gitmiş ve duruşma
makamı olarak kullandığı salonun bitişiğindeki odadan
mahkemeyi dinlemeye başlamış.
Dava konusu, birinin diğerinden 100 altın lira alacağı
iddiası imiş. Kadı davalıya sormuş:
İddiaya ne diyorsun, borçlu musun?
Evet kadı hazretleri, doğrudur; bu ağaya 100 lira
borcum var. Yalnız bu parayı şimdilik ödeyecek
kudretim yok.
Davacı iyi kalpli bir adam olsa gerek kadı yüzüne
bakınca yumuşamış:
Ödesin de kadı efendi, nasıl öderse razıyım. İsterse
takside bağlasın.
Bu sefer kadı davalıya dönmüş:
Ayda on altın lira verebilir misin?
İmkanı yok, on altın veremem.
Beş altın?
Onu da veremem kadı hazretleri.
Peki bir altına ne dersin?
Davalı düşünmüş düşünmüş ve nihayet büyük bir
fedakarlık gibi şu teklifte bulunmuş: Kadı hazretleri
yılda üç kuruş verebilirim. Ancak alacaklıyı
hapsetmenizi isterim. Çünkü elime para geçince
alacaklımı bulamazsam belki harcayıveririm.
Perde arkasında bütün konuşmaları dinlemekte olan
hükümdar hiddetle kadıya seslenmiş:
Artık tos vuracak mısın; yoksa ben mi vurayım?!..
İstanbul kadısı Hızır Bey, Fatih’in en yakın arkadaşı ve dostu idi. Kendisini İstanbul kadılığına da Fatih tayin etmişti.
Eli kesilen hıristiyan mimar, Kadı Hızır Bey’e gidip Fatih’i dâvâ etti. Fatih’e devlet silsile-i merâtibinde hitap tarzı; «es-Sultan İbnü’s-Sultan el-Gāzî Ebu’l-Feth Muhammed Hân-ı Sânî» iken Hızır Bey, Padişah’a, tebaadan herhangi bir insana karşı kullanılan hitapla; «Murad oğlu Mehmed, şu saatte mahkemeye gelin!» şeklinde celp gönderdi.
Fatih, murâfaa (duruşma) günü mütevâzı bir ferd-i millet gibi âlâyişsiz bir sûrette mahkemeye gitti. Maznun mahalline oturdu. Hızır Bey, yerini aldı. Ve muhakeme başladı.
Mahkemelerde hâkim adâlet tevzî ettiği için oturur; diğerleri ayağa kalkarak, ayakta ifade verirdi. Hızır Bey, Fatih’i oturur vaziyette görünce, O’na;
“–Şer‘-i şerif murâfaası üzresin, ayağa kalk!” diye ihtar etti.
Bu îkaz üzerine Fatih, ifade için ayağa kalktı. Kadı Hızır Bey; muhakeme neticesinde Fatih’i suçlu, hıristiyan mimarı mazlum buldu. Kısas âyetini okudu. Ve Fatih’in kolunun aynı şekilde kesilmesine karar verdi.
Hıristiyan mimar, bu muhteşem adâlet sahnesi karşısında duygulanarak gözyaşları içinde;
“Hakkımdan vazgeçiyor, diyet kabul ediyorum!..” dedi. Ayrıca Fatih de, şahsî malından kendisine bir ev bağışladı. Hıristiyan mimar;
“Dünyada böyle bir adâletin eşi yoktur. Ben bu andan itibaren müslümanım!” diyerek kelime-i şahâdet getirdi.
Fatih, Hızır Bey’e;
“–Benden değil de Allah’tan korktuğun için seni tebrik ederim!..” dedi.
Kalp terakkîsi ve duyguların değişmesi neticesinde, adâletin hükmü karşısında iki kıtaya hükmeden bir sultanın hâli;
«Dînin hükmü karşısında boynumuz kıldan ince!» ve;
«Şerîatin kestiği parmak acımaz!» tabirleri istikametindeydi.
Çünkü onlar muazzam bir mektep ve dergâh olan Osmanlı ailesinde en güzel şekilde terbiye görmüşlerdi
-Niçin borcunu ödemiyorsun?
-Ödemek istiyorum, bir türlü ödeyemiyorum.
-Anlamadım niye?
-Çünkü ne zaman ödemek için evine gitsem, kendisini evde yok dedirtiyor.
-Sence niye böyle yapıyor?
-Maksadı biraz daha zaman geçsin de, ben daha fazla faiz ödeyeyim diye. Nitekim borcum on altındı şimdi on beş altın oldu.
Biraz düşünen Karakuş. Davacının tefeci olduğunu anlar, hemen hükmünü verir
-Alacaklıyı derhal hapsediniz.Borçlunun eline yine para geçer, ödemek için evine gider. Bu adam yine yok dedirtir. Oysa hapiste olursa, borçlu onu hapiste bulur, borcu daha fazla çoğalmadan borcunu öder
Karakuş tefeciye ve borçluya dönerek
-Bu çözüm ikiniz için de en hayırlısı Sonunda biriniz hapisten, diğeriniz de borçtan kurtulmuş olur.
Titreyen tefeci:
-Aman efendim, merhamet! İçeride ne kadar kalacağım?
-Faiz olarak alacağın beş altın miktarı kadar
-Biz suçluyuz! Cezamızı elbette çekeceğiz!Demişler
Bunun üzerine Karakuş zindancı başına:
-Şu sekiz suçluyu derhal sokağa atın ki burada kalan bunca masumun ahlâkını bozmasınlar
Bu yapının mimarı; asırlarca kalması gereken binanın sağlamlığı için istediği miktar parayı hazineden alabilir. Ve lâkin mimar, beş yıl müddetle, binanın bulunduğu şehirden çıkamaz. Ta ki yapıda bir çöküntü görüldüğü takdirde, dikkatsiz mimar kolayca yakalanıp, çöken duvarın altına diri diri gömüle..
Karakuş: düşündüğün şeye bak! Müebbet hapisleri bir gün serbest bırakır, bir gün hapsedersin!
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: ‘Hani bizim ördek?’ diye sormuş.
Fırıncı boynunu büküp ‘Uçtu’ deyince, iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. Gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.
Duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! Kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. Fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış
Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar.
Ördeğin sahibi, ‘Bu adam ördeğimi hiç etti’ diye şikâyet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş: ‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’
Fırıncı ‘Uçtu’ demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış: ‘Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ‘Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil’
diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
Günün birinde iki kişi İyas’ın huzuruna gidip davalaşırlar. Davacı şahıs, yanındaki adamda emanet parası bulunduğunu iddia etmektedir. Fakat adam bunu inkâr eder, şahit de yoktur. Kadı İyas emanet sahibine der ki:
– Sen emanet parayı bu adama nerede teslim etmiştin?
– Bahçedeki bir ağacın yanında.
– Şimdi oraya gidip, o ağacın bir yaprağını getirebilir misin?
– Elbette getirebilirim.
Davacı adam ağacın yaprağını getirmek için dışarı giderken, davalı kişi de mahkeme salonunda oturup beklemeye başlar. İyas ise diğer kişilerin mahkeme davasıyla meşgul olurken, bir taraftan da bir kenarda bekleyen adamı süzmektedir.
Biraz sonra adamı yanına çağırarak sorar:
– Davacı arkadaşın şimdiye kadar o ağacın yanına ulaşmıştır değil mi?
– Hayır efendim, henüz oraya ulaşamamıştır.
Kadı İyas yerinden fırlar:
– İşte yakalandın ey hak ve hakikat düşmanı! Haydi adamın hakkını öde bakalım. Yoksa seni aleme ibret için cezalandırırım.
Biraz sonra davacı adam elinde ağaç yaprağıyla çıkıp gelir. Davalı da kendi ikrarıyla emanet parasının tümünü ona öder.
Böylece Kadı İyas, keskin zekâsıyla davayı kolayca halletmişti.
Yine aynı şekilde seyahate çıkacak olan bir kişi yüz altınını güvenli olarak bildiği bir şahsa altınlarını emanet eder ve gider. Seyahatini tamamlayıp döndüğünde emaneti bıraktığı kişiye gider, emanet ettiği altınlarını ister, emaneti alan kişi almış olduğu altınları sahibine vermek istemez ve aralarında şu konuşmalar gerçekleşir:
“-Emanetimi almaya geldim”
“-Ne emaneti kardeşim? Ben senden emanet almadım!.”
“-Nasıl olur!? Şakayı bırak, altınlarımı ver de gideyim.”
“-Bana altınlarını emanet ettiğini dair gören, bilen şahidin var mı?”
“-Yok! Ama Allah (cc) şahidimdir.”…
Bu tartışmalar sürer gider, emaneti alan bir türlü altınları vermeyi kabul etmez. Altınlarından olan kişi ne yapacağını bilemez. Üzgün bir şekilde evine döner.
Yıllarca çalışarak helâlinden kazanıp biriktirmiş olduğu altınları elinden uçup gitmiştir.
Birkaç defa emanetini almaya gider, ısrarla altınlarını istemesine rağmen her seferinde kapıdan kovulur. Çaresizlik içerisinde Kadı İyaz’a gider ve derdini anlatır.
Hadiseyi iyice dinleyen Kadı efendi:
“-Altınları emanet ederken yanında şahidin var mıydı?”
“-Hayır efendim,yoktu!”
“-Sen yarın emaneti bıraktığın kişiye git ve altınlarını iste. Ama dikkat et! Bu gün değil yarın gideceksin”
“-Efendim. Kaç defa gittim vermedi yine vermez.”
“-Vermezsen,ben de Kadı’ya gider seni şikayet ederim de”
Kişi söylenenleri kabul eder ve gider. Kadı İyaz görevli personellerden birini çağırır şunları söyler:
“-Filanca kişinin (emaneti vermeyen kişi) evine git, ona şu söylediklerimi ilet;
-Kadı efendi uzun süreli bir seyahate çıkacak.Yanında bulunan çok miktardaki değerli eşyalarını gönül rahatlığı ile emanet edebileceği kişileri araştırdı. Neticede tek güvenilir insan olarak sizde karar kıldı. Emanetlerini size bırakacak.” de.
Görevli gider, söylenenleri aynen iletir. Tabi bizim ki (!) söylenenleri duyunca havaya girer, içinden; “Vay be!!! Ben neymişim de haberim yokmuş! kos koca Kadı efendi bunca insan dururken içlerinden güvenilir insan olarak beni seçmiş ha !.”
Mağdur olan kişi, Kadı’nın talimatı gereği bir gün sonra emanetini almaya gider:
“-Altınlarımı almaya geldim.”
“-Sen ne laftan anlamaz adamsın ya hu !? Kaç defa söyledim sana ! bana altın felan vermedin diye.!”
“-Madem öyle,ben de Kadı efendiye giderim seni şikayet ederim.”
“-E ee !! Şahidin yok ki, sana kim inanır. Kendini boşuna yorma ”
“-Olsun, ben olan biteni Kadı efendiye tek tek anlatırım.”
Bizim uyanık(!) düşünür;
Kadı efendi den gelecek olan yüklü miktardaki değerli eşya altın,gümüş , para’nın yanında yüz altının hesabımı olur. der. Kendi hakkında yapılacak en küçük şikayetin, Kadı’ın gözünde değerini düşüreceği için;
“-Tamam, tamam kabul ediyorum ben şaka yapmıştım. Al, tas tamam yüz altının, ama; bunun karşılığında bir isteğim olacak. Kadı Efendi’ye gitmeyeceksin ve olandan bitenden söz etmeyeceksin.”
“-Kadı efendiye gitmeme gerek kalmadı zaten. Benimde bir isteğim var; Kadı efendiyi görürsen, hürmetlerimi, selamımı ilet” der. Altınlarını alır mutlu bir şekilde evine döner.
Yahudi tavsiye üzerine Medine’ye gelerek durumu Halifeye şikâyet eder. Hz. Ömer bir deri veya kemik parçasına bir şey yazarak bunu Valiye vermesini söyler. Hayal kırıklığına uğrayan adam bir şey çıkmayacağını düşünür, ama yine de Valiye gidip Hz. Ömer’in yazdığını uzatır. Vali çarpılmış gibi hemen Yahudinin arsasını iade eder.
Sebebini daha sonra şöyle izah eder:
İslâm’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra gidip krala durumumuzu anlattık. Develerimizi iade etti ve bize ayrı ayrı kapılardan yarın şehri terk etmemizi söyledi.
Ertesi gün şehrin iki kapısında vezir ve kralın büyük oğlunun asıldığını gördük. Meğer bunlar bir çete kurup gasp ve talan yapıyorlarmış.
İşte getirdiğin pusulada Ömer bana bunu hatırlatıyor ve diyor ki: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.”
Aristidis, kendisi hakkında senatoda yapılan sürgün oylamasını beklerken dışarı çıkar. Etrafta dolaşırken bir çiftçinin garip davranışı dikkatini çeker. Yanına yaklaşır. Doğru dürüst yazma bilmeyen çiftçi, elindeki kiremiti Aristidis’e uzatarak. “Buraya Aristidis yaz!” der.
Aristidis şaşırır:
“Niye? Sana kötü bir şey mi yaptı?”
“Hayır, kendisini hiç görmedim ama âdildir dedikleri için adını saklamak istedim.”
Aristidis, kendisini tanıtmaz; ismini kiremite yazıp uzatır.
Ahidda şive-i yağmada mebhut eyler a’dayı
Hüda göstermesin asar-ı izmihlal bir yerde..
Allah bir yerde çöküntü ve parçalanma belirtileri göstermeye görsün, dostlar, yağmalama yarışında düşmanları geride bırakır.