İçeriğe geç

İntihar Kitap Alıntıları – Emile Durkheim

Emile Durkheim kitaplarından İntihar kitap alıntıları sizlerle…

İntihar Kitap Alıntıları

ruhumun yalnızlığı öyle bir kefendi ki insanları değil, sadece doğayı ve Allah’ı görmek istiyordum.
Yaşam sana çok kötü geliyorsa, öl; talih seni ezmişse, baldıran iç. Acıdan belin bükülmüşse bırak bu yaşamı. Mutsuz mutsuzluğunu anlatsın; yargıç devasını sağlasın; adamın çektikleri bitecektir.
Ölümün nedenleri içimizden çok daha fazla dışımızdadır ve ancak biz onların, yani dışımızdaki o nedenlerin etki çevresine girdiğimizde bizi etkilerler.
Bilimsel bir araştırma, karşılaştırılabilir olgulara dayanmazsa amacına ulaşamaz ve yararlı biçimde karşılaştırılabilecek olgulardan ne kadar çoğunu bir araya getirirse, o araştırmanın başarı olasılığı o kadar yüksek olur.
“Yalnızlığını hissetmek için, düşünme yetisini yitirmemiş yani dünyanın geri kalanıyla ne gibi bir ilişki içinde olduğunu zihninde canlandırıyor olmak gerekir. Çünkü umutsuz kişi düşünür, çevresindeki varlıkları, nesneleri sessizce sorgular. Karşılığında kendi üzgünlüğünün yansımasından başka bir şey olmayan olumsuz ve cesaret kırıcı yanıtlar alır. Bunları yaşamdan ayrılması için bir yüreklendirme, bir teşvik olarak yorumlar. İşte ancak o zaman kendini öldürür.
Ani bir sarsıntıyla bir topluluktan kopmuş insan başka bir toplulukta dayanacak yer bulamıyordur ya da en azından bulamayacağını sanıyordur. Fakat böyle bir durumda toplum açısından ölmüş olan insan, çoğu zaman kendisinin belli başlı yaşama nedenini de yitirir.
“Bir yaşam biçiminden ötekine geçiş ve bundan doğan ilerleme, öncelikle, birtakım edim ve girişimlerin, az ya da çok kalıcı durumların daha geniş bir çeşitliliği, aynı zaman dilimi içinde toplaşır. Sanki toplumsal yaşam ağı sıkılaşmış gibidir, çünkü iplikler daha yakın aralıklarla çaprazlaşmaktadır. Yani insanlar arasındaki temasların çoğaldığı bir toplumda intihar olasılıkları da daha sıktır.”
Yazar, intiharın bir bakıma kent nüfusunun önemine ve ondan da çok kırsal toplumların kentsel uygarlığa dönüşmesine bağlı olduğu sonucuna varıyor.
“Kadın olsun erkek olsun, insan kendi başına terk edildiği, bir toplumsal grupla iyice bütünleşmediği ve bundan ötürü o toplumsal gruptan kaynaklanan ortak güç ona yeterince canlılık ve yetke vermediği zaman, intihara eğilim gösterir. Bu durumlarda, insanların istekleri bütünleyici bir ortamın içinde yeterince güçlü kapsanmadığından, genellikle derin
bir yoksunluk meydana gelir.”
Bencil intihar; topluluğun, birey üzerindeki basıncının zayıflamasının, toplumun çözülmesinin bireyde yaratabileceği tinsel şaşkınlığın sonucudur.
“Attığımız adımların gerçek nedenleri konusunda pek çok kez yanılmışızdır.”
beni kararsız zevklerim olmakla suçluyorlar, diye acıyla haykırır; aynı hayalden uzun süre tat alamıyormuşum. sanki hazlarımın süresini dert edinmiş gibi, onları bir an önce tüketmeye bakan bir düşlemin eline düşmüşüm. erişebileceğim amacı hep geride bırakıyormuşum. ben sadece görülmeyen ama hissedilen varlığı, peşimi bir türlü bırakmayan meçhul bir iyiliği arıyorum. her yerde sınırlara çarpıyorsam, bitmiş olan şey benim içinn hiçbir değer taşımıyorsa, kusur bende mi?
genellikle yaşama kızarlar, onu kendilerini aldatmakla suçlarlar. ne var ki esiri oldukları boş telaş, koşuşma, arkasında bir çeşit bitkinlik bırakır ve bu, düş kırıklığına uğramış tutkuların daha önce gördüğümüz intiharlardaki şiddetle ortaya çıkmasını engeller. sanki tutkular sonunda yorulmuş ve ortaya güçlü tepkiler koyamaz gibidir. yani kişi bir çeşit melankoliye düşer; bu, bazı yanlarıyla aydın bencilin melankolisini andırır, fakat onun ağır, nazlı bir çekiciliği yoktur. bunda egemen olan, kişinin yaşama karşı duyduğu az çok sinirlenmiş, kızmış tiksintidir. iki bin yıl önce seneca’nın çağdaşlarında gözlemlediği bu ruh durumuydu; bizi kemiren kötülük, içinde bulunduğumuz yerde değil, kendi içimzde. acıya dayanamayan, hazdan tat alamayan, her şey karşısında sabırsızlanıp sinirlenen bizler, ne olursa olsun çekecek güce sahip değiliz. ne kadar çok insan, her türlü değişimi denedikten sonra aynı duyulumlara dönüp de yeni hiçbir şey algılayamayınca ölümü çağırır.
intihar eden bencil hiçbir zaman kendini böyle şiddet edimlerine kapıp koyuvermez. kuşkusuz onun da yaşamdan yakındığı zamanlar olur, ama bu sızıldanma biçimindedir. yaşam onu da baskı altında tutar ama birden ve güçlü gelen sürtüşmelerle sinirlendirmez. o yaşamı, daha çok, acı verici bulur. yaşam onu ilgilendirmediği gibi, somut acılar da vermez.
bunlarda bazen kutsal varlıklara yönetilmiş kötü sözler, genellikle yaşamı suçlayan şiddetli sözcükler vardır.
fakat bencil intiharın bu yüksek biçimden başka, daha sıradan bir biçimi vardır. kişi, durumu üzerinde üzüntüyle düşünmez, kararını neşeyle verir. bencilliğinin ve ondan doğması akla yakın gelen sonuçların farkındadır. bunları daha baştan kabullenir ve bir çocuk ya da bir hayvan gibi yaşamayabaşlar; şu farkla ki ne yaptığının farkındadır. bildiği tek görev, kişisel gereksinimlerini – hatta daha emin olabilmek için onları sadeleştirerek – yerine getirmektir. başka bir şey ummasının olanaksızlığını bilerek daha fazla bir şey istememektedir, ama bu son amacına ulaşması engellenirse, kendini zaten artık anlamı kalmamış bir yaşamdan koparmaya da hazırdır. bu epikürcü inithardır. çünkü epikür öğrencilerine ölümü çabuklaştırmayı emretmez, tersine yaşamda ilgilenecek bir şey buldukları sürece yaşamlarını öğütlerdi.
bu ayrımı yaratan bireylerin topluma bağlanma yolları değil, toplumun bireyleri düzene sokma yollarıdır. bencil intihar, insanların yaşamda olmak için artık bir neden görmemesinden ileri gelir. özgeci intihar, bu nedenin insanlarla yaşamın dışında görünmesinden doğa. varlığını az önce saptadığımız üçüncü tip intiharın kaynağı, insanların etkinlğinden düzenin bozulmasında ve insanların bundan acı çekmelerindedir. kaynağı nedeniyle bu sonuncu çeşide kuralsızlık intiharı diyeceğiz.
onların arasında yabanıl ve kaba bir insan çeşidi vardır ki, bunlara bilge derler. onların gözünde ölüm gününü öngörüp, ona karşı gitmek bir onurdur. yaşların ilerlemesi ya da hastalık bunaltıcı olmaya başladığında kendilerini diri diri yaktırırlar. ölümü beklerlerse bu onlar için onursuzluktur.
onu kopyalamamızın nedeni ne onu yararlı bulmamız ne de örneğimizle aynı fikirde olmamızdır. sadece kopya etmiş olmak için ederiz. o edimden algıladığımız şey, onu yeniden gerçekleştiren devinimleri otomatik olarak belirler. esneyen, gülen, ağlayan birini görünce esnememiz, gülmemiz, ağlamamız böyledir. adam öldürme düşüncesi de bir kişiden ötekine böyle geçer. maymun davranışı dediğimiz taklit budur.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
bağlı olduğumuzun kuralın dayandığı nedenleri görmekte zorluk çekmekle birlikte, o kurala uyuyorsak, bu sadece o kural toplumun gözünde bir kumanda gücüne sahip olduğu içindir.
halbuki tersine, intihar çoğu zaman çok lileri derecede bir çökkünlükten doğar.
doğanın böyle havalarda aldığı kasvetli görünüm insanı düşlere itmez, üzüntülü tutkuları uyandırmaz, melankoliye davetiye çıkarmaz mı?
ailesinde hem deliler hem de müntehirler bulunan bir zavallı kalkar kendini öldürürse, bu yakınları müntehir olduğu için değil, yakınları deli olduğu içindir.
herkes kendine göre, bilimsel bir sağlamlık olmaksızın bir şeyler söylüyor.
ben içine yerleştirildiğim çevrede yaşamak için doğmamışım.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
herhalde yaşamdan çekilebilse, kendine dışarıdaki gürültünün ancak hafif bir biçimde ulaşacağı özel bir yer yaratabilse fazla acı çekmeden yaşayabilir.
bir ticarethanede çalışıyorum; işimin gerektirdiklerini uygun bir biçimde yerine getiriyorum, fakat kurulu bir makine gibiyim. bana söylenen bir söz, sanki boşlukta çınlıyor gibi. en büyük sıkıntım intihar düşüncesinden geliyor. bundan bir an bile kurtulamıyorum.
saatler boyu zor soluk alarak, kötü bir olayın meydana gelmesinden korkan bir kişi gibi, hareketsiz ve gözleri yere dikili kalıyor. kendini ırmağa atmaya kararlı, kimse onu kurtarmaya gelemesin diye gözlerden en uzak yeri arıyor.
gerçekten de monomani, eğilimler dizisi içinde abartılı bir tutkudur sadece, abartılı bir tutku ve yanlış bir düşüncedir, ama öylesine yeğin, öylesine şiddetlidir ki ruhu avucuna alır ve ona hiçbir özgürlük bırakmaz.
saplantılı kişi, bilinci tek nokta dışında sapsağlam olan bir hastadır. tek bir noktada eksiklik gösterir, o da keskin bir biçimde belirli, sınırlıdır. örneğin, zaman zaman akılalmaz bir içme ya da çalma veya küfretme gereksinimi duyar. fakat bunun dışında tüm edimleri, tüm düşünceleri dosdoğru şeylerdir. şu halde, intihar deliliği diye bir şey varsa bu ancak bir saplantı olabilir. zaten intihar çoğu zaman böyle nitelenegelmiştir.
kuşkusuz, kaba anlamıyla inithar, her şeyden önce artık yaşama önem vermeyen bir adamın umutsuzluğundan doğan bir edimdir. fakat insan gerçekte, yaşamdan ayrıldığı anda ona hala bağlı olduğundan, onu bir türlü bırakamaz; bir canlı varlığın sahip olduklarının en değerlisi diye bilinenini bırakırken yaptığı edimler arasında asal oldukları besbelli ortak nitelikler vardır.
ölümün nedenleri içimizden çok daha fazla dışımızdadır ve ancak biz onların, yani dışımzdaki o nedenlerin etki çevresine girdiğimizde bizi etkilerler.
Ölümü beklemek, yaşam için bir utançtır.
Toplumun acısı zorunlu olarak bireylerin acısı olur.
Bazen onun kendisine acı veren dünyadan kaçtığını, yalnızlığı aradığını görürüz.
Bugün insanların eskiye göre daha çok intihar etmeleri, yaşamımızı sürdürmek için daha zahmetli çabalarda bulunmamız gerektiğinden, ya da meşru gereksinimlerimiz daha az karşılanmakta olduğundan dolayı değildir; ama meşru gereksinimlerimizin nerede durduğunu artık bilmememizden ve çabalarımızın yönünü kestiremememizden kaynaklanmaktadır.
Devlet yalnız genel ve kolay işler için yapılmış, ağır işleyen bir makinadır. Onun her zaman tek biçimli olan işleyişi özel durumlardaki sayısız değişkenliklerle uyum gösteremez. Bundan dolayı işleyişi zorunlu olarak bastırıcı ve bir -düzeye- getirici niteliktedir.
Günümüzün büyük toplumları düzeltilmesi olanaksız bir biçimde dağılmadıkça ve eski dönemlerin küçük toplumsal kümelerine geri dönülmedikçe, yani insanlık başlangıçtaki noktasına geri dönmedikçe, dinler artık bilinçler üzerinde çok geniş ve derin bir egemenlik kuramazlar.
Eğitim toplumu yansılar ve onu kısaca yeniden üretir. Topluluklar sağlıklı bir durumda bulunduklarında eğitim de sağlıklı olur; ama onlarla birlikte eğitim de bozulur, yoksa kendi başına değişemez. Ahlaki ortam bozulmuşsa, öğretmenlerin kendileri de orada yaşadıklarından, bundan etkilenmemeleri olanaksızdır; bu durumda yetiştirdikleri kimseleri kendilerininkinden farklı bir yöne nasıl yönetebilirler?
İnsanların acılarına pek aldırmayan kişi, kendi kişisel acılarına da daha kolay katlanabilir.
kendimizden başka bir amacımızın bulunmaması durumunda, çabalarımızın da, kendimiz gibi en sonunda yok olup gideceği düşüncesinden kurtulamayız.
İntihar, açık bırakılmasında yarar bulunan bir güvenlik kapakçığı gibidir. Kesinlikle, bizi az sayıdaki yararsız ya da zararlı kişilerden, topluma karışmasına gerek kalmadan, bu nedenle de mümkün olan en kolay ve en masrafsız bir biçimde kurtarmak gibi çok büyük bir yararı vardır. Bu gibi kişileri toplumun şiddet kullanarak bağrından söküp atmasından ise, onların kendilerini, tatlılıkla ortadan kaldırmasına izin vermek daha iyi olmaz mı?
Genel olarak geleneklerin barışçıl ve yumuşak olduğu, insan kanı akıtmaktan tiksinti duyulan yerde, sözü edilen çökmüş kişi içine kapanır, güçsüzlüğünü kabul eder ve doğal ayıklanmanın etkilerinden daha çabuk davranarak yaşamına son verir ve böylece mücadeleden çekilir. Buba karşılık ortalama ahlakın daha katı bir nitelik gösterdiği, insan yaşamına daha az saygı duyulan yerde bu kişi baş kaldırır, topluma savaş ilan eder, kendini öldürmek yerine başkasını öldürür.
zihinsel yalnızlığım, içinde artık insanları değil, yalnızca doğayı ve Tanrıyı görmek istediğim bir kefen idi.
Seneca’nın çağdaşlarında gözlemlediği ruh durumu ve bunun yol açtığı intiharlar böyleydi. Bizi bunaltan hastalık yaşadığımız yerlerde değil, bizim kendimizdedir. En hafif yükü taşıyacak gücümüz yok, acıya katlanamıyoruz, zevkten yararlanamıyoruz, hiçbir şeye karşı sabrımız yok. Niceleri her türlü değişikliği denedikten sonra aynı duygulara döndüklerini, hiçbir yeni deneyim elde edemediklerini görüp ölümü çağırıyorlar.
Eğer yaşam, onu yaşamak zahmetine değmiyorsa, her şey ondan kurtulmak için bir bahane olur
Bilimi susturarak, yitip giden geleneklere eski güçlerini yeniden kazandırmaya asla olanak yoktur ; bu yol, o geleneklerin yerine yenilerini koymada bizi daha da güçsüz kılar.
İnsan öğrenmek istemektedir ve üyesi olduğu dinsel toplumun uyumu bozulduğu için de kendini öldürmektedir; ama öğrenim gördüğü için kendisini öldürüyor değildir. Hatta dinin çözülmesine yol açan şey bile onun gördüğü öğrenim değildir; tersine, din çözüldüğü içindir ki öğrenim gereksinimi uyanmaktadır.
Uzayın derinliklerini keşfeden insan, kendi kendisini tanımada kısıtlamaları așamamaktadır.
İntihar ne kışın, ne güzün, tersine doğanın en güler yüzlü, ısının da en tatlı olduğu güzel mevsimde en yüksek orana çıkmaktadır. İnsan, yaşamın en kolay olduğu anda ondan ayrılmayı yeğlemektedir.
Her müntehir bir delidir.
Bir hastası Brierre de Boismont’a gelip şunu söyler: 53 yaşıma kadar sağlığım yerindeydi. Hiçbir derdim yoktu. Epeyce neşeli bir mizacım vardı. Üç yıl önce zihnimi kapkara düşünceler sarmaya başladı. Üç aydır ise o düşünceler aman vermez oldu. Her an kendimi öldürmeye iten bir güç var. Şunu da söyleyeyim ki ağabeyim 60 yaşındayken kendini öldürmüştü ve ben hiçbir zaman bu olaydan dolayı öyle ciddi bir biçimde tasalanmamıştım. Fakat elli altıncı yaşıma geldiğimde, o anı daha canlı bir biçimde önüme çıktı ve şimdi peşimi hiç bırakmıyor.
Gerçekten de ilerideki bir bölümde göreceğimiz gibi, intihar çok bulaşıcıdır. Bu bulaşıcılık, özellikle yapısı bakımından genellikle her telkine, özellikle de intihar düşüncelerine açık kişilerde kendini hissettirir. Çünkü o kişiler sadece dikkatlerini çeken şeye öykünmeye değil, zaten bir eğilim duydukları bir edimi yinelemeye de uygun bireylerdir.
Kuşkusuz günlük dildeki biçimiyle intihar, her şeyden önce artık yaşamaya önem vermeyen bir insanın umutsuzca bir edimidir.
Yaşam, onun için sarfedilen yaşamak emeğine değmiyorsa, her şey ondan kurtulmamız için bahane olabilir.
Kurbanın kendisi tarafından gerçekleştirilmiş, olumlu ya da olumsuz bir edimin, dolaylı ya da dolaysız sonucu olan her ölüm intihardır.
Bütün dinsel inançlar içerisinde yahudilik, intiharların en az olduğu inanç topluluğudur.
Ruhumun yalnızlığı öyle bir kefendi ki insanları değil ,sadece doğayı ve Allah’ı görmek istiyordum.
İnsan ruhsal yapısından ötürü,kendisini aşan ve kendisinden sonra yaşamayı sürdürecek olan bir nesneye bağlanmazsa yaşayamayacağını yazanlar olmuştur.Bu zorunluluğu da büsbütün yok olmama yolunda duyduğumuz gereksinimle açıklarlar.Yaşam,derler,ancak bir var olma nedeni görüyorsak ,bir amacı varsa,zahmete değiyorsa çekilir.
Üzgünlük nesnelerin içinde bulunmaz.O,bizim kendi düşüncelerimizin ürünüdür.
Bir toplumda intihar vakaları kısa sürede çok hızlı artış gosteriyorsa;sebebi kişisel sorunlar değil , toplumsal sorunlardır.
Gelenek zihinlere egemen oldukça her şeye yettiğini söyler ve kendisiyle yarışacak bir güce kolay kolay hoşgörü gösteremez.
Dinsel yaşam ne kadar yoğun ise,onu yönetecek o kadar çok kişiye gereksinim duyar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir