İçeriğe geç

Amras – Watten Kitap Alıntıları – Thomas Bernhard

Thomas Bernhard kitaplarından Amras – Watten kitap alıntıları sizlerle…

Amras – Watten Kitap Alıntıları

Bugün , olduğumdan daha yaşlıyım ve aklım sayesinde her şeye sahip olduğumu sanarken aslında tek bir kimsem bile yok.
Zaman zaman ciddiyetle içimden geçiriyorum da , her şey yalnızlıkla , yalnızlaşmayla , kendimle bir aldatmaca sadece . Hakikatten yalana , yalandan da hakikate varıyorum, kendimden alçalmaya varmam gibi.
Hepimiz daima kimse bizi uğraştırmasın isteriz.
Birileri sürekli başka birisi olmak ister, saygıdeğer beyefendi, diye düşünüyorum, her şeyin kökü buna dayanır, başka hiçbir şeye değil
Ama insanlar çoktandır kaliteden anlamaz oldular. Dayanıklılıktan. Birinci sınıflıktan. Neye dokunsan kısa zamanda dağılıp gidiyor. Ama sanayinin kafasında piyasaya, kısa zamanda kıymetini yitiren mamuller atmaktan başka bir şey yok.
Ama insanlar çoktandır kaliteden anlamaz oldular. Dayanıklılıktan. Birinci sınıflıktan. Neye dokunsan kısa zamanda dağılıp gidiyor. Ama sanayinin kafasında piyasaya, kısa zamanda kıymetini yitiren mamuller atmaktan başka bir şey yok.
Her şey kainatın adi bir sadeleştirmesi
İnsanlar pis gözleriyle her şeyi kirletirler
İnsanlar adi, çünkü yaşadıkları dünya adi
Sürekli hatıraya, hatıranın hatırasına çeliniyor aklım
zaten her şey hep karanlıkta kalır
Umutsuzluk içindeyken, diyorum, nerede olduğun bir, bu dünyada nerede kalmak zorunda olduğun bir, göz açıp kapayana dek (içinde bulunduğun) trajediden (içinde bulunduğun) komediye girebilirsin, tam tersi her zaman (içinde bulunduğun) komediden (içinde bulunduğun) trajediye de.
Konuşuyoruz, ama bütün konuşmalarımız hiç kimsenin anlamadığı dilden.
Bir insanla konuşuruz, saygıdeğer beyefendi, ve bizi anladığını biliriz, oysa aynı anda her şeyin bir yanlış anlaşılmaya dayandığını da biliriz. Mesele bu (her) insana nasıl ulaşırım değil, yeniden, her halükârda sürekli olarak bu (her) insandan uzaklaşıp kendime nasıl dönerim meselesidir.
tamamen bozulan dengemle boğuk tecrübelerin, ruhun ölümcül ipuçlarının olduğu bir ormandan geçiyorum, her şey ölü, tüm kitaplar ölü, soluduğum artık ölü bir hava Kendimi elimden gelen en büyük insanî hakimiyetle birden ‘kendi içimde’ gözetlediğim için diyorum, kaç defa, sayısız kereler öldüm ben
geçmişte ve şimdi olduğumuz, gelecekte olacağımız şey neyse karanlıkta kalacaktır, zaten her şey hep karanlıkta kalır
..her açtığım kitapla bir tabut açıyordum estetik, hattâ en başlarda yarım kalmış kazanımlarımız, haklarımız, hayatımızdaki imtiyazlarımız ve zihin gelişimimizin delilleri kefenlenmişti
..durmaksızın şu soruyu soruyorduk: ‘neden hâlâ yaşamamız lazımdı’ ve boyuna cevapsız kalıyorduk – basiret kazandıracak bir yankılanma bile olmadan, hep tersine gelişmeler ve beyin sekteleri! – saatbesaat içimizde ve etrafımızda daha da fazla ve, evet, insana layık olsa da, büzüşen çift beyinli bir yalnızlıkta çaresiz birbirine bağımlı, en acınası eylem ve fiillerde bile günler, hatta haftalar sonra bile birbirimizle felaket hakkında konuşmaya cesaret ediyorduk; şiddetli bir beraberlikle, her tür mistikleştirmenin ötesinde, sadece organik olana tutunuyorduk ölüp gitme ihtimalleriyle içimizdeki her şey, tabiatın en derin enerjilerine doğru başarısızlığa uğruyordu
Yalnızsam, insanlar arasına karışmayı isterim, insanlar arasındaysam, yalnız olmayı isterim kâh onlardan tiksinirim kah aralarında duran kendimden
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Beyin bu ülkede tamamen yersizdir, işsizdir.
Söylenen her şey yalan, hakikat bu, saygıdeğer beyefendi, bu lakırdı müebbet zindanımızdır.
Tabiatı parçalarına ayırsalar, her parçası içinde, yapısının aldatma olduğu ayan beyan belli olur. Tabiatının adiliği içindeki kibir delisi insanın hali de böyle.
Benim için beraber yaşadığım insanların bunaltıcı, hüzünlü yoruculuğundan başka şey yok artık
Kendimi elimden gelen en büyük insani hâkimiyetle birden kendi içimde gözetlediğim için diyorum, kaç defa, sayısız kereler öldüm ben
Ruhun ölümcül ipuçlarının olduğu bir ormandan geçiyorum, her şey ölü, tüm kitaplar ölü, soluduğum artık ölü bir hava
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Düşünüyorum da: mezarlıkların derin anlamı ve mezarlıkların dışındaki dünyanın; ölü insanların çokluğu
İyi kullanılmış bir ömür, uzundur.
Bu zamanların niyeti akla gelebilecek her yerde yıkım ve ölümdü – ürkek ve korkak dünyamız zamanı ve zamanın dişlilerini aldatacak durumda değildi artık  
Her birimiz bütün yıkımların yıkıcı merkeziydik zıtlıklarımızda hastalıklıydık histerilerimiz içinde süratle tükeniyorduk.
Her açtığım kitapla bir tabut açıyordum estetik, hatta en başlarda yarım kalmış kazanımlarımız, haklarımız, hayatımızdaki imtiyazlarımız ve zihin gelişimimizin delilleri kefenlenmişti.
“Birini görüp ne sempatik diye düşünüyorsunuz, çok geçmeden (sanki kafanıza vurulmuş gibi!) ne adi, ne gülünç, ne alçak cinsten biri olduğunu görüyorsunuz.”
“Mesele bu (her) insana nasıl ulaşırım değil, yeniden, her halükarda sürekli olarak bu (her) insandan uzaklaşıp kendime nasıl dönerim meselesidir.”
“ düşüncesi olmak demek bir düşünce boyu önce insanlardan ve kavramlarından sonra da kendinden uzaklaşmak demektir.”
“En karmaşık ve en basit insanda yine de her gün en az bir defa her şey bir sebeptir.”
“Bıkana kadar yaşamış olmak,”
“Sayısız tuzak, sussak da.”
“İnsanlar her şeyi hafifletici sebep diye gösterebilir, diyorum.”
“İnsanlar adi, çünkü yaşadıkları dünya adi. İnsanların her şeyi adi. Adi olanla, adi olanın tabiatı olarak tabiat, dönüşümlü olarak birbirini tamamlıyor, diyorum. Bazen insanın sesi çok çıkıyor, ama küstahlaşmanın yeri değil. Kafalarında kazanma hırsı ile aldatma garazkarlığından başka şey yok, diyorum. Tabiatı parçalarına ayırsalar, her parçası içinde, yapısının aldatma olduğu ayan beyan belli olur. Tabiatının adiliği içindeki kibir delisi insanın hali de böyle.”
“Çünkü bir şey olduğu yok… çoktan soğumuş bedenlere, çoktan soğumuş beyinlere, donmuş sinir merkezlerine, taşlaşmış beden kakofonisine sürekli dokunma, onları yoklama.”
İyi kullanılmış bir ömür, uzundur (Da Vinci)
“Parçalardan başka bir şey olmadığın, kısa, daha uzun ve en uzun zamanların parçalardan başka şey olmadığı bilinci… şehirlerin ve ülkelerin sürekliliğinin parçalardan başka şey olmadığı ve yeryüzünün parça olduğu…”
“Zira ilginin ne olduğunu biliyorum, artık ilgim yok… sadece sekseninde olacak şey on dokuzunda mümkün müdür? Her gün, farklı olsa da aynı, aynı uzunluktaysa…”
“Kendi içimde kendimle adeta kendimle kötü bir romandaymış gibiydim…”
“Duyumsamalarımızın cam fanusu altında yürüyorum…”
“ ürkek ve korkak dünyamız zamanı ve zamanın dişlilerini aldatacak durumda değildi artık… nereye baksak bu dünya başarısız oluyordu, her yerde ve her şeyde, şehirlerde ve kırlarda, mümkün olsa bu insanları uzun süre hiç teselli vermeden uykuda bırakacak bu zamanda”
“Otlar artık o kadar taze, ekinler o kadar uzun değildi, birden kitaplar da artık o kadar aşılmaz olmaktan çıktı…”
“Halen sağ olduğumuza şaşırıyorduk… halen var olduğumuza, yeniden var olmaya cesaret edebilmemize”
“Yazgımız hakkında, mesafe katedeceğimiz şekilde esaslıca düşünmeye cesaret edemiyorduk, kaldı ki sebeplerini anlayabilelim…”
“bir an, sadece bir an birinin eve gelip bizi keşfetmesini umdum… kimse gelmedi…”
gerçi ebeveynimiz bizi karanlıktan koruyordu ama her seferinde, daha çocukken bile, ebeveynimizin gölgelerine basıyorduk
Benim hakkımda da bildiğim bir şeyi söylüyor, ben budalaymışım.
Varlığının mil­yonlarca başka varlıktan biri olduğunu ve zerre anlamı olmadı­ğını, dehşet verici olduğunu ama yine de hep bıktıracak derece­ de kendi kendine yaşama kudretinde olduğunu söyleyemese de biliyordu.
Normalde sükunetsizliğimden başka hiçbir şey düşünmem ve bu yüzden sükunetsiz olurum.
Hiçbir şeye hayranlık duymayan nesil.
Ölülere yaşam gibi muamele.
Yaşama da ölüm gibi.
Ben sınırım, hiç durmadan, ölümüm.
Bütün yaşam: ben ben olmak istemiyorum, Ben olmak istiyorum, ben olmak değil
Mesele bu(her) insana nasıl ulaşırım değil, yeniden, her halükârda, sürekli olarak bu (her) insandan uzaklaşıp kendime nasıl dönerim meselesidir.
Bir insanla konuşuruz, saygıdeğer beyefendi ve bizi anladığını biliriz, oysa aynı anda her şeyin bir yanlış anlaşılmaya dayandığını da biliriz. Mesele bu (her) insana nasıl ulaşırım değil, yeniden, her halükârda sürekli olarak bu (her) insandan uzaklaşıp kendime nasıl dönerim meselesidir.
Sizin de bildiğiniz gibi her şeyin büyük şenliklerle ahmaklığa teslim olduğu bizimki gibi bir ülkede uzun süre yaşayınca, kısa zaman sonra tercih hakkımız kalmaz. Beyin bu ülkede tamamen yersizdir, işsizdir.
Zaman zaman kendime ciddiyetle diyorum ki, her şey yalnızlıkla, yalnızlaşmayla, kendimle bir aldatmaca sadece. Hakikatten yalana, yalandan da hakikate varıyorum, kendimden alçalmaya varmam gibi.
Kalabalık kendini ona yüzde yüz teslim etmiş bir insanı yabancı bir cisimmiş gibi acımadan dışarı atar. Kalabalığı işitince kalabalığa ait olmuyorum, kendimi işitince kendime ait oluyorum.
Sürekli hatıraya, hatıranın hatırasına çeliniyor aklım.
Daha küçücük çocukken dünyadan gizlice göçmeyi düşünürdüm onların hepsinden geriye bir ben kaldım.
Sonra kainatın ikili çifte yansımaları olarak kendimizin farkına varıyorduk Cennetten görüntüler, cehennemin yansımaları Hem denizler hem çöllerde atmosferlerin sarsılışı takımyıldızlara bakarken çoğunlukla öyle yükseğe çıkıyorduk ki tir tir titriyorduk, sular, taşlar bile kulak kesilip bu suretle bir şeyleri kavradığımızda fanilik imtiyazına sahiptik bakıyorduk, artık tahminlere muhtaç değildik, salim insan aklının hesaplamalarına böylesi anlarda ne ince, ne kadar da kafa yormayan bir suskunlukla birbirimizle anlaşabiliyor, birbirimizi yenileyebiliyorduk Gördüklerimize hitap etmekten sakınıyorduk Hayali olan her şeyi önümüzde saniyelik aydınlatıyor, sonra da tekrar kendi için karanlığa gömüyordu en yüce anlar elbette hep en kısa, olabilecek en kısa anlar oluyordu Şakaklarımız zeminlere ve duvarlara dayalı, milyonlarca ışık yılının, ta uzaklardan dönüşünü gözlüyorduk konik topaçlar, küre şeklinde gök cisimleri, matematiğin hassas esnekliği
düşüncelerim aciz, düşünce bile değiller artık, keza hislerim de Talimata boyun eğerek aylarca amfilerimizde geçirmek zorunda kaldığım zamanın peşinden aniden çok karanlık bir zaman geldi Artık hiç araştırmıyorum, tamamen bozulan dengemle boğuk tecrübelerin, ruhun ölümcül ipuçlarının olduğu bir ormandan geçiyorum, her şey ölü, tüm kitaplar ölü, soluduğum artık ölü bir hava Kendimi elimden gelen en büyük insani hâkimiyetle birden kendi içimde gözetlediğim için diyorum, kaç defa, sayısız kereler öldüm ben
Şakak kemiklerimizin dünyanın kendimiz ve her şey için belirlediğimiz merkezine olan belirli ilişkisiyle yaratma süreçlerinin, bütün maddenin irade kuvvetinin sırlarına vakıf oluyorduk Sonra kainatın ikili yansımaları olarak kendimizin farkına varıyorduk .
.Bir insanla konuşuruz, ve bizi anladığını biliriz oysa aynı anda her şeyin bir yanlış anlaşılmaya dayandığını da biliriz.
Mesele bu insana nasıl ulaşırım değil, yeniden, her halükarda, sürekli olarak bu insandan uzaklaşıp kendime nasıl dönerim meselesidir.™

.çünkü kağıda dökülen, saygıdeğer beyefendi, akıl değil, gülünçlük, acizlik, hainliktir.!!!

.Sizin de bildiğiniz gibi her şeyin büyük şenliklerle ahmaklığa teslim olduğu bizimki gibi bir ülkede uzun süre yaşayınca, kısa zaman sonra tercih hakkımız kalmaz.%
Beyin bu ülkede tamamen yersizdir, işsizdir.*
*Yalnızsam, insanlar arasına karışmayı isterim, insanlar arasındaysam, yalnız olmayı isterim, bu durum onlarca yıl sürdü. Kâh onlardan tiksinirim, kâh aralarında duran kendimden, bu durumu bilirim.
*Hep, işittiğimiz kendi çolpa deyimlerimiz olduğu ortaya çıkan yabancı deyimler, kendi sınırsız çolpalığımız, kendi sınırsız cinnetimiz, kendi sınırsız kalpsizliğimiz, kendi sınırsız nefretimiz… .
Bu genç insanlara perişan edilmesi gerekli bir dünyanın nasıl perişan edileceğini öğrettim, onlarsa perişan edilmesi gerekli dünyayı değil perişan edilmesi gerekli dünyayı nasıl perişan edeceklerini kendilerine öğreten beni perişan ettiler.*@
hep, işittiğimiz kendi çolpa deyimlerimiz olduğu ortaya çıkan yabancı deyimler, kendi sınırsız çolpalığımız, kendi sınırsız cinnetimiz, kendi sınırsız kalpsizliğimiz, kendi sınırsız nefretimiz saygıdeğer beyefendi.
kah deliyim, diye düşünüyorum, kah deli değilim diye. bu, enstrümanları baştan başa belirlenmiş bir cinnet partisyonudur. .
tüm kitaplarda tabiat, düşüncelerin tamamen kıymetini yitirdiği bir kabare halinde görünür. hayat tasavvurunun yüce sanatı gibi yaşamanın ve var olmanın daha yüce sanatının da alaya alındığı, kabare gibi bir dünyada yaşıyoruz biz. her gün kabare usulü intihar ediyorum. felsefe kabare gibi. din kabare gibi. savaş, devasa bir ceset yığını, saygıdeğer beyefendi bütünüyle yalan bir kıta. bugün tüm bunlar şaka.
çünkü kağıda dökülen, saygıdeğer beyefendi, akıl değil, gülünçlük, acizlik, hainliktir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir