Giovanni Papini kitaplarından Gog (1-2) kitap alıntıları sizlerle…
Gog (1-2) Kitap Alıntıları
Ve siz benden bir şey istemediğiniz halde, yine de yarım saatimi ve kuvvetimden bir parçasını alıp götürdünüz. Siz de namuslu bir hırsızsınız, terbiyeli bir hırsız ama bir hırsız.
Ruhunuzdan bir şey kesip atabilirim ama bir şey ekleyemem.
Bazen günahlardan daha fazla acı veren faziletler vardır.
Bilim ortadan ölümü kaldırmadıkça bir şey yapmış sayılmaz. Beni bir gün bir taşın altında çürümeye atacaklarına göre Londra’dan New York’a yarım saatte uçmuşum, bana ne?
Bir insanı eğitmek için bir asır ancak yetişir, elde edilenlerin meyvalarından faydalanmak için ise en az iki asır lazımdır.
İnsan, bütün ikiyüzlülüklere ve söylentilere rağmen samimi olarak kendinden başkasını sevmez ve benliğinden başkasına tapmaz, saygı göstermez.
Davalar birer suç mektebidir ve cezaevleri birer cinayet yuvası.
Aşk iki kişiyi tek bir varlık haline getirmek ister ve muhtelif şeyleri birbirine benzeten, şekillendiren, mecaz ve istiareyi daima kullanan şiir ise bütün bu şeylerin değerini peşin olarak kabul eder.
Benliğimi parça parça sökecek olsam, onda, hep dışarıdan gelmiş parçalar ve kırıntılar buluyorum.
…,hayat, insanları, pek kısa süren hayali zevk anlarını çok pahalıya ödetir, ölümden sonra bir şey olmasa bile, yanılgılardan, ihanetlerden uzak, sakin ve münzevi bir ömür tek başına bir ödül sayılır.
Halbuki insanın, gerçekten insan olmak istiyorsa, kuvvetini zekası ile idare etmesi, cinselliği aşk ile asilleştirmesi, yükseltmesi gerekir.
Bir insanı bütün ötekilerden üstün tutmak demek olan deliliğin bu enayi şekli insanlar için daima heyecanlara, hafakanlara, gücenmelere, kanlı öfkelere sebep olmuştur.
Aşkın ızdırabı, kinin zevki vardır. Nefret edelen kimsenin hataları ve felaketleri onun ölümünden çok fazla zevk verir.
Kin kördür derler, ama aşk için de aynı şeyi söylerler. Bir fark var. Kin bir varlığın iyi taraflarını görmez, aşk fena yönlerini görmekten yoksundur. Bu fark insan ilişkileri bakımından büyüktür ama işin özü düşünülünce yok demektir. Aşkı görmeyenlerinde gözü bozuktur, karayı görmeyenlerinde.
İnsan ancak ömrünün başında ve sonunda temizdir,en uzun çağı olan ortasında kirlenir, çürür.
“Şayet bugüne kadar gayeme ulaşamadım ise, sebebi fakirliğimdir. Nazariye olarak, şaşmaz kabul ettiğim iki formül tespit ettim, fakat bunları uygulama sahasına çıkarabilmem için aylarla çalışmak, bitki veya maden, bulunması güç, bu itibarla pahalı maddeler lazım.
“Siz vicdan sahibi bir insansınız, dünyanın dört bucağında, hayvan vücutları içinde esir kalmış milyonlarca kardeşimizin hergün duydukları ümitsizliğe kayıtsız kalamazsınız. Zenginsiniz ve bana yardım edebilirsiniz. Bir gün tarih diyecek ki, Soterioloji, Gog sayesinde kurulmuş ve sayısız kimse kurtuluşunu, insanlık onuruna yeniden dönüşlerini ona borçludur.”
Bir şarlatanla karşılaştığımın farkında olunca bu tatsız kuruntuya kolaylıkla yapabileceğim itirazlardan da vazgeçtim. Fakat kurtarıcıdan yakamı kurtarabilmem üç İngiliz lirasından aşağı mümkün olmadı.”
“Siz vicdan sahibi bir insansınız, dünyanın dört bucağında, hayvan vücutları içinde esir kalmış milyonlarca kardeşimizin hergün duydukları ümitsizliğe kayıtsız kalamazsınız. Zenginsiniz ve bana yardım edebilirsiniz. Bir gün tarih diyecek ki, Soterioloji, Gog sayesinde kurulmuş ve sayısız kimse kurtuluşunu, insanlık onuruna yeniden dönüşlerini ona borçludur.”
Bir şarlatanla karşılaştığımın farkında olunca bu tatsız kuruntuya kolaylıkla yapabileceğim itirazlardan da vazgeçtim. Fakat kurtarıcıdan yakamı kurtarabilmem üç İngiliz lirasından aşağı mümkün olmadı.”
“Mektuba cevap vermedim. Telefon da etmedim. Bu Siao -Sin akıllı ve ciddi bir kimseye benziyor. Belki iddiaları da boş değildir. Ama iyice düşündüm. Dünyanın hiçbir yerinde, şu anda, erkek veya dişi, görmek istediğim, özlediğim kimse yok.”
İnsanların gittikçe çoğalmaları bizzat kendilerinin rahat ve huzuru için tehlikelidir. Endüstri, ziraat ve sömürge politikasının bütün çabalarına karşın, kısa sürede, ziyafet ile çağrılı sayısı arasında çok büyük bir oransızlık olacaktır. Malthus’un hakkı vardı, tek hatası facia tarihini pek yakın hesaplamasında oldu. Kuşkusuz doğa, depremler, volkan patlamaları, salgın hastalıklar, kıtlıklar ve savaşlar, insan cinsine zaman zaman kayıplar verdiriyor. Otomobil kazaları, uyuşturucu maddeler ticareti ve intiharların artışı da, bir süredir gezegenimiz nüfusunun azalmasına yardım ediyor. Fakat, rastlantıların bu lütfü -diyelim- doğumların artışını karşılayacak kadar değildir, nerede kaldı ki, bu çeşit ölümler kurbanlara çok acı çektiriyor. “Buna nasıl bir çare bulmalı? Henüz kıtlık başlamadıysa da, payımıza düşecek yiyecekleri azaltmak zorunda kalacağımız tarih uzak değildir. İşte ‘İd’ burada devreye giriyor. Yaşamaya az layık olanları rasyonel bir şekilde yok etmeyi üzerine alıyor. Örgütümüzün adı, ilk çalışma döneminde ‘gizli, sakat ve zayıfları bulma’ adını alabilirdi. Doğa afetlerinin -salgın hastalık ve savaş gibi- sakıncaları şunda ki, gençler, masumlar ve sağlam insanlar telef oluyorlar. Eğer, dünyayı kalabalıktan kurtarmak gerekiyorsa, her şeyden önce gereksizleri, tehlikelileri ya da yeteri derecede yaşamış olanları ortadan kaldırmak doğru olur. Deprem ve kolera kördür, bizim ise gözlerimiz, hem de iyi gören gözlerimiz var. Bu bakımdan örgütümüz, pek gizli bir şekilde, zayıfların, iyileşmeleri olanaksız hastaların, ihtiyarların, ahlaksızların ve suçluların, kısacası yaşamaya hakkı olmayanlarla acı çekmek için yaşayanların ya da hayatları topluma ağır fedakârlıklar yükleyenlerin hiç acı duymadan, haberleri olmadan yok edilmelerine girişiyor.”
“Böylece üç gün, adada iniltiler, yakınmalar duyuldu. Fakat, kanun bağışlamaz, ayrıcalık ve erteleme kabul etmez. Belirlenen kurbanın kurtulabilmesi için bir tek çare var, o da onun yerine bir başkasının ölmeye razı olması! Bana söylediklerine göre, böyle bir şeyin geçtiğini kimse hatırlamıyor.
Üçüncü günü yedi mahkum, ailelerinin ve dostlarının çığlıkları arasında hayatlarına son vermişlerdi. Dördüncü gün şafak sökerken, denize, sessizce toplanan halkın önünde, yalnız iki torba atıldı. Geri kalanların yeniden hayata doğduklarını duymaya başladıklarını hissettim, yüzleri daha sakindi, daha bir yıl yaşamaktan emin idiler.”
Pat Cairness bana daha birçok hikâye anlattı, ama bu, garipliğiyle, üzerimde en fazla etki bırakanı oldu.”
Üçüncü günü yedi mahkum, ailelerinin ve dostlarının çığlıkları arasında hayatlarına son vermişlerdi. Dördüncü gün şafak sökerken, denize, sessizce toplanan halkın önünde, yalnız iki torba atıldı. Geri kalanların yeniden hayata doğduklarını duymaya başladıklarını hissettim, yüzleri daha sakindi, daha bir yıl yaşamaktan emin idiler.”
Pat Cairness bana daha birçok hikâye anlattı, ama bu, garipliğiyle, üzerimde en fazla etki bırakanı oldu.”
“Artık bu işe yaramaz üfürükçüleri başımdan savmalıyım. Volareg, iki metre yüksekten, uygun hava yokluğundan, vecde gelememekten şikâyet ediyor, bu maddeci memlekette manevi enerjilere yer olmadığını ve nihayet benim şüpheciliğimin, görünmeyen şeylere inancım bulunmayışının kendisinin ve meslektaşlarının gücünü hiçe indirdiğini söylüyor.
Kayda değer bir nokta: Beş üfürükçü pek dost oldular ve öyle bir iştahları var ki, yemek yerken görenler… mucize sanırlar.”
Kayda değer bir nokta: Beş üfürükçü pek dost oldular ve öyle bir iştahları var ki, yemek yerken görenler… mucize sanırlar.”
“Üstünkörü düşünenler ve geri kafalılar için bu sekiz amaç birbirine zıt görünebilir, ama sizin gibi pratik bir adam elbet bunların arasında, tam bir uyum olduğunu anlayıverir.
Makineleri ve verimlerini çoğaltmak işçi sayısını azaltır. Bir şeyin üretim süresini kısaltmak gündelik verimi çoğaltır. Tüketiciyi özel zevklerinden vazgeçmeye zorlayarak tiplerin sayısını azaltmak üretimin artıp maliyetin düşmesini sağlar. Nihayet fiyatları azaltıp ücretleri yükseltmekle, olası alıcı sayısını ve satın alma olanaklarını artırıyorum, öyle ki, hiçbir tehlike olmadan üretimi de artırabilirim. Otomobil pahalı olur ve yanımda çalışanlar az para kazanırlarsa elbet onlar da az satın alırlar. İyi para ver, ucuz sat, herkes müşterin olsun. Zengin olmanın sırrı, bol bol para verip ertesi günü iflas ediyormuş gibi satmaktadır. Çekingenleri korkutan bir paradoks benim servetimin sırrıdır.”
Makineleri ve verimlerini çoğaltmak işçi sayısını azaltır. Bir şeyin üretim süresini kısaltmak gündelik verimi çoğaltır. Tüketiciyi özel zevklerinden vazgeçmeye zorlayarak tiplerin sayısını azaltmak üretimin artıp maliyetin düşmesini sağlar. Nihayet fiyatları azaltıp ücretleri yükseltmekle, olası alıcı sayısını ve satın alma olanaklarını artırıyorum, öyle ki, hiçbir tehlike olmadan üretimi de artırabilirim. Otomobil pahalı olur ve yanımda çalışanlar az para kazanırlarsa elbet onlar da az satın alırlar. İyi para ver, ucuz sat, herkes müşterin olsun. Zengin olmanın sırrı, bol bol para verip ertesi günü iflas ediyormuş gibi satmaktadır. Çekingenleri korkutan bir paradoks benim servetimin sırrıdır.”
İnsan, bütün ikiyüzlülüklere ve söylentilere rağmen samimi olarak kendinden başkasını sevmez ve benliğinden başkasına tapmaz,saygı göstermez.
Bütün ilimler fizikte birleşiyor ve artık bundan sonra fizik bir tek formüle indirilebilir. Bu formülü, basit bir dille, şöyle ifade edebiliriz:
“Bir şey kımıldanıyor!”
Bu üç kelime insan düşüncesinin en yüksek terkibidir.
“Bir şey kımıldanıyor!”
Bu üç kelime insan düşüncesinin en yüksek terkibidir.
Ruh var ise bile, insanın onu istediği gibi kullanamayacağı kesindir ve bir başka dünyaya girerek, kendisi için kader olan yolu takip edecektir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Hakikatte hiçbir şey benim değil.
Hal şu ki, ne aldığımı biliyorum ne de verdiğimden haberim var.
Hal şu ki, ne aldığımı biliyorum ne de verdiğimden haberim var.
Otomobil kullanan yüz kişiden belki ancak on kişi gerektiği için ona binmektedir. Ötekiler için bir bir vakit geçirme, oyun, bir eğlencedir: Başkalarını geçme oyunu, hızla zaman öldürme ve kaçamak eğlencesi, hem de klakson öttürerek
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Oyun oynayan çocuğun ihtiras halinde duyduğu bir şey de, ötekilerini geçmek, Birinci olmak tır. Bugünün insanları, en anlamsızından en ciddisine kadar bu çocukça hevesi, her şeye sokmuşlardır. Bugün, rekor kırmak herkes için amaç olmuş tur. Eskilerin amacı, olgunluk, barış, özveri idi.
Bugünün bütün halk eğlenceleri fikirlerden çok göze hitap ediyor. Yani çocukçadır.
-Benim sizi hapishaneye mi, tımarhaneye mi götürmektir.
-İkisinin arasında bir fark yok, en yakını hangisi ise oraya götürünüz.
-İkisinin arasında bir fark yok, en yakını hangisi ise oraya götürünüz.
Gog’u nerede tanıdığımı söylemeye utanıyorum: Tımarhane de!
Hiç sevdiğiniz bir kimseden uzak yaşadınız mı? Günde kaç defa, bir an olsun, onu görmek, onunla konuşmak istemişsinizdir.
Hiçbir Avrupalı millet bir başka milletin insanları tarafından idare edilmeye, onların emri altında olmaya tahammül etmez.
Eğer, dünyayı kalabalıktan kurtarmak gerekiyorsa, tehlikeleri ya da yeteri derecede yaşamış olanları ortadan kaldırmak doğru olur.
Bir şeyler öğrenmek ve hayatın tadını çıkartmak için, bunaklıl çağına düşmeyi beklemeyeceğim.
ve benden evvel gelmiş olanlar, haberim olmadan bana zevklerini, duygularını ve peşin hükümlerini kabul ettirmişlerdir.
Hiç sevdiğiniz bir kimseden uzak yaşadınız mı? Günde kaç defa, bir an için olsun, onu görmek, onunla konuşmak istemişsinizdir.
Saadet geçmişe göre veya geleceğe yönelmiş bir hayal olduğu zaman vardır.
Tasavvuf, mistik, “dünyada ölmek gerektir” dediği zaman,
her gün gerçekten başımızdan geçeni tekrarlamaktadır. Çünkü
yaşamak, her andan vazgeçmek, durmadan kaybetmek, kendini yok etmekten başka bir şey değildir.
her gün gerçekten başımızdan geçeni tekrarlamaktadır. Çünkü
yaşamak, her andan vazgeçmek, durmadan kaybetmek, kendini yok etmekten başka bir şey değildir.
Cinayetlerin çoğu, bir saat önce masum görünen ve kanun nazarında öyle olan kimseler tarafında işlenmektedir. Bu sözde masumlar, en değersiz canilerin aralarından çıktığı tehlikeli bir ordu teşkil etmektedirler.
İnsan ancak ırkına özgü göreneklerden kurtulmakla büyük olabilir.
Kişiliğimizin öyle tarafları var ki, ötekilerin aleyhine fazla şişmekte, kangren olmaktadır. Manevi kanserler, fikir urları, günah ve fesat apandisitleri vardır
‘Hiçbir şey gerçek değildir, her şey kabildir.’
Modern hayatın hammaddesi ne demir ne petrol ne kömür ne de kauçuktur; kağıttır.
Bir bülbül topluluğu kartala özenerek atmaca olmak isterse akbabaya kurban gider.
Ben yaradılış itibariyle, ikiliğin düşmanıyım. Birbirinden ayrı veya birbirine karşı iki gelişme, iki hadise beni rahatsız eder. Fikrimin takip ettiği yüksek bir gaye vardır, farkları yok etmek.
İnsanların makinelerinin hızı ile övündüklerini gördükçe gülüyorum. Uçaklar, ışık hızının saniyedeki yüz bin kilometresi karşısında gülünç bir sümüklüböcek değiller midir ?
Korku nedir bilmeyen her düşünce sonunda daima kendini öldürür.
Yıllar var ki, bir zengin ömrü geçiriyorum, yani özgürlüğüne sahip olmayan bir kurban.
Hepiniz, dedi, akıl ile çürümüşsünüz.
Hayatımda öyle dayanılmaz hafakanlar içinde kaldım ki, şimdi
söylerken utanıyorum, intihar etmeyi düşündüğüm oldu. Hakkımda hüküm verenler aldanıyorlar, benden nefret edenler haksızlık ediyorlar, fakat bana gıpta edenler aptalların aptalıdırlar. Derdim o kadar büyük ki kimsenin bilmediği bu zavallılıktan kurtulmak için günün birinde bir savaş, geçenkinden daha korkunç bir savaş açacağım. Kazanırsam yeryüzünün
imparatoru, yani yöresel, sıradan bir diktatörden daha fazla bir şey olacağım; kaybedersem beni öldürürler, ben de kumanda etmek hafakanının yükünden kurtulmuş olurum*.
söylerken utanıyorum, intihar etmeyi düşündüğüm oldu. Hakkımda hüküm verenler aldanıyorlar, benden nefret edenler haksızlık ediyorlar, fakat bana gıpta edenler aptalların aptalıdırlar. Derdim o kadar büyük ki kimsenin bilmediği bu zavallılıktan kurtulmak için günün birinde bir savaş, geçenkinden daha korkunç bir savaş açacağım. Kazanırsam yeryüzünün
imparatoru, yani yöresel, sıradan bir diktatörden daha fazla bir şey olacağım; kaybedersem beni öldürürler, ben de kumanda etmek hafakanının yükünden kurtulmuş olurum*.
(* bu satırlar yazıldığında ikinci dünya savaşı başlamamıştı. )
Diktatörlüğün zaferi üç şeyin iflas edişine dayanır: Felsefenin iflası, dinin iflası, yalanları, yavaşlıkları ile
liberal kapitalizmin iflası. Filozoflar, rahipler, parlamento üyeleri yüzlerini buruşturarak diktatörlüğü mahkum ederler, ama, baskı adını verdikleri şeyin en büyük sorumlularının kendileri olduklarının farkında değillerdir. Daha yetenekli, daha kuvvetli ve daha şanslı olsalardı ben burada olamazdım.
liberal kapitalizmin iflası. Filozoflar, rahipler, parlamento üyeleri yüzlerini buruşturarak diktatörlüğü mahkum ederler, ama, baskı adını verdikleri şeyin en büyük sorumlularının kendileri olduklarının farkında değillerdir. Daha yetenekli, daha kuvvetli ve daha şanslı olsalardı ben burada olamazdım.
Kin kördür derler, ama aşk için de aynı şeyi söylerler. Bir fark var. Kin bir varlığın iyi taraflarını görmez, aşk fena yönlerini görmekten yoksundur.
“Kin aşktan daha kuvvetli ve daha sürelidir. Aşkta kırgınlıktan, aldatılmaktan doğan kin ilk ihtirastan daha derindir.
“Chi ben ama be odia – çok seven çok nefret eder”
“Chi ben ama be odia – çok seven çok nefret eder”
– Hasta mısınız?
– Hastalığım tıp kitaplarında yazılı değilmiş. Halbuki pek de tanınmış bir hastalık. Adı aşk!
– Hastalığım tıp kitaplarında yazılı değilmiş. Halbuki pek de tanınmış bir hastalık. Adı aşk!
Bir düzine milyar kadar toplamaya muvaffak oldum. Milyonlarca insan benim için çalışmasa, milyonlarca insan satacağım şeylere ihtiyaç duymasa ve milyonlarca adam dünya ekonomisinin üzerine kurulduğu kaideleri, makineleri, for mülleri bulmasaydı bunu yapabilir miydim? Kendi kendime kalsam, köpek leşleri ile köklerden başka yiyecek bulamayan bir vahşiden gayri ne olabilirdim?
Kimsenin doğurmadığı, benden başkasının katılmadığı, mutlak surette benim diyebileceğim, bağımsız ve gizli çekirdek nerede? Sahiden bir borç yığını, dev bir cüssenin esiri bir zer reden gayri bir şey değil miyim? Ve sahiden kendimizin zan nettiğimiz yegâne şey “benlik” bütün öteki şeyler gibi, gururu muzun basit bir yansıması, bir kuruntusu mudur?
Kimsenin doğurmadığı, benden başkasının katılmadığı, mutlak surette benim diyebileceğim, bağımsız ve gizli çekirdek nerede? Sahiden bir borç yığını, dev bir cüssenin esiri bir zer reden gayri bir şey değil miyim? Ve sahiden kendimizin zan nettiğimiz yegâne şey “benlik” bütün öteki şeyler gibi, gururu muzun basit bir yansıması, bir kuruntusu mudur?
Cumhuriyete birkaç milyon avans verdim ve bundan başka, Reisicumhur ile bakanlarının ve bütün kâtiplerinin aylıklarını, devletten aldıklarının iki misline çıkarttım. Buna karşılık bana, milletin ruhu bile duymadan gümrüklerle te kelleri verdiler. Ayrıca, Reisicumhur ile bakanlar memleke tin bütün hayatının fiilen kontrolünü bana veren bir gizli vesika imzaladılar. Oraya gittiğim zaman, bir misafir gibi görünüyorsam da, gerçekte memleketin mutlak hâkimi be nim. Bugünlerde, ordu donatımını yenilemek için çok önemli bir yeni avans verdimse de karşılık olarak yeni ayrıcalıklar aldım.
Manzara benim için oldukça eğlenceli. Meclisler, görünüşte serbestçe tartışıyor, kanunlar çıkarıyorlar, millet cumhuriyetin bağımsız ve hakim, her işin idaresinin kendi iradelerine bağlı bulunduğunu zannetmekte devam ediyor. Kendilerinin zannet tikleri her şeyin -hayatları, varlıkları ve hakları- nihayet bir yabancının yani benim elimde olduğunun farkında değiller.
Size, bilimin, fiyaskosunu bizzat Edison’un an lattığını kimselere söylemeyin. Cahillerin hayallere, işçilerin işe, sanayicilerin kâra ihtiyaçları vardır. Vazifemiz, elimizden geldiği kadar, kârlı yalanları korumaktır.
Dünyanın hiçbir memleketinde İtalya’da olduğu kadar yeşillik yok etmek, kuş cinsini öldürmek hırsı yoktur. İtalyan arması, sembol olarak bir balta ile bir tüfek taşımalıdır.
Elveda, sevimli ve eski İtalya! Elveda, Napoli çapulcuları ve Floransa seyyar serenadçıları! Elveda Roma’nın sokak şarkıcıları, çalgıcıları, çiçekçi kızları! Elveda Venedik’in siyah şalları ve gondolcuları! Elveda İtalya’nın neşeli, becerikli ve dahi halkı! Son yıllarda, feci İkinci Dünya Savaşından sonra, tatlı İtalya cenneti bile Amerikan üslubu bir cehennem oldu. Amerikan uygarlığı, dolar ve makine emniyeti o güzelim eski yarımadayı kendine benzetmek için istila etti.
Eğer insan kendisine özel hiçbir şeyi
bulunmayan, sonsuzluğu olmayan sefil ve aptal bir yaratık ise neyi anlıyabilir? Onun onaylarının alkışlarının ne ağırlığı, ne değeri vardır?
bulunmayan, sonsuzluğu olmayan sefil ve aptal bir yaratık ise neyi anlıyabilir? Onun onaylarının alkışlarının ne ağırlığı, ne değeri vardır?
Herkesin tanıdığı dünyayı, öteki tarafını, tersini açıklayarak altüst etmek üzereyim, çünkü gerçek, bize yalnız bir tarafını gösteren ay gibidir.
İnsanlarlar için boğa neyi temsil eder? Hem ilkel ve vahşi kuvveti, hem de döl bereketini. O, kör kuvveti ile bir hayvan, bütün cinsel kudreti ile de bir erkektir. Halbuki insanın, gerçekten insan olmak istiyorsa, kuvvetini zekâsı ile idare etmesi, cinselliği aşk ile asilleştirmesi, yükseltmesi gerektir, içindeki ilkel hayvanı öldürmeye, onu yenmeye mecburdur. Ve bu içini temizleme savaşında karşısında boğa çıkıyor. İnsan boğa unsurlarını yok etmelidir. Bunlar saldırgan kas kuvvetine, saldırgan şehvet kuvvetine karşı hayranlık, tapınmadır. Boğa güreşi insan faziletinin hayvan içgüdüsüne zaferinin sahneye konuluşudur.
Ascenzia hükümeti tam bir demokrasidir, ama bilinenlerden bambaşkadır. Yaşları yirmi beş ile altmış beş arasındaki vatandaşların adları birer pusulaya yazılarak oy sandıklarına atılır. Adı ilk çekilen kimse o hafta için kral seçilmiş olur. Adları sonra çekilenler de, aynı hafta için parlamentoyu teşkilederler. Yanımdaki adamdan bu saçma yöntemin sebebini öğrenmek istedim. Bana, demokraside, eskilerin de kitaplarda yazdıkları gibi, herkesin memleketi idare etmek, hüküm sürmek istediğini hatırlattı. Kabul edilen bu yöntemle herkesin isteği karşılanıyor, çünkü bir yılda, beş bin vatandaş devlet başına geçmiş bulunuyor. Yine bu yöntemle, birtakım çıkar toplulukları, gruplaşmalar önlenmiş bulunuyor, çünkü uzun süre
iktidarı elde tutmak bir hükümetin özgürlüğü için tehlikelidir.
Kendisine bu ulusun “seçime”, yani en layık olanın iş başına getirilmesine engel olduğunu söyledim. Bu sözlerim onu hiç de şaşırtmışa benzemedi, şunları dedi:
– Bilmeniz gerekir ki cumhuriyetlerde en akıllı ve en namuslu kimseler, bayağı ve iğrenç buldukları politikadan kaçınmaktadırlar, öyle ki, seçmenler, başa getirmek için, geriye kalan şüpheli kimselere başvurmak zorunda kalıyorlar. Bizde ise aksine, kimse memleketi ve vatandaşlarını idare gibi kutsal bir görevden kaçınamaz ve zaman zaman, fikirleri ve karakterleri ile saygı gören kimselerin adlarının da sandıktan çekildiği olur ki, başka cumhuriyetlerde bu pek görülemez. Aynı zamanda bu usulle, seçimler için yapılan büyük masraflardan ve söylenilen yalanlardan da kaçınılmış oluyor.
– Peki ama yedi gün, pek kısa bir süre değil mi?
– Bu yöntemin de faydaları var. Talihin seçtiği kimseler aptal veya kötüyseler, bir hafta içinde pek fenalıkları görülemez.
Aksine dürüst ve akıllıysalar, bu kısa zaman, halkın yararına olacak fikirlerini bir an önce uygulanmaya kendilerini zorlar.
iktidarı elde tutmak bir hükümetin özgürlüğü için tehlikelidir.
Kendisine bu ulusun “seçime”, yani en layık olanın iş başına getirilmesine engel olduğunu söyledim. Bu sözlerim onu hiç de şaşırtmışa benzemedi, şunları dedi:
– Bilmeniz gerekir ki cumhuriyetlerde en akıllı ve en namuslu kimseler, bayağı ve iğrenç buldukları politikadan kaçınmaktadırlar, öyle ki, seçmenler, başa getirmek için, geriye kalan şüpheli kimselere başvurmak zorunda kalıyorlar. Bizde ise aksine, kimse memleketi ve vatandaşlarını idare gibi kutsal bir görevden kaçınamaz ve zaman zaman, fikirleri ve karakterleri ile saygı gören kimselerin adlarının da sandıktan çekildiği olur ki, başka cumhuriyetlerde bu pek görülemez. Aynı zamanda bu usulle, seçimler için yapılan büyük masraflardan ve söylenilen yalanlardan da kaçınılmış oluyor.
– Peki ama yedi gün, pek kısa bir süre değil mi?
– Bu yöntemin de faydaları var. Talihin seçtiği kimseler aptal veya kötüyseler, bir hafta içinde pek fenalıkları görülemez.
Aksine dürüst ve akıllıysalar, bu kısa zaman, halkın yararına olacak fikirlerini bir an önce uygulanmaya kendilerini zorlar.
Benim için bitmemiş veya harap olmak üzere bulunandan daha harikulade bir şey yoktur; ve ölmesi lazım geldiğini bilen için ölüm kokusundan kuvvetli bir iksir olamaz.
Güneş mahzenlere ve lâhidlere dönmüştür, evler, yıkık duvarlardan ibarettir, saraylar ve mezarlar bomboştur, içlerinde kimseler yoktur, her şey kül, toz ve sükuttan ibarettir. Sokakların, araları açılmış taşlarının üstünden artık bu dünyanın güçlüleri, evlerin, vilayetlerin efendileri değil, ölüm âşıkları ve hizmetçiler geçmektedir. Eskiden sevişilen, eğlenilen odalara şimdi yağmurlar yağmaktadır; tiyatro amfilerinde kertenkelelerle akrepler güneşlenmektedir ve kralların büyük salonlarına baykuşlar yuvalarını yapmışlardır.
Evrenin bir zerresi yoktur ki, titremesin, itilmesin veya çekilmesin, sevinmesin veya acı çekmesin. Neden yıldızlar bu kuralın dışında kalsınlar?
Yıldızlar da tıpkı insanlar ve hayvanlar gibi gıda alırlar. Boşlukta dolaşan sayısız gök taşlarını ve etherde bulunan sonsuz elektronları yerler. Yoksa daha çok evvel ölürlerdi. Kaybolanı yerine koymadan, güneşler gibi parlanamaz ve ısı verilemez. Ve tıpkı bizler gibi doğururlar. Güneş, evvelce dediğim gibi, bir babadır ve garip olan şu ki evrenlerin dünyaya gelişleri bir başka dev yıldızın etkisi olmadıkça mümkün değildir. Bu dev-yıldız yaklaşınca, babanın vücudundan gazlı bir maddenin çıkmasını sağlar. Buna yıldızların gelgit fenomeni adını verebiliriz. Bu gelgit, hızlı dönüşün tesiriyle aşk halindeki yıldızdan ayrılır, parçalanır ve parçalar soğuyunca gezegen olurlar.
Yaklaşık hesaplar yaptım ve gördüm ki, kitlelerin oranına göre, insanlar, güneşlerden ve gezegenlerden daha uzun yaşıyorlar.
Yıldızların evren içindeki hayatı, inanılmaz şekilde, insanların yeryüzündeki hayatına benzemektedir
Yıldızlar, eskiden sanıldığı gibi dağınık değil, büyük gruplar halinde toplu yaşıyorlar. Yeryüzünde olduğu gibi gökyüzünde de toplum hayatı hüküm sürüyor.
Hepiniz akıl ile çürümüşsünüz.
Rabah Tehom
– Peki ama ne diye çocuk satın alıyorlar?
Taoist dostum anlattı:
– Çeşitli sebepler var. Önce çocukları olmayan ama çocuk sahibi olmak isteyenler geliyor, ki, sayıları az değildir. Zenginler, kendi çocuklarına bezden, kıtıktan veya porselenden bebekler yerine canlı oyuncaklar vermek için bunları alıyorlar. Dilenciler gelen geçenin merhametlerine tuzak kurmak için hasta ve sıska olanları biriktirdikleri para ile satın alıyorlar.
Ara sıra büyücülükte kullanmak veya bir kötülük Tanrısına gizlice kurban etmek için alanlar da çıkıyor. Nihayet, ama pek nadir olarak, körpe çocuk eti yemek için alan yamyamlar da bulunuyor. Bir de, anlattıklarına göre, ama kanıtlanamıyor, iğrenç cinsel sapıklıkları için buradan çocuk alanlar da varmış.
Taoist dostum anlattı:
– Çeşitli sebepler var. Önce çocukları olmayan ama çocuk sahibi olmak isteyenler geliyor, ki, sayıları az değildir. Zenginler, kendi çocuklarına bezden, kıtıktan veya porselenden bebekler yerine canlı oyuncaklar vermek için bunları alıyorlar. Dilenciler gelen geçenin merhametlerine tuzak kurmak için hasta ve sıska olanları biriktirdikleri para ile satın alıyorlar.
Ara sıra büyücülükte kullanmak veya bir kötülük Tanrısına gizlice kurban etmek için alanlar da çıkıyor. Nihayet, ama pek nadir olarak, körpe çocuk eti yemek için alan yamyamlar da bulunuyor. Bir de, anlattıklarına göre, ama kanıtlanamıyor, iğrenç cinsel sapıklıkları için buradan çocuk alanlar da varmış.
Çin Milleti amacına ulaşmak için zaman zaman yalan veya kuvvet kullanmasını bilen mahir ve gaddar, tüccar ve dolandırıcı, haydut ve cellat bir millettir.
Onun için dünyanın hâkimi olacaktır. Çünkü öteki milletler saf ve ondan iyidirler. Çin amacına ulaşmak için gerektiği kadar bekleyecektir, gelecek onundur.
Onun için dünyanın hâkimi olacaktır. Çünkü öteki milletler saf ve ondan iyidirler. Çin amacına ulaşmak için gerektiği kadar bekleyecektir, gelecek onundur.
İblis’in başlıca cinayeti olan gururun değişik kıyafetlerini giyiniyorlar…