İçeriğe geç

Qulliverin səyahəti Kitap Alıntıları – Jonathan Swift

Jonathan Swift kitaplarından Qulliverin səyahəti kitap alıntıları sizlerle…

Qulliverin səyahəti Kitap Alıntıları

Güçlü savaşçıların büyük kalpleri vardır.
Biri size farklı geliyorsa, siz de o kişiye farklı geliyorsunuzdur.
Ülkemiz yabancılara refah ve mutluluk içindeymiş gibi görünüyorsa da, başımızda iki büyük bela var: Biri ülke içinde şiddetli bir particilik; öteki, çok kudretli bir düşmanın ülkemizi istila tehlikesi.
Bütün görevler başbakanların emrinde olduğu için bunlar, senato ya da büyük meclisin çoğu üyelerine bu görevleri peşkeş çekerek, iktidar mevkiinde tutunurlar; sonunda, devlet bakanlarının dokunulmazlık yasası denen bir kaçamakla, kendilerini her türlü hesap vermeye karşı güvenceye alıp, dağarcıklarını ulustan soydukları ile doldurarak devlet hizmetinden çekilirler.
Devlete karşı bir suçtan sanık olanların muhakemesi çok daha kısadır; övülmeye de değer. Yargıç, önce, iktidarda olanların ne düşündüklerini yoklamak üzere adam gönderir ve sonra, uygun yasa şekillerini bütünüyle koruyarak, suçluyu idam etmek ya da kurtarmak çok kolaydır.
”İyi huylu olmak bir şeyler başarmak isteyen insana ancak ayak bağı olur ”
İnsan düşmanlarını yalnızca kötülük yaparak edinseydi, hayat gerçekten çok kolay olurdu.
Aklın yüksek nitelikleri, ahlak yokluğunu hiçbir zaman telafi edemeyeceğinden, becerikli ama onursuz kimselerin tehlikeli ellerine hiçbir iş bırakılamaz.
Gerçek, akıllı kimseleri daima etkiler.
Yunanlı bir filozof şöyle demişti, Her şeyin ölçüsü insandır.
Aslında hiçbir şey kendiliğinden küçük veya büyük değildir, sadece bir başkasıyla kıyaslandığında büyük veya küçüktür, diyen filozoflar çok haklılar.
Eskiden maceraya bayılırdım, şimdi huzuru yeğliyorum. İnsan böyle değişiyor işte.
İnsanlar da değişiyor.
halk devamlı kaygılar içinde yaşıyor,
Bütün görevler başbakanların emrinde olduğu için bunlar, senato ya da büyük meclisin çoğu üyelerine bu görevleri peşkeş çekerek, iktidar mevkiinde tutunurlar; sonunda, devlet bakanlarının dokunulmazlık yasası denen bir kaçamakla, kendilerini her türlü hesap vermeye karşı güvenceye alıp, dağarcıklarını ulustan soydukları ile doldurarak devlet hizmetinden çekilirler.
Yoksullar alın teri döker, zenginler yararlanırdı; bir zengine karşı da böyle bin zavallı vardı. Halkın çoğu sefalet içinde yaşamak zorunda kalır, birkaç metelik kazanacağım diye didinir durur,
büyüklük ve zenginliklerini, bazıları, yurt ve hükümdarlarına ihanet etmekle; birkaçı, zehirle; çoğu da masumları yok etmek için adaleti bozmakla elde ettiklerini itiraf ettiler.
Ülkemiz yabancılara refah ve mutluluk içindeymiş gibi görünüyorsa da, başımızda iki büyük bela var: Biri ülke içinde şiddetli bir particilik; öteki, bir düşmanın ülkemizi istila tehlikesi.
Yorgunluk bütün cesaretimi kırmıştı, büyük bir üzüntü ve umutsuzluğa kapılmıştım; bir saban yoluna uzandım; ömrümün burada sona ermesini yürekten diliyordum…
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Yaradılışım ve bahtım beni haraketli, rahatı olmayan bir hayata mahkum etmiş
Liliputlulara göre dünyaya çocuk getiren kimselerin, bunların bakımını halkın sırtına yüklemesinden daha haksız bir şey olamaz.
Liliputlularca, bir kimse kendine iyilik eden birine kötülük ederse, kendine hiç iyilik etmemiş olan insanlara kötülük edecektir; böyle bir adam yaşamaya layık değildir…
Kitaplarda okuduğumuza göre bazı ülkelerde de olduğu gibi burada da, nankörlük, ölümle cezalandırılan bir suçtur.
Tanrı, ülke işleri yönetiminin ancak deha sahibi birkaç kişinin anlayabileceği bir gizem olmasını hiçbir zaman istememiştir.
Liliputlular dolandırıcılığı hırsızlıktan daha büyük bir suç sayıyor, çoğunlukla ölümle cezalandırılıyorlar. Şöyle düşünüyorlar: Dikkat, uyanıklık, biraz da zekâ bir adamın malını mülkünü hırsızlardan korumaya yeter; ama doğruluk, düzenbazlığa karşı kendini hiçbir zaman koruyamaz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Hükümdarlara edilen en büyük hizmetler, tutkularını karşılamakta gösterilen kusurla teraziye vurulunca, ne de çabuk değerden düşüyor…
Kitaplarda okuduğumuza göre bazı ülkelerde olduğu gibi burada da, nankörlük, ölümle cezalandırılan bir suçtur. Lilliputlularca, bir kimse kendine iyilik eden birine kötülük ederse, kendine hiç iyilik etmemiş olan insanlara kesinlikle kötülük edecektir; böyle bir adam yaşamaya layık değildir.
Zaten yeryüzünde bir kimse var mıdır ki anayurdundan yana çıkmasın, ona taraflık göstermesin?
Gerçek, akıllı kimseleri daima etkiler.
İnsan düşmanlarını yalnızca kötülük yaparak edinseydi, hayat gerçekten çok kolay olurdu
İnsanlığın yönetilmesi gereklidir, her insan zekâsı da şu ya da bu göreve uygundur.
Aklı olduğunu sanan bir yaratığın böyle habisliklere gücü yettiğini görünce, bu yetinin soysuzlaşmasının, anlayışsızlıktan da kötü olmasından korkuyordu.Onun için inanıyordu, bu bizdeki akıl değil, doğanın bize verdiği düşkünlüklerin artmasına yarayan bir özellikti; tıpkı biçimsiz bir vücudu, yalnız daha büyük değil daha da eğri büğrü yansıtan çalkantılı bir ırmak gibi.
Dilin faydası birbirimizi anlamak ve olup bitenler hakkında bilgi edinmekti.Eğer biri olmayan bir şeyi söylerse, bu amaçlar ortadan kalkmış olurdu, çünkü o zaman onu anlıyoruz denemezdi; bilgi almaktan çok uzak olduğumuz gibi bu hâl bizi bilgisizlikten de kötü bir duruma sokuyordu
..ben bu hâlin daha ziyade insan doğasına özgü olan bir aksaklıktan ileri geldiğini sanıyorum; bu aksaklık hiç ilgimiz olmayab ve çalışma ya da doğa vergisi ile anlamaya en az elverişli olduğumuz şeylere karşı bizi daha meraklı kılıyor,boş bir gurura kapılmamıza yol açıyor.
Liliputlar . şöyle düşünüyorlar: Dikkat, uyanıklık, biraz zekâ bir adamın malını mülkünü hırsızlardan korumaya yeter; ama doğruluk, düzenbazlığa karşı kendini hiçbir zaman koruyamaz.İnsanlar arasında devamlı bir surette alışveriş ve krediyle işlem gerekli olduğundan, sahteliğe müsade edilir, göz yumulursa, ya da sahteliği cezalandırmak için hiçbir yasa konmazsa namuslu tüccar büyük zarara uğrar, sahtekâr kimseler de faydalanır.
İnsanların, aksaklıklarını örtmek için takındıkları ihtişam ince bir cila tabakasından başka bir şey değildir. Hele ruh ve bedenden yana bunca çarpıklıklarına, bunca zaaflarına göz yumarak gururlanmak çılgınlıktır. Bu yol insanlığı yok olmaya götürür, insanlar için biricik kurtuluş yolu, ne olduklarını bilmek, bütün hareketlerini fazilet ve aklın buyruklarına göre ayarlamaktır.
Jonathan Swift, Londra’da 1700 ile 1713 arasında, politikacılari, nazırları, saray adamlarını, insanların bütün zaaflarını yakından incelemiş; o zaman, gerçekten korkunç bir hâl almış olan parti ve mezhep kavgalarının içyüzünü görmüş; hiç kimsenin samimi olmadığı sonucuna ulaşmış, cemiyetin çürük temellere dayandığını anlamıştır. Yüksek mevkilere geçmek için hiç bir hileden çekinmeyen, kendi menfaatlerini topluluk menfaatlerine üstün tutan, hiçbir minnet borcu tanımayan, birbirini aldatan, kıskanan, birbirleriyle dövüşen, cahil, ahlaksız, soysuz kimseler karşısında nefretle irkilmiştir. Swift şunu anlamıştır ki, insanlık bu yolda yürüdükçe kurtuluş ümidi yoktur.
Bütün görevler başbakanların emrinde olduğu için bunlar, senato ya da büyük meclisin çoğu üyelerine bu görevleri peşkeş çekerek, iktidar mevkiinde tutunurlar; sonunda, devlet bakanlarının dokunulmazlık yasası denen bir kaçamakla, kendilerini her türlü hesap vermeye karşı güvenceye alıp, dağarcıklarını ulustan soydukları ile doldurarak devlet hizmetinden çekilirler.
Yoksullar alın teri döker, zenginler yararlanırdı; bir zengine karşı da böyle bin zavallı vardı. Halkın çoğu sefalet içinde yaşamak zorunda kalır, birkaç metelik kazanacağım diye dininir durur, bir iki kişi bolluk içinde ömür sürerdi.
Yoksullar alın teri döker, zenginler yararlanırdı; bir zengine karşı da böyle bin zavallı vardı. Halkın çoğu sefalet içinde yaşamak zorunda kalır, birkaç metelik kazanacağım diye didinir durur, bir iki kişi bolluk içinde ömür sürerdi.
Yoksul uluslar, aç; zengin uluslar da gururluydu; açlık ile gurur da, hiçbir zaman bağdaşamazdı.
Aklın yüksek nitelikleri ahlak yoksunluğunu hiçbir zaman karşılayamayacağından, yüksek yetenekli ama düşkün kimselerin tehlikeli ellerine hiçbir iş bırakılamaz; çünkü bilgisiz, ama erdemli bir kimsenin düşeceği hataların, çokluğun çıkarı üzerinde, eğilimleri kendisini kötüye sürükleyen, bunu geliştirerek, artırmak ve savunmak için büyük yetenekleri olan bir kimsenin yapabileceği şeyler kadar korkunç etkileri olamaz.
beni ne korkunç bir sonun beklediğini düşünüyordum; öyle tedirginlik ve umutsuzluk içindeydim ki, yerimden kalkmak için kendimde kuvvet bulamadım.
İçimi yakan o dünyayı görme isteği, başıma gelen bunca bahtsızlıklara karşın şiddetini hâlâ kaybetmemişti.
Her şeyin yalnız oranlama ile büyük ya da küçük olabileceğini söyleyen filozoflar ne haklıdır!
Hükümdarlara edilen en büyük hizmetler, tutkularını karşılamakta gösterilen kusurla teraziye vurulunca, ne de çabuk değerden düşüyor.
Ülkemiz yabancılara refah ve mutluluk içindeymiş gibi görünüyorsa da, başımızda iki büyük bela var: Biri ülke içinde şiddetli bir particilik; öteki, çok kudretli bir düşmanın ülkemizi istila tehlikesi.
Birbirimizden nefret etmeye yetecek kadar dinimiz var, ama birbirimizi sevmeye yetecek kadar değil.
Günün birinde talihimin bana güleceğine olan inancım sonsuzdu.
Bir gün gelecek, özgürlüğüme kavuşacaktım.
“Herkesin de kabul ettiği gibi, çoğu defa, yaşlılar meclisinin ya da başka büyük meclislerin çektiği rahatsızlıklar şunlardır: bedendeki sıvıların dengesizliği; türlü türlü baş ağrıları ve çeşitli kalp hastalıkları; şiddetli çırpınmalar, sağ elde daha fazla olmak üzere, iki eldeki kas ve sinirlerin acılar veren çekilmeleri; karasevda, gaz, baş dönmeleri, sayıklamalar; iğrenç ve irinlerle dolu ateşli sıraca çıbanları; çevreye köpükler saçan ekşi ekşi geğirmeler; doymak bilmez açlık; sindirim güçlüğü ve sözü edilmeye değmez daha başka şeyler.”
Zekâ, yiğitlik, naziklik de vergiye tabi olmalı; toplama işi de, herkesin kendinde bulunduğunu söylediği miktara göre yapılmalı idi. Onur, adalet, bilgelik ve bilgiye gelince, bunlardan hiçbir surette vergi kesilmemeliydi; çünük bunlar öyle garip niteliklerdir ki, hiç kimse ne komşusunda olduğunu kabul eder, ne de kendisinde bulunduğunu söyleyerek övünür.”
“Büyük devlet adamlarına şu öğütleri veriyordu: bütün kuşkulu kimselerin ne yedikleri; yatakta hangi yanlarına yattıkları; gerilerini hangi elleri ile sildikleri incelenmeli; pisliklerine inceden inceye bakılmalı; bunların renk, koku, tat ve kıvamına, ve sindirimin yarım kalmış veya tamamlanmış oluşuna göre, ne düşündükleri, ne kurdukları hakkında bir hükme varılmalı idi. Çünkü insanlar, helada bulundukları zamanlarda olduğundan ne daha fazla ciddidirler, ne daha fazla düşünceli; ne de zihinleri daha fazla işler. Profesörün kendisi bu yolda bir kanı edinmek için bir iki deney yapmış; Kral’ı öldürmenin en iyi çaresini düşünürken pisliği yeşilimsi oluyor; ama bir isyan çıkarmak ya da başkenti yakıp yıkmak gibi tasarılar kurarken, büsbütün başka bir renk alıyormuş.”
“Burada, dünyayı hayretler içinde bırakan birçok büyük olayın bilinmeyen sebeplerini öğrendim; fahişelerin nasıl gizli nüfuzları olduğunu; bu nüfuzun şurayı; şuranın da, meclisi nasıl etkilediğini anladım”
Anılarımı yazsam milyoner olurdum ama cimri olmak istemiyorum. Yazdıklarımı, meraklı olan bütün insanlığa armağan edeceğim.
Zaman çok çabuk geçiyor. Eskiden serüveni severdim, şimdi huzur içinde yaşamayı sever oldum. İnsanlar da değişiyor.
İnsan düşmanlarını yalnızca kötülük yaparak edinseydi, hayat gerçekten çok kolay olurdu.
“Yoksul ülkeler,aç; zengin uluslar da gururluydu; açlık ile gurur da, hiçbir zaman bağdaşamazdı.”
insanların bütün zayıf yönlerini yakından incelemiş; o zaman, gerçekten korkunç bir hal almış olan parti ve din kavgalarının içyüzünü görmüş; hiç kimsenin içten olmadığı sonucuna varmış, toplumun çok çürük temellere dayandığını anlamıştır. Yüksek mevkilere geçmek için hiçbir hileden çekinmeyen; kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarına üstün tutan; hiçbir gönül borcu tanımayan; birbirini aldatan, kıskanan, birbirleriyle dövüşen, cahil, ahlaksız, soysuz kimseler karşısında nefretle irkilmiştir. Swift şunu anlamıştır ki, insanlık bu yolda yürüdükçe kurtuluş umudu yoktur. Ona bu yolun ne kadar yanlış olduğunu, bu yolu değiştirmesi gerektiğini göstermek gerekmektedir. İşte Swift, Londra’dan bu duygu ve düşüncelerle ayrılmıştır.
“Gençtim, bir gün balık avlıyordum: oltama büyük bir balık takıldı; hemen çektim; tam ele geçireceğim sırada balık iğneden kurtuldu, denize atladı. Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Bütün hayatım, işte bu çeşit düş kırıklıkları içinde geçmiştir.” Bu sözlerle istekleri tam gerçekleşeceği sırada bahtsızlıklarla karşılaştığını söylemek istiyordu.
Halk, bilimin işte böyle uzlaşma bilmez bir düşmanıdır!
Gerçek, akıllı kimseleri daima etkiler.
Birbirimizden nefret etmeye yetecek kadar dinimiz var ama birbirimizi sevmeye yetecek kadar değil.
Bu zavallılar bir takım projeler ileri sürerek, hükümdarları, gözdelerini, bilgelik, yetenek ve erdemlerine göre seçmeye razı etmek; bakanlara, halkın çıkarlarını göz önünde tutmayı öğretmek; değerli, yüksek yetenekli ve büyük hizmetler görmüş kimseleri ödüllendirmek, hükümdarlara, gerçek çıkarlarını halkın çıkarları üzerine kurarak gözetmeyi belletmek; görevler için, bunları başarabilecek yeterli kimseler seçmek gibi insanoğlunun şimdiye kadar hatır ve hayalinden geçirmediği bir takım aşırı, olanaksız hayaller besliyorlar.
Siyasi plancılar okulunda gördüklerimden pek memnun kalmadım; bütün profesörlerin zırdeli oldukları kanısına vardım, bu durum beni gerçekten üzdü.
ömrümde bu kadar tatsız kimselerle beraber bulunmamıştım.
Her şeyin yalnız oranlama ile büyük ya da küçük olabileceğini söyleyen filozoflar ne haklıdır!
Krala göre, önce bir buğday başağı ya da bir ot
yaprağı biten bir yerde, iki buğday başağı ya da iki ot yaprağı
yetiştirebilen bir kimse yurduna politikacılar soyunun
topundan daha özlü bir hizmet göreceği gibi, insanlıkça da
daha değerli sayılırdı.
yasalarınız da, çıkar ve
yetenekleri bunları bozmak, karıştırmak ve bunlardan
sıyrılmak olan kimselerce açıklanıyor, yorumlanıyor ve
uygulanıyor; ülkenizde esasında pek kötü olmayan,
örgütlenmeye benzer bir şeyler görür gibi oluyorum ama,
bunların bir kısmının ancak silik bir belirtisi kalmış; ahlak
bozuklukları da öteki kısmını lekelemiş, yok etmiş.Bütün
söylediklerin, bir görev elde etmek için erdem gerektiğini
göstermiyor;yargıçların, doğruluklarına;
meclis üyelerinin, yurt sevgilerine, danışmanların da,
bilgeliklerine göre yükseldiklerini hiç göremiyorum. Ama,
sözlerinden çıkardıklarıma bakılırsa, yurttaşlarının çoğu,
doğanın yeryüzünde sürünmelerine katlandığı o küçük, iğrenç
haşerelerin muhakkak ki en zararlıları.
Son yüzyıl içinde ülkemizde olup biten şeyler hakkında
vermiş olduğum tarihsel bilgi de Kral’ı hayretler içinde
bıraktı. Kral bunun, şiddet, çılgınlık, kıskançlık, şehvet,
kötülük ve tutkunun sebep olduğu bir yığın suikast, isyan,
cana kıyma, soykırım, ihtilal, sürgün hikâyesinden başka bir
şey olmadığını söyledi
Ticaret yapmak ya da anlaşmalar imzalamak,
sahillerimizi donanmamızla korumak gibi sebeplerden başka,
adalarımızın dışında ne işimiz olabilirdi? Hele barış ve dirlik
içindeyken, özgür bir ulus arasında, parayla daimi bir ordu
tuttuğumuzu söyleyince Kral şaştı kaldı. Seçtiğimiz kimseler,
kendi isteğimizle bizi yönettikçe, kimden korktuğumuzu,
kiminle dövüşeceğimizi bir türlü anlayamadığını söyledi.
20 yaşındadır. Hayatını artık kendi kazanması
gerekmektedir. Çeşitli yetenekleri olduğuna inanmakta ise de, bunların hangi yolda başarı sağlayabileceğini bilememektedir

Birinci Bölüm Lilliput’a Gezi

Halkın çoğu sefalet içinde yaşamak zorunda kalır; birkaç metelik kazanacağım diye didinir durur; bir iki kişi bolluk içinde ömür sürerdi.
Aramızda birtakım insanlar vardır; ta gençliklerinden beri, aldıkları paraya göre, beyazın siyah, siyahın beyaz olduğunu, bu amaçla kullandıkları yığın yığın kelimelerle ispat etme sanatında yetiştirilmişlerdir. Bütün öteki kimseler de bu topluluğun kulu, kölesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir