Virginia Woolf kitaplarından A Room of One’s Own kitap alıntıları sizlerle…
A Room of One’s Own Kitap Alıntıları
Belli ki kadının zihni kesinlikle ‘tüm engelleri tüketip akkora dönüşmemiş. ‘ Tam tersine, nefret ve yakınmalarla tedirgin edilmiş ve berrak düşünmesi engellenmiş .Dolayisiyla, insan ırkı onun gözünde ikiye ayrılmış.
Her şeyi kendi özünde nasılsa, o şekilde görün.
İstersen kütüphanelerini de kapat ama benim zihnimin özgürlüğünün üstüne kapatabileceğin ne bir kapı, ne bir kilit ve ne de bir sürdü var.
O bütünüyle ataerkil olan bir toplumun ortasında ve bütün eleştiriler karşısında, inandıkları o şeye korkmadan sıkı sıkı sarılmak kim bilir nasıl bir deha ve nasıl bir tutarlılık gerektiriyordu? Bunu bir tek Jane Austen ve Emily Brontë başarabilmişti. Bu, onların göğsüne takılması gereken bir başka, belki de en güzel madalyaydı.
Başyapıtlar tek başlarına ve her şeyden bağımsız olarak ortaya çıkmıyorlar çünkü. Onlar yılların oluşturduğu ortak düşüncenin, insanların toplu olarak ürettikleri düşüncelerin bir sonucudur; öyle ki o tek sesin arkasında yatan şey, koca bir kitlenin deneyimleridir.
Meşaleni elinde sıkı sıkı tutmalı ve bütün bunları keşfetmelisin.( ) Her şeyden önce kendi ruhunun sadece derinliklerinin ve cömertliklerinin değil, sığlıklarının ve kibrinin de üstüne ışık tutmalı, güzelliğinin ya da sıradanlığının senin için ne anlama geldiğini anlatmalısın.
Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!
On dokuzuncu yüzyılda bile kadının sanatçı olmak için yüreklendirilmediği apaçık ortadadır. Tam tersine, kadın her vesileyle ağzının payını almış, tokatlanmış, diskurlara muhatap olmuş ve bol bol öğüt dinlemiştir. Şuna karşı çıkma, bunu yalanlama ihtiyacı kim bilir onun aklını nasıl zorlamış ve şevkini nasıl kırmıştı…
Neden erkekler şarap içerken kadınlar su içiyordu? Neden bir cinsiyet böylesine varlıklıyken diğeri bu kadar fakirdi?
Kadınlar, kadınlara karşı serttirler. Kadınlar, kadınlardan hoşlanmazlar. Kadınlar Ama bu kelimeden ölesiye sıkılmadınız mı? Sizi temin ederim ki sıkıldım.
Toprağın altında kalmış şeyleri gün o ışığına çıkarıyordu ve insanın onları neden gömüldüğünü merak etmesine neden oluyordu.
Kapıdaki çarkıfelekten damladı
Gözyaşının en parlağı;
İşte geliyor güvercinim, biricik sevgilim.
Gözyaşının en parlağı;
İşte geliyor güvercinim, biricik sevgilim.
Başarı insanı daha çok çabalamaya teşvik eder. Alışkanlıklarsa başarıyı getirir.
Ücretsiz yapıldığında boş ve ehemmiyetsiz olarak görülen işler para karşılığında yapılmaya başlanınca yücelir.
İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne sürgü ne de kapatabileceğiniz bir kapı.
Aceleye gerek yok. Kıvılcımlar saçmaya gerek yok. Kendinden başka biri olmaya gerek yok
Kendimi, kısaca ve basit bir şekilde şu cümleyi söylerken buluyorum: insanın kendisi olması diğer şeylerden çok daha önemlidir. Bunu asil gibi gmstermeyi bilseydim, başka insanları etkilemenin hayalini kurmayın, derdim. Her şeyi kendi içinde düşünün.
Çünkü eğer kadın doğruyu söylemeye başlarsa aynadaki suret küçülür.
Kalbim şakıyan bir kuş gibi
Su verilmiş bir sürgünde yuva kuran;
Kalbim bir elma ağacı gibi
Dallarını güdük meyvelerin eğdiği;
Kalbim gökkuşağından bir kabuk gibi,
Durgun bir denizde kürek çeken,
Kalbim bunların hepsinden daha mutlu,
Çünkü aşkım geldi bana.
Su verilmiş bir sürgünde yuva kuran;
Kalbim bir elma ağacı gibi
Dallarını güdük meyvelerin eğdiği;
Kalbim gökkuşağından bir kabuk gibi,
Durgun bir denizde kürek çeken,
Kalbim bunların hepsinden daha mutlu,
Çünkü aşkım geldi bana.
İsterseniz kütüphanelerinizi kilitleyin ama zihnimin özgürlüğünü kilitleyebileceğiniz hiçbir kapı, kilit, sürgü yoktur.
Dudaklarımdan yalanlar dökülecektir, ama belki içlerine biraz hakikat karışmış olabilir
Bir şairin bir kadın bedeni içinde sıkışmış ve darmaduman olmuş olan yüreğinin ateşini ve şiddetini kim ölçebilir ki ?
“Bir kadın kurgu edebiyatı yazacaksa paraya ve kendine ait bir odaya sahip olmalıdır…”
Aklıma bir anda binlerce soru geliyordu. Fakat benim cevaplara ihtiyacım vardı, sorulara değil. Cevaplar da ancak bilge ve önyargısız kişilerden alınmış olmalıydı.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Önce tarihçileri sonra da şairleri okuyan bir kişi için, kadın tuhaf bir mahluktu.Kartal kanatlı bir solucan ile mutfakta içyağı doğrayan yaşam ve güzellik timsali bir perinin karışımı gibi bir şeydi o.
Dünyanın çok yakın da kaybolacak güzelliğinin iki ucu vardır; biri kahkaha diğeri ise kalbi parçalara ayıran elemdir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kalbim, şarkı söyleyen bir kuş gibi, yuvası hareli bir sürgünde.
Aceleye gerek yok. Işıldamaya gerek yok. Kendinden başka kimse olmaya gerek yok.
içimde o dilsizliğin baskısını, kaydedilmemiş yaşamın birikimini hissederek ilerledim..
İsterseniz kütüphanelerinizi kilitleyin ama zihnimin özgürlüğünü kilitleyebileceğiniz hiçbir kapı, kilit, sürgü yoktur!
Kim beni suçlar? Şüphesiz birçokları bana memnuniyetsiz diyeceklerdir. Elimde değildi, huzursuzluk doğam da vardı, beni bazen acı çekecek derecede kışkırtıyordu..
Onlarla konuşurum ve dünyanın en mutlu insanları olmak için, zaten öyle oldukları bilgisi dışında hiçbir şeye ihtiyaç duymadıklarını anlarım..
“En iyi yetişmiş kadınlar, zihinleri en uygar olanlardır.
“Kadınlık korunması gereken bir iş olmaktan çıkarsa her şey olabilir diye düşündüm.”
Dünyanın çok yakında kaybolacak güzelliğinin iki ucu vardır; biri kahkaha diğeri ise kalbi parçalara ayıran elemdir.
çünkü başyapıtlar, münferiden ve tek başlarına doğmazlar. onlar, ortak düşünmekle, insan topluluklarının ortak düşünmesiyle geçen uzun yılların ürünüdür.
Bir sınıfı ya da bir cinsiyeti topyekun suçlamak saçmaydı
İnsan toplumsal sözleşmeye uymalı ve dünya denen şeyle ilişiğini kesmeli ydi.
Kaldırın o korumayı, bırakın kadınlar aynı uğraş ve etkinlikler ile karşılaşsınlar. Onları asker, denizci, makinist ya da tersane işçisi yapın. Görün bakalım o zaman erkeklere kıyasla çok daha genç yaşlarda ve daha çabuk ölürler mi, ölmezler mi? İnsanlar da ‘Bugün bir uçak gördüm,’ der gibi ‘Bugün bir kadın gördüm,’ derler mi, demezler mi?
Napolyon ve Mussolini’nin kadınları bu kadar ısrarcı bir şekilde aşağı düzeyde görmelerinin nedeni de budur, çünkü kendi egolarının şişmeye devam etmesi için, kadınların aşağı düzeyde olması gerekmektedir.
kadının katlanması gereken en büyük sorun bu bu duyarsızlık değil, dünyanın ona karşı takındığı düşmanca tutumdu.
Düşünüyorum da, şu hayat dediğimiz şeyin ne hoş ödülleri vardı; şuna buna hınç duymak, kin beslemek ne kadar yersizdi ve dostluklar kurabilmek ve kafa dengi kişilerle birlikte olabilmek ne kadar gıpta edilecek bir durumdu…
Kadınlar Shakespeare’in oyunlarını yazamaz. Nasıl olursa olsun, Shakespeare’in raftaki yapıtlarına bakarken, piskoposun en azından bu konuda haklı olduğunu düşünmeden edemedim; bir kadının Shakespeare’in çağında Shakespeare’in oyunlarını yazmış olabilmesi her yönüyle ve tümüyle olanaksızdı. Gerçek verilere ulaşmak olağanüstü güç olduğundan, izin verin, düş gücümü harekete geçirip Shakespeare’in Judith adında son derece yetenekli bir kız kardeşi olmuş olsaydı neler olurdu diye şöyle bir tahmin yürütmeye çalışayım. Shakespeare büyük olasılıkla liseye gitmiş. Latince-Ovid, Virgil ve Horace- ve gramer ile mantık üzerine bilgi edinmişti, çünkü annesine yüklü bir miras kalmıştı. Çok iyi bilindiği gibi tavşan avlayan, belki de geyik vuran ele avuca sığmaz bir oğlandı ve yapması gerekenden çok daha önce, kendisine normalden çok daha kısa bir sürede çocuk doğuran, komşu çevrelerden bir kadınla evlenmek zorunda kalmıştı. Bu felaket, onun şansını denemek için Londra’ya gitmesiyle sonuçlandı. Tiyatrodan hoşlandığı anlaşılıyor; bu işe sahne kapısında at tutmakla başladı. Kısa sürede tiyatroda iş bulup başarılı bir oyuncu oldu ve dünyanın merkezinde yaşamaya başladı; artık herkesle karşılaşıyor, herkesi tanıyor, sanatını tahtaların üzerinde uyguluyor, zekâsını sokaklarda kullanıyordu; kraliçenin sarayına giriş hakkını bile elde etti. Bu arada, olağanüstü yetenekli kız kardeşinin evde kaldığını varsayalım. O da aynı ölçüde maceracı, aynı ölçüde yaratıcıydı ve dünyayı tanımak için aynı ölçüde yanıp tutuşuyordu. Ama okula gönderilmedi. Horace ve Virgil okumak bir yana gramer ve mantık okumak gibi bir olanağı dahi yoktu.
Hangi şartlarda olursanız olun, en kötü işkencelere maruz kalsanız dahi düşünme özgürlüğünüze hiç kimse mani olamaz. Yaşadığınız sürece dur durak bilmeden düşünürsünüz. Düşünme yeteneğinin karşısında ne silah, ne kilit, ne de en ağır cezalar durabilir.
Kendi çağımıza özgü bir çeşit kıskançlıktan sanıyorum, her ne kadar bu tür karşılaştırmalar saçma ve gülünç olsa da, günümüz şairlerinden Tennyson ve Christina Rosetti kadar başarılı olan iki şair sayabilir miyiz merak içindeyim.
hiçbir erkeği pohpohlamaya ihtiyacım yok çünkü bana vereceği hiçbir şey yok.
Dünyanın çok yakında kaybolacak güzelliğinin iki ucu vardır; biri kahkaha diğeri ise kalbi parçalara ayıran elemdir.
“Gün gelir de çocuklar artık istenmez olursa, kadınlara olan gereksinim de tümüyle sona erer.”
“Kadınlık korunan bir zanaat olmaktan çıkınca her şey olabilir…”
Dilerseniz kilitleyin kütüphanelerinizi ancak zihnimin özgürlüğünü engelleyecek ne kapı ne kilit ne de bir sürgü vardır.
“Hayalinizin saçının tek bir telini ya da renginin tek bir tonunu, elinde gümüş bir kupayla bekleyen bir okul müdürüne ya da kolunun altında bir not defteri tutan bir profesöre duyduğunuz saygıdan dolayı feda etmek, dünyanın en aşağılık ihanetidir. Bir zamanlar bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket olarak tanımlanan servet ve iffet kaybı bile bunun yanında sinek ısırığı gibi kalır.”
Yaratıcılık alanında kadın en önemli yere sahiptir, gerçekteyse tamamen ehemmiyetsiz. Şiir sanatını baştan başa kaplar; tarihte ise bulunmaz. Kurmacada kralların ve fatihlerin hayatlarına hükmeder; gerçekteyse ebeveynlerin zorla parmağına yüzük taktığı herhangi bir oğlanın kölesidir.
Kendinden başka kimse olmaya gerek yok.
Çünkü kadın gerçeği söylemeye başladığında, aynadaki görüntü küçülür, erkeğin hayata uyum başarısı azalır.
Kadınlardan entelektüel anlamda hiçbir şey beklenemeyeceğine dair erkeklere ait bir sürü fikir vardı ortada. Babaları bu görüşleri sesli okumasa bile kızlar kendileri okuyabilirdi Karşılarında daima direnmeleri ve aşmaları gereken Sen bunu yapamazsın, beceremezsin iddiaları olurdu.
Anonim olmak kadınların kanında vardır. Gizlenme arzusu hala hükmetmektedir onlara.
Kadınlık korunması gereken bir uğraş olmaktan çıktığı zaman her şey mümkün olur, diye düşündüm kapıyı açarken.
Neden erkekler şarap, kadınlar su içmişti ? Neden bir cinsiyet o kadar varlıklı iken diğeri böylesine yoksuldu?
Zira, öncelikle onlar için para kazanmak imkansızdı. İkincisi, para kazanmak mümkün olsaydı bile yasalar onların bu paralara sahip olmasını engelliyordu.
toplum, bana teyzem tarafından sadece aynı soyadını paylaştığımız için bırakılan bir miktar kağıt parçası karşılığında, tavuk ve kahve, yatak ve kalacak yer veriyor.
Çünkü şimşek gibi çakan çılgınca bir yaratıcılık ve orta yerlerine yıldırım gibi düşen bir dehanın açtığı oyuk, onları bir yandan kusurlu ve eksikli kılsa da, bir yandan da şiirsellikle yıldız gibi parlamalarını sağlamaktadır.
insan, anlaşılmaz bir toplumda yalnız kalmış gibi görünüyordu.
Nereye baktıysam, erkeklerin kadınları düşündüğünü gördüm, ne var ki hepsinin görüşleri farklıydı.
Kadınlar yüzyıllardır, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen enfes bir güce sahip büyülü birer ayna görevini yerine getirmişlerdi.
Kitaplarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir süngü yoktur.
“Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı.