İçeriğe geç

Kara Oklar Çetesi – Büyük Macera Kitap Alıntıları – Ahmet Şerif İzgören

Ahmet Şerif İzgören kitaplarından Kara Oklar Çetesi – Büyük Macera kitap alıntıları sizlerle…

Kara Oklar Çetesi – Büyük Macera Kitap Alıntıları

1923 yılında halkın sadece % 8’i okuma yazma biliyordu, çünkü okuma yazma bilenler Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında şehit olmuştu.
”Dürüst zannettiğimiz insanların çoğu, önüne fırsat çıkmamış olanlardır.
– Dedenin yazısı olmalı bu. Babamın yazısından farklı.

– Galiba, diye cevap verdi Nisan.

Yukarıda GÖKYÜZÜ YOL GÖSTERİR yazıyordu.

O zamanlarda Türkiye’nin en önemli özellikleri neydi bilir misiniz? Sokakta oynayan çocuklardan hangisi zengin, hangisi fakir bilemezdiniz. Herkes aynı giyinirdi, ihtiyacı olana yardım etmek çok sevap ya da iyi kabul edilirdi.
9 Ağustos günü gelemediniz. Sarayburnu’nda Gazi Mustafa Kemal çok güzel bir konuşma yaptı. Arap harfleri yerine Latin harfleri çizdi. İlk dersi orada verdi.
Yarından tezi yok öğreneceğim.
– Bu çiçekler sizin için Müzeyyen Anne.

– Oğlum, nereden çıkarırsın bu güzellikleri, nezaketi.

– Eh Anneciğim, Fransa’da güzel bir hanımın olduğu eve çiçeksiz girilmez.

Bu gençler kim biliyor musunuz çocuklar? İstiklal Harbi’nin bir gecesi bu on beş-on altı yaşlarındaki gençler gidip, İngilizlerin silah deposunu basıp, başlarındaki sınıf subaylarıyla beraber silahları ele geçirip bu şanlı yuvaya, Kuleli’ye döndüler. Sabah erkenden Anadolu’ya yola çıkıp Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına katılmayı planlamışlardı.
Kitap yazmak, elbet yaşamak gibi dedi kendi kendine.
Çocuklar yaşadıkları anın önemini kavrarmış.
Kardeş çok ayrı bir şey, hep koruyup kollamaya çalışırsın
Koruyamadın mı çok üzülürsün
Gözünden bir damla yaş düşer
Kanatlanır damlacık, uçar gökyüzünde bir meleğe sarılır.
(açık kolları boşta kalan)Mustafa Kemal döndü,
— Muhittin’im çocuklar ne protokol bilir ne cumhur reisi ne makam ne mevki. Onlar sadece sevgi bilir, içtenlik bilir, insanlık bilir. Bak kollarını açmış devlet başkanını vız geçtiler, canlarına
koştular. Keşke hepimiz çocuk kalsaydık.
dost her hazineden değerli
“Dürüst zannettiğimiz insanların çoğu, önüne fırsat çıkmamış olanlardır”
Ayının kırk muhabbeti varmış otuz dokuzu armut üstüneymiş.
Taştandır, demirdendir,
Yediği hamurdandır,
Bütün dünyayı doyurur,
Kendi doymaz, nedendir?
Kokuna doyamıyorum.
Seni çok seviyorum.
1923 yılında halkın sadece % 8’i okuma yazma biliyordu, çünkü okuma yazma bilenler Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında şehit olmuştu.
O zamanlarda Türkiye’nin en önemli özellikleri neydi bilir misiniz? Sokakta oynayan çocuklardan hangisi zengin, hangisi fakir bilemezdiniz. Herkes aynı giyinirdi, ihtiyacı olana yardım etmek çok sevap ya da iyi kabul edilirdi.
9 Ağustos günü gelemediniz. Sarayburnu’nda Gazi Mustafa Kemal çok güzel bir konuşma yaptı. Arap harfleri yerine Latin harfleri çizdi. İlk dersi orada verdi.
Yarından tezi yok öğreneceğim.
-Bu çiçekler sizin için Müzeyyen Anne.
-Oğlum, nereden çıkarırsın bu güzellikleri, nezaketi.
-Eh Anneciğim, Fransa’da güzel bir hanımın olduğu eve çiçeksiz girilmez.
-Bu gençler kim biliyormusunuz çocuklar? İstiklal Harbi’nin bir gecesi bu on beş-on altı yaşlarındaki gençler gidip, ingilizlerin silah deposunu basıp, başlarındaki sınıf subaylarıyla beraber silahları ele geçirip bu şanlı yuvaya, Kuleli’ye döndüler. Sabah erkenden Anadolu’ya yola çıkıp Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına katılmayı planlamışlardı.
Kitap yazmak, elbet yaşamak gibi dedi kendi kendine.
Çocuklar yaşadıkları anın önemini kavrarmış.
Kardeş çok ayrı bir şey, hep koruyup kollamaya çalışırsın
Koruyamadın mı çok üzülürsün
Gözünden bir damla yaş düşer
Kanatlanır damlacık, uçar gökyüzünde bir meleğe sarılır.
dost her hazineden değerli emin olun.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Keşke hepimiz çocuk kalsaydık.
Kitap yazmak,elbet yaşamak gibi.
“Kardeş çok ayrı bir şey, hep koruyup kollamaya Çalışırsın koruyamadın mı çok üzülürsün.
Gözünden bir damla yaş düşer, kanatlanır damlacık, uçar gökyüzüne bir meleğe sarılır..”
Kimimizin sağlığı yerinde olmaz, kimi hayata annesiz babasız atılır, kimimiz yetiştirme yurdundadır, kiminin boyu uzundur, kimi şişman, kimi kısa, kimi kimsesiz, kimi engelli Oysa kitabın içine girdiğiniz anda herkes eşittir ve Alice’in Harikalar Diyarı’na girdiğindeki gibi büyük.
Dürüst zannettiğimiz insanların çoğu, önüne fırsat çıkmamış olanlardır.
Kitap yazmak, elbet yaşamak gibi.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Kitaplar büyülüdür. Küçük fırıncı çırağı, okuduğu kitaptan öyle etkilenir ki “Büyülü mü acaba?” diye kitabı havaya kaldırır ve “İçinde melekler mi var?” diye güneşe doğru tutar. Kitap, Tolstoy’un bir romanıdır. O fırıncı çırağı da Rus edebiyatının en usta yazarlarından biri olur büyüyünce: Maksim Gorki
9 Ağustos’ta Harf İnkılabı açıklanıyor. 1 Aralık’ta da gazeteler yeni harflerle basılmaya başlanıyor. 27 Aralık itibarıyla da İstanbul Belediyesi, eski yazılı tabelalarını değiştirmeyen iş yerlerine ceza kesiyor.
Küçücük ilginç bir bilgi; tüm yumurtalar beyaz. Kahverengi yumurtalar Amerikan tavuklarıyla birlikte 1950’li yıllardan sonra geliyor.
Para birimleri: 1 kuruş = 40 paraya denk geliyor, yani halka 50 para olduğuna göre 1 kuruş 10 para veriyorsunuz. Para nikelden yapılıyor. 100 para 2,5 kuruşa denk geliyor. 2,5 kuruşa halk arasında “manda gözü” deniyor.
Ağırlıklı olarak Rumlar Samatya’da, Ermeniler de Yenikapı’da yaşıyorlar, Yahudiler ise Balat ve Pera’da. Rumlar, 1923 Mübadelesi’yle Yunanistan’a göç etmek zorunda kalıyorlar ve sayıları çok azalıyor. Her şeye rağmen tüm etnik kökenden insanların birbirine büyük sevgi ve saygısı var.
1923 yılında halkın sadece % 8’i okuma yazma biliyordu, çünkü okuma yazma bilenler Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında şehit olmuştu
Ekibimiz, yazarlara şu beş değerin bizim için önemli
olduğunu anlatıyor: Dürüstlük, iş kalitesi, girişimcilik, vatan sevgisi ve hoşgörü. Bu beş değerden birini olsun bu kitap size kazandırmışsa benim için tamamdır.
biz büyükler, seyrettiğiniz TV programlarıyla sizi yavaş yavaş etkileyerek tüketmeyi öğreteceğiz size, paranın, gücün değerli olduğuna inandırmaya çalışacağız. Kıyafetinizin üzerindeki markanın ne denli önemli olduğuna inandığınız gün, babanıza gidip “Bana iPhone, Swatch, Converse al!” diyeceksiniz. O gün, o kurnaz büyükler sizi kandırmış olacaklar. Sizi markalara ve paranın gücüne inandırmış olacaklar. O güne kadar çocukluğunuzun keyfini sürün.
Çocukların dünyası çok masum ve güzeldir öyle ki, akıllarında
çıkarlar, ideolojiler, bir makamı ele geçirip araba
markasıyla, tişört markasıyla hava atmak gibi
düşünceler yok; ondan bundan komisyon almak,
çalmak, çırpmak, en yakınlarını bile kandırmak da yok.
Öte yandan, en büyük şanssızlıklarınızdan birinin şu olduğunu bilin:
Bugün sizin yaşınızdaki bir İngiliz, yüzyıl önce
yazılmış İngiliz romanını okuyup çok rahat
anlarken siz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şahane
romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü
anlayamaz durumdasınız.
Bu durum, Atatürk’ün
Harf Devrimi’yle ilgili değil. Ben de o
devrimden çok sonra doğdum ama ben anlayabiliyorum.
Bu durumun iki sebebi var.
Birincisi, dilimiz yabancı kelimelerin istilasına
uğradı. İkincisi, dilin içine 1960’lı, 1970’li
yıllarda siyaset girdi; ideolojiler, siyaset derken.
Sonuç: bundan elli veya altmış yıl önce yazılmış
Türkçe bir kitabı gençler anlayamıyor. Ne kadar
ayıp ve yazık, değil mi?
Kitaplar büyülüdür. Küçük fırıncı
çırağı, okuduğu kitaptan öyle etkilenir ki
“Büyük mü acaba?” diye kitabı havaya kaldırır
ve “İçinde melekler mi var?” diye güneşe doğru
tutar. Kitap, Tolstoy’un bir romanıdır. O fırıncı
çırağı da Rus edebiyatının en usta yazarlarından
biri olur büyüyünce: Maksim Gorki.
Hiçbir okur
kitabın içinde diğerinden daha üstün değildir.
Para ve araba gibi şeylerden bahsetmiyorum;
onların mutluluk getirmediğini büyüyünce
öğrenirsiniz. (Büyüdüğü hâlde öğrenemeyenler
de var.)
Hiçbirimizin şartları eşit değil.
Hayat,
kitaplardaki gibi değil! Büyüyünce bunu daha
net görürsünüz.
Onları böyle birbirine bağlayan şey birbirlerine
olan sevgileri, cesaret ve yaşadıkları ülkeyi
içtenlikle sahiplenmeleri.
Geriye hayırlı evlat
bırakanların iyilik defterlerinin hep devam
ettiğini bilerek gülüyorlardı.
dost her hazineden değerli emin
olun.
“Dürüst zannettiğimiz insanların çoğu,
önüne fırsat çıkmamış olanlardır” der annem
İşte böyle çocuklar, Osman Hamdi Efendi,1883’te Nemrut Dağı’ndaki heykelleri buldu.
Almanlardan önce orayı kazdı ve Yervant Oskan
Efendi’yle Antakya’da Saman Dağı, Urfa,
Antep, Zincirli ören yerlerini kazdılar. 1887’de
Lübnan’ın Sayda şehrinde de müthiş arkeolojik
eserler –İskender’in lahdini– buldu; orası da
Osmanlı toprağıydı o vakitler. 1891’de
Muğla’da Fransız arkeologlarla Hekate
Tapınağı’nı buldu. Bu kazıları yaparken
yabancıların ülkemizde nasıl cirit attıklarını,
buldukları her şeyi nasıl yurt dışına
götürdüklerini görüyor, çok üzülüyordu. Knidos
Yarımadası’ndaki antik kenti, padişah izni alarak
gemilerle yağmalamışlardı. Bergama’dakiArtemis Tapınağı’nı ve Bodrum’daki Mozole’yi
izinle götürmüşlerdi ama izinsiz çaldıklarının da
haddi hesabı yoktu.
Vatanın değerleri çalınıyor, ülkenin servetini çalıyorlar. Sen sadece iş diyorsun. Kurtuluş Savaşı’na da gitmedin sen
— Siz büyüklerin dünyasını anlamazsınız çocuklar. Her şey farklı bizim için. Anlatsam da anlamazsınız. Biz sizin kadar temiz olamayız hiç. Daha fazla kazanıp, daha iyi giyinip, daha
fazla harcamazsak değer, kabul görmeyiz
Zarafeti, saygıyı, öğrenmeyi temsil ediyordun gönlümüzde, çocukla çocuk olmak, maceradan hiç ürkmemek demektin.
Lüferin küçüğüne çinekop, çinekopun küçüğüne de defneyaprağı denir, bu en büyükleri, kofana!
Cancim; kim gürültü yapar hava basarsa puanı o toplar.
İstanbul’a yakın bu adaların tamamına “Prens Adaları” derler. Zamanında Bizans’ta prensleri bu adalara sürüp tecrit ederlermiş
Kralın iki kadim hayırsız oğlu
Dua ederler metruk manastırda
Gözleri kumdan yeni yapılmış kapıda
Yassı burunlu prens değersiz
Sivri burunlu oturacak tahta.
Çocuklar ne protokol bilir ne cumhur reisi ne makam ne mevki. Onlar sadece sevgi bilir, içtenlik bilir, insanlık bilir.
Hayat, kitaplardaki gibi değil!
Keşke hepimiz çocuk kalsaydık.
Gençler, sizler çocuklarınıza anlatınız,
onlar da kendi çocuklarına. Böylece unutulmaz.
Biz yazmayan, çizmeyen bir milletiz; hiç
olmazsa anlatalım bu buluşumuzu da
kapmasınlar.
Niye anlattım
size biliyor musunuz? Şunu, Fransız icat etse
patentini alır dünyaya satar, bize de okullarda okuturlardı, Fransız, İngiliz keşfetti bunu diye.Biz, bırak dünyaya tanıtmayı, kendimiz unutur
gideriz değerlerimizi de.
Şirket-i
Hayriye’nin başında müdür olan Mühendis
Hüseyin Haki Efendi, dünyanın ilk arabalı
vapurunu hayal etti ve çizdi. Türkiye’de
yapabilecek büyüklükte bir tersane olmadığı için
vapur İngiltere’de yapıldı, başına da Mehmet
Efendi yollandı. Sonra vapur Türkiye’ye geldi.
1872 yılında kullanılmaya başlandı, yani
dünyanın ilk arabalı vapurunu biz Türkler icat
ettik.
Adı neymiş çocuklar?

Çete üyeleri okumaya çalıştı.

— Suhulet, dedi Zafer.
— Ne demek oluyor Tevfik Amca?
— “Kolaylık” demek yavrum

Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu da
babam Osman Hamdi Bey’dir. 1899’da kurdu
orayı ama bence ülkemize en büyük hizmeti,
1883’te tarihi eserlerin Türkiye topraklarından
yurt dışına çıkarılmasını engelleyen kanunu
çıkarttırmasıdır.
Dünyanın Yedi Harikası’ndan ikisini –koca koca
tapınakları– bu ülkeden padişahın izniyle alıp
götürdüler. Bergama’daki Artemis Tapınağı ve
Bodrum’daki Mozole, bugün Londra’da The
British Museum’da
sergileniyor.
Taştandır, demirdendir,
Yediği hamurdandır,
Bütün dünyayı doyurur,
Kendi doymaz, nedendir?
Tahmin edemeyeceğiniz kadar
cesur, tahmin edemeyeceğiniz kadar da
korkaktı. Cesurluğu şöyle; arkadaşları için her fedakârlığı yapar, her tehlikeye girer; ama horoz,
tavuk, sinek, kedi gibi her türlü zararsız
hayvandan korkar, üstüne üstlük şeftaliye
dokunamazdı
Kardeş çok ayrı bir şey, hep koruyup kollamaya
çalışırsın
Koruyamadın mı çok üzülürsün
Gözünden bir damla yaş düşer
Kanatlanır damlacık, uçar gökyüzünde bir
meleğe sarılır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir