İçeriğe geç

Hikaye Oksijendir Kitap Alıntıları – Sait Aytemur

Sait Aytemur kitaplarından Hikaye Oksijendir kitap alıntıları sizlerle…

Hikaye Oksijendir Kitap Alıntıları

Eğer filmin kurulum ve gövde bölümünde gerilim çok yüksekse seyirci doruk noktasına geldiğinde yorgun düşer.
One Flew Over The Cuckoo’s Nest” (Guguk Kuşu) filminde çatışma, otoriteyi temsil eden hemşire (Louisa Fletcher) ve akıl hastanesine kapağı atmış bir hükümlü olan, ana kahraman (Jack Nicholson) arasındadır.
Bir film senaryosundaki “çatışma” iki zıt kutup arasında gerçekleşecektir. Kahramanla bir insan, kahramanla toplum, kahramanla kurumlar arasında bir zıtlık olabilir. Bunu da bir kontrast olarak tanımlarsak hata yapmış sayılmayız.
Her türlü zıtlık bir dikkat çekme aracıdır.
Kontrastın iletişimin her alanında kullanılması bir tesadüf değil. Soyut sanatta, Hint sanatında, sinemada, reklamda kontrastın “dikkat çekme” konusunda ne kadar başarılı olduğunu hepimiz biliyoruz.
Hayatı çok rasyonel bir mercekten gördüğünü iddia edenler vardır. Bazı erkekler, sevgililerine verdikleri pırlantanın aslında kömür olduğunu düşünerek başlarına böyle bir felaket gelmemesi için dua ederler. Hayat onlar için sadece bilimsel verilerle açıklanabilir. Hikaye yoktur, tarih vardır. Değerli ve değersiz şeyler vardır. İşe yarayan ve yaramayan şeyler vardır. Soyut düşünceye, metafiziğe yer yoktur. “Sol Beyinli” diye tanımlanan insanlar için problem ağırlıklı olarak matematikseldir. Bu bir üst yazılımdır. (Üst korteks) Altta sanata ve hikayeye özlem duyan bir yaratık hep vardır. (Şiddetli nevroz şeklinde ortaya çıkar!)
Bu tepkiyi beynimizin “problem çözme” özelliğine bağlıyor. Gizlenmiş ayrıntıları gözlerimizle aramak limbik sistem tarafından ödüllendiriliyor. Bilmece çözer gibi bu süreçten büyük bir keyif duyuyoruz.
Duygular sözsüz, hikayeler sessiz anlatılabiliyor.
Buster Keaton, sesli sinemanın kurbanlarındandır. Sessiz sinemanın dehalarından sayılan Keaton sesli sinemanın yaygınlaşmasıyla işsiz kalmıştır
Birbirlerinden başka hayatlarında anlamlı hiçbir şey yoktur. Yaşlı adamın onu istemeyen bir kızı ve boksör kızın korkunç bir ailesi vardır. Birbirlerine hissettikleri konusunda tek kelime etmezler. Ama finaldeki diyalogdan sonra geriye doğru bakıldığında giderek yoğunlaşan derin sevginin varlığı filmin her yanındadır
Senaryo mimariye benzer. Kurulum aşaması binanın temeldir. Sahneler binanın tuğlalarıdır. Sekanslar kolonlardır.
Robert McKee hikayelerin sonlarını üçe ayırıyor:
Sonu (-) değer ile biten hikayeler.
Sonu (+) değer ile bitenler hikayeler.
Sonu hem (+), hem de (-) ile bitenler. (İronik son)
Truth Well Told.” Hakikatin iyi ifade edilmesi. Caravaggio, son nefesine kadar bunu yaptı. O öldükten sonra, Roma’ya ulaşan resimlerinden birinde kendisini kafası kesilmiş Golyat olarak gösteriyordu
İnsanlar dikkat çeken şeye bakarlar. Reklamcının görevi de dikkat çekmektir.
Roma’da, Malta’da Caravaggio’nun eserlerini görenler 20. yüzyılda yaşasaydı büyük bir sinemacı olabileceğini düşünebilir. O eserlerinde hareketi dondurmaz. Malta’daki Vaftizci Yahya tablosunda olduğu gibi birazdan olacakların dehşetini iliklerimizde hissettirir.
Hesap kitapla “içerik” oluşturan ise, hiçbir başarı elde edemez.
Caravaggio, hayatın içindeki çirkinlikleri, kirleri, çarpıklıkları kilisenin sipariş ettiği resimlere yansıtmıştır. Sanatın sadece güzellik, yüksek estetik olmadığını kanıtlamıştır
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
İşlediği cinayet nedeniyle önce Napoli, sonra da Malta adasına giden Michelangelo da Caravaggio’ya şövalye unvanı verilir. Bunun karşılığında Caravaggio şövalyelerin kilisesine sinema perdesi büyüklüğünde bir resim yapar
Shawshank Redemption” (Esaretin Bedeli) olağanüstü bir hikayedir. Haksız yere hapse atılan bir muhasebeciyle hapiste arkadaş olduğu mahkûmun yaşadıklarını anlatır
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bu nedenle yaratıcı bir işe soyunanlar aynaya iyi bakmalıdır. Gözlerinde sadece dolar işareti olanların ideal yeri finans sektörüdür.
Reklam yazarı ise ürünü, pazarı, tüketiciyi derinlemesine kavramak zorundadır. Yazacağı senaryonun, markayı tüketicinin kafasında hangi noktaya yerleştireceğine karar vermelidir.
Rus şairi Lermantov, 27 yaşında düello yapıp hayata veda etti. Bu hayatların hikayesi olduğunu itiraf etmeliyiz. Bu nedenle hatırlanma endeksinde diğer yazarlara karşı avantajlı olacaklardır
Dostoyevski 19. yüzyılın en önemli Rus edebiyatçısı olmasının yanı sıra, kendini dizginleyemeyen bir kumarbazdı. Ayrıca epileptikti. Her iki konuda da eser verdi. Budala romanının kahramanı Prens Mişkin, epilepsinin acımasız pençesinde kıvranan bir roman kahramanıydı
Ernest Hemingway, hayatı dolu dolu yaşamıştır. İspanya iç savaşına katılmıştır. Gezmeyi, yemeyi, içmeyi, macerayı sevmiştir. Hayatını bir av tüfeğiyle intihar ederek noktalamıştır. Bu dramatik son, Hemingway’in hayatını dramatikleştirerek, Onu hikayeye daha da yakınlaştırmıştır. Onu efsaneleştirmiştir.
Tüketici bu hikayenin pasif dinleyicisi olmak istememektedir, katılmak istemektedir. Dijital teknoloji markalara bu fırsatı vermektedir. Facebook, Twitter gibi platformlar iki yönlü “diyalog” için biçilmiş kaftandır.
Ertem Eğilmez’in “Bu sahne olmazsa ne olur?” sorusu son derece önemlidir. Hikaye ister 120 dakika, isterse 60 saniye olsun küçücük bir fazlalık bile felakettir.
Yönetmenin tanrısallaşması eleştirmenlerin gerçeği görmemesinden ya da yazmamasindan
kaynaklanabilir
Saatchi’nin ününe ün katacaktı! (“Labour is not working” yani “İşçi çalışmıyor” başlığı hem işsizliğe hem de İşçi Partisi’ne gönderme yapan ilgi çekici ilanlardan biriydi.)
Big Ben’i ayarlayan kişinin hangi saate baktığını merak ettiniz mi?” Adam kol saatine bakar: Timex
Karlı havalarda gördüğünüz kar küreme aracının sürücüsü, kar küreme aracına nasıl gider diye merak ettiniz mi?” Kar küreme aracı bir garaja girer. Garajın içinden bir VW kaplumbağa çıkar.
Reklamcılar, zor koşullarda hikaye anlatmasını bilen yaratıcılardır. Acımasız zaman kısıtlaması, maliyet kısıtlaması, pre-testler, müşterinin beğeni düzeyi ve kampanya yayınlandıktan sonra alınacak sonuç reklamcıyı kısıtlayan faktörlerdir.
Muhsin Bey…
…Bir sinema mucizesidir.
Yavuz Turgul’un “Muhsin Bey” filmidir. İlkeleri olan Muhsin Bey ile, ünlü olmak dışında bir düşüncesi olmayan genç bir türkücü adayının hikayesidir
Kente göç eden insanların maddi ilişkilerinin -kısacası paranın-insanlıklarını nasıl öldürdüğünü anlatır. Çatışma, kentle insan, parayla insan, insanla insan arasındadır.
Lütfi Akad bir teasadüf sonucunda kendini sette yönetmen olarak bulur. Bu mütevazi, yeteneklerini herkese sergilemekten hoşlanmayan adam, Türk sinemasının en büyük yönetmenlerinden biri olur
1990’lı yılların Ford Transit kampanyasının yaratıcı stratejisi hayatın bir gerçeği üzerine kuruludur: Transit ikinci el değeri, yaygın servisi gibi faktörler nedeniyle marka sadakati yaratmıştır.
Hayatın içindeki bir “gerçekten” hareket ederek yapılan reklamlara neorealist reklamlar diyebiliriz.
Çünkü reklam dahil olmak üzere iletişim sonuçta “hakikati” aramaktır.
Genç yaşta ölen Françoise Truffaut’un “400 Blows” [400 Darbe], ailesine ve çevresine yabancılaşan bir çocuğun hikayesidir
Françoise Truffaut, Claude Chabrol, Jean Luc Goddard, Jacques Rivette, Eric Rohmer, İtalyan neo-realizm akımından etkilenen “Yeni Dalga” yönetmenleridir. André Bazin ise, eleştirmen olarak bu hareketin sürükleyici figürüdür
Hem L’Avventura, hem de L’Eclipse filmlerinde aşk, madde dünyasının içinde imkânsızdır!
Beton bloklar, inşaatlar, caddeler, borsacıların çığlıkları içinde yaşanan (yaşanamayan) bir ilişki. Bu ortamda insan olmak mümkün müdür?
İtalyan sinemasında 40 yaşında beliren ve 90 yaşında kör olana kadar film üreten Antonioni çok ilginç bir hikayecidir. İnsanların “duygu kırıntılarını” aradığını dile getirir. Örneğin, “Eclipse” filminde kapitalist dünyada yeşeren bir kadın-erkek ilişkisini anlatır
Fransa’da ‘Nouvelle Vague’, Brezilya’da ‘Cinema Nouvo’ ve İran, Tayvan sinemalarının neo-realizm etkisinde gelişen sinemalar olduğu söylenebilir. Türkiye’de Nuri Bilge Ceylan yaptığı çok üst düzey sinemayla bu listeye eklenebilir. Zeki Demirkubuz da bu perspektif içinde hatırlanmalıdır. Gerçek (‘çi’ değil) malzemeyle bir hakikatin peşinde olan hikayeciler!
Dolce Vita, “paparazzi” kelimesine isim babalığı yapan filmdir. Olayın kahramanı içi boşaltılmış bir yaşamın akışında oradan oraya sürüklenmektedir (Marcello Mastroiani).
Fellini, bu filmiyle kalıpların yaratıcılık karşısında nasıl yetersiz kaldığını göstermiştir. 8 ½ tanımlanması, kategorize edilmesi imkansız bir filmdir
8 ½” yaratıcılığı tükenen bir sinemacının hikayesidir. Film, akıp giden bir bilinçtir.
Europa 51” çocuğu ölen bir kadının fakirliği, çaresizliği görmesi ve bir azizeye dönüşmesidir. Bu hikaye akıl hastanesinde noktalanır.
Neo-realizmin babası olarak tanımlanan Rosellini, kariyerinin sonuna kadar ilginç filmler yaptı. “Germany Ground Zero” [Almanya Sıfır Noktası] savaş sonrası Berlin’de çaresizlikten babasını öldürüp intihar eden Edmund’un hikayesidir.
Umberto D. olağanüstü bir filmdir. Hikayesi olabildiğince yalındır. Ekonomik sıkıntılar içinde boğulan yaşlı bir bürokrat ve dünyadaki tek dostu, köpeği Flag’in hikayesidir.
1947 yılında Vittorio De Sica bir mucize daha yaratır. “Lurdi di Biciclette” filmini çeker. Yani “Bisiklet Hırsızları”. İzleyen herkesin yüreğine işleyen bir filmdir, ama son derece yalın ve gerçekçi bir anlatıma sahiptir
1946 yılında karşımıza “Sciuscia” filmiyle çıkar. Filmin kahramanları çocuklardır. Savaşın yıkıntısı içinde çalıntı battaniye sattıkları için ıslahevine kapatılırlar. Orada acımasız bir ortamda bulurlar kendilerini. Kendilerinden birbirlerine ihanet etmeleri istenmektedir.
Roberto Rosselini Partizan filminde katledilmiş ailesinin cesetlerinin arasında ağlayan çocukla belki de sinema tarihinin en iç acıtan sahnesini çekti.
Rosselini 1946 yılında, “Partizan” filmini çeker. Bu filmde, olaylar kendini hissettirmeyen bir kameranın önünden akıp geçer. En tipik görüntüsü, Po’dan akarak geçen can simidine tutunmuş partizanın cesedidir
Roberto Rosselini, bu akımın babası olarak kabul edilir. 1945 yılında yaptığı “Roma, Citta Aperta” filmi, sıradan insanların trajedisini anlatır.
Koestler, gülme görüngüsünü bastırılmış sadizmin, bastırılmış cinselliğin, bastırılmış korkunun, bastırılmış can sıkıntısının yarattığı enerji birikiminin tıpasının açılması olarak tanımlıyor
Moliére, insani zaaflar üzerine yazar. Ünlü Tartuffe oyunundaki sahtekâr karakter dindarlığı kullanarak herkesin kuyusunu kazar ve sonunda bu kuyuya kendisi düşer
Ruhunda kambur taşıyan insanların lider koltuğuna oturmaları son derece tehlikelidir. Bu karakterler, başkalarının ne duymak istediklerini çok iyi bilirler. Kıyıma geçmeden herkese duymak istediklerini söylerler.
Mutlak iktidar onu tatmin edecek tek hedeftir. Ruhundaki kamburun tedavisi budur!
III. Richard’ın kamburu, karşılaştığı fırsatları en kanlı biçimde değerlendirmesine neden oluyor. Fiziksel ve psikolojik sorunları, fırsatlar karşısında çılgınca bir hırsa kapılmasına neden oluyor
Olaylar mı, yoksa karakter mi hikayede belirleyici rolü oynar?”
Olayların yarattığı basınç, karakteri ortaya çıkartıyor
McKee ağırlığı, çevresel baskılar altında oluşan psikolojik tepkilere veriyor. Karakteri baskı altında ortaya çıkan tepkiler olarak tanımlıyor. Kömür mü? Elmas mı? Yüzeysel olarak aynı özelliklere sahip olan iki kişiden biri baskı altında en yakınlarına ihanet edebilir, diğeri ise onlar için hayatını feda eder.
Egri, her insanın karakterini oluşturan üç unsur olduğunu belirtiyor: Fizyoloji, sosyoloji ve psikoloji
. 70’li yıllarda, politik sinema boy gösterir. 1980’lerde, kentler büyük bir göç dalgası altında ezilir. Eğitim düzeyi düşük, işsiz, genç bir kitle kentlerde yoğunlaşmaya başlar. Bu dönemde orta sınıf evine çekilirken, sinemalarda “Tornavida Cavit”, “5 Vuruş 25 Kuruş” gibi porno filmler oynamaya başlar.
Hikayeyi anlatan iyi bir anlatıcı, metinleri yazanlar iyi hikayeci olmalıdır. Hikaye anlatmayı beceremeyen siyasetçi, hep muhalif olarak kalmaya mahkûmdur
Hayatı bire bir okuyan bir kafa, bir markanın destansı bir başarıya ulaşmasını sağlayamaz. Hayatın monotonluğunu aşan bir vizyon gerekir
Dinleriz, izleriz…Değişir miyiz? Çoğunlukla hayır!
Bu sistemde para kokusu kan kokusu gibidir. İnsanı vahşi bir hayvana çevirir. Ve her zaman daha fazlası için “mantıklı” bir neden vardır. İşte John Grisham, Rainmaker romanında bu “öz” üzerinde durmaktadır.
Gerçek hayatta kaç avukat büyük bir davayı kazanıp meşhur olduktan sonra avukatlığı bırakıp cüzi bir maaşla üniversitede ders vermek için taşraya gider? Ama pek çok avukat alıp başını gitmeyi düşünür. Sadece avukatlar değil, kapitalist sistemin çarkında helak olan herkes basit, insanca bir yaşamın özlemi içindedir. Ama eksik olan cesarettir
Gerçek hayat bu seçime pek izin vermez. Her zaman bir neden vardır. “Ailem var, para kazanmalıyım”, “Kenara çekilip oturayım mı?”, “Daha iyi bir dünya yaratmalıyım!”
Başarmak için her şeyi feda edip Drummond gibi bir canavar mı olacaktır, yoksa yolun başında vazgeçmeyi bilecek midir? Rudy, aşkı ve insan olarak kalabilmeyi seçecektir.
Başarma hırsı onu zaman içinde ilkesiz, her yola başvuran iğrenç bir canavar yapacaktır
III. Richard’ın kişiliğinde büyük bir çatışma görüyoruz. Fiziksel çirkinliğinin yarattığı eziklik onu sınırsız bir iktidar arayışına itmiştir. İstibdat altında yöneteceği ülkesi, zorla elde edeceği Prenses Anne, onun için bu çirkinliğin yarattığı iç gerilimin, kompleksin sonucudur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir