İçeriğe geç

Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım Kitap Alıntıları – Elena Ferrante

Elena Ferrante kitaplarından Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım kitap alıntıları sizlerle…

Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım Kitap Alıntıları

Duyguların sıcaklığıyla, düşüncelerin coşkusuyla gerçekten kavrulan insanlar bizlerdik.
Biz bir ateş topunun üzerinde uçmaktayız.
Eğer aşk şehirden sürgün edilirse, şehirlerin hayırlı doğaları lanetli bir doğa kazanır.
İnsanların uyandıklarında çirkin, baştan aşağı çarpılmış,boş bakıyor olduklarına tanık oldun mu hiç?
eğer aşk şehirden sürgün edilirse, şehirlerin hayırlı doğaları lanetli bir doğa kazanır.
Aşk yoksa sadece insanların hayatları değil, şehirlerinki de canlılığını yitirir,kurur.
Hiçbir davranış, söz ve iç çekiş yoktur ki, bütün insanoğlunun işlemiş ve işlemekte olduğu bütün suçları içermesin.
Bunca yıl sonra kendinden geriye tek bir şey bile bırakmamış olması mümkün müydü, ya da daha kötüsü, ben ona ilişkin hiçbir şeyi saklamak istememiş olabilir miydim?
Az konuşurduk ama başımıza gelen her şeye atacak kahkahamız vardı.
Hayatın karşısına çıkardığı her durumu sever görünüyordu, sanki onun yaşadığı her anın mutlak bir duruluğu vardı.
Kendimi her şeyden ve herkesten uzak hissediyordum ve uzaklık -bunu ilk kez keşfetmiştim- içimdeki her bağı ve her kaygıyı söndürmüştü.
Fazla sayıda şövalye romanı, Lenü, bir Don Kişot yaratabilir ama Don Kişot’a saygım bir yana, bizim burada Napoli’de rüzgâr değirmenleriyle savaşmaya ihtiyacımız yok; bu sadece boşa harcanan bir cesaret olur: bize değirmenlerin nasıl işlediğini bilen ve onları işleten insanlar gerekli.”
Yeniden yerimden kalkmayı denediysem de annem kulağıma fısıldadı:
Benim yanımda kalmalısın.”
Onun yanında. Bunun farkına varmıyordu ama o öfkesiyle, o buyurgan tavrıyla söylediğinin ne kadar çelişkili olduğunu düşündüm. Okumamı istememişti ama okuyordum okuyordum işte ve benim birlikte büyüdüğüm çocuklardan daha üstün olduğumu düşünüyordu, bunu göz önüne alarak, aslında benim de o ortamda hissettiğim üzere, yerimin onların arası olmadığını düşünüyordu. Şimdi kim bilir hangi fırtınalı denizden, hangi anafordan, hangi uçurumdan, beni o anda Antonio’nun onun gözünde temsil ettiği tehlikeden korumak için yanında kalmamı emrediyordu. Ama onun yanında olmak, tamamen ona benzemek anlamına geliyordu. Peki, ben ona benzersem, bana Antonio’dan başka kim yakışırdı?
Zihnimde oluşan kararmadan, acı verici gerginlikten sıyrılmak istiyor ama başaramıyordum. O birkaç satırlık yayını, matbu imzamı bir kaderin beni beklediğinin işareti olarak yorumladığımı keşfettim; eğitimin zahmeti insanı kesinlikle yükseklere taşıyor, belli bir yere getiriyordu; Oliviero öğretmen Lila’yı bir kenara bırakıp beni öne itmekte haklıydı. “Pleb nedir biliyor musun? Evet öğretmenim. Plebin ne olduğunu, Oliviero öğretmenimin bana yıllar önce sorduğu andan çok daha açık ve seçik olarak şu anda anlıyor, biliyordum. Pleb bizlerdik. Pleb yemekle şaraba aynı anda sahip olmak için kavga etmek, kimin yemeği daha önce geliyor, kiminki daha leziz diye tartışma çıkarmaktı; garsonların üzerinde gezinip durdukları o pis zemindi, giderek amiyane bir hal alan kadeh tokuşturmalardı. Pleb annemdi, içki içmiş, şimdi ciddiyetle oturan babama sırtını dönmüş, maden tüccarının açık saçık şakalarına kahkahalar atarak gülüyordu.
En azından otuz yıldan beri bana iz bırakmadan ortadan kaybolmayı arzu ettiğini söyler ve ben onun ne demek istediğini çok iyi bilirim. Hiçbir zaman herhangi bir kaçış, kimlik değişimi, başka bir yerde yeni bir yaşam kurma hayali peşinde olmadı. İntiharı asla düşünmedi, çünkü Rino’nun onun bedeniyle ilgilenmek zorunda kalması düşüncesi onu çok rahatsız ederdi. Onun amacı başkaydı: uçup gitmek, her bir hücresini ortadan kaldırmak, geride onunla ilgili hiçbir şey bırakmamak istiyordu.
Kalbi denetlenemez biçimde çarpmaya baslamisti
Akşam annem her şeyi babana anlattı ve onu beni dovmekle görevlendirdi
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Çaresizliğimi gizledim,yaşatmaya başlayan gozlerimin içine hapsettim.
Şer ve hayır birbirlerine karışmış ve birbirlerini güçlendiriyordu.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Aşk yoksa sadece insanların hayatları değil, şehirlerinki de canlılığını yitirir, kurur.
Lila artık nişanlı idi resmen nişanlanmıştı ve de küçük bir çocukla değil, yirmi iki yaşında nazik, kararlı, cesur bir adamla nişanlanmıştı; benim de artık kıskanılır bir sevgilim olsa, ilişkimizde denge kursam çok iyi olurdu. Dördümüz, Lila ve nişanlısı, ben ve sevgilim birlikte gezsek harika olurdu.
Kum soğuktu, ay ışığında kurşuni bir rengi vardı, deniz hafiften soluk alır gibiydi. Tek bir kimse yoktu çevremde ve ben yalnızlıktan ağlamaya başladım. Neydim ben, kimdim?
Aşk yoksa sadece insanların hayatı değil, şehirlerinki de canlılığını yitirir, kurur.
“Biri deneme yapmazsa, hiçbir şey değişmez.”
Aşk yoksa sadece insanların hayatları değil, şehirlerinki de canlılığını yitirir, kurur.
İnsan kendini bekleyen sonucu bilmeliydi.
Onu dinlemek, bir zamanlar Lila’nın aydınlattığı gibi aydınlatıyordu zihnimi. Bana kendisini aktarması, beni büyüttü.
Lila hayır dercesine salladı başını. Anlamaya çalışıyordu, ikimizde anlamaya çalışıyorduk ve anlamak ikimizin de hoşuna giden bir şeydi.
bir türlü huzur bulamadığı mutsuzluk kuyusuna döne döne düştüğünü hissediyordu.
..kendimi, kendi yabancılaşmam yüzünden mutsuz olmuş bir yabancı gibi hissettim.
eğitimin zahmeti insanı kesinlikle yükseklere taşıyor, belli bir yere getiriyordu..
O böyleydi, sadece başka türlü nasıl kurabileceğini görebilmek için yıkardı dengeleri.
Ben şansa değil kadere inanırım bayan..
Hayat böyleydi, işte o kadar; başkaları bize hayatı zindan etmeden, biz onlara zindan etmeliyiz zorunluluğuyla büyüyorduk.
Gözden kaybedersem telaşlanıyordum, yeniden geldiğinde seviniyordum. Sözün özü onu seviyordum ve sevmekten memnundum.
Çünkü o kendine yetmeyi bilirken ben ona gereksinim duyuyordum.Çünkü onun içinde benim dahil olmadığım kendine ait şeyler vardı
Olmayana takılıpta olanla mutsuz olmak istemedim
Hiçbir davranış, söz ve iç çekiş yoktur ki bütün insanoğlunun işlemiş ve işlemekte olduğu bütün suçları içermesin.
“Senin için ‘aşksız şehir’ ne anlama gelir?”
“Mutluluktan yoksun bir halk.”
Çünkü o kendine yetmeyi bilirken, ben ona gereksinim duyuyordum, çünkü onun içinde benim dahil olmadığım kendine ait şeyler vardı.
Nesnelerin, insanların, apartmanların, sokakların içinde çekilmez bir şeyler vardı ve ancak her şeyi bir oyun gibi yeniden yarattığımızda kabullenilebilir bir oyun haline geliyordu. Önemli olan bunu oynamayı bilmek ve bunu sadece ben ve o, biz ikimiz biliyorduk.
O böyleydi, sadece başka türlü nasıl kurulabileceğini görebilmek için yıkardı dengeleri.
Aşk yoksa sadece insanların hayatları değil, şehirlerinki de canlılığını yitirir, kurur.
Demek ki nefret elle tutulur, gözle görülürdü, ben bunu fark ediyordum.
Ama işte o fırsat sayesinde sonrasında çok geliştireceğim bir sanat öğrendim. Çaresizliğimi gizledim
İşte olmadığı zaman evde şunu bunu onarır, alışverişe gider, en son doğanı pusetle gezdirirdi. Bunlar mahalle için çok sıradışı şeylerdi. Kimselerin aklına, Donato’nun bunları karısının yorgunluğunu azaltmak için yaptığı gelmezdi. Hayır: başta babam olmak üzere bütün apartmandaki erkekler onu kadınlık rolünü üstlenmekten hoşlanan bir erkek olarak nitelendirirdi.
Hayat böyleydi, işte o kadar; başkaları bize hayatı zindan etmeden, biz onlara zindan etmeliyiz zorunluluğuyla büyüyorduk.
İnsanların uyandıklarında çirkin, baştan aşağı çarpılmış, boş bakıyor olmalarına tanık oldun mu hiç?
‘hiçbir davranış, söz ve iç çekiş yoktur ki, bütün insanoğlunun işlemiş ve işlemekte olduğu bütün suçları içermesin.’
Aşk yoksa sadece insanların hayatları değil,şehirlerinki de canlılığını yitirir, kurur
Bir ara alaycı bir edayla, Senin okul nasıl? diye sordu.
İyi.
Ama benim eğlendiğim kadar eğlenmiyorsundur.
Bu farklı bir eğlence.
Bugünün diliyle söylüyorum ve böyle özetlemeye çalışıyorum: hiçbir davranış, söz ve iç çekiş yoktur ki, bütün insanoğlunun işlemiş ve işlemekte olduğu bütün suçları içermesin.
Dedi ki bana oyun olduğu sürece iyiymiş, ama o ve Rino benimle zaman yitiremezlermiş.
Bunun anlamı ne?
Anlamı şu ki, bir şeyleri gerçekten yapabilmek için zaman ve para gerekir.
Yukarı, aşağı, sanki hep dehşet verici bir şeye doğru gidiyorduk; bu dehşet aslında bizden önce de orada yer alıyordu ama bizi, hep bizi bekleyip durmuştu. İnsan bu dünyada henüz yeni olduğunda, felaket duygusunun kaynağında hangi felaketlerin var olduğunu anlaması zor oluyor; belki bunu anlama gerekliliğini bile duymuyor. Yarın beklentisi içinde olan yetişkinler arkasında dün, bir önceki gün, en fazla bir önceki hafta olan bir şimdi içinde hareket ediyorlar: gerisini düşünmek istemiyorlar. Küçükler ise dünün, önceki günün, hatta yarının anlamını bilemiyorlar; onlar için her şey bu, şimdi oluyor; sokak bu, kapı bu, merdivenler bunlar, bu anne, bu baba, bu gün, bu gece.
Ne var ki bunu inançsızca yapardım, zaten hayatta pek çok şey yaptım ama hiçbirine inanmadım, kendimi eylemlerimden kopuk hissettim hep.
Beyinsizin tekiydi , kalbi de yalnız kendisi için çarpardı.
Sevda duygularını ortaya dökmek ne kadar zordu.
Her ne olursa olsun, sen okumaya devam et.
İki senem daha var:sonra diplomamı alacağım ve bitecek.
Hayır, hayır bitirme:ben sana para veririm, sen sonsuza dek okumalısın.
Sinirli bir kıpırdamadan sonra yanıtladım onu:
Teşekkür ederim ama okul da bir noktada sona eriyor.
Senin için değil:sen benim olağanüstü akıllı arkadaşımsın, hepimizden çok daha başarılı olmalısın, bütün kızlardan ve erkeklerden.
Bir problemi çözemediğinde problem yanlış denmez, ben çözmeyi başaramadım denir.
Kan. Genellikle feci lanetlemeler ve iğrenç küfürler havada uçuştuktan sonra akardı yaralardan. Sıralama buydu.
Çocukların ve büyüklerin sıklıkla yaralandığı bir dünyada yasiyorduk
ben yağmura karşın yürümeyi sürdürürdüm ,kendimi her şeyden ve herkesten uzak hissediyordum ve uzaklık- bunu ilk kez keşfetmişti – içimdeki her bağı ve her kaygıyı söndürmüştü.
”eğer aşk şehirden sürgün edilirse,şehirlerin hayırlı doğaları lanetli bir doğa kazanır. ”
”senin için aşksız şehir ne anlama gelir? ”
”mutluluktan yoksun bir halk. ”
”bir örnek ver. ”
” faşizm altındaki italya,nazizm altındaki almanya,günümüz dünyasındaki bütün bir insanlık. ”
dünyamız böyle bir yerdi,öldürmekle ilgili kelimelerle doluydu:boğmaca, tetanos, lekeli humma, gaz, savaş, torna, enkaz, iş, bombardıman, bomba, verem, iltihap. ömrüm boyunca bana eşlik etmiş pek çok korkuyu bu kelimelere ve yıllara bağlıyorum. sıradan görünen şeyler yüzünden de ölünebilirdi. mesela terlersen ve önceden bileklerini ıslatmadan musluktan soğuk su içersen ölebilirdin: bedenin minik,kırmızı beneklerle dolar, öksürük tutardı ve bir daha soluk alamazdın. vişne yer de çekirdeğini tükürmezsen ölebilirdin. sakız çiğner dalgınlıkla yutarsan ölebilirdin. ama olur da şakağına bir darbe yersen ölüm kaçınılmazdı.şakak çok kırılgan bir noktaydı ve buna hepimiz çok dikkat ederdik.bir taş gelmesi yeterliydi ve taş atmak hayatın bir parçasıydı.
”dönelim ” dedi lila.
”ya deniz? ”
”çok uzakta. ”
”ev? ”
”o da çok uzakta. ”
”o zaman denize gidelim. ”
Kendini tamamen bana adadı, sanki
varoluşu boyunca öğrenmiş olduğu yararlı her şeyi bana birkaç saat içinde aktarmak ister gibiydi.
Dünyamız böyle bir yerdi, öldürmekle ilgili kelimelerle doluydu: boğmaca,tetanos,lekeli humma, gaz, savaş, torna, enkaz, iş, bombardıman, bomba, verem,iltihap.
Avluda oynardık ama sanki birlikte oynamaz gibiydik. Bodrum katının zemin penceresinin bir yanında yere Lila otururdu,
öteki yanında ben. Burayı severdik, çünkü parmaklığın arasındaki betona ve tel örgüye karşı hem benim bebeğim Tina’nın, hem
Lila’nm bebeği Nu’nun eşyalarını yerleştirirdik. Oraya taşlar»
gazoz kapakları, minik çiçekler, çiviler, cam kırıkları dizerdikLila’nın Nu’ya söylediği şeyleri havada kapar, alçak sesle ve bi’
razcık değiştirerek Tina’ya söylerdim. Eğer o eline bir kapak alır»
şapka gibi bebeğin başına koyarsa, ben de yerel lehçeyle kendi
bebeğime şöyle derdim: Tina, kraliçe tacını tak, yoksa üşütürsün Eğer Nu, Lila’nın kucağında seksek oynarsa, az sonra ben de
aynı şeyi Tinaya yaptırırdım. Ama o zamanlar hiçbir oyunu birlikte oynamaz, işbirliği yapmazdık. Hatta o yeri bile konuşup anlaşmadan seçerdik. Lila oraya gider otururdu, ben sanki başka bir
tarafa gidecekmiş gibi dolaşırdım. Sonra sanki bir şey olmamış
gibi gidip havalandırma boşluğunun öteki yanına yerleşirdim
Hiçbir davranış söz ve iç çekiş yoktur ki, bütün insanoğlunun işlemiş ve işlemekte olduğu bütün suçları içermesin.
Lila da bir noktada bana çok güzelleşmiş göründü. Genellikle güzel olan bendim, o tuzlanmış hamsiyi andırırdı, yabanıl bir koku yayardı, uzun yüzü şakaklarda daralırdı, kapkara ve düz saçları iki yandan öylesine dökülürdü. Ama hem Alfonso’yu, hem Enzo’yu silip atmaya karar verince savaşçı bir azize gibi ışıldamıştı. Bedeninin her köşesinde gizlenmişken fışkıran ateş, şimdi yanaklarına bir pembelik vermişti ve ben ilk kez o anda düşünmüştüm: Lila benden daha güzel. Demek ki ben her konuda ikinci sıradaydım. Bunu asla ve hiç kimse fark etmesin istedim. -Lenù
Hayat böyleydi, işte o kadar; başkaları bize hayatı zindan etmeden, biz onlara zindan etmeliyiz zorunluluğu ile büyüyorduk.
Her gün gözlerimizin önünde uzanan şeylerin ya da tepeye tırmanarak görebildiklerimizin hiçbiri bizi etkilemezdi. Okul kitapları yüzünden hiç görmediğimiz konular hakkında çok yetkili bilgi sahibiymişiz gibi konuşmaya o kadar alışmıştık ki, bizi heyecanlandıran görünmeyendi.
Çok iyi eğitim görmekle kitap yazacağımızı, kitapların bizi zengin edeceğini düşünmeye başladık. Zenginlik sayısız sandığa gizli altın para şıkırtısıydı ama oraya varmak için eğitim görmek ve kitap yazmak gerekiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir