Murat Ağırel kitaplarından Sarmal kitap alıntıları sizlerle…
Sarmal Kitap Alıntıları
Biz unutkan bir ulusuz unutuyoruz olup bitenleri .unutuyoruz oğulları kızları ölen ana babaları ,kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz . Uğur mumcu
Bir takım insanlar , Bir takım insanlara taparlar.Kimi altın ve gümüş paralara,kimi yenilecek içilecek nesnelere taparlar da Tanrı ya taptıklarını sanır ş .bedrettin
Olaydan (Malatya Suikastı) sonra Milliyetçiler Derneği (Başkanı Sait Bilgiç) kapandı. Millet Partisi de bir bahane ile kapandı ve yerine Osman Bölükbaşı Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni kurdu. O parti de 1958’de Köylü Partisi ile birleşip Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı. Daha sonra Alparslan Türkeş ve arkadaşları 1965’te partiye girip, partinin adını 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yaptı.
Yalman’ın laikliğe aykırı hareketlere karşı takındığı tutuma en şiddetli tepkiler o dönemin “dinci basın”ından geliyordu. Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisi başta olmak üzere Yalman’ı hedef alan yayınlar yapıyorlardı Yalman 1952’de Malatya Suikastı olayında yaralandı.
( )
Yalman’ın kendinden geçtikten sonra yerden alınıp bir otomobile bindirilerek hastaneye yetiştirilmesi bir şoför sayesinde oluyor.
Hastanede doktorlar, bir ara nabzının durmasından endişe ediyorlar Ama sonra tehlike atlatılıyor.
Polis ise Başbakan Adnan Menderes’in de sık sık bilgi edinmek istediği yoğun bir arama ve soruşturma faaliyetine geçiyor. Ama sonuç birdenbire alınmıyor.
Hüseyin Üzmez’in fail olarak saptanması ve aranması, olay yerine yakın bir yerdeki bisikletin sahibinin bulunmasıyla mümkün oluyor. Hüseyin Üzmez tutuklanıyor.
Olayın faili ve geleceğin Akit gazetesi köşe yazarı Hüseyin Üzmez’in Türk Milliyetçiler Derneği üyesi olması nedeniyle dernek kapatıldı. Dernek başkanı olan DP Isparta milletvekili Sait Bilgiç, hükümetin derneği kapatma kararını eleştirince DP’den ihraç edildi ancak bir yıl sonra affedildi ve DP’ye geri döndü.
Biz unutkan bir ulusuz, unutuyoruz olup bitenleri. Unutuyoruz oğulları kızları ölen ana babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz
Uğur MUMCU
Nejat Eczacıbaşı’nın kurduğu TESEV Vakfı hakkında;
Kurucuları arasında Kemal Kılıçdaroğlu var.
Yönetimde Ethem Sancak var.
2003 yılında George Soros’un Açık Toplum Vakfı tarafından fonlandı.
RTE’nin kızı burada staj gördü.
2005 yılındaki bir raporlarını dönemin Genkur Başkanı Yaşar Büyükanıt eleştirip bakan Cemil Çiçek doğrudur dediğinde ortalık karışıyor.
Fakat biz bunları görmüyoruz. ????
Sabataycı bir aileden geliyor. Aile Yakubi. Mütareke döneminde amerikancılığı savunuyor, Milli Mücadele’yi eleştiriyor, 1925 Şeyh Said İsyanı sonrası çıkan Takriri Sükun yasasıyla Vatan kapanıyor, Yalman’ın 10 yıl gazetecilik yapması yasaklanıyor.
1933’te Cumhuriyet’in 10. yıl genel affıyla bizzat Atatürk tarafından affediliyor. Ahmet Emin’in babası Osman Tevfik Yalman, Atatürk’ün Selanik Rüştiyesi’nden “Hüsnü Hat” hocasıdır.
6-7 Eylül 1955 olayları sırasında AA Selanik muhabiri olan Sara Korle, Protokol Umum Müdürü Sinan Korle ile evli. Sinan Korle de Kıbrıs Türktür Derneği kurucularından Ahmet Emin Yalman’ın eşi Rezzan Korle’nin kardeşidir.
Ahmet Emin Yalman’ın yeğeni Ali Yalman ise TESEV’in 283 No.lu kurucusudur
7 Eylül 1955 günü 6-7 Eylül Olayları’ndan sorumlu tutulmasından dolayı Kıbrıs Türktür Derneği’nin tüm idari meclis üyeleri tutuklandı ve dernek kapatıldı.
Olaylardan sonra üç sıkıyönetim bölgesinde üç özel mahkeme kuruldu. Özel mahkeme savcılarının sorgulamalara dayanarak hazırladıkları iddianamelerde 1886 kişi tahrip, 1622 kişi hırsızlık, 595 kişi yağma, 333 kişi tahrik, 21 kişi kundaklama ve 3 kişi dini kurumlara saldırıyla suçlandı.”
Mahkeme, Kıbrıs Türktür Derneği’nin, Milli Amale Hizmet’in (MAH’ın; MİT’in eski adı) ve Özel Harp Dairesi’nin üzerine gitmedi. Daha sonra, Kıbrıs Türktür Derneği yöneticisi Kamil Önal’ın adamlarının polisin mühürlemiş olduğu dernek binasına girerek MAH’la ilgili istihbarata ait bir dosyayı öğrencilere yaktırdığı anlaşıldı.
Aralık 1955’te, Kıbrıs Türktür Derneği idare heyetlerine üye 87 kişi serbest bırakıldı ve 12 Şubat 1956’da 17 kişiye dava açıldı. Karar, 1956 yılının Aralık ayı sonunda açıklandı. Binlerce kişinin katıldığı olayların genelinde ise sadece 228 kişi suçlu bulunmuştu.
Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştü. Resmi rakamlara göre 30 kişi, gayri resmi rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştı. Tecavüze uğrayan kadınların sayısının 200’ü aştığı bile iddia edildi. 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğradı.”
Hatta
Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’nde oluşan hasarı görünce yanındaki İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık Namık” dediği de birçok yerde iddia edildi.
Kıbrıs Türktür Derneği’nin önayak olması ve diğer gençik örgütleri, meslek kuruluşları, DP teşkilatı, bazı resmi ve gayri resmi makamların telkin ve teşvikiyle yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce, 6 Eylül akşamı Rum ve diğer azınlıklara yönelik bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirildi. Olaylar kısa sürede Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı semtlere yayıldı. Daha sonra ise Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Kadıköy, Moda, Kuzguncuk, Çengelköy gibi uzak ilçe ve semtlere sıçradı.
Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e 1954’te yaptığı “Kıbrıs’a kendi kaderini tayin hakkının tanınması” başvurusu kabul edilmeyince, Georgios Grivas önderliğindeki EOKA Kıbrıs’ta Birleşik Krallık’a karşı eylemler başlattı. Birleşik Krallık yönetimi, Kıbrıs sorununa ilişkin sorunları görüşmek üzere Türkiye ve Yunanistan’ı Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmişti. Ülkeler, 29 Ağustos 1955’te Londra’da buluşmak için karar aldı. Bu kararlardan sonra 1955 senesinde “Kıbrıs”, Türkiye kamuoyunun gündeminde başköşeye oturdu. Ayrıca gazetelerde hemen her gün Rumlar aleyhinde haberler boy gösteriyordu. Gazetelerden Kıbrıslı Türklerin baskı altında olduğunu okuyan insanlar, Kıbrıs’a mücadele amacıyla gitmek için Türkiye Milli Talebe Federasyonu’na (TMTT) kitlesel başvurular yapmaya başladı.
Turk Dışişleri yetkilileri Londra’da Kıbrıs temaslarına devam ederken, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı haberi önce 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 haberlerinde TRT radyosunda yayınlandı. Bunun üzerine Mithat Perin’in sahibi, Gökşin Sipahioğlu’nun yazı işleri müdürü olduğu DP yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi “Atamızın evi bombalandı manşetiyle ikinci baskı yaptı. Genelde tirajı 20 bin civarında olan gazetenin 6 Eylül tarihli ikinci baskısı 290.000 adetti!
1946-1948 arasında genel başkan olan Rehai İslam’ı tanıtalım: Bu dönem Demokrat Parti’nin kuruluşundan bir ay sonraya rastlar. Rehai İslam, Samsunlu, Edebiyat Fakültesi talebesi, Edebiyat Derneği başkanıydı. Rehai İslam döneminde MTTB Genel İdare Kurulu’nda Suphi Baykam, Kamuran Evliyaoğlu, Orhan Birgit ve Ali İhsan Göğüş gibi isimler vardı.
Orhan Birgit ismi önemli çünkü aynı zamanda Kıbrıs Türktür Derneği kurucularındandır. Birgit, 1927 Kars doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. Ulus, Yeni Ulus, Halkçı, Dünya, Yeni Sabah, Hür Vatan, Hareket gibi gazetelerde çalıştı. Kim dergisi kurucusu ve yazarı, Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği ve Yönetim Kurulu başkanlığı da yaptı. CHP İstanbul milletvekili ve 37. hükümetin Turizm ve Tanıtma bakanı oldu.
İlhan Selçuk ise 1980 yılındaki köşe yazısında Zekeriya Sertel hakkında şöyle yazmıştı:
O bu ülkeye çok şey verdi, fikir verdi, gazete verdi, dergi verdi, ansiklopedi verdi, kitap verdi. Biz ona ne verdik? Saldırdık, gazetesini parçaladık, matbaasını yıktık, kendisini sürdük, yurt özlemiyle çeyrek yüzyıl inlettik, canına okumak için elimizden geleni yaptık. Şimdi öldü Zekeriya Sertel, hepimizin anısı önünde eğilerek, bizi bağışlamasını dilemeliyiz.
Necip Fazıl, Tan gazetesine yapılan saldırıyı, şeyhi Aldülhakim Arvasi’nin vefatından sonra “ruhaniyetinin tecellisine ait hakikatlerin en büyüğü” sayar. Ona göre, Tan gazetesinin bir süreden beri kişiliği ve dindarlığı hakkında olumsuz yayınlar yapması, Arvasi’nin bir gece bu gazeteye beddua etmesine neden olmuştur. Tan gazetesinin başına gelenler işte bu bedduanın tutmasının işaretidir.
O yıllarda SSCB, Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nı tek taraflı olarak feshedeceğini açıklamıştı. SSCB Boğazlar’ın güvenli olmadığını ve güvenliğin Türk-Sovyet ortak denetiminde olmasını istiyordu. Bu süre içerisinde Sovyet basınında SSCB’nin Türkiye’nin doğusundan toprak istediği haberleri yayımlanıyordu. Türk-Amerikan ilişkilerinin gelişmesi de tam bu yıllara denk geliyor.
Yaşanan bu gelişmeler karşısında Türk-SSCB ilişkilerinin güçlendirilmesi gerektiğini dillendiren tek gazete Tan gazetesiydi. Diğer tüm gazeteler, Tan gazetesi yazarları Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel’i ağır dille suçlamaya başlamıştı bile.
Tan gazetesi yazarı Tevfik Rüştü Aras’ın Türk-Sovyet ilişkileri hakkında yazmış olduğu yazılar, gazeteyi hem CHP’nin hem de milliyetçilerin hedefi haline getirmişti. 4 Aralık 1945 günü çok sayıda üniversite öğrencisi, Turancılar ve İslamcılardan oluşan kalabalık grup önce İstanbul Üniversitesi’nin, ardında da Tan gazetesinin önünde gazetenin yayın politikasını protesto eden bir gösteri yaptı.
Göstericiler daha sonra gazete binasına saldırdılar. Saldırıda gazetenin yönetim bölümüyle matbaası tahrip edildi ve yağmalandı. Bu arada genellikle sol yayınlar satan ABC ve Berrak kitabevleri de yağmalandı. Beyoğlu’na çıkan göstericiler, burada da sol eğilimiyle bilinen Görüşler dergisiyle Yeni Dünya ve La Turguie Kemaliste gazetelerine saldırdılar.
1931 ve 1936 yılları arasında MTTB daha çok Türk Ocakları ile birlikte hareket etti, Birlik adında bir dergi çıkardı ve Turancılığı benimsedi. Hatta o yıllarda MTTB’nin simgesi bozkurt olarak değişti. Yerli malları kullanmaya ve yabancı dil istilasına karşı, Galatasaray Lisesi eyleminin dışında da “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası düzenlendi. Çanakkale şehitlerini anmak, İstiklal Marşı esnasında ayağa kalkmak, Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı için kamuoyu teşkil etmek gibi eylemler yine bu dönemde yapıldı.
MTTB, Milletler Cemiyeti kararlarının hiçe sayılarak Hatay’da yaşayan Türklere taciz ve işkenceler yapılmasıni protesto etmek amacıyla 1936 yılında İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda toplandı. Buradan da Taksim’e yürüyerek Hatay halkına destek verdi.” İzinsiz miting düzenlediği için 22 Kasım 1936’da kapatıldı.
Cumhuriyetin ilanından sonra MTTB’nin başkanlığın 1926-1927 yıllarında Tahsin Bekir Balta yaptı. Tahsin Bekir Balta, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okuyordu. Balta, 1927 yılında fakülteyi bitirdi ve Lozan Antlaşması gereğince İstanbul’da kurulan Muhtelif Hakem Mahkemeleri nezdindeki Türkiye Umumi Ajanlığı Sekreter ve Mütercimliği’nde çalıştı. Adalet Bakanlığı tarafından öğrenimini sürdürmesi için Almanya’ya gönderildi. 1937 yılında doktorasını yaptı ve Ankara Hukuk Fakültesi’nde profesör oldu. 1943 yılında CHP Rize Milletvekili, 1946 yılında İktisat Bakanı, 1947 yılında Çalışma Bakanı oldu: Doğu Perinçek ve Uğur Mumcu, AÜ Hukuk Fakültesi’nde Tahsin Bekir Balta’nın asistanlığını yapmıştı.
1928-1930 yılları arasında ise MTTB’nin genel başkanlığı Ferruh Ağan yaptı. Bu dönemde MTTB tek parti siyasi düşüncesi ile örtüşen bir görüşe sahipti ve “Atatürk İlke ve İnkılapları”nın savunucusu oldu.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
MTTB, kurulduğu 1916 yılından 1936 yılına kadar Türkçü, milliyetçi ve Atatürkçü fikirlerin temsilcisi oldu.
1946-1960 tarihleri arasındaki MTTB Atatürkçü-milliyetçi çizgide devam etti.
Belki şaşıracaksınız ama 1960-1965 arasındaki kısa dönemde sol görüş ağırlık kazandı.
1965-1980 döneminde ise siyasal islamcı kimliğe sahip oldu.
Bugünü daha iyi anlamamız için geçmişi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Çünkü bugünkü din, siyaset, ticaret ve vakıf dörtlüsü bir anda ortaya çıkmadı. Tarihsel bir süreci var. Bugünün kadroları geçmişin öğrencileriydi. Şimdi ise bugünün kadroları yarının karanlık Türkiye’sini inşa ediyor.
1820 yılında Mora köylü isyanını, 1920 yılında Sevr Antlaşması’nı, Şeyh Sait isyanının koşullarını hazırlayan emperyalist ülkeler, Gazi Mustafa Kemal’in esarete son verip, bağımsızlık meşalesini yakması, devrimlerinin ışığı ile tüm yurdu aydınlatmaya başlamasından sonra tamamlayamadıkları, yarım bıraktıkları karşı devrimi gerçekleştirmek için planlarını tekrar uygulamaya başladılar.
Emperyalizm, hem Türkiye’yi hem de Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışmakta ve bunu “din” olgusunu işleyerek yapmaktadır. Bunun için de en kullanışlı araç olan “siyasi İslam”ı ve dinci siyasetçileri kullanıyorlar. Yıllardır
“Tam Bağımsız Türkiye”, “Kahrolsun Emperyalizm”, “Kahrolsun ABD” diyerek mücadele edenler, “dinsiz”, “komünist”, “hain” diyerek saldırılıyor, öldürülüyordu
Olaylar; “eller” tarafından kurgulanıyor, sahneleniyor ve sonucunda da yarının umudu gençler kırdırılıyordu.
Taksim Alanı’nda Genç Sinemacılar Grubu’nun çektiği filmin TV’de gösterilmesi bizzat dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından engelleniyor, Meclis’te konuya ilişkin görüşmeler ise 20 dakikalık bir süreye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
Kanlı Pazar’ın filmi ilginç el değiştirme serüvenlerinden sonra CHP tarafından satın alınmıştı. Eski bakan ve CHP milletvekillerinden Orhan Birgit, Nokta’ya filmin öyküsünü şöyle anlatıyordu:
Filmi İsmet İnönü ile birlikte dehşet içinde seyrettik. CHP yöneticileri vardı ilk izlemede. Çok etkili görününce ertesi gün genel grup salonunda seyrettik ve herkese açtık. “İsteyen AP’liler de seyretsin” dedik. AP’lilerden de gelip izleyenler oldu. O film bazı söylentileri açıklığa kavuşturuyordu. Belirli tiplerdeki insanların ellerinde sopalarla gençlerin üzerine saldırdığı ve polisin kayıtsızlığı net olarak görünüyordu. O zamanki iddialarımızdan hiçbirini AP yanıtlayamadı.
CHP milletvekili Nihat Erim de olay sonrası Meclis kürsüsünde şunları söyleyecekti:
Filmde polislerle sopalıların öpüştükleri görülüyor, beraber aynı istikametlere koşuştukları görülüyor. O film görülecek şey Sayın başbakan televizyon sahiplerini mahrum etmekle bence iyi yapmadı. Vatandaşlar o filmi görselerdi hüküm verirlerdi.( )
İstanbul olaylarında yazılanlar, söylenenler, kulağımıza gelenler, hatta seyrettiğimiz film -biz gördük o filmi- AP teşkilatının bu işin tertibinde rolü olduğu kuvvetli şüphesini uyandırıyor. ( )
Cihat çağrıları oluyor, sopalar hazırlanıyor, bıçaklar bileniyor ve bunlar hadise günü ellerinde, paltolarının altında, koltuklarının altında bu aletlerle Gümüşsuyu’ndan Taksim’e doğru çıkıyorlar, diğer yollardan Taksim’e geliyorlar. Herkes bunu görüyor, halk görüyor, hükümetin görmekle vazifeli memurları görmüyor nedense.
O gün İstanbul’da yüzlerce aile, yakınlarının akıbetini merak ediyor, herkes birbirine ölenlerin adını soruyordu. Ölenlerin kim olduğunu başka merak edenler de vardı. AP hükümetinin üyeleri. O dönem Hürriyet gazetesinde çalışan Cüneyt Arcayürek şöyle diyordu:
Size bütün samimiyetle acı bir çizgi verelim: Olaylar patladıktan sonra, pek çok iktidar mensubu “Ölenler sağdan mı, soldan mı?” diye sorabiliyordu. Bu bile, vahim bir zihniyetin, perişan bir fikir düzeninin ta kendisidir
Ölenler “beklendiği” gibi “sol”dandı.
Mehmet Şevket Eygi, Bugün gazetesindeki köşesinde aylar boyu “Endonezya’daki komünist kıyımını” övüp “inananları” boşuna mı cihada çağırmıştı?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bıçak çekildi, hızla savruldu, fotoğraf makinesinin deklanşörüne basıldı. Kanlı Pazar’ın vahşeti gelecek kuşaklar, bu günler için objektifte donup kaldı.
Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaç ölmüştü. Aytaç’ın eşi Eflan Aytaç aktarıyor o günü:
Kocam daha yaktığı sigarasını bitirmemişti ki, etrafımız da bulunan kalabalık dalgalandı. Taşlar atmaya başladı. Eli sopalı adamlar ileri fırladılar. Bir taraftan taş atıyorlar, bir taraftan da “Kahrolsun komünistler” diye bağınyorlardı. Kocam da onlara “Yapmayın etmeyin, ayıptır günahtır” diye mani olmaya çalışıyordu. Sonra kalabalık arasında onu gözden kaybettim. Bu defa ben parktaki eli sopalı adamlara “Yapmayın etmeyin” diyecek oldum, adamlar bana da saldırdılar. Biri boğazımı sıkmaya başladı. Diğerleri de “Seni de, çocuklarını da öldürürüz” diyorlardı. Polisler susuyor, zorbalara müdahale etmiyorlardı. O zaman aklım başıma geldi ve çocukları kollarından çekerek oradan kaçtık. Kocamın öldürülmüş olduğunu geç vakit öğrendim.
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen zamana uygun ve bütün anlam ve biçimleri ile medeni bir sosyal toplum durumuna ulaştırmaktır. İnkılâplarımızın temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünceleri darmadağın etmek elzemdir. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her halde bu anlayışlarda bulunan uydurma şeyler bütünüyle uzaklaştırılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeklik nurlarını yerleştirmek imkânsızdır.
Ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için uygun değildir. Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir?
Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.
Delice alkışlanır
Ve bu konudaki son sözünü söyler:
İyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler müritler, meczuplar memleketi olamaz!
Biz unutkan bir ulusuz,
Unutuyoruz olup bitenleri,
Unutuyoruz oğulları kızları ölen ana babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz.
Uğur Mumcu
Neydi bizim meselemiz?
Halkın sırtından geçinenler İnsanlarımızın emeğiyle ürettikleri değeri-parayı kendi çıkarları için harcayanlar. Bu düzene hizmet edenler.
Yazarken gördüm ki Rabıta, dün Türkiye’de iktidara gelmek için her türlü saldırıyı yaparken bugün doğrudan iktidarın kendisi olmuş durumda. Yıllar içerisinde iktidarı alma süreci vakıflar aracılığıyla etkin bir şekilde yapıldı. Kadrolar vakıflar aracılığıyla yetiştirildi. Bürokrasiye yerleştirildi. Tarikatlar aracılığıyla toplumla bağlantısı kuruldu. Holdingler aracılığıyla da dev gibi bir maddi destek havuzu yaratıldı.
Birtakım insanlar , birtakım insanlara yaparlar,kimi altın ve gümüş paralara ,kimi yenilecek, içilecek nesnelere tapar da Tanrı’ya yaptığını sanır .’
eğitimi siyaset, ticaret ve tarikatların elinden kurtaralım.Eğitim siyaset üstü olsun.Çünkü bilgi, bilim ve akıl evrenseldir.Öğrenciler kişilerin görgüsüne ,bilgisine , siyasi görüşlerine ve inançlarına terk edilemez.Zira iktidar hep değisir ama eğitimin bir standartdı ve evrensel kalitesi olmalıdır.
Oyun tutmuştu.
Gençlik bibirine düşürüldü.
Peki,bu gençliği kim ne için bir birine düşürmüştü?
Cevabı ortaya çıktı
27Mayıs, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe dönüşün,insanca ve hürriyet rejimi içinde yaşamaya alışmış bir ulusun kişiliğini bulduğu gündür.Atatürk yaşamıyor, fakat dünya durdukça Atatürkler yaşayaçaktır.
“Değerli okuyucular
Yazdıklarımdan, özellikle altını çizdiğim konularda beni ‘din düşmanı’ gibi algılamanızı istemem. Herkesin tüm inanışlarına saygılıyım. Ancak dinin bir araç olarak kullanılıp,samimi ve sahici dindar insanların sömürülmesine ve aldatılmasına; Cumhuriyet ve demokrasi karşıtı gençlik yetiştirilmesine karşıyım.”
“Evsizlere ev istesek vermezler ama Bilal Erdoğan’ın vakfına ‘şak’ diye gecekonduları yıkarak arazi verildi anlayacağınız ”
“2016 Ocak ayında Türkiye Anayasa Platformu toplandı. Aralarında Ensar, Birlik, ASKON, İHH, İYC, MÜSİAD, Önder, TGTV, TÜRGEV gibi gerici vakıf ve patron dernekleri de vardı. Ülkenin anayasa düzenlemesi için ‘STK’lara soruyoruz, milletin sesini önemsiyoruz’ söyleminin esas anlamı şuydu: ‘Ümmet için gerici dinci uyuşturucu sistemin, bilimsel, laik ve ilerici toplumsal yaşamın önüne geçmesini hangi kanunlarla sağlayabiliriz, onu bir konuşalım.’”
“Vakıf Türkiye’de. Yöneticileri Türk siyasetinde, bürokrasisinde. Sorular Alman Meclisi’nde soruluyor, yanıtları Almanya hükümeti veriyor. SETA Vakfı ile ilgili soruyu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde soruyoruz. Ama vakıflardan sorumlu bakan yanıt vermiyor.”
“TÜRGEV yapılanmasının içerisinde Kartal İmam Hatip mezunlarını, AKP yöneticilerini, Cumhurbaşkanı’nın oğlunu, damadını ve akrabalarını görüyoruz. THY, TÜRGEV yöneticilerinin devamlı görev aldığı bir kurum.
TÜRGEV bütün AKP’li belediyelerden çok büyük arsa ve bina tahsisleri, imtiyazlar aldı. Sadece kız çocuklarını hedef almaları ise dikkat çekiyor. ‘Ne var bunda?’ diyebilirsiniz. Ancak bu hedef dahi İlim Yayma Cemiyeti ile başlayan karma eğitimin bitirilmesi çalışmalarının sonucu.”
“1950’li yıllardan itibaren önce ABD destekli, sonra Suudi Arabistan sermayesinin katkılarıyla bir siyasal İslam organizasyonu kuruldu. Bu organizasyon örgüt gibi çalıştı.
Gelişti, büyüdü, teşkilatlarını yaydı. Bünyesinden kadrolar yetiştirdi. O kadrolar iktidar oldu. Bürokrasiye yerleşti. Uzun yıllardır da Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetiyor.
Şimdi ise onların çocukları bu organizasyonu aynı 1950’li yıllarda babalarının devraldığı gibi devralmaya hazırlanıyor.
Birinci kuşak oluşturdu, ikinci kuşak büyüttü ve sahiplendi, üçüncü kuşak ise günümüz Rabıta’sını kurarak hanedanlaşmaya hazırlanıyor.”
Bu okulun mezunları ile ilgili başka örnekler de verebiliriz. Mesela Soma maden kazası olduğu zaman bir işçiyi yerde tekmeleyen Yusuf Yerkel vardı. İşte bu tekmeci beyefendi de Kartal İmam Hatip mezunu. Ya da “Payitaht Abdulhamid” dizisinin yapımcısı Es Medya sahibi Yusuf Esenkal da
“Kartal İmam Hatip THY’yi Uçurdu” başlıklı habere göre Kartal İmam Hatip Lisesi’nden mezun olan 80 kişiye yakın isim, THY yönetiminde!
“1961 Anayasası’nın tanımış olduğu geniş hürriyet kavramı, sol akımların da hızlı bir şekilde yapılanmasına olanak tanımıştı. Sol cenahta güçlü kalemler ve entelektüel aydınların fikirleri doğrultusunda sol propaganda toplum üzerinde, özellikle üniversite gençliği üzerinde etkili olmaya başlamıştı.
Bunu gören sağcı mukaddesatçılar, seküler milliyetçiliğin tek başına sol yapılanmalarla mücadele edemediğini görmüş ve neo-liberalizmin etkisiyle milliyetçi-muhafazakar bir yapılanma ile yanıt verilmesi gerektiği konusunda hemfikir olmuşlardı.”
Erdoğan MSP Gençlik Kolları başkanı olurken kongrenin divan başkanı Kadir Mısıroğlu’ydu ve Erdoğan ancak oylar çalınarak MSP Gençlik Kolları genel başkanı olabilmişti.
İsmail Kahraman döneminde Cumhuriyet tarihinin ilk başörtüsü eylemi Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan tarafından gerçekleştirilir. Ankara İlahiyat Fakültesi’ne başörtüsü ile girmek istediği için Hatice Babacan okuldan atılır.
Yaşar Kemal, Vedat Demircioğlu’nun ölümü üzerine polisin tavrını Nazi polislerine benzeterek şu satırları kaleme aldı:
Son Teknik Üniversite olayları gösterdi ki, bu polis gerçek bir SS’tir. Hitler en haşmetli devrinde bile bir üniversite bastırmaya cesaret edememiştir. Öylesine korkunç bir zihniyetle yetiştirilmiştir ki toplum polisi, gencecik kardeşlerini yerlerde sürükleyerek öldürmekten çekinmemişlerdir.
İsmail Kahraman döneminde Mehmet Emin Ersoy, MTTB salonunda kaldığı yerden atılır. O dönemde askerde bulunan Rasim Cinisli’ye ulaşmaya çalışır ancak fayda göremez. Ne yazık ki bir süre sonra sokakta donarak ölür.
Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’u tüm siyasi hayatı boyunca dilinden düşürmeyen, adeta sömürerek kullanan sağ siyasetin ağa babası ve AKP’li TBMM Meclis Başkanı İsmail Kahraman, maalesef Milli Şair’in evladına sahip çıkmadı!”
“Kanun, bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi eylem, ünvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu ünvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasakladı.
Peki, biz ne yaptık
Tam tersini!
Belki siz yapmadınız ama engel de olamadık.
Türkiye, şeyhler, dervişler, müritler ve en kötüsü de meczuplar ülkesi oldu.”
(Sokaklarda kalan) Mehmet Akif’ in oğlu Mehmet Emin Ersoy’un barınacak yer, giyecek ve yiyecek ihtiyaçları (Milli Türk Talebe Birliği dönem başkanı) Cinisli döneminde karşılanmıştı.
Fakat (sonraki dönem başkanı) İsmail Kahraman (eski TBMM başkanı) döneminde Mehmet Emin Ersoy, MTTB salonunda kaldığı yerden atılır. O dönemde askerde bulunan Rasim Cinisli’ye ulaşmaya çalışır ancak fayda göremez. Ne yazık ki bir süre sonra sokakta donarak ölür.
Birtakım insanlar, bir takım insanlara yaparlar, kimi altın ve gümüş paralara, kimi yenilecek, içilecek nesnelere yapar da Tanrı’ya taptığını sanır
Ülkedeki imam hatip ve cami sayısı arttı ama ahlaki düzeyimiz aynı ölçüde artmadı.
Emperyalizm, hem Türkiye’yi hem de Ortadoğu’yu şe killendirmeye çalışmakta ve bunu din olgusunu işleyerek yapmaktadır. Bunun için de en kullanışlı araç olan siyasi İslam ı ve dinci siyasetçileri kullanıyorlar. Yıllardır
Biz unutkan bir ulusuz, Unutuyoruz olup bitenleri, Unutuyoruz oğulları kızları ölen ana babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz.
Uğur Mumcu
Evet, ülkedeki imam hatip ve cami sayı sı arttı ama ahlaki düzeyimiz aynı ölçüde artmadı.
İslam’ a vicdanıyla inananlar ona zamanında sahip çıksaydı, bugün iktidar için kullanılan bir araç haline dönüşmezdi.
İnançlar dogmadır. Dini eğitim alan kişiler de dogmalarla yoğrulmuştur. Ki insanların inançlarını sorgulamak doğru değil ancak inançlı insanlar da, Allah ile kul arasına giren çıkarcıların ve kendisini kullananların farkında olmalıdır.
Ne güzel değil mi?
Vakıf kur. Sonra sorumlu olduğun belediyeye tahsisli yerleri, yöneticisi olduğun vakfa tahsis et. Sanki babasının arazisini tahsis ediyor.
Bugünü daha iyi anlamamız için geçmişi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Çünkü bugünkü din, siyaset, ticaret ve vakıf dörtlüsü bir anda ortaya çıkmadı.
İyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz!
Atatürk Kastamonu’da İkinci Konuşma .
16 Şubat 1969 Pazar günü İstanbul’da ABD’lileri bile şoke eden bir olay yaşandı. Kamyonlarla ve otobüslerle Anadolu’nun her yerinden taşınan dinci-ülkücü komandolar, Dolmabahçe’de demirli 6. Filoya ait bir gemiyi kıble yapıp namaz kıldılar
Birtakım insanlar, birtakım insanlara taparlar, kimi altın ve gümüş paralara, kimi yenilecek, içilecek nesnelere tapar da Tanrı’ya taptığını sanır
Ne güzel değil mi? Üyesi olduğun vakfa arsa tahsis et, sonra oraya yapılan üniversitenin mütevelli heyetine gir!
Birtakım insanlar, birtakım insanlara taparlar,kimi altın ve gümüş paralara ,kimi yenilecek , içilecek nesnelere tapar da Tanrı’ya taptığını sanır
Devlet, kim eline geçirirse onun sopasıymış meğer.
1950’li yıllardan itibaren önce ABD destekli, sonra Suudi Arabistan sermayesinin katkılarıyla bir siyasal İslam organizasyonu kuruldu.Bu organizasyon örgüt gibi çalıştı.
Türkiye’nin bir dönemini resmen saydığımız isimler İslamiyet adına ama aslında ‘siyasi islam’ ve ‘yeşil sermaye’ uğruna neler yapıyor.Halen de yapmaya devam ediyorlar.
Kurtuluş Savaşı’ ndan çıkmıştı. Yorgun ama hırslıydı. Yeni bir ülke kurduğunda ilk fark ettiği şey, esas savaşın şimdi başladığıydı.
İyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.
Mustafa Kemal Atatürk
Biz unutkan bir ulusuz,
Unutuyoruz olup bitenleri,
Unutuyoruz oğulları kızları ölen anne babaları,
Kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz.
Uğur Mumcu
Biz unutkan bir ulusuz,
Unutuyoruz olup bitenleri,
Unutuyoruz oğulları kızları ölen ana babaları,
Kankı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz.
Uğur Mumcu