İçeriğe geç

Bir Aşk Söyleminden Parçalar Kitap Alıntıları – Roland Barthes

Roland Barthes kitaplarından Bir Aşk Söyleminden Parçalar kitap alıntıları sizlerle…

Bir Aşk Söyleminden Parçalar Kitap Alıntıları

Aşk özellikle duygusalı cinselin yerine koyduğu için müstehcendir.
Sana arzunun nerede olduğunu göstermek için, önce bunu azıcık yasaklamak yeter
İncelik, acımanın sağlıklı (uygar,sanatsal) biçimi gibidir.
Bekletmek: her iktidarın sürekli ayrıcalığı, insanlığın bin yıllık eğlencesi
Arzumun özgüllüğünü ne denli çok duyarsam, o denli az adlandırabilirim onu; hedef kesinleştikçe ad titrer
Kavga durumunda olduğumuz zaman sözcük dizi leriyle konuşuruz.
Sözler nedir ki? Bir damla gözyaşı çok daha fazlasını söyleyecektir. Schubert
Tarih çağ dışı olmamızı yasaklar.
Gücüm zayıflığımdadır.
Gerçeğim kesinlikle sevmek: yoksa, çekilirim, dağılırım, kuşatmadan vazgeçen bir birlik gibi.
Aşkın gözü kördür: bu atasözü yanlıştır. Aşk iyice açar gözlerini, açık görüşlü kılar: Senin hakkında, senin üzerine salt bilgi bendedir.
Sensiz kendim değilim artık
Sanki sözcüklerini birbirlerinin yerine kullanmanın kesinlikle yasal olduğu, yepyeni ve görülmedik bir dilin sözcükleriymişiz gibi. Bu birlik sınırsız olurdu
Ötekini (sayıya dökülmüş) niteliklerine göre değil, varoluşuna göre severim; rahatlıkla gizemsel diyebileceğiniz bir duyguyla, olduğunu değil, olmasını severim.
Haykırmanın bilimde yeri yoktur; seni-seviyorum ne dilbilime girer, ne göstergebilime.
Herkesin bir zenginliği var
Bir ben yoksun görünüyorum.
Aklım bir cahilin aklı
Çünkü çok ağır işliyor.
Herkes açık görüşlü,
Bir ben karanlıktayım.
Herkes keskin zekâlı,
Bir benim kafam bulanık,
Deniz gibi dalgalanır, yel gibi eser.
Hiçbir kavganın bir anlamı yoktur, hiçbir kavga bir aydınlanmaya ya da bir dönüşüme doğru ilerlemez.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Esenlikle karşılıklı konuşma diye adlandırılan şeyin adı budur: Birbirini dinlememek, ama sözün zenginliğini birlikte paylaşmanın eşitlikçi ilkesine birlikte tutsak olmak.
Bir gün, başıma geleni anlarım: Sevilmediğim için acı çektiğimi sanıyordum, oysa sevildiğimi sandığım için acı çekiyormuşum
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Yoksayıcılık ne anlama gelir? Üstün değerlerin değerden düştüğü anlamına.
Sözler nedir ki? Bir damla gözyaşı çok daha fazlasını söyleyecektir.
Sevilen varlıktan hiçbir şeyin durduramadığı bir güç çıkar, yalnızca bakışla da olsa her dokunduğunu etkiler.
Yarayı saklayamadığım, ama nedenini bildirmeyi göze alamadığım için, uzlaşırım; biçimden vazgeçmeden içeriği bozarım; bu uzlaşma keyifsizlik’tir.
Kötü bir dinleti salonu gibi, duygusal uzamın da ses geçmeyen, ölü köşeleri vardır. O zaman kusursuz konuşma arkadaşı, dost, çevrenizde en büyük yankılanmayı kuran kişi değil midir?
Ben konuşuyorum, sen dinliyorsun, öyleyse varız. (Ponge)
Birini düşünmek ne demektir? Şu demektir: onu unutmak (unutma olmadan, yaşamak olanaksızdır) ve sık sık bu unutuştan uyanmak.
Her şey abartılı: oran duygusu yok bende.
Dünyanın işlerinin zorunlu kıldığı sıradan işleri, mantıklı kaygıları, tepkileri parlak bir Görev’den Aşk Görevi’nden gelen, yararsız bir iş yararına, sevinçle bırakırım.
Çünkü büyülenmeyi betimlemek, sonuçta, hiç­ bir zaman şu sözceden öteye gidemez: büyülendim .
Bir Buddha koanı şöyle der: Usta, öğrencinin başını uzun zaman suyun altında tutar; yavaş yavaş su kabarcıkları seyrekleşir; son anda, usta öğrenciyi çıkarıp yeniden canlan­dırır: gerçeği, havayı istediğin gibi istediğin zaman, evet, işte o zaman bileceksin onun ne olduğunu.
Arada bir unutmayan kişi ölçüsüz­lük, yorgunluk ve bellek geriliminden ölür.
Bir erkek cins de­ğiştirdiği için değil, aşık olduğu için dişileşir.
İnsanın ne kadar severse o kadar anladığı doğru değildir.
Seni tanıyamıyorum, demek Hakkımda
gerçekten ne düşündüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim, demektir.
Telefonda her zaman yola çıkış durumundadır, iki kez gider, sesiyle ve sessizliğiyle: kim konuşacaktır? Birlikte susarız: iki boşluğun tıkanıklığı. Telefondaki ses, Senden ayrılacağım, der her saniye.
Ötekinin solması sesindedir. Ses sevilen varlığın yok oluşunu taşır, belirtir, bir bakıma da gerçekleştirir.
Öteki için yazmadığımı bilmek, yazacağım bu şeylerin hiçbir zaman beni sevdiğime sevdirtmeyeceğini bilmek, yazının hiçbir eksikliği karşılamadığını, hiçbir şeyi yüceltmediğini, tam da senin olmadığın yerde olduğunu bilmek
Duyumsal dilde, bütün ruhlar aralarında konuşur, başka hiçbir dile gereksinimleri yoktur.
Başkasının ölümünden sonra yaşayan her öznenin dilinin ucuna şu bastırılmış sözcük gelir: yaşayalım!
Öyle bir karşılaşma olur ki, sevinçten dayanılmaz bir şeydir, bazı bazı insan bu yüzden hiçe indirgenir; taşma dediğim budur. Taşma, sözü edilemeyen sevinçtir.
Ölçüsüzlük beni ölçüye götürmüştür.
Kendi kendimizin iblisleriyiz.
Yürek verdiğimi sandığım şeydir. Verdiğimin bana geri çevrildiği her seferinde.

Yürek bana kalan şeydir.

Ah, bildiğimi herkes bilebilir, yüreğimse bir bende var. Siz beni gitmek istemediğim yerde bekliyorsunuz: siz beni olmadığım yerde seviyorsunuz.
Dilimle gizlediğimi bedenim söyler. Bildirimi dilediğim gibi biçimlendirebilirim, sesimi biçimlendiremem. Sesimden, söylediği ne olursa olsun, öteki ‘bende birşeyler olduğunu’ anlayacaktır. Yalancıyım (geçiştirme nedeniyle), oyuncu değil. Bedenim inatçı bir çocuktur, dilim çok uygar bir olgun kişi
Sevme yeteneğimden, ona duyduğum gereksinimden yola çıkarak durmamacasına yeniden yaratırım onu.
Anlarım ki, özgünlüğün gerçek yeri ne ötekidir, ne de ben; ilişkimizin kendisidir. İlişkinin özgünlüğüdür fethedilmesi gereken.
Kalıplar başkalarının gerçeğidir.
Çile (çile hevesi) ötekine seslenir; geriye dön, bana bak, beni ne duruma düşürdüğünü gör. Bir şantajdır bu: ötekinin karşısına yokoluşumun imgesini çıkarırım.
Bozma korkusu yitirme kaygısından da güçlüdür.
Arada bir unutmayan kişi ölçüsüzlük, yorgunluk ve bellek geriliminden ölür.
Katlanılan uzaktalık unutuştan başka bir şey değildir.
Uzaklığı söylemek, öznenin yerinin ötekinin yeriyle değişemeyeceğini kesinlemektir, ‘Sevdiğim kadar sevilmiyorum.’ demektir.
Aşk öyküsü ( ‘serüven’) aşığın dünyayla uzlaşabilmek için ona ödemesi gereken bedeldir.
Bir telefon bekliyorum, bu bekleyiş her zamankinden
de fazla kaygılandırıyor beni. Bir şey yapayım diyorum, pek beceremiyorum. Odamda dolaşıyorum: Issız bir yıldız gibi,içinde hiçbir zaman insan yaşamamış bir Doğa gibi donmuş
görünüyor gözüme.
(İçinde neler yokki?)
Yalnızca bir yer olsaydı, bir gün başka bir şey koyabilirdim yerine, ama kendi yerinin eki, kendi öyle’si olunca, hiçbir şey koyamam yerine.
(Lokantalarda, son servis biter bitmez, masalar ertesi gün için yeniden hazırlanır: aynı ak örtü, aynı çatal bıçak, aynı tuzluk: yerin, yerine koymanın dünyasıdır burası: ‘öyle’nin değil.
Delilik bir kişiliksizleşme deneyimidir. Benim için, yani aşık özne için de tam tersi: beni deli eden bir ‘özne’ olmaktır, özne olmaktan kurtulamamaktır. ‘Ben bir başkası değilim’: bunu dehşetle saptarım.

(Zen öyküsü: Yaşlı bir keşiş sıcakta mantar kurutmaya çalışır. “Neden bir başkasına yaptırmıyorsun?” – Bir başkası ben değildir, ben de bir başkası değilim. Bir başkası benim eylemimin deneyimini yapamaz. Mantar kurutma deneyimimi yapmak zorundayım.”)

Değişmez bir biçimde kendi kendimim, deliliğim de burada: deliyim, çünkü ‘böyle kalıyorum’.

“Duyumsal dilde, bütün ruhlar aralarında konuşur, başka hiçbir dile gereksinimleri yoktur, çünkü bu dil doğanın dilidir.”
Kederi söylemek için bu “tüm gece boyunca”dan daha etkin dolaylı anlatım yoktur. Ben de denesem mi?

“Bu yaz sabahı, Körfez’de nefis bir hava,
Çıktım
Bir türüzotu koparmaya.”

ya da:

“Bu yaz sabahı, Körfez’de nefis bir hava,
Uzun süre oturdum masamın başında,
Hiçbir şey yapmadan.”

ya da:

“Bu sabah, Körfez’de nefis bir hava,
Kımıldamadan oturup
Burada olmayanı düşündüm.”

Bir yandan, hiçbir şey söylememektir bu; bir yandan, gereğinden fazlasını söylemek: ‘denk getirmek’ olanaksız. Anlatım isteklerim, olağanüstü bir durumu özetleyen, çok donuk bir haykuyla bir bayağılıklar kervanı arasında gidip geliyor. Yazmak için hem fazla büyük hem fazla zayıfım: ‘onun yanındayım’, onun, her zaman sakınımlı, sert, kendinden yardım isteyen çocuksu ben’e ilgisiz olanın. Hiç kuşkusuz, aşk dilimle işbirliği içinde ( onu dilim sürdürüyor), ama yazıma ‘yerleşmiyor’.

Heptameron; içimde gerçekleştirdiğim boşluk, hiç öyle görünmemekle birlikte, çevremde gözlerimle kimi seveceğimi araştırdığım şu kısa ya da uzun süreden başka birşey değildir. Hiç kuşkusuz hayvanın kapması gibi aşka da bir başlatıcı gerekir; tuzak duruma göre değişir ama yapı derin ve düzenlidir. Kuşların çiftleşme sürecinin mevsimlik olması gibi. Bununla birlikte Yıldırım aşkı söylemi o kadar güçlüdür ki( ben hiç beklemeden, istemeden, benim hiç payım olmadan üstüme düşer) birinin aşık olmaya karar verdiğini duyduğumuzda ürpeririz Katalonya kral naibinin sarayında Floride’yi gören Amadour gibi; uzun uzun baktıktan sonra onu sevmeye karar verdi. daha neler! Deli olup olmamaya karar mı vereceğim? Aşk benim istediğim bir delilik mi?
Schubert; ağaçların üzerinde, şurada burada son yapraklar kalmış. Ve ben sık sık bunların önünde durup düşüncelere dalıyorum. Uzun uzun bir yaprağa bakıyorum, umudumu ona bağlıyorum. Yel onunla oynadığı zaman bütün varlığımla titriyorum. Düşecek oldu mu ne yazık ki bütün umudum da onunla birlikte düşüyor.
Schubert; çok düşündürür aşk beni. Bazı bazı ufacık bir acının etkisiyle, kafamın içinde bir dil taşkınlığı, bir nedenler, yorumlar, söylevler geçidi başlar. Artık sadece kendi kendine çalışan bir makinenin adsız çalıcının kolunu sendeleyerek çevirdiği, hiç susmayan viyelin bir bilinci kalmıştır bende.
Freud; birini düşünmek ne demektir? Onu unutmak ve sık sık bu unutuştan uyanmak.
Aşık olduğum için deliyim, bunu söyleyebildiğim için de değilim, imgemi ikilerim: kendi gözümde çılgın (sabuklamamı bilirim), başkasının gözünde yalnızca mantıksızım, başkasına bilgece anlatırım deliliğimi: bu deliliğin bilincinde olan, onun üzerinde konuşan bir adam olarak.

bir gün, başıma geleni anlarım: sevilmediğim için acı çektiğimi sanıyordum, oysa sevildiğimi sandığım için acı çekiyormuşum; hem sevilip hep bırakıldığıma inanmanın karmaşası içinde yaşıyordum.

Kıskanç olarak, dört kez acı çekerim: kıskanç olduğum için, kıskançlığımdan dolayı kendimi suçladığım için, kıskançlığımın ötekini incitmesinden korktuğum için, bir bayağılığın beni tutsak etmesine boyun eğdiğim için: dışarıda bırakıldığım, saldırgan olduğum, deli olduğum ve sıradan olduğum için acı çekerim.
”Size arzunuzun imgesini tam olarak verebilecek olan şeye her gün rastlayamazsınız. ”
Yaşamımda milyonlarca bedenle karşılaşırım; bu milyonlarca bedenden ancak birkaç yüzünü arzularım; ama bu birkaç yüzden yalnızca birini severim. Aşık olduğum öteki bana arzumun özgüllüğünü gösterir.
“İnsanın en derinindeki şey yaşamın köklerinin bulunduğu yaradır
Her tutkunun kesinlikle
seyircisi vardır. Ve
her aşka adanma
muhakkak bir teatral
finale sahiptir
“Aşık mıyım? — Evet, beklediğime göre.” Öteki hiç mi hiç beklemez. Bazı bazı beklemeyen kişiyi oynamak isterim; başka bir yerde oyalanmayı, geç gelmeyi denerim; ama her za­man yenilirim bu oyunda: Ne yaparsam yapayım, boşuna, tam zamanında, hatta saatinden önce, orada olurum.

Aşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: ben bekleyenim.

“Böyledir yaşam
Düşersin yedi kez
Kalkarsın sekiz kez.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir