İçeriğe geç

Nam-ı Diğer Grace Kitap Alıntıları – Margaret Atwood

Margaret Atwood kitaplarından Nam-ı Diğer Grace kitap alıntıları sizlerle…

Nam-ı Diğer Grace Kitap Alıntıları

İçinizde ya hayat ya da ölüm taşımakta olduğunuzu bilmek, ama hangisi olduğunu bilememek çok tuhaf bir duygu.
Gerçek şu ki, pek az insan affetmenin gerçekten ne demek olduğunu anlayabiliyor. Affedilmesi gerekenler suçlular değil aslında, kurbanlar, çünkü bütün bela onlardan çıkıyor. Bir düşünün hele, onlar o kadar zayıf ve dikkatsiz olmasalardı, biraz ileriyi görebilselerdi ve başlarını derde sokmaktan kaçınabilselerdi, dünyadaki acılar nasıl da azalırdı.
insanın hiç istemediği bir yer bile olsa, bildiği yerden çıkıp bilmediği yere girmesi her zaman kaygı vericidir, insanların ölümden bu kadar korkmasının sebebi de aynı herhalde.
Tamamlanmış olmayandır bizim cennetimiz.
Harcanıp gitmiş hayatım konusunda korkunç bir umutsuzluğa kapılacağım diye korkuyorum, nasıl harcandığını bile bilemeden üstelik.
İnsanın sevmediği biriyle evlenmesi hiç iyi değil, ama birçokları böyle yapıyor ve zamanla alışıyorlar. Gerçi bazıları da aşk için evlenip sonra tövbe ediyorlar ya.
Bir başkasının kafasındaki düğümleri çözeyim diye bıkıp usanmadan uğraşırken, kendim kafayı oynatacaktım az kalsın.
İnsanın umuda kapılıp sonra da o umutları kaybetmesi kadar kötü bir şey olamaz; en iyisi baştan hiç umuda kapılmamak.
cevap vermemek de bir cevaptır.
İki kişilik varsa, neden iki ruh da olmasın?
İçe yönelen bakışlar, dışarıdan görülmedikleri zaman daha da keskin olur.
Zihnimin yarıldığını hissettim__
Beynim yırtılmış ayrılıyordu sanki__
Birleştirmeyi denedim __Dikiş üstüne dikiş__ Ama yamaları tutturamadım ki.
Bir gölge önüm sıra gezer,
Sen değil, ama sana benzer.
Ey İsa, mümkün olsaydı eğer
Bir tek saatçik olsun görüşmek
Sevdiğimiz bir ruhla, anlatırdı bize
Kimlerdendir ve nerelerde gezer!
İnsanlar kendilerini aldatırlar, mazeretler uydururlar, olabilecek en temiz biçimde işin içinden sıyrılmaya bakarlar.
Çok avare hissediyor kendini, hiçbir hedefi ve gayreti yok.
Kızın yere bakanından, suyun sessiz akanından kork, demişler.
hayatımda kimseye âşık olmadım ben ve bu saatten sonra da böyle işlere kalkışmaya niyetim yok.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kitab-ı Mukaddes’te dediği gibi, Çünkü şimdi bir aynanın karanlığıdır baktığımız; oysa o gün gelince, yüz yüze bakacağız.
Korku, müthiş bir afrodizyaktır; bir gün denemenizi tavsiye ederim.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ama elimden geleni yaptım; bir zamanlar Walter Scott’un dediği gibi elinden geleni yapmaktan başka da bir şey gelmez zaten insanın elinden.
Hayasızca kaybetmek vardır, bir de şerefinle kaybetmek vardır.
çünkü kadının yazgısıdır bu
Onca zaman sabır ve sükûtla kalmak,
dilsiz bir hayalet gibi beklemek,
Çıkıp da sorgulayan bir ses, bozana kadar sessizlik büyüsünü.
Böyledir iç dünyası, acı çeken nice kadının Güneşsiz ve sessiz ve derinden, yeraltı nehirlerince
Karanlık mağaralardan geçip giden
Saygıdeğer kadınlar, tabiatları gereği soğuk olurlar, düşmüş hemcinslerini fuhuşa iten sapkınca şehvet duygusundan ve nevrastenik özlemlerden yoksundurlar; yani bilimsel teoriye göre bu böyle.
Böyle durumlarda suçlanan daima kadın olur.
Grace’in en amansız hapishanesi ise kendi ruhu.
Grace’inki tam bir menfi kadın iradesi; doğrulamak ya da kabul etmektense yadsıyıp reddetmek daha kolay onun için.
Şahsen, başkalarının acılarından böyle zevk duymak utanç verirdi bana.
Oysa Kitab-ı Mukaddes’te de söylendiği gibi, hangimiz günahkâr değiliz ki?
Yaptığım kötülük için ne kadar nedamet getirip acı gözyaşları döksem de, bundan sonra artık bir dakika huzur bulmayacak oluşum Rabbi hoşnut ediyor sanki.
Benden kalan hiçbir iz yoksa, arkamda hiç iz bırakmamışsam, hiç var olmamışım demektir.
sonra düşündüm de, belki bir an önce mezara girmekte fayda vardı, bir sürü dertten kurtulmuş olurdum.
Ve her şeyin bir anlamı olduğunu düşündüm, her şeyde bir desen, bir tasarım vardı, üzerinde yeterince düşünürseniz elbette.
Hem sonra Kitab-ı Mukaddes’te söylenenleri düşündüm, Rab dedi ki, Öç almak bana mahsustur.
Çok alçakça bir yanı vardır ihanetin; onun kalp atışlarını duymuştum yanı başımda, ne kadar istenmiyor olsa da, bir insan kalbiydi bu; mecbur kalmadıkça, o kalbin sonsuza kadar susturulmasında payım olsun istemiyordum.
Sonra, mutfak kapısının arkasında çömelmiş ağlıyor muydum ben?
Anlatacak tek bir olumlu şey yok.
ağaçta yetişen bir şey değildir para
Zaman, her zamanki değişmez adımlarıyla ilerlemiyor. Tuhaf sıçramalar yapıyor şimdi.
Bildiğini bilmiyor olabilir, ama bildikleri onun içinde, kendi derinliklerinde gömülü.
demek ki, güzel bir kadının ölümü, hiç tartışmasız bu dünyadaki en şiirsel konu
Bu evin üzerinde bir lanet olduğu duygusundan kurtulamıyordum, evden bazılarının ölmesi mukadderdi sanki.
‘Evlilikten kime hayır gelmiş? Ben hiç rastlamadım hayrını görene; iki insan iyi anlaşırlarsa bir arada kalırlar, anlaşamazlarsa bir tanesi çeker gider, uzun lafın kısası, bu iş böyle.’
Gönlüm Böyle Genç Diye Sanma ki Bilmem Sevmesini
Ama nedendir bilemiyorum, on beş, on altı yaşında bir kız artık kadın sayılıyor da, on beş, on altı yaşında bir oğlan, hâlâ bir oğlan işte.
Sonra da dedim ki kendi kendime; bir şeye çare bulamıyorsan katlanmasını bileceksin.
Yani durumu bütün çıplaklığıyla görmeyi başardığımda anlıyordum ki, yapayalnızdım dünyada ve yapmakta olduğum o ağır iş dışında hiçbir gelecek yoktu önümde.
Bir insanı yalnızlıktan korktuğu için asla suçlayamam.
Ölüme giden yol ıpıssızdır ve göründüğünden daha uzun sürer, darağacındaki ipin uzunluğu kadar görünse de; üstelik karanlık bir yoldur, önünüzü aydınlatacak bir mehtap yoktur tepenizde.
Sütün dökülüp dökülmediğini bilemiyorsan, süt döküldü diye sızlanmanın anlamı yok, madem bir tek Tanrı biliyor, o zaman sütün döküldüğü yeri de Tanrı siliversin.
daima inanmışımdır, hiçbir iyilik karşılıksız bırakılmamalıdır.
Kendi başı sıkıntıda olanlar, başkalarının sıkıntılarına gözünü kulağını açık tutar Efendim
Ümit Ettikçe Yaşarım
‘Çünkü geçmişe mazi derler’
‘Asla arkana bakmayacaksın’
Tanrı bir tek ayrım yapar, o da iyi niyet ile kötü niyet arasındadır yahut da ben öyle olduğuna inanıyorum.
Delirmenin nasıl bir şey olduğunu hep çok merak etmişimdir.
Yine de bazı değerli dersler aldı orada. Bunlardan biri, insanların ne kadar kolay öldüğüydü; bir başkası da ne kadar sık öldüğü. Ve beden ile ruhun ne şeytani bir bağla bir araya geldiğini de öğrenmişti.
Cerrah da bedenin heykeltıraşıydı; insan bedenini, değerli bir taşı oyarcasına bilinçli ve özenli bir şekilde kesebilmeliydi. Bu iş için soğukkanlılık ve büyük bir dikkat gerekiyordu. Hastanın çektiği ıstırabı yüreğinin derininde duyanlar, bıçağı düşürürdü ellerinden. Oysa hasta şefkat beklemiyordu sizden, ustalık bekliyordu.
‘Günahın bedeli ölümdür’
‘Ölebileceği hiç aklıma gelmemişti ki!’
çünkü erkeklerin tabiatları gereği yalancı olduğunu söyledi, istediklerini elde edebilmek için her türlü vaatte bulunabileceklerini ama sonradan üzerinde tekrar düşünüp ilk limanda gemiden sıvışacaklarını anlattı.
Havva’nın başındaki asıl lanet Âdem adındaki sersemdi, önlerine çıkan ilk badirede bütün suçu Havva’nın üzerine yıkıp kendi paçasını kurtarmaya bakmıştı.
Hayatın küçük ayrıntılarında çoğu zaman büyük anlamlar saklıdır.
Bana kalırsa, hepimizin, her zaman biraz umuda ihtiyacı var
Kadınlar birbirlerine yardımcı olur; başı dertte olana yardım etmek onların uzmanlık alanıdır.
Uygar bir insanla barbar bir zebani __ya da diyelim ki bir deli__ arasındaki fark, belki de iradesini kullanarak kendine hâkim olmaktan meydana gelen incecik bir örtüden ibaret.
Böyle anlarda, kendilerine kalplerini bağlayacak güvenli bir liman bulan dostlara gıpta ediyorum doğrusu; belki de bağlayacak kalpleri olduğu için gıpta ediyorumdur, kim bilir? Sık sık bende öyle bir şey bulunmadığı hissine kapılmaktayım, onun yerinde kalp şeklinde bir taş duruyor galiba; dolayısıyla ben, Wordsworth’ün dediği gibi bulutlar kadar yalnız dolaşmaya mahkûmum.
çünkü bu dünyada karşılaştığınız her insanlığın, her nezaketin değerini bileceksiniz, ağaçta yetişmiyor bunlar.
Anladım ki kapının arasına ayağınızı sokmanın en iyi yolu, bir ölüm.
Sonra her şey bitti, çarçabuk. Ertesi gün de diğer günler gibiydi, bir tek annem yoktu.
Ağlamadım. Sanki ölen annem değil de benmişim gibi geldi; her yanıma inme inmiş gibi oturakaldım, şimdi ne yapacağımı bilemiyordum.
Annem o gece öldü.
İnsan yaptığı iyiliğin karşılığını kat kat alıyor, öyle değil mi Efendim?
Belki de deniz yolculuğu ve hapishane, Yüce Tanrı’nın hepimizin aynı candan olduğunu bize hatırlatmasına yarıyordur ve bu canın çok hassas, çok narin olduğunu. Belki de ben öyle olduğuna inanmak istiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir