Fatma Barbarosoğlu kitaplarından Şov ve Mahrem kitap alıntıları sizlerle…
Şov ve Mahrem Kitap Alıntıları
Gösteriş;
Kişinin aslında sâhip olmadığı ya da ihtiyaç hârici bir şeye sâhip olduğuna dair başkalarını inandırmaya yönelik davranışıdır.
Soru sormak artistik zekâ ile analitik zekânın buluştuğu bir noktadır.
Var olduğunu, başkaları kendisini seyrettiği oranda, yani başkalarının dünyasında yer etmeye başladığında hissedebilen postmodern insan; mümkün olduğunca az insana görünerek kendi dünyası içinde yaşamayı, ‘sağlıksız’ bir durum olarak algılamaktadır.
Kadının kamusal alandaki kimliğine, ancak estetik obje olarak var olmaya çalıştığı zaman engel konulmuyor.
Burada üzerinde durulması gereken husus; tesettürlü kadınlar söz konusu olduğunda hem erkeklerin hem de feminist/modern/liberal/çağdaş kadınların, tesettürlü kadınların zevkini denetleme konusunda kendilerinde bir hak görmeleridir.
Moda, varlığını sınır tanımazlığa borçludur.
Tesettür, kutsal olanın beden üzerinde koyduğu ilkelerin tezahürüdür. Bu ilkeler, vücudun gösterilmesi serbest olan ve gösterilmemesi gereken yerlerini belirlemiştir. Bu durumda modanın bedenin belirli yerlerini kapatıp belirli yerlerini açarak bir noktaya topladığı cazibe alanıyla, tesettür ilkesinin uyum içinde olabilmesi mümkün değildir.
Kadınlarla ilgili tarih söz konusu olduğunda, 2. Meşrutiyet’ ten itibaren yazılı olarak sadece modern ve alafranga kadınların hatıraları ve biyografileri elimizdedir. Bu nedenle kadınların tarihinin sadece bir tek cephesine dair fikir sahibi olabilmekteyiz.
Artık kimliğimizi gerçeklikle değil de, imaj yoluyla ifade etmekteyiz.
Tarih boyunca kıyafetler özellikle de kadın kıyafetleri, dine ahlaka aykırı bulundukları için eleştirilip yasaklanırken, Türkiye’de dini ya da siyasi sembol oldukları gerekçesiyle yasaklanmıştır.
Görünmez alandan görünür alana geçerken dindar kadınların ve kızların kullandığı giyim dili, estetik zevkin incinmesi ne ideolojik bir önem atfeden Cumhuriyet kamusunu üzmeyecek bir şıklık içinde temsil edilir. Dindar kadın kimliğini kamusal alana taşıyan aktör kimlik olarak Şule Yüksel Şenler’in uyumlu giyimi, baş bağlama şekli, başörtüsüne taktığı broşlar, kamusal alanın estetik olarak incinmesini önleyici tedbirlerdir.
İlk tesettür kataloglarının hazırlanması, 90’lı yılların ikinci yarısına tekabül eder. Bu tarihin arka planında yerel yönetimlerde başarı elde etmiş Refah Partisi gerçeği ve İslamî televizyon kanallarının açılması olgusu bulunmaktadır. İslami televizyon kanallarının açılması ve bu kanallarda tesettürlü kadın sunucuların yer alması, özellikle ev kadını statüsündeki kadınların ve genç kızların giyimini yakından etkilemiştir. Yerel yönetim başarısı, çevredekileri merkeze taşırken, merkeze eklemlenmenin birinci safhası olarak her şeyin İslamca sı üretilmiştir. Ürünün İslamca markalaştırılması, rekabetin kalite ile değil imaj üzerinden gerçekleşmesi anlamını taşımaktadır.
Moda, varlığını sınır tanımazlığa ve değişimin sürekliliğine borçludur. Her şey değişebilir. Her şey modanın tanım ve iktidar alanına girebilir. Yapılması yasak olan eylemler, giyilmesi hoş karşılanmayan kıyafetler modanın şemsiyesi altına girdikten sonra meşru olanın parçası haline gelir. Modanın tek ilkesi değişebilirliktir. Etekler uzar, kısalır. Kıyafetler daralır, bollaşır. Modaya esas rengini veren toplumsal rüzgârdır. Modacılar, tasarladıkları kıyafetlerin tutması için toplumun değişme yönünü iyi tespit ederek kıyafetlerinin hikâyesini bu yön üzerine oturtmak durumundadırlar.
Gösteri ayrı olanı birleştirir ama ayrı olarak birleştirir.
ABD gibi ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde, giyim ve eğlence bakımından hayat stillerinde tam bir benzerlik oluşmuştur. Farklılaşma; oturulan semt, üye olunan kulüp gibi ikincil özellikler üzerinden gerçekleştirilebilmektedir.
Moda aynı zamanda üst sınıfların alt sınıflardan ayrılma eğilimlerini de ortaya koyar. Gençler, yaşlılara göre sınıf eşitsizliğini daha fazla algıladıkları için, üst sınıflardan ayrı olmadıklarını ispat edici bir tutum içinde yeni modaları hızlı bir şekilde takip ederler. Diğer taraftan gençlerin sahip olduğu sınıf şuuru, zaman zaman protest bir kimliğe bürünerek alt modalar yaratır.
Modern dünyanın sınıf kriteri, tüketime dayalı olduğu için, kişileri gösterişe yönelik harcamalara sevk etmektedir. Gösterişe yönelik harcama ise sınıflar arası hareketliliğe olan güvenle ilgilidir. Fakat bir ferdin bir sosyal sınıfın üyesi olabilmesi için, o sınıfa mensup olma şuurunu taşıması yeterli değildir. Başkalarının da onun bu sınıfa mensup olduğu fikrini kabul etmesi gerekir. Yani kişi, o sınıfa mensup olduğunu ispat edenler gibi olmak, onları taklit etmek zorundadır. Bu bakımdan modern sınıfın göstergeleri arasında, yaşam tarzı önemli bir yer tutar.
Globalleşen, globalleşirken yerel bağlardan özgür olduğunu düşünen bireyler için modern dünyanın prangası moda olacağa benziyor. Yaptıklarının eleştiri dışı tutulması ayrıcalığına neredeyse bir tek modacılar sahip. Moda bir giyimi değil eleştirmek, her ahval ve şeraitte desteklemek gerekiyor. Hatta sıradan bir modacının saçma sapan kreasyonundan en baba felsefeleri çıkarmak için cümle âlem seferber olabiliyor. Modacının biri de buradan mülhem kreasyonuna filozofi adını koyuyor zaten. Felsefe, giyilmeyecek kıyafetler eşliğinde sadece podyumda dolaşıyor artık.
Moda hangi kavramla yan yana anılırsa anılsın, kendi tahakkümünü arttırıcı bir fonksiyona sahip. Tesettür modasının in’lerini ve out’larını sıralayan haberler artık çok şaşırtıcı gelmiyor. Böyle bir listede İslami ilkeler, out olduğunda kolaylıkla terk edilebilecek bir kurallar dizisi olarak sergilenebiliyor. Mesela, çorap giymek out, başörtüsüyle aynı renkte far sürmek in.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Devlet şatafatının hâkim olduğu bu tür sembolik modernleşme, Türkiye’de Demokrat Parti döneminde tecrübe edilmiştir. Merkeze ulaşamayan kırsal kesim için, kendini özdeşleştireceği merkez olan, Ankara’ya ulaşmayı vaat eden geniş yollar yapılmıştır. Kırsal kesim için modern Türkiye’nin taşıyıcı gücü, uzayıp giden, ucu bucağı görülmeyen yollardır. Şehirli için ise yeni hayat , müstakil evlerden çıkılıp gidilen apartman daireleridir. Alafranga hayata talip olanlar için, eski tarz evler kaçıp kurtulunması gereken hapishanelerdir.
Modern kadınlar ve modern erkekler, yeni değerleri devletin istediği ölçüde ve kıvamda savundukları oranda Halkevleri’nde ve Halkevleri’ne bağlı olarak hegemonik kamuda kendilerine yer bulurken, sadece modern olmamakla itham edilenler değil, halihazırda kabul edilenden başka modern değerleri savunanlar ve talep edenler de cezalandırılmıştır. Mesela Kadınlar Halk Fırkası’nı kurma talebinde bulunan Nezihe Muhittin, Türk Kadınlar Birliği Başkanlığı’ndan alınarak, yerine olanla yetinmeyi bilen İffet Halim Oruz getirilmiştir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
1990’ların ortalarından itibaren yaşanan gelişmeler, kamusal alan ve giyim talebini farklı bir boyuta taşımıştır. Nedir bu gelişmeler? Tesettürlü kadınların kamusal alan taleplerine karşı yasaklayan politikalar ile cevap verilmiş, tesettürlü kadınların kıyafetlerinin zaman zaman hijyenik olamayacağı (başörtülü doktorların hijyen şartlarını yerine getiremeyeceği savunulmuştur), çağdaş olmadığı, modaya uygun olmadığı şeklindeki dışlayıcı ifadeler kullanılmıştır. Diğer taraftan ise tesettür modası üzerinden ekonomik kazanç sağlamayı hedefleyenler, tesettür defileleri sahnelemişlerdir.
Bugün Kemalizm’i savunanların ve ona karşı çıkanların buluştukları ortak nokta, her iki grubunda Osmanlı üst sınıf kadınlarının Cumhuriyetten önce modernleştiklerini gözden kaçırmış olmalarıdır.
Kıyafetin, aksesuarların bir dili vardır. Ve bunları taşıyan beden, üzerindeki kıyafetten ve aksesuardan protez bir dil olarak faydalanmak ister. Halbuki bu protez dilin giderek bedeni tezgahlaştırma tehlikesi de vardır. Mesela güneş gözlükleri, sürekli değiştirilen tasarımıyla gözün manasının yerine geçmeye talip olur. Bakışın yumuşak ya da sert oluşu, çapkın ya d a ciddi oluşu, güneş gözlükleriyle sağlanır.
Postmodern hayat stratejisinin özü, kimlik inşası değil, sabitlemekten kaçmaktır.
İnsanlar, babalarından ziyade zamanlarına benzerler.
Hadis-i Şerif
köpek adamı ısırdığında değil, adam köpeği ısırdığında haber olur
Haysiyetli bir adam deli gibi âşık olabilir ama ahmak gibi âşık olması caiz değildir.
La Rochefoucauld
Çünkü moda, varlığını sınır tanımamazlığa borçludur.
İnsanın dili evidir
Düzenlemeyle yapılan ekonomik yatırımın oranı yükseldikçe, ev sahibi misafirlerine, evine girmiş olsalar bile kendi dünyasına ait olmadıkları, evine girmeden önceki mesafeyi aynen korumaları gerektiği ihtarını yapar. Bir başka deyişle fiziki yakınlık yerini ekonomik uzaklığa terk etmiş olur.
İtibar kazanmak için zengin gibi olmanız gereklidir. Zengin gibi olmak için de modaya uymanız. Çünkü modaya uymak pahalı bir şeydir.
Diğer taraftan tesettürlü kadınlar da istenmedikleri bir alanda yer almaya ve var olmaya çalışırken kendileri olmaktan vazgeçmiş bir kimlik sergilemek durumunda kalıyorlar.
Modanın çeşitliliğine tesettür ilkelerine bağlı kalarak uyum sağlamak mümkün görünmüyor.
Şatafat ve gösterişin haram olmasının en önemli nedenlerinden biri insanların kendileriyle diğer insanlar arasına tehlikeli bir mesafe koymalarına yol açmasıdır. Bütün dinlerde ve ahlak anlayışlarında şatafat ve gösteriş insanı insandan uzaklaştırdığıiçin yasaklanmıştır.
Düşüncelerimiz yaşadığımız hayatı, yaşadığımız hayat da vücut dilimizi belirler.
Düşüncelerimiz,yaşadığımız hayatı;yaşadığımız hayat da vücut dilimizi belirler.
Dindarlar,kamusal alanın efendileri karşısında daha romantik,daha aşık,daha şık olmaya zorlanıyor.
Yüzyıllardır hiç başı açık bulunmamış Müslüman kadının kafasına geçirdiği şapka ile çağdaş medeni milletler sınıfına yükseleceğini empoze etti.
Saadetlerini hep başkasının evinde arayanların kendi evlerinde saadet yoktur.
Rousseau
Evine geri dönene eşik yüksek gelir
Aleksis kivi
Gösteriş,kişinin aslında sahip olmadığı bir şeye ya da ihtiyaç harici bir şeye sahip olduğuna dair başkalarını inandırmaya yönelik davranıştır.
Tarih boyunca kıyafetler,özellikle de kadın kıyafetleri,dine ve ahlaka aykırı bulundukları için eleştirilip yasaklanırken,Türkiye’de dinî ya da siyasî sembol oldukları gerekçesiyle yasaklanmıştı. Kamusal alanda dinî duyarlılıklar azaldıkça, kimliğin kıyafet üzerinden kurulması da önem kazanmıştır.
Her birimizin yaptığı, rolünü oynamaktır sade.
Hepimiz aktörüz maskeliyiz ve komiğiz.
Etrafıyla ilişkisini, ulaşılmaz mesafeler eşliğinde düzenlemeye kalkan kişi, diğer insanların kendisine hatırlatacağı her türlü faniliğe de set çekmeye çalışmaktadır.
Var olduğunu başkaları kendisini seyrettiği oranda, yani başkalarının dünyasında yer etmeye başladığında hissedebilen postmodern insan, mümkün olduğunca az insana görünürek kendi dünyasında yaşamayı, sağlıksız bir durum olarak algılamaktadır.
Tarihe, saklanılacak bir masal ortamı olarak bakanlar açısından kadınlar, dün melek, bugün şeytandır.Eski kadınlar yoktur.
Çünkü laikçi zihniyet, İslamî kesimin, giyinmek dahil hiçbir şeyi beceremeyeceğinden çok emindir.
Çünkü hem Türkiye ölçeğinde hem de dünya ölçeğinde yeni olan, kadının ve erkeğin başının açık olmasıdır. Başın örtülü olması, yüzlerce yıl geriye götürülebilecek bir durum iken, başın açık olması modern zamanlara özgüdür.
Başörtüsü yasağı ortadan kalktığında başörtülülerin sayısında hızlı bir artış olmayacağını, antitürbanist bakış anlayamıyor. Çünkü başörtüsü yasağı ortadan kalktığında, sadece dindarlığın gereği olarak başını örtenler kalacak. Halbuki şimdi abdest-namaz olmadığı halde bir gençlik eylemi olarak, protest bir duruş olarak başını örten kızlar ile üniversiteli kızlara özenen işçi kızlar var.
Toplumsal uzlaşma söylemi, söylem olarak laikçilerden geliyor, fakat uzlaşma adına bedel ödeyen ve harekete geçen dindar kesim oluyor.
Bugün, açık saçık giyinme ya da mahrem alana ait olan davranışların başkalarının önünde cereyan etmesi, bireysel hak kapsamında değerlendirilirken, gereğinden fazla örtünmek , kamu alanında suç sayılıp kriz e sebep olabiliyor.
Din, kamusal alandan itildikçe, dine dayalı emir ve yasaklar seslendirilemez olmuş, bunun yerine kamusal alanda kapitalizmin estetik damarı olan moda yasakları hüküm sürmeye başlamıştır.
Modern dünyada akıl ile kalp arasındaki bağlar giderek zayıfladığı için, seküler zihniyet ile dindar kalbin özgürlük kavramı etrafında iletişim kurabilmesi gittikçe zorlaşmaktadır.
Dindar kadınların, başlarını örttükleri için, buraya değil oraya , şimdi ye değil dün e ait oldukları üzerinden yanlış okumalar yapılmaktadır.
İnsanlar, babalarından ziyade zamanlarına benzer.
— Hadis-i Şerif
Kadınlar ve erkekler birbirlerinin velileridir ilkesini yaşanılır kılmak için, muhafazakâr erkeklerin ve postmodern türbanlı kadınların hayatın içinde buluşması gerekiyor.
Kadınlar söz konusu olduğunda Siz neden nineleriniz gibi değilsiniz? sorusunu gerekli gereksiz her ortamda tekrarlayan erkekler, aynı soruyu kendilerine çevirip Ben ne kadar dedem gibiyim? diye soramıyor. Modern kadınların reçel ya da kuru fasulye yapamamasını gelenekten kopuş olarak değerlendiren erkekler, kendi kurbanlarını kesemediklerini; ehliyetini, amelini hiç bilmedikleri kasaplara kurban kesimini emanet ederek, bir mümin olarak kurbanını kesemeyen e dönüştüklerini fark edemiyorlar.
Onlar gibi olmak isterken, kendisi gibi olmayı unutuyor.
Oysa muhafazakâr tutum, şartların zorladığı kendisi gibi olmaktan vazgeçme haline direnç gösterme biçimidir.
Muhafazakâr kimlik için tüketimi körüklemekten öte bir anlam ifade etmeyen kim daha âşık oyununun oynandığı 14 Şubat kutlamaları neden bu kadar önemli oluyor?
Maalesef ülkemizde bir kişi ya da konu hakkında üç soruyu bir araya getirebilecek, aldığı ya da alamadığı cevaplardan bir izlek oluşturabilecek insanların sayısı oldukça az.
Soru sormak artistik zekâ ile analitik zekânın buluştuğu bir noktadır. Soru sormak mühimdir.
İktidardaki partiyle orantılı olarak, dindar kesime olan ilginin azaldığı ya da arttığı bir ülke Türkiye.
İkinci bakış açısı ise, Mustafa Kemal’i erişilmez kılmak ve bu erişilmezliği İslam aleyhine kullanmak için, kadın modernleşmesinin bütün renklerini bizzat Mustafa Kemal’in belirlediğini iddia eder. Bu, toplumsal manada mümkün olmayacak bir şeydir. Mustafa Kemal’in yaptığı, 19. yüzyıl Osmanlı toplumsal hayatında, üst tabaka kadınlar arasında başlayan modern hayat anlayışını, alt ve orta tabaklar için mecburî hale getirmek olmuştur.
Dinî değerleri muhafaza eden kadınların, bir yerden bir yere gitmenin dışında kamusal alanda görünmemeyi tercih ettikleri dönemlerde, çağdaş kadın kimliği şapka ile temsil edildi.
İnsanlar, elbisenin içindeki kimdir ne bilecekler?
Mektupta olanı yazan bilir.
— Sadi / Gülistan
Tesettür modası, bir pantolon veya bir mini etek modası gibi algılandığında, tesettürün dinî yükümlülükten ziyade bir giyim tercihi olarak kabul edilmesinin yolu açılır.
Moda, varlığını sınır tanımazlığa ve değişimin sürekliliğine borçludur. Her şey değişebilir. Her şey modanın tanım ve iktidar alanına girebilir. Yapılması yasak olan eylemler, giyilmesi hoş karşılanmayan kıyafetler modanın şemsiyesi altına girdikten sonra meşru olanın parçası haline gelir. Modanın tek ilkesi değişebilirliktir. Etekler uzar, kısalır. Kıyafetler daralır, bollaşır. Modaya esas rengini veren toplumsal rüzgârdır.
Neden tesettür ve moda kelimeleri, esasında bir arada olmaması gereken kavramlardır?
Çünkü tesettür; örtmek, göstermemek ve buradan hareketle sadece bedensel olarak algılanmaya karşı koymak manasına gelir. Halbuki moda, doğrudan dikkat çekmeye yöneliktir.
Hayat tarzını belirleyen, gelirin miktarından ziyade, harcama biçimidir [ ]
Modern dünyanın sınıf kriteri, tüketime dayalı olduğu için, kişileri gösterişe yönelik harcamalara sevk etmektedir.
İslamî kadın dergilerinde – özellikle Kadın ve Aile, Mektup – yayınlanmış moda eleştirilerinin ortak noktası, modanın Batılı bir kimliğin ürünü olduğu yolundaydı. Yayınlanmış yazı ve röportajlarda modanın insanlarda sunî ihtiyaçlar uyandırarak israfa teşvik ettiği ve çoğu zaman da dar ve sentetik dokulu kumaşların, yüksek ökçeli ayakkabıların moda olmasıyla insan sağlığını olumsuz etkilediği vurgulanıyordu.
Tülbent/yazmanın boynun arkasından bağlanması, kırsal kesimin tarlada ya da evde iş yaparken kullandığı bir usuldür. Dış mekânlarda başın arkadan bağlanması dinî açıdan nakısayı ve toplumsal açıdan düşük kültür seviyesini temsil eder.
Çünkü başörtülü genç kızlar, okullarına giremez, girip mezun olsalar bile kariyer sahibi olacakları işlerde çalışamazken, sahip olamadıkları bütün şeyler bir başörtü markası ile vaat edildi.