İçeriğe geç

Rind’in Ölümü Kitap Alıntıları – Mehmed Uzun

Mehmed Uzun kitaplarından Rind’in Ölümü kitap alıntıları sizlerle…

Rind’in Ölümü Kitap Alıntıları

Geceyle birlikte o avlularda kadınları da tanıdım. Uzun, sarı saçlı kadınlar. Deniz gözlü kadınlar. Yüzleri, vücutları, tenleri o gecelerin başlamasıyla birlikte parıldardı. Arkadaş oldum onlara. Dinledim onları. Anlamak istiyordum, bilmek istiyordum. Uzun parmakları piyanonun üstünde gezindiğinde yaklaşır, parmaklarına bakardım. Uzun parmaklarını saçlarımın arasında gezdirsinler diye başımı dizlerine koydum. Etli dudaklarını öpüp, uzun bacaklarını okşadım. O parlak gözlerdeki mutluluğa ortak oldum ve öptüm o gözleri de. Onlarla birlikte ateş közlerinden oluşan bir sessizlik yaşadım.
Duygularımı, düşüncelerimi sokakların parlak taşlarına gözlerimle yazdım. Ev gölgelerine âşık taşlar, çocukluğun taşları gibi düzgündüler. Onları da çocukluğumdaki taşlar gibi okşayıp sevdim. Taşların, evlerin temellerinin karıştığı yerlerde yaşlı kitapçılar tanıdım. Oturup kahve içtim onlarla ve etrafımı saran kitapları seyrettim. Yabancı dillerle yazılmış çok güzel kitaplar gördüm oralarda. O dilleri bilmememe rağmen o kitaplardan birkaç tane alıp eve getirdim. Kırmızı gülümün altına güzel bir raf yapıp kitapları üstüne koydum. Kitapları rafa koyduğumda hüzünlendim yine. Kitaplara baktığımda, kendi dilimle yazılmış çok eski bir kitabın da aralarında olmasını çok istedim. O da yabancılığıma ortak olsun istedim.
Yaşlı Rind, ne diyeyim artık? Söylediğin o şeyler; kök, iz, toprak, dil… o zaman onların farkında değildim. Anlayamıyordum onları. İnsan kendi kökünden, izinden uzak düşmedikçe kökün, izin ne olduğunu anlayabilir mi? İnsan rengarenk topraklara, değişik topraklara ayak basmadan insanların neden kendi atalarının toprağına gömülmek istediklerini anlayabilir mi sanki? Mutluluk ve esenlik… ruhun mutluluk ve esenliği de böyledir işte; insan başka ruhlarının mutluluk ve esenliğini bir yaprak gibi kımıldatmadığı sürece kendi ruhunun mutluluk ve esenliğini tanıyabilir mi?
Gurbet… yabancılık… evet, insan bir yabancı olmalı, gurbet ülkesinde bir garip olmalı. Ruh kendini yeni duygulara açmalı, onlara sığınmalı ve gurbeti, yabancılığı yaşamalı… yaşamalı.
Evet insan mutlu olmalı, hüzünlü olmalı, gülmeli, ağlamalı… Her şeyi yapmalı, her şeyi yaşamalı, ama yarım yamalak, her zaman yarım, hep eksik, her zaman solgun…
“Kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma. Onlar bu kötü, naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır”
Herkes kendine göre bir şeyi, ya da bir şeyleri sever. Kimisi malı mülkü, kimisi güzel döşenmiş evleri, kimisi doğayı, kimisi kuşları, kimisi atları ve at binmeyi, kimisi kitapları ve sayfalar arasında gezmeyi, kimisi sessiz köpekleri, kimisi köpekliği, kimisi de kadınları sever… Ben de kavalı severim, hep onun sırtını sıvazlamayı severim.
Korku nedir sanki? Korku, güç olmadan var olabilir mi? Korku gücün kız kardeşidir! Aynı şekilde bilmelisiniz ki etrafımız korku ve güçle sarılmış, çerçevelenmiştir.
Insan her zaman çevresindeki şeylerden şikayet eder ve kendine uzak şeyleri güzel ve ilginç bulur. Ama unutmamalı ki her yerde hayatın meseleleri vardır.
“Hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur.”
Ama öyle inanıyorum ki bu zamanın kelime ve kıssaları insanın ve insanlığın önüne aşağılık bir şey koyuyorlar. İnsanla, insanlıkla dalga geçiyorlar sanki. Sahtelik, sahtekarlık taşıyorlar sanki. Asıl şahsiyetlerini saklamak ve kendini başka şekilde göstermek isteyenler bugünkü kelimelere, kıssalara sığınıyorlar.
İnsan köklerini yabancı bir toprağa salamaz.
Herkes kendine göre bir şeyi, ya da bir şeyleri sever. Kimisi malı mülkü, kimisi güzel döşenmiş evleri, kimisi doğayı, kimisi kuşları, kimisi atları ve at binmeyi, kimisi kitapları ve sayfalar arasında gezmeyi, kimisi sessiz köpekleri, kimisi köpekliği, kimisi de kadınları sever
Bilirsin bazı konuşmalar saatlerce, günlerce, haftalarca devam ederler, ama canlı değillerdir, insanı sarsmaz, mest etmezler, yürekte, beyinde dalgalanmazlar bu tür konuşmalar yapılır, sonra kaybolup giderler. İz bırakmadan giderler. İnsan onların izini süremez. Nasıl söyleyeyim böylesi konuşmalar ölü bir yıldızda yürümek gibidir, bir dolaşmak, çıplak ayaklı bir gezinti gibidir. Orada her şey ölüdür, sönüktür, diriltilecek, keşfedilecek bir şey kalmamıştır.
Ama bazen de kısa süren konuşmalar vardır. Çok da süslenmemiş konuşmalar. Kısa ve dolu konuşmalar. Böylesi konuşmalar insanın yüreğinde, beyninde dalgalanır, coşkuyu körükler -kısa olmalarına rağmen, bitmesi istenmez. Böylesi konuşmalar daha ilk sözcükle insanın ilgisini çeker. Bu konuşmalar güneşe doğru yola çıkmak gibidir; sıcaktırlar, heyecan verici, sihirli ve esrarlıdır. Aynı şekilde insan onlardan çok şey bekler.
Yabancı güneşleri damla damla içecek, yabancı yıldızların nasıl parıldadığını görecek, yabancı insanları, yabancı söz ve dilleri tanıyacak ve sonra, bütün bunlardan sonra dünyama geri dönecektim.
hayat tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış güzel bir tablodur.
Her adımda bir şeyi bir şeyin önüne koymak, birini birine tercih etmek zorundaydık. Şimdi de aynı şey söz konusuydu; gitmek ya da kalmak Bana gitmek mi kalmak mı lazımdı? Daha yolculuğumuzun başındaydım, gitmeyi hedeflemiştim. Yolcuydum ben. Bu yüzden, şimdiden uzak ve yabancı bir dünyaya gitmem gerekiyordu..
Hasret başkaldırmadığı sürece, hasret dermansız bir ağrı olmadığı sürece, insan mutluluğun pınarlarının neler olduğunu nasıl anlayabilir?
Kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma. Onlar bu kötü, naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır.
Hiç, gerçekten de kim olduğum, nereden geldiğim hiç o kadar mühim değil. Aynı şekilde senin kim olduğun da, nereden geldiğin de hiç mühim değil çoban da, öbürleri de İnsanız, anlıyor musun, insanız biz! Yaşamak için dünyaya geldiğimiz gelmiyor aklımıza.
Yolculuğun, şu gitmek ve gelmek adlı iki sözcüğün macera, üzüntü, hüzün ve ölümle dolu olduğunu nereden bilecektim ki!
Hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur sözü ne kadar da doğru
İnsan her zaman çevresindeki şeylerden şikayet eder ve kendine uzak şeyleri güzel ve ilginç bulur. Ama unutmamalı ki her yerde hayatın meseleleri vardır.
Hasret başkaldırmadığı sürece, hasret dermansız bir ağrı olmadığı sürece, insan mutluluğun pınarlarının neler olduğunu nasıl anlayabilir?
Eger her tişt
weke ku me hesibandibûn bimeşiyana û min bikaribûya te
gelek carên din jî bidîta û ew tiştên ku ez mat hîştim wisan li
pey hev nehatina, gelo ez dê dîsan weha di bin dilopên xatire
û bîranînan de bimama? Ez vê yekê nizanim.
Me berê xwe dida oxirê,
pişta
xwe dida felekê.

Biz, yüzümüzü ölüme çevirirdik,
Sırtımızı feleğe dayardık.

haksız savaşlardan,zorbaların,savaşçıların bakışlarından ve fikirlerinden nefret ederim,diyordu.Savaşlar,haksız savaşlar çılgınlık,alçaklık,kötülük ve zayıflığın en aşagılık mertebesidir
“ Evet, kum üstünde yürümekten geriye kalan şey, kumdur yine. Yani ölümsüzlük.”
…”Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.”
Yahya Kemal Beyatlı
“ Savaşlar, haksız savaşlar çılgınlık, alçaklık, kötülük ve zayıflığın en aşağılık mertebesidir.”
… ve bu esaretin neticesi olan korku, öfke, düşmanlık, keder ve yorgunluktan insan ve insanlık yoruluyor.”
“ Merak, kuşku, huzursuzluk, vesvese, endişe, koşuşturmalı hayat ve yüz binlerce kelime… İşte bizi esir alan şeyler…”
“ Gördüm ki insan yalnızlığın ağır perdesi altında sözcüklerle derin ve duygu dolu bir dostluk kurabilir.”
“ Evet benim huzurum böyle işte. Sessiz bir huzur, ölü zamanlar içinde bir huzur.”
Berlin Belediye Başkanı şöyle demişti bir gün: “Yahudiler gaz borçlarını ödeyemiyorlar. Borçları çok yüksek. Çünkü gazla intihar ediyorlar ”
“Bütün iyi, süslü, güzel şeyler yolculuklarda olgunlaşır.”
“Hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur”
Güle güle git Yaşlı Rind, güle güle git )
Herkes kendine göre bir şeyi, ya da bir şeyleri sever. Kimisi malı mülkü, kimisi döşenmiş evleri, kimisi doğayı, kimisi kuşları, kimisi atları ve at binmeyi, kimisi kitapları ve sayfalar arasında gezmeyi, kimisi sessi köpekleri, kimisi kopekliği, kimisi de kadınları sever.
Bizi her seste ney’e benzetmen gerekir
Yarsiz, meysizve sazsız dedim ki neyim ben
Eğer bizden bir can almanız gerekirse
Ey canan emret, bekleyen bir fermanım ben
..
İnsan hiçbir şeyi unutmaması gereken yerde birden çok şey kaybeder
..
Hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur
Neden kendimizi, beynimizi, etrafımızı ve şeyleri birbirinden ayırıyor, topluyor, parçalıyor ve sonra bu mu daha iyi, yoksa şu mu daha kötü? Diye konuşuyoruz.
O zamanki Berlin Belediye Başkanı şöyle demişti bir gun: Yahudiler gaz borçlarını ödeyemiyorlar. Borçları çok yüksek. Çünkü gazla intihar ediyorlar
Hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur.
Biz onu can kulağıyla dinliyorduk. Çünkü derdi ne para, ne mal, ne arazi ne de davar idi.
Kitaplar kendimi ve insanlığımı tanımamda yardım ettiler bana
ruhunu dış dünyanın kirinden temizlemek ve ondan uzaklaşmak istediğin zaman köylülerin yanına gelmeli ve bir süre onlarla kalmalı.
Zaman birçok şeyi bize unutturur
İnsanlığı ezen o insanları terk ettim.
İnsan, insanlık yorgun düşüyor bunlardan İnsanlık yoruluyor
İnsanız, anlıyor musun, insanız biz! Yaşamak için dünyaya geldiğimiz gelmiyor aklımıza.
Ölü zamanlar içinde yaşıyoruz.
her yerde hayatın meseleleri vardır.
Şu merak yok mu! Hiç kurtulamadığımız merak
İnsan her zaman çevresindeki şeylerden şikayet eder ve kendine uzak şeyleri güzel ve ilginç bulur.
İnsanlar artık acımasız, üzgün ve kimsesiz
İnsan hiçbir şeyi unutmaması gereken yerde birden çok şey kaybeder
Zaman akıyor, Yaşlı Rind, zaman akıyor. Zaman çarpıyor bize… Zamanın akışı önünde hiçbir şey yapamıyoruz ve zaman bizi de alıp kendisiyle götürüyor, götürüyor, götürüyor…
Bütün iyi, süslü, güzel şeyler yolculuklarda olgunlaşır.
Çavên wê dipiriqin.
Düne aidim, bugüne değil. Bugünle hiçbir ilişkim yok. Gerçeği söylemeliyim; bu, bana mutlulukta veriyor. Çünkü dünya yıkıma doğru gidiyor.
Hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur.
Hasret başkaldırmadığı sürece, hasret dermansız bir ağrı olmadığı sürece, insan mutluluğun pınarlarının neler olduğunu nasıl anlayabilir?
Kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma. Onlar bu kötü, naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır.
Hasret… Boynu bükük hasretler, yenik, solgun, içli ve duygun hasretler. Özgürlük ve eşitlik günlerinin hasreti. Zincirlenmiş özgürlüğün hasreti! Hasret… Kırmızı güllerin hasreti, âşıkların göğsünde bir öpücük gibi duran kırmızı güllerin. Bir göz yaşı gibi sevilip sayılan ölülerin mezarlarına dökülen güllerin. Evet, bir âşık sözü gibi, kutsal bir yemin gibi gönüllerde duran kırmızı güllerin… Rüyanın boşluğunda beliren özgürlük ve kırmızı Gül hasreti, beni alıp tanıdık bir yere, eski bir eve götürdü.
Kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma. Onlar bu kötü naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır.
Mısırlı Yusuf’un kumaşı Kenan’da çıktı meydana
Aydınlattı zindanları o sümbül ve elma meltemi
Ve o kilit anahtarsız açıldı bizim kalbimizde,
Her şey gözlerimin önünde kararıyor. Artık okuyamıyor, yazamıyorum. Karanlık dünyanın ortağı olmaya başlıyorum. Artık karanlık dünyanın göğsüne ineceğim ve onun ezgilerini dinleyeceğim Onun rüyalarının içinde dolaşacağım. Biliyorum ki yeni dünyamda yeni şeyler keşfedecek, yeni sevinçlerle karşılaşacağım.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter
insan küçük ve zavallıdır, ama kötü ve çirkef değil
Kitaplar kendimi, insanlarımı ve insanlığımı tanımamda yardım ettiler bana. Bana yeni kapılar açtılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir