İçeriğe geç

Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız Kitap Alıntıları – Alain de Botton

Alain de Botton kitaplarından Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız kitap alıntıları sizlerle…

Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız Kitap Alıntıları

Seks, herkesin çocukluktan beri bildiği pis ile temiz arasındaki cezalandırıcı ikilikten bizi geçici olarak kurtarır. Sevişmek, benliğimizin görünürde en pis olan yönlerine kendilerini gerçekleştirmeleri iznini verip onları daha önce hiç yaşamadıkları bir değerle donatarak bizi arındırır.
Orgazmın kendisi de, yalnızlığımızın ve yabancılaşma duygumuzun geçici olarak da olsa üstesinden gelmeyi başardığımız o yüce andır.
İçinde yaşadığımız kültür rahatsız edici bir görüş birliği içinde ilişkideki en önemli sorunun ‘doğru’ kişiyi bulmak olduğunu savunurken gerçek bir insanı -kesinlikle doğru olmayan kişiyi- sevmeyi öğrenmenin zorluklarından hiç söz etmez.
Reddedilmenin bu kadar üzücü olmasının nedeni, yalnızca fiziksel görüntümüzün değil, bir bütün olarak benliğimizin beğenilmediğini acıyla fark etmektir. Aslında reddedilen, bizim bu dünyada var olma hakkımızdır.
Belli konuşmaları yapmadan hayatımızı tamamlayıp ölmeyi daha kolay buluruz.
Jim, ‘seks’i bilinen klasik anlamıyla ‘seks’ olarak düşünmüyor. Rachel’ı gördüğünde ilk aklına gelen ‘seks’ olmuyor. Onu tanımak için güçlü bir arzu duyuyor. Bacaklarını, ayak bileklerini, boynunu tanımayı istediği gibi, gardıro­bundaki giysileri, kütüphanesindeki kitapları da görmek istiyor; duş al­dıktan sonra saçlarından yayılan kokuyu, küçük bir kızken yaptıklarını ve arkadaşlarıyla paylaştığı sırlarını öğrenmek istiyor.
Duygu temelli evliliği savunanlara göre bir duyguya saygı göster­mek için onun kesinlikle samimi ve gerçek olması gerekir. Böyle dü­şünüyorlar, çünkü birçok insanın günün herhangi bir anında kalbinden gerçekten geçen duygulara yakından bakmaktan özenle kaçınıyorlar.
Ancak yaşlandıkça aşk temelli evlilik hikâyesinin, birkaç yüzyıl önce yaşamış yeniyetme şair ve yazarlardan oluşan bir grubun saçma bir hayali olup olmadığından genellikle kuşku duymaya başlarız. İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü boyunca geçerli olan eski, kurum temelli sistemin bizim için daha iyi olup olmayacağını da düşünürüz.
Evlilikte ulaşmayı istediğimiz üç şey -aşk, seks ve aile- birbirini kötü bir biçimde etkiler ve birbirine göz ardı edilemeyecek zararlar verir.
Kuşkucuların kimi zaman söylemekten kendilerini alamadıkla­ rı şu görüşü biz rahatlıkla ifade edemeyiz: Mutlu evlilik bir mittir. Biz bundan daha da karanlık bir görüşü söylemeyi yeğleriz: Mutlu evlilik bir olasılıktır, ama çok nadir görülen bir olasılık.
Kimi zaman çok güzel, hırslı ve zeki genç kadınlar kendi güzelliklerinden duydukları öfkeyi yüzlerine yansıtırlar, çevrelerindeki hemen hemen herkesin onların düşünceleri yerine fiziksel görüntülerine önem verdi­ ğini düşünüp dünyaya küserler.
Artık bir Tanrı’ya inanmıyor olsak bile, hem insanların akıl sağlığının korunmasını hem de düzenli ve sevgi dolu bir toplumun düzgün bir biçimde yaşamaya devam etmesini sağlamak için bir parça baskının iyi bir şey olabileceğini düşü­ nebiliriz.
Sekuler toplumların bikini ya da cinsel tahrikle bir sorunu yoktur;
çünkü mantıklı benliklere odaklanmalarının yanı sıra, cinselliğin ve gü­ zelliğin insanlar üzerinde bu kadar etkin bir gücü olduğuna inanmazlar.
Erkeklerin zıplayarak dans eden bir grup genç kadını gerçek hayatta ya da internette izledikten sonra hayatlarına sanki sıra dışı hiçbir şey olma­ mış gibi devam edebileceklerini varsayarlar.
Yalnızca dinler günümüzde hâlâ seks konusunu önceliklerimizi de­ ğiştirme gücüne saygı göstererek ciddiye almaya devam ediyor. Yalnızca dinler seksi korunulması gereken potansiyel bir tehlike olarak görüyor.
Dışarıdan bakanlara kesinlikle önemsiz ve saçma görünecek bu tür olayların her ilişkide yaşanmasının temelinde hırs vardır. Birine âşık olunca o kişinin hayalini kurduğumuz kişi olduğu yanılsamasına kapılı­ rız.
Reddedilmenin bu kadar üzücü olmasının nedeni, yalnızca fiziksel görüntümüzün değil, bir bütün olarak benliğimizin beğenilmediğini acıyla fark etmektir. As­ lında reddedilen, bizim bu dünyada var olma hakkımızdır
Seksten çok aşk istemek ya da seksin yerine sadece aşk istemek bunun tam tersinden daha ‘iyi’ ya da daha ‘kötü’ değildir. İnsani hislerimiz ve arzularımız arasında her ikisine de yer vardır. İkinci olarak, bu iki gereksinimin suçlanıp ahlaksız damgası yemekten korkmadan, özgürce ifade edilebilmesi için gerekli ortamı toplumumuzda yaratmayı başarmalıyız.
Aşk gereksinimi ile seks gereksiniminin birbirine eşit olarak görül­ mesinin, birinin ahlaki cilasının silinmesinin zamanı çoktan gelmiştir.
Her iki gereksinim de birbirinden bağımsız olarak hissedilebilir ve her ikisi de eşit değerde ve önemdedir. Ne aşk ne de seks için yalan söyle­ mek zorunda kalmamalıyız.
Evrimsel biyoloji kendinden emin bir tavırla belli insanları onların sağlıklı olduğunu düşündüğümüz için beğendiğimizi ileri sürer, ancak neden o sağlıklı insanı değil de öteki sağlıklı insanı yeğlediğimizle ilgili ikna edici bir tez geliştirmemiştir.
Bu kuşların tüylerinin özel­ likleri, nasıl belli kan parazitlerinin varlığını ya da yokluğunu gösterip gelecekteki partnere sağlıkla ilgili bir mesaj gönderiyorsa modanın da en azından belli bir mesafeden bakınca biyolojik sağlığı vurgulayan işa­ retler verdiği görülür. Söz konusu işaretler özellikle bacak, kalça, göğüs ve omuz bölgelerinde yoğunlaşır.
Öpüşme, dudaklarımı­ zın duyusal tatmin yaşamaya açıklığı nedeniyle bize zevk verir, ancak duyduğumuz heyecanın büyük bir kısmının eylemin fiziksel boyutuyla ilgisi olmadığını görmemiz gerekir. Duyduğumuz heyecanda bir başka­ sının bizden çok hoşlandığı düşüncesinin büyük bir payı vardır; bu bilgi­ nin farkında olmak, bilgi bize dudaklardan başka bir aracıyla ulaştırılsa da, çok mutlu eder.
Karşımızdakini bir yabancı değil de cinsel partnerimiz olarak gör­ meye başladığımız o belirleyici an, bizi her zaman heyecanlandırır; çünkü işte tam o anda yalnızlığın üstesinden geldiğimize inanırız. Aldığımız zevk, yalnızca uyarılmış sinir uçlarımızdan ve biyolojik bir gereksinimin tatmin edilmesinden kaynaklanmaz, aynı zamanda soğuk ve tekinsiz bir dünyadan çıkıp kısa bir süreliğine de olsa başka bir dünyaya girdiğimizi düşünüp kapıldığımız sevincin de payı vardır bu zevkte.
Aslında yapmamız gereken, cinselliğin doğası gereği tuhaf olduğunu kabul etmektir; cinselliğin şaşırtıcı talep­ lerine normal tepkiler veremediğimiz için kendimizi suçlamak yerine bu gerçeği kabul etmek mantıklı olacaktır.
Seks yapmanın tek yolu, âşıkmış gibi davranmak olduğu sürece ba­zılarımız yalan söyleyip âşık pozuna bürünmeye devam edecektir.
Mobilyalar bize sürekli değişemeyeceğimizi söylerler, çünkü kendileri hiç değişmezler.
İşte otellerin metafizik önemi de bu durumdan kaynaklanır.
‘İnsanlar sevdiklerine arzu duyamazlar, arzu duyduklarım da sevemezler.’ Freud’un bakış açısına göre cinsel hayatımız yetiştirilme tarzımız­la bağlantılı iki durumdan kaçınılmaz bir biçimde etkilenir: İlk olarak, çocukluğumuzda tabuların kesinlikle seks yapmamızı yasakladığı kişi­lerden sevgiyi öğreniriz; ikinci olarak da yetişkin olduğumuzda çocuk­ken en çok sevdiğimiz kişilerle güçlü (ancak bilinçaltının yönlendirdi­ği) benzerlikler taşıyan kişileri sevgili olarak seçeriz. Bu iki durum bir araya gelip içinden çıkılmaz bir ikilem yaratır: Ailemizin dışında birini ne kadar çok seversek çocukluğumuzda ailemizle kurduğumuz, samimi­yete ve güvene dayanan ilişkiyi o kadar çok anımsarız – bu yüzden de o çok sevdiğimiz kişiye cinsel arzularımızı dile getirmekte içgüdüsel olarak zorlanırız.
Bir burnun biçimine bakıp onda hastalıklara karşı direncin kanıtını bilinçaltımızın da etkisiy­le görüyorsak, neden dudakların kıvrımlarında sabırlı olma becerisinin, alnın genişliğinde hayatın saçmalıklarına gülme eğiliminin işaretlerini görmeyelim?
Bizim ‘seksilik’ dediğimize biyologlar ‘sağlık’ diyorlar.
üniformaları erotik kılan, simgesi oldukları mantıklı kontrol düşüncesi ile fantezide bile olsa dizginlenemez bir biçimde yaratmayı başardıkları cinsel tutku arasındaki uçurumdur; tutkunun mantığı kısa bir anlığına da olsa yenme becerisinde yatar tüm erotizm.
Temelde demokratik ya da kibar bir eylem de­ğildir kesinlikle; zalimlikle, sınırların geçilmesiyle, boyun eğdirme ve aşağılama arzusuyla kökten bağları vardır. Kendisinden bekleneni yapıp kibar bir biçimde aşkın üstüne oturmayı inatla reddeder. Onu ne kadar evcilleştirmeye çalışsak da hayatlarımızı mahvetmek için hiç durmadan uğraşır: İlişkilerimizin bozulmasına neden olur, üretkenliğimizi tehdit eder, bizi aslında hoşlanmadığımız ancak açıkta kalmış küçük göbeğine dokunmak için arzudan çıldırdığımız kadınlarla konuşmak için gecenin geç saatlerine kadar kulüplerde kalmaya zorlar.
Bu dünyada yaşayan hiç kimse normalliğin fazlasıyla abartılmış ölçütleri temel alın­dığında cinsel sapık olarak adlandırılmaktan kurtulamaz.
İnsanların hemen hemen tümü kendini cinsel açıdan tuhaf hissediyorken cinsel hayatın gerçeklerinin bu kadar az konuşuluyor olması çok üzücü.
‘Gerçek özgürlük, kendi iyiliğimiz için kendi belirlediğimiz şekilde hareket etmektir, ancak bu sırada başkalarını kendi iyilikleri için hareket etme hakkından ya da çabasından mahrum etmememiz gerekir. Her birey kendi bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlığının bekçisidir.’
Yetişkin dönemimizde dengeli bir sevgi ilişkisini nasıl kuracağımızı düşünürken, çocukken sevilmenin nasıl bir şey olduğunu anımsamaya çalışmaktansa anne babamızın bizi severken harcadığı çabayı, o olağanüstü emeği hayal etmeyi denemeliyiz.
Kendimizi bir bütün olarak oluşturup tamamlayabilmek için hem sanata hem de cinselliğe gereksinim duyarız. Bu nedenle kendimizde olmayan yönleri telafi etme mekanizmalarının her iki alanda da harekete geçmesi şaşırtıcı değildir. ‘Güzel’ bulduğumuz yapıtların, ‘seksi’ olarak nitelediğimiz kişilerin özellikleri, ruhlarımızı yeniden dengeleyebilmek için gerekli olduğunu düşündüğümüz eksikliklerimizin birer işaretidir.
Hayatımızda olmayan nitelikleri sanatta bulmak isteriz. Bir sanat yapıtına ‘güzel’ dediğimizde, eksik olan kimi psikolojik erdemlerimiz bu yapıtla tamamlanmış demektir; başka bir yapıtı ‘çirkin’ bulduğumuzda ise o yapıt bizde varlıklarından rahatsız olduğumuz ya da korkuya kapıldığımız düşünce ve duyguları uyandırmıştır.
Worringer hepimizin içimizde bir şeyin eksikliğini hissederek büyüdüğümüzü ileri sürer. Anne babalarımızın ve içinde büyüdüğümüz çevrenin bize acı veren kimi eksiklikleri vardır, zaman içinde karakterlerimizde bu eksikliklerle ilgili zayıflıklar ve dengesizlikler gelişir. İşte sanatta bize neyin çekici neyin itici geleceğini belirleyen de bu eksiklikler ve hatalar olur.
Normal hayatta bizden sürekli kibar olmamız beklenir. İçimizdeki ‘kötü’ olarak görünen her şeyi tam olarak bastırmadan bir başkasının
saygısını ya da sevgisini kazanmamız kesinlikle mümkün değildir; saldırganlığımızı, umursamazlığımızı, açgözlülüğe olan eğilimimizi ve çevremizdekilere duyduğumuz nefreti saklamak zorundayızdır her zaman.
Cinsellik bizim hiç de kolaylıkla kendimizi özgür
hissedebileceğimiz bir alan değildir. Cinselliğin binlerce yıl boyunca bize acı vermesinin bir nedeni vardır: Baskıcı dini emirler ve toplumsal tabular, insan doğasının kimi niteliklerinden yola çıkarak oluşturulmuştur ve günümüzde bu niteliklerin yok olmalarını ümit etmek pek de anlamlı olmayacaktır. Cinsellik bizi rahatsız etmiştir; çünkü temelde yıkıcı olan, karşı konulamaz, nereye yöneleceği hiç belli olmayan bir güçtür, isteklerimizin büyük bir kısmıyla yoğun bir uyumsuzluk içindedir ve bir türlü uygar toplumsal yaşantıyla başarılı bir biçimde bütünleşemez.
İnsanları aşık olunacak ve seks yapılacaklar olarak ikiye ayırmak yalnızca erkeklere özgü gibi görünse de kadınların da bu tür ayrımları benimsedikleri rahatlıkla söylenebilir..
En sonunda günahkâr yalnızlıklarından kurtulan iki gizli cinsel benliğin birbirleriyle karşılıklı anlaşmaya varmasının doğurduğu samimi bir eylem..
Karşımızdakini bir yabancı değil de cinsel partnerimiz olarak görmeye başladığımız o belirleyici an, bizi her zaman heyecanlandırır; çünkü işte tam o anda yalnızlığın üstesinden geldiğimize inanırız. Aldığımız zevk, yalnızca uyarılmış sinir uçlarımızdan ve biyolojik bir gereksinimin tatmin edilmesinden kaynaklanmaz, aynı zamanda soğuk ve tekinsiz bir dünyadan çıkıp kısa bir süreliğine de olsa başka bir dünyaya girdiğimizi düşünüp kapıldığımız sevincin de payı vardır bu zevkte..
Seksten çok aşk istemek ya da seksin yerine sadece aşk istemek bunun tam tersinden daha ‘iyi’ ya da daha ‘kötü’ değildir. İnsani hislerimiz ve arzularımız arasında her ikisine de yer vardır..
Dini yobazlık ile tutucu toplumsal geleneklerin kötü niyetle bir araya gelmesiyle yeryüzündeki insanlar binlerce yıl boyunca cinsellik denilin­ce nedensiz bir kafa karışıklığının ve suçluluk duygusunun kol gezdiği bir girdapta acılar içinde dönüp durdular. Mastürbasyon yaparlarsa el­lerinin kopacağını düşündüler. Birinin ayak bileğine şehvetle baktıkları için kızgın yağla dolu bir fıçıda yanacaklarına inandılar. Ereksiyon ve klitorisi duymamışlardı bile. Komikliğe varan bir cehalet içindeydiler..
Seksten sonra tuhaf ruh hallerine kapılırız. Çiftler, ilişki sonrasında sık sık derin bir hüzün yaşarlar. Partnerlerden biri ya da her ikisi de uyumak, gazete okumak ya da hemen orayı terk etmek isteğine kapılabilir. Yaşanan bu sorunun temelinde seksin kendisi değil de, içerdiği şefkat, şiddet, enerji ve hedonizm ile sonsuz sıkıntı, baskı, zorluk ve içe kapanıklık gibi hayatımızın dünyevi yönleri arasındaki karşıtlık vardır. Seks, yaşadığımız güçlükleri görünmez kılıp bizim için yok eder. Libidomuzu harcadıktan hemen sonra, normalde olduğumuz kişi ve ilgilendiğimiz alanlar bize birden çok tuhaf ve yabancı gelir..
Seks yapmanın tek yolu, âşıkmış gibi davranmak olduğu sürece ba­zılarımız yalan söyleyip âşık pozuna bürünmeye devam edecektir. Uzun süreli aşkı bulmanın tek yolu da yeni tanıştığı biriyle otel odasında tek gecelik seks yapmak için can atan pervasız bir serseri gibi görünmek olduğu sürece bazılarımız da ertesi sabah terk edilmiş biri olarak acı içinde uyanacaktır..
İnsanlar sevdiklerine arzu duyamazlar, arzu duyduklarını da sevemezler..
Hayvanlarla cinsel ilişki kuranlara, tecavüzcülere, pedofillere, zevk alanın tek taraf olduğu ve öteki tarafın bundan rahatsız duyduğu tüm ilişkilere karşı duyduğumuz öfkenin temelinde cinselliğin gerçek anlamına yapılmış ihanet yatar..
Seksin doğası gereği içerdiği rahatlık, hayal gücü ve kontrolsüzlük, günlük hayattaki düzenleme ve sınırlama rutinlerini kırmak zorundadır..
Aldatmanın özellikle de evliliğin ilk yıllarından ve birkaç çocuktan sonra ne kadar baştan çıkarıcı ve heyecan dolu bir eylem olduğunu kabul etmemiz gerekir..
Sekse uzun aralar vermekten kurtulmanın yolu, partnerimize onu ilk kez görüyormuş gibi bakmayı öğrenmekten geçer..
Tahrik olmak, tüm benliği kapsayan bir süreçtir. Cinsel heyecana kapılmak için nasıl yaşamak istediğimizle ilgili şaşırtıcı bir hızla birbirine eklemlenen düşüncelerimizin onaylanmasına gereksinim duyarız..
Adam elini kadının sırtına götürüyor ve sutyeninin kopçasını açmaya uğraşıyor. Kadın yüzünde adamın beceriksizliğini hoş gören bir gülümsemeyle elini sırtına götürüp ona yardım ediyor..
“Seksin verdiği acıyı bile kucaklamamız gerekir, çünkü bu acı olmadan ne sanatı ne müziği anlayabilirdik..”
Kurallara korkusuzca karşı gelmek, cinselliğin de ötesine geçen bir güç duygusu yaratır..
Kendimizi bir bütün olarak oluşturup tamamlayabilmek için hem sanata hem de cinselliğe gereksinim duyarız..
“Seks olmasaydı insanların yapacakları çok az şey olurdu. Kimse kuyumcu açmaz, dantel işlemez, gümüş tepside yemek servisi yapmaz, tropik lagünlere dubalar yerleştirip onların üstüne otel inşa etmezdi..”
Tereddütlü ve utangaç olmak, ne kadar da en insani özelliklerimizin bir sonucu olsa da, kimi güzel şeyleri yaşamamızın önünde bir engel olabilir..
Karşımızdakini bir yabancı değil de cinsel partnerimiz olarak görmeye başladığımız o belirleyici an, bizi her zaman heyecanlandırır; çünkü işte tam o anda yalnızlığın üstesinden geldiğimize inanırız..
Seks bizi evimizden ve kendimizden dışarı çıkarır. Kendimize koyduğumuz sınırları seks uğruna aşar, türümüz içinden rastgele seçtiğimiz kişilerle tedbir almadan kaynaşıveririz..
Aldatıldığı için öfkelenen bir eş, temel bir trajik gerçeği göz ardı etmektedir: Bir kişi, öteki için aynı anda her şey olamaz. ‘Aldatılan’ eşlerden, bu ürpertici gerçeği asil bir zarafet ve melankoliyle kabul etmek yerine, hatayı ‘aldatan’larda bulmaları, onları ahlaki açıdan düşük olmakla suçlamaları beklenir. Ancak bu durumun gerçek suçlusu, akıl dışı beklentileri ve bir kişinin bir başkasının her türlü gereksinimini karşılayacak sonsuz bir duygusal ve cinsel güce sahip olabileceğine duyduğu köklü inançla modern evlilik anlayışının kendisidir.
Freud’un bakış açısına göre cinsel hayatımız yetiştirilme tarzımızla bağlantılı iki durumdan kaçınılmaz bir biçimde etkilenir: İlk olarak, çocukluğumuzda tabuların kesinlikle seks yapmamızı yasakladığı kişilerden sevgiyi öğreniriz; ikinci olarak da yetişkin olduğumuzda çocukken en çok sevdiğimiz kişilerle güçlü (ancak bilinçaltının yönlendirdiği) benzerlikler taşıyan kişileri sevgili olarak seçeriz. Bu iki durum bir araya gelip içinden çıkılmaz bir ikilem yaratır: Ailemizin dışında birini ne kadar çok seversek çocukluğumuzda ailemizle kurduğumuz, samimiyete ve güvene dayanan ilişkiyi o kadar çok anımsarız – bu yüzden de o çok sevdiğimiz kişiye cinsel arzularımızı dile getirmekte içgüdüsel olarak zorlanırız. Kökeninde aile içi üremenin yol açacağı genetik tehlikeleri önlemek için oluşturulmuş olan ensest tabusu böylelikle uzaktan da olsa hiçbir akrabalık bağımızın olmadığı biriyle cinsel ilişki yaşamaktan zevk alma şansımızı azaltır ve hatta yok eder.
Seksten sonra tuhaf ruh hallerine kapılırız. Çiftler, ilişki sonrasında sık sık derin bir hüzün yaşarlar. Partnerlerden biri ya da her ikisi de uyumak, gazete okumak ya da hemen orayı terk etmek isteğine kapılabilir. Yaşanan bu sorunun temelinde seksin kendisi değil de, içerdiği şefkat, şiddet, enerji ve hedonizm ile sonsuz sıkıntı, baskı, zorluk ve içe kapanıklık gibi hayatımızın dünyevi yönleri arasındaki karşıtlık vardır. Seks, yaşadığımız güçlükleri görünmez kılıp bizim için yok eder. Libidomuzu harcadıktan hemen sonra, normalde olduğumuz kişi ve ilgilendiğimiz alanlar bize birden çok tuhaf ve yabancı gelir.
‘İnsanlar sevdiklerine arzu duyamazlar, arzu duyduklarını da sevemezler.’

Sigmund Freud

‘Seksi’ bulduğumuz nesneleri ve durumları incelediğimizde, erotizmin aslında varoluşun anlamıyla ilgili düşüncelerimizi ve değerlerimizi paylaşan birini bulmanın yarattığı heyecan olduğunu anlarız.
Seks, herkesin çocukluktan beri bildiği pis ile temiz arasındaki cezalandırıcı ikilikten bizi geçici olarak kurtarır. Sevişmek, benliğimizin görürde en pis olan yönlerine kendilerini gerçekleştirmeleri iznini verip onları daha önce hiç yaşamadıkları bir değerle donatarak bizi arındırır.
Normal hayatta bizden sürekli kibar olmamız beklenir. İçimizdeki ‘kötü’ olarak görünen her şeyi tam olarak bastırmadan bir başkasının saygısını ya da sevgisini kazanmamız kesinlikle mümkün değildir; saldırganlığımızı, umursamazlığımızı, açgözlülüğe olan eğilimimizi ve çevremizdekilere duyduğumuz nefreti saklamak zorundayızdır her zaman. Duyduğumuz erotik haz (aslında bu haz aynı zamanda duygusal tatminin işaretidir) seksin gizli benliğimizi açığa çıkardığı ve o kötü benliği onayladığı zamanlarda en yoğun noktasına ulaşır.
Tiksintinin en üst noktada hissedilebileceği bir birleşmede biz, kabul etmenin ve izin vermenin yarattığı hazla karşılaşırız. İki insanın birleşmesinin ayrıcalıklı doğası, bir başkasıyla yaşandığı an her iki tarafı da iğrendirecek bir eylemle mühürlenmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir