İçeriğe geç

Son İmparatorluk Osmanlı Kitap Alıntıları – İlber Ortaylı

İlber Ortaylı kitaplarından Son İmparatorluk Osmanlı kitap alıntıları sizlerle…

Son İmparatorluk Osmanlı Kitap Alıntıları

Osmanlı tarihçiliği, maalesef yaşanan yaşanan ve yapılan tarihe uygun ve o derecede başarılı bir yazım değildir. Bu görkemli bir tarihtir. Bizzat Avrupa tarihinin oluşumunda, vazgeçilmez bir parçadır. Onun içindir ki Avrupa milletlerinin %80’i bugün Osmanlı tarihini ciddi bir şekilde tetkik etmektedir.
Tarih bilinci söz konusu olduğu zaman, bu tarihi bütün savaşlarıyla, antlaşmalarıyla, barışlarıyla bilememiz lazımdır. Bu da sıkıcı gelebilir, o zaman tatlı bir üslûb ile öğretmek söz konusudur.
Hammer Viyana’da mezarı oryantal dır. mezarını kendi tasarlamıştır. Osmanlı Mezarlığı gibi yaptırmıştır
Aynı nehrin suyunda iki kere yıkamıyoruz

Herakleitos

Esirciler tarafından Habeşistan’ın güneyinde avlanan zenci çocuklar yukarı Mısır’daki Hristiyan ipli manastırların daki rahipler tarafından ameliyatla kadın edilir. ve haremlere sevk edilirdi.
“… matbaa bu ülkeye şu veya bu sebepten dolayı geç gelmedi, bir tek sebepten dolayı geç geldi. Arz ettiğim gibi, insanların eve kapanıp okuma alışkanlığı olmamasıyla ilgiliydi….”
bu iki toplum Batı’ya rağmen, Batı’yla mücadele edebilmek için zoraki bir Batılılaşma çizgisinden geçmişlerdir ve ne gariptir ki Rusya Hıristiyan olmasına rağmen Müslüman Türkiye ile benzer Batılılaşma sancıları çekmiştir.
Hatırlıyorum, Rus Dili Bölümü’nde öğretim görevlisi olan annem, ABD’nin çıkardığı Amerika adlı Rusça bir propaganda broşürünü okuturdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi ilmi bir kurumda bile Rusya’dan yayın, hele süreli bir yayın getirtip okutmak çok tehlikeli ve memnuydu. Ancak, 1980’lerin sonunda bu makus talih değişti.
Varaşilov’un Ankara ziyareti Sovyet dünyasında unutulmaz tesirler bırakmıştır. Güya dans bilmediği için Cumhuriyet Balosu’nda bir hanımın dansa davetini reddetmek zorunda kalmış ve sıkıntısından, dönünce bütün Kızılordu subaylarına dans öğrenmeleri emrini vermiş.
Soğuk Savaş dönemi dediğimiz 50 yıl boyunca Türk-Rus ilişkileri maalesef öbür NATO ülkelerine göre en yoğun şüphe ve kapalılık içinde sürdü ve bunun çok olumsuz sonuçları oldu. Rusların değil turistleri, alim ve uzmanları bile Türkiye’ye gelemezdi; hele Asya ve Volga cumhuriyetlerindeki Türk halkların Türkiye ile teması hiçbir şekilde mümkün değildi.
Katılan Tarafların hepsinde büyük can ve mal kaybına yol açan savaşla birlikte, unutmayın ki ilk defa Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenler ve halkta -tırnak içinde- gavur dediğimiz uzak insanlara karşı bir sempati uyandı. Çünkü gördükleri Avrupa ordularında genç insanlar gidip Kırım’a ölüyorlar müşterek düşmana karşı.
Sevastopol Savaşı dediğimiz, yani 1853-1856 Kırım Muharebesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Fransa ve İngiltere’yle hatta Piemonte gibi küçük bir İtalya devletiyle müttefik olmasına neden olmuştur. Mustafa Reşit Paşa dahiyane bir diplomatik manevrayla III. Napoleon’u adeta kandırarak bu savaşın içine sokmuştur.
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet adlı eserinde, Rusya’da Büyük Petro’nun strelitsleri yani eski tüfekçi askeri birliklerini kaldırmasını bizim yeniçerilerle mukayese ediyor: Orada:’ diyor, Devlet-i aliyye’nin kalbinde bir seratan, bir kanser olan yeniçerilikle Rusya devletinin sırtında bir ur olan strelitslerin kaldırılması aynı şey değil. Biri kaldırıldı, mesele bitti, halbuki yeniçeriliğin kaldırılması bir dizi değişiklikleri, inkılabı gerektirdi. Çok iyi bir tahlildir bu.
Çarlık Rusya’sını hiç tutmayan Marx ve Engels ve bilhassa Engels Rusya’nın Balkanlar’daki halkın onda dokuzu ile yakın bir dil beraberliği içinde olduğunu ve onların hayatlarını günü gününe takip ettiğini, hatta siyasi kışkırtmalarda bulunduğunu söylüyor ki, bu doğrudur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. asır başındaki ilk on bir yılının ondan öğrenilmesi gerekir. Gene de Prut Cengi başladığı zaman Piyotr Tolstoy, Yedikule zindanlarına kapatılmaktan kurtulamamıştır.
Rusya’nın ilk sefiri İstanbul’a yani Osmanlı’nın başkentine 1700 İstanbul Anlaşması’yla gelir. Gelen de büyük yazar Tolstoy’un dedesinin babası Piyotr Tolstoy’dur.
Küçük Asya’yı onlardan alan Türkler de devlete Roma İmparatorluğu ve kişilere de Rumi demektedirler. Demek ki burada bir emperyal iddia söz konusudur ve Roma ve Rum ismi Hellen demek değildir. Bunu bilmemiz lazım. Bu bir üniversal imparatorluğun adıdır.
İşte bu dönemde Bizans ismi ortaya çıkmıştır. 16. yüzyılın başlarında Hierronymus Wolff adlı bir Alman hümanisti, kendi başına çıkıp, bu imparatorluğa Bizans ve ahalisine de Bizanslılar demektedir. Bu uydurmadır . . .
Katolik düşmanlığı özellikle Balkan bölgelerinde ve Osmanlı lmparatorluğu’nda, Rum-Ortodoks düşüncenin ve kilisenin Türk hükümdarlarının idaresini istemesini kolaylaştımaktadır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
O kadar ki Batı düşüncesinde Türk demek, aynı şekilde heretism (dini bakımdan sapkınlık) demektir.
Şah İsmail Safevi’nin ordusu da Türklerden oluşuyordu, onlar da Osmanlı kadar cesur ve şecaat ile çarpışan askerlerdi. Orada ateşli silahlar sayesinde savaşlar kazanılmıştır. Dolayısıyla bu durum karşıda top ve tüfekle harp eden -özellikle bu iki kelime önemlidir- konvansiyonel silahlarla savaşan bir Müslüman imparatorluk imajı çıkarmıştır.
Ne İran’da ne de Araplar arasında böyle bir durum söz konusu olduğu için anti-İslam, İslamiyet karşısı tavırda Batı Hıristiyanlığı bunun için öncelikle Türklere karşı yönelmektedir.
Devrin Avrupa anlayışında, inancı temsil eden alegorik resimlerde kilise gemisi denen, yani Papa’nın kaptan olduğu, azizlerin üstünde bulunduğu kilise gemisinin ilerlediği denizde birtakım ifritler ve cinler vardır. Bunlardan bir kısmı Protestan şapkalıdır, bir kısmı Türk sarıklıdır. Yani kilisenin iki düşmanı bu camia olarak görülmektedir.
1526’da ilhak edilen Macaristan’ın önemli kısmı, yani bugünkü Macaristan kısmı Katolik olduğu halde, Erdel dediğimiz bugün Romanya’da kalan, Transilvanya Macaristanı’nda Protestanlık, Lutherci mezhep hakimdi ve Türkler, yani Osmanlı İmparatorluğu Lutherciliği ve Protestanlığı tutmuştur.
Mevcut Katolik ligaya yani kudretli İspanya’ya, kudretli Avusturya ve bazı Alman prensliklerine ve kudretli Fransa’nın dini anlayışına karşı ortaya çıkan Protestanlığı Osmanlılar desteklemekte gecikmemiştir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Yani Bizans’a müzahir olan (arka çıkan) Cenova’ya karşılık onun rakibi Venedik elde tutulmaktadır. Ama şaşılacak şey, bir müddet sonra Venedik de bu fetih dolayısıyla gerileyecektir. Yani ilk netice, İtalya’nın bütün Ortaçağ boyunca Akdeniz’de ve Avrupa’daki üstün yeri, ticarete dayanan üstün yeri gerilemektedir.
1204 yılındaki Haçlı istilası hala bütün kanlı anılarıyla, Doğu Romalıların hafızalarına nakşedilmişti ve ayrılığı teşvik eden, birleşmeyi İstemeyenlerin başında da azledilen patrik Ghennadios geliyordu. Halk, makamından edilen ve Zeyrek’te Pantokrator Kilisesi’ne çekilen bu din adamının etrafında toplandı. İşte Fatih’in patrik olarak göreve çağırdığı, İmparatorluk dahilinde Balkanlar’daki, doğudaki ve İstanbul’daki Hıristiyanların, ruhani, mali, kültürel idaresine teslim ettiği din adamı buydu.
Vira aslında bir Slav sözüdür; inanç, güven demektir, inanmak tan ( verit) gelir. Bunu bizim Osmanlı fetihleri sırasında çok görürsünüz.
bugün Edirne ile İstanbul’un ne olduğunu anlamayan, burada inkişaf eden kültürü kavrayamayan bir kimsenin ne Balkanlar’ı ne Balkan kültürünün tarihini, ne de Türkiye’yi anlaması ve kavraması mümkün değildir.
Enver Bey (sonradan Enver Paşa) burayı Il. Balkan Savaşı’nın Sırp-Yunan-Bulgar çekişmesi arasında geri aldı. Onun verdiği şöhretle de hem mirlivalığa yani generalliğe, sonra hızla ordu komutanlığına ve başkomutan vekilliğine, yani padişah vekilliğine kadar tırmanmıştır. Bu mutlu olay, Edirne’nin geri alınması olayı, bir bakıma Sarıkamış felaketine kadar giden, Paşa’nın çok erken askeri terfiinin nedeni olmuştur.
tarihte ilk ve son defa birleşen Balkan milletleri 1912-13 kışında Edirne’yi zorladılar. Şükrü Paşa gibi modern Osmanlı askeri tarihinin hiç şüphesiz en yetkin generallerinden biri olan, son derece yüksek askeri malumata ve umumi kültüre sahip adam, inatçı savunmacı oldu.
II. Mahmut’un yeniçerileri ne kadar gaddarca ve acımasızca ortadan kaldırdığı malumdur. O kadar ki ölüler ve diriler bittikten sonra, mezarlarla da uğraşılmış ve yeniçeri mezarları üzerine vampir hikayeleri uydurulmuştur.
Musa Çelebi ne kadar ilginç bir hükümdardır. Fetret devrinde Şeyh Bedrettin gibi ilmi ile tanınan, aslında bir hukuk ve din bilginini kazaskeri yapıyor.
Tuna ve Meriç nehirlerinin kesiştiği bölgede, resmen miladın 125. yılında lmparator Hadrianus tarafından kurulmuştur; Adrianapolis yani Adrine ve nihayet Edirne
Kanuni Sultan Süleyman gibi zarif, müşfik bir mareşalin iki oğlunu katlettirmesinde herhalde trajik bir neden vardı. Bu içinden çıkılmaz ve çözülmez bir durumdur ve yapıdır; yani Devlet . . . Kendi sağlığında imparatorluğu götürecek bir şehzadeler kavgasına müsaade etmek istememiş ve neticede tevekkül içinde hayata sabırla bakan Şehzade Selim kalmış ve II. Selim olarak tahta geçmiştir.
1424 ve 1427 arasında yapımı tamamlanan Muradiye Camii, yani Il. Murad’ın ilk dönem Osmanlı sanatına hediye ettiği bu eser dikkati çeker; Muradiye Camii iki katlıdır ve ikinci katta medrese yer almaktadır. İnsan bu camiyi gezdiği zaman uzak İtalya ile, Mısır ile, Suriye ile Osmanlı ülkesi arasındaki sanatın yakın ilişkilerini gözler.
Birbirlerini tanımayan, birbirlerinden şüphe eden kitlelerin bulunduğu yerde ne sulhüsalah yani barış, ne de onurlu bir eşitlik olur.
İşin çaresi aslında bizim de garbiyatçı, yani oksidantalist olmamız. Garp alemini, Hıristiyanlığı, onların tarihini, hukuki, sosyal . yapılarım incelememiz gerekir.
Çağdaşımız ve birçoğumuzun hocası olan Prof. Andreas Tietze Avusturyalı ünlü sanat tarihçisi Hans Tietze’nin oğludur. Hazırladığı eseri biz henüz basmaktan aciziz. Etimolojik lügat yedi cilt olacak. Türkçenin etimolojik lügatini, yani kelimelerin kökenini gösteren lügatini, biz yapamamışken Andreas Tıetze yapmışsa, ona ancak şapka çıkarılır ve heykeli dikilir.
oryantalizm, muhtelif fikirlerdeki, muhtelif yaklaşımlardaki insanların meydana getirdiği bir disiplindir. Ne var ki bu disiplinin içinde kötü diyebileceğimiz, meşum diyebileceğimiz davranışlar, hareketler olabilir. Ama her şeye rağmen doğru şekilde bu duyguyu götüren insanlar da vardır.
Claude Cahen Onu 1980 yılında Societe Asiatique’in başkanı olarak tanıdım. Hiç de cazip fiziği olmayan bu ünlü bilgin, daha ilk kelimede ve ilk mimikte insanları zekasıyla çarpıyordu. Bu çarpma da ezici olmaktan çok, bir tevazu içeriyordu. Nükte yeteneğinin sonu yoktu ve nüktedan kişilere de bayılıyordu. Kasım 1991 ‘de öldü.
Claude Cahen 1931’de Ecole Nationale des Langues Orientales’in Türkçe-Arapça bölümünden mezun olmuştur. Şark dillerinin hakkıyla okutulduğu bu okulda o sıralar Adnan Adıvar da Türkçe lektörüydü ve galiba Irene Melikoff, Bemard Lewis, Andreas Tıetze, Louis Bazin gibi ünlü öğrencileri, ünlü gramerci Jean Deny’den daha fazla etkileyen unutulmaz bir hocaymış.
Çağdaş, ilmi Bizans araştırmalarının kurucularından Jacob Philipp Fallmerayer; çok ilginç bir biçimde Osmanlı taraftarıdır. Bu yüzden Hammer’e hayrandır
Hariciye memuru olan Hammer’in lstanbul’a tayin isteğini, o zamanın Avusturya başbakanı Mettemich, Çok fazla Türkiye’ye düşkünsün diye reddetmiştir.
hassaten İstanbul’daki o devrin ulemasının mezar taşlarını beğenmiştir ve sağlığında mezarın planını kendisi çizmiştir. Üzerinde Arapçayla, Hüvelbaki diye başlayan ve Rahman olan Allah’ın merhametine sığınan üç dilin tercümanı müverrih Yusuf bin Hammer diye devam eden bir lahittir bu.

(Hammer’in mezar taşı)

Hammer’in mezar taşında bugün bir haç işareti yoktur. Viyana’ da Klosrer Neuburg’daki mezarına gidip baktığınız zaman görürsünüz, tamamıyla oryantal bir mezar taşıdır.
Hammer Batılılara ilk defadır ki Doğu’nun rüzgarlarını veriyor. Bunu biz demiyoruz. Bunu Hegel diyor, bunu Karl Marx’ın arkadaşı Friedrich Engels diyor.
Hammer, Hafız’ı; Goethe ve Schiller’in diline kazandırıp, Şark rüzgarlarıyla Alman edebiyatını yerinden oynatmıştır. Goethe bile bu çevirileri okuduktan sonra Doğu-Batı Divanı dediğimiz önemli divanını meydana getirmiştir.
Ünlü Osmanlı tarihçisi ve İranist Joseph Hammer de İran edebiyatım Batı’ya yetkiyle tanıtan bir kişiliktir, şair bir adam Hammer. İlhanlı devri İran tarihçisi Vassaf’ın Tarih adlı o çetin ceviz Farsça büyük ?serini, yani bütün ortazaman İran’ının en büyük tarihi eserini, Almancaya çevirdiği zaman ortalık yerinden oynamıştır.
Friedrich Rückert, 18. yüzyıl Almanya’sında yaşayan bir oryantalist. Kendisi İran edebiyatını, asıl önemlisi Kuran-ı Kerim’i Almancaya çevirmiş. Iran edebiyatından Hafız’ı vs çevirirken, o dilin çeşnisini ve güzelliğini verebilmek için ilk defa ve son defa aruz veznini Almancada kullandı.
Lawrence’ın İngiltere’ye hizmet etmekle birlikte İngilizliği de pek sevmediği anlaşılıyor, ruhundaki bu boşluğu doldurmak için bu tür maceralara atılan bir kimse olduğu açık.
Ortaçağ İslamı’nın kendinden olmayana, diğer ine bakışındaki saygı ve hassasiyet kayda değer.
Profesör Goitein haklı olarak Beşeriyet, Tacitus’tan Şehristani’ye ne kadar önemli bir yol kat etmiş. Birisinin (Tacitus) her şeyi görmesi ve öğrenmesi mümkünken Yahudilik için yazdığı şu saçmaya bakın diyor. Bir de Şehristani’nin -12. asırda Horasan’da yaşamıştır- yazdıklarına bakın diyor.
Şehristani zamanımızın ünlü Yahudi şarkiyatçısı Shelomo Goitein’in tabiriyle bu belgeleri kim bilir ne zahmetle toplamıştır.
Aklı başında bir insanın lbn-i Haldun’dan, Taberi’den, Reşidüddin’in Camiü t-Tevarih’inden etkilenmemesi mümkün mü? Şehristani’nin Kitabü’I-milel ven-nihal adında, milletleri ve inançları anlatan kitabı vardır. Avrupa dillerinde birçok tercümesi var.
Bu muhteşem bilgisini maalesef kötü şeyler için de kullanmıştır. Ayaklanan Endonezya’yı bastırmaya çalışan Hollandalı koloni makamlarına verdiği tavsiye şudur: Boş yere kabile reislerini ve savaşçıları öldürüyorsunuz. Ayaklanma durmuyor. Aslında ortadan kaldırmanız gereken zümre bunların din adamları ve dini liderleridir. Bunları yok ederseniz ayaklanma duracak. Bu tavsiyeyi dinleyen Hollandalılar denileni yapmışlar ve tabii ayaklanma da oldukça yavaşlamıştır.
Snouck Hurgronje adlı Hollandalı alimdir. Kendisi Şark dillerini, sadece Arapça, Farsça değil, uzaktaki kıta Endonezya’nın İslam kültürü ve yerli dillerini de çok iyi bilir. Hukuktan tarihe ve filolojiye kadar yetkin eserleri vardır. Bu zat hatta bir ara sözde Müslüman olmuş ve Hicaz’a gitmiştir. Hac vazifesini yerine getirmiştir, çünkü bunun geçici, sahte Müslümanlık olduğu anlaşılıyor. Ama Mekke’yi ziyaret etmiştir, Arapların içine girmiştir. Bu dünyayı çok iyi tanımıştır.
Birinci Harb-i Umumi’de bizim Arabistan cephesindeki askerlerimizi karşıdaki düşmandan çok, ayaklanan Arap aşiretleri ve bilhassa Şerif Hüseyin’in adamları zarara uğratmışlardır. Burada cereyan eden olayları Türkler bugüne kadar unutmuyorlar.
Nedir bu oryantalizm?
Orient kelimesinden geliyor. Şark demektir, Şarkbilimi demektir. Doğu bilimi diye çevriliyor. Bunu eskiler müsteşriklik diye kullanırlar.
Bugün Amerikan üniversitelerinde Filistinliler ve Filistinli taraftarları diğer tarafta da Yahudi veya Yahudi taraftarları arasında bilimsel sınırları, edep sınırlarını hayli aşan bir kavga vardır.
Eski ve yeni moda, şarkiyatçılığın bizim tarihimizi ters yorumladığına inanmaktır. Bu görüşün haklı yanları yok değil; ama sloganlarla Avrupalı şarkiyatçıları karalamak ve hepsini aynı kefeye koymak, bilgisizlikten doğan bir yanlış lı kur.
İnsanların tarihi kaynaklara, metinlere kendilerinin yönelmelerini ve kendi tetkiklerinden sonra bir yenilik yapabilmelerini sağlayacak bir eğitimi ortaya koymak gerekir.
toplumumuzun tarihi ve kültürel dokusu bu beş dil üzerinde yatar ve ancak kültür tarihi kaynaklarımıza insanlarımız ikinci elden rivayetle değil, kendileri yöneldiği takdirde onların ne olduğunu daha iyi anlar. (Yunanca, Latince, Osmanlıca, Arapça ve Farsça)
Hiç kimse Batı ilmini, fen-teknik bilimlerini reddedememektedir. Fakat bunları alıp gerisini muhafaza edelim, gibi garip bir kültürel ikilemin etrafında dönülmektedir. Ziya Gökalp bile kültürü hars ve medeniyet diye ayırıp, hars bize ait olan şeylerdir, koruyalım; medeniyet de bütüne has şeylerdir demiştir.
Ruhunu ve zihniyetini fethedemediğin dünyayı bilemezsin ve dünyayı tanımak ve küreselleşrnek sadece para tezgahının başında oturup işlem yürütmekle mümkün olmayacaktır.
Halbuki biz İran’ı sadece edebiyat dalıyla değil iktisadi yapısı, hukuk yapısı, coğrafyası, yakın ve uzak tarihiyle de bilmek zorundayız. Bu yüzden önemli komşumuzda da ne olup bittiğini bilmiyoruz. Onlar Türkiye’yi daha iyi tanıyorlar.
Bizim bu konuları anlamamız için de, sadece kendi tarihi kaynaklarımızı değil fakat aynı zamanda Rusya tarihini, İran tarihini, Japonya tarihini çok iyi tetkik eden uzmanlara ihtiyacımız vardır.
19. yüzyılda fiilen Batı’ya açıldıklarında arkalarında belirli bir kültürel birikim vardı ve bu Japonlar gelenekleri konusunda bazı sahalarda hiç de çok mağrur ve ısrarlı değillerdi.
Japonya’nın Batı tıbbı , Batı hukuku, Batı felsefesi üzerindeki tetkikleri 16. yüzyıldan beri devam etmektedir.
bu konudaki çatışmalar için bizim toplumumuzda Japonya’ya yapılan referanslar güvenilmez şeylerdir. Çünkü Japonya’dan bahseden kimseler bu ülkeyi ve tarihini tanımıyorlar; tanımadığımız halde işte kimonosuyla, kendine özgün müesseseleriyle Batılılaşan bir Japonya’dan bahsediyoruz.
Batı’nın, Batı müesseselerinin alımına karşı ünlü şair Fyodor Tyutçev, Rusya sizin bildiğiniz ülke değildir diyor. Onu aklınla ölçemezsin; çok büyüktür senin aklınla o anlaşılmaz, Rusya’ya inanmak gerekir. Rusya bir iman meselesidir diyor.
İşte size Mustafa Celaleddin Paşa (Kont Borzecki), Nazım Hikmet’in büyük dedesidir. Mustafa Celaleddin (Paşa) adıyla, yeni yurdu ve toplumuna hizmet etti. Haritacılık öğretti ve Karadağ Savaşı’nda mirliva {tuğgeneral) rütbesiyle şehit oldu.
Ağır bir mobilyayı birlikte taşıyorlar ve hiç kimse kimseye, amiyane tabirle, kazık atmıyor.
Yeryüzünde 19. asırdan beri Batılılaşan, Batı medeniyetinin hücumuna maruz kalan ve onu uyarlamaya çalışan tek ülke Türkiye değildir, Rusya değildir, İran değildir, Japonya değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir