Selçuk Topal kitaplarından Kaostan Kozmosa Evrenin Hikayesi kitap alıntıları sizlerle…
Kaostan Kozmosa Evrenin Hikayesi Kitap Alıntıları
Bilim ve teknoloji birbirinden beslenen iki yaşam formu gibi davranmaktadır.
Evrende her şey hareketlidir.
Evrenin bir tane zamanı yoktur. Görecelidir.
Evrendeki en temel kuvvetlerden biri, görünmez güç kütle çekim kuvvetidir. Yani kütlenin uzayzaman örtüsünü bükmesidir.
Eğer uzay boşluğunda ses yayılamıyorsa gezegenin sesi olarak tanımlanan o sesler nasıl kaydedilmiştir? Aslında kaydedilen radyo dalgalarıdır. Yani elektromanyetik radyasyon.
Ay’ın uyguladığı gelgit kuvveti okyanus ölçeklerinde etkilidir.
Sonuç olarak, Ay’ın ve Güneş’in gelgit etkisinin ve Güneş’in kütle kaybının üç önemli sonucunu öğrenmiş olduk: Dünya’nın dönme hızı yavaşlar (gün süresi uzar), Ay Dünya’ dan ve Dünya da Güneş’ten giderek uzaklaşır.
İnsanları sahte bilimlerin kollarına iten en büyük nedenlerden biri de çaresizliğin insan mantığını işlevsiz bir hale getirmesidir.
Sahte bilim neredeyse her zaman kişisel menfaat için kullanılır.
Astrolojinin savları hem safsatadır hem de teknik açıdan kendini güncelleyemeyecek kadar acizdir ve yanlış bilgiler verir.
Dünya’nın bir ucundan diğer ucuna bir ışık demeti gönderseydiniz, ışık saniyenin 23’te 1’i bir zamanda Dünya’nın diğer ucuna ulaşırdı. Yani bir göz kırpmasının 8’de 1’i zamandan bahsediyorum. Acaba bu cümleyi okurken kaç kez göz kırptınız? Görünen evren için ise ışığın bu yolculuğu 93 milyar yıl sürerdi. İşte birçoğumuz için kocaman görünen Dünya’nın evren karşısındaki minikliği budur.
Son yapılan hesaplamalara göre evrenin yaşı: 13.82 milyar yıl.
Evren üzümlü kek (veya ekmek) gibi genişler. Üzümlü keki hazırlayıp pişmesi için fırına attığınızda hamur giderek genişleyecek ve üzümler birbirinden uzaklaşacaktır. Bu anlatımda üzümler galaksi kümelerini temsil ederken üzümler arasındaki hamur galaksi kümeleri arasındaki uzayı temsil eder.
80 yıl yaşayan bir insan her gün ortalama 7 km yürümüşse bu hayatı boyunca yaklaşık olarak toplamda 200.000 km yürüdüğü anlamına gelir. Yani tüm hayatı boyunca Dünya-Ay arası mesafenin sadece yarısını kat edebilir. Ya da görünen evrenin şu anki çapının yaklaşık 5 kentilyonda 1’ini! (yani 0.0000000000000000002’sini!)
Dönme eğrisinde hızın bir yerden sonra sabit kalması, bir diğer ifadeyle, galaksilerin bir maksimum dönüş hızına sahip olması karanlık maddenin varlığının en büyük kanıtlarından biridir.
Karanlık madde kütle çekimi gibi maddeyi ‘çekme’ eğilimindeyken, karanlık enerji tam aksine maddeyi birbirinden uzaklaştırma eğilimindedir ve evrenin ivmelenerek genişlemesinin sorumlusu olarak karanlık enerji gösterilir.
Tüm elemanlarıyla birlikte evreni incelemek için kullandığımız yegane şey fotondur.
Ve bir yıldız için konuşursak gözümüz hiçbir zaman yeşil bir yıldız göremez. Bu hem yıldızların ışınım karakteristiği hem de gözümüzün çalışma prensibi ile ilişkili bir sonuçtur.
Evren insanoğlu için adeta sonsuz bilgiye sahip sonsuz büyüklükte bir oyun bahçesine benziyor.
Lemaitre’nin çağdaşı Edwin Hubble (1889-1953) 1929 yılında yayımladığı makalesinde evrenin genişlediğini gözlemsel olarak gösteren ilk kişi olmuştur.
Einstein’ın denklemlerinden yola çıkarak evrenin genişlediğini, o ana kadar hiç olmayan netlikte, teorik olarak söyleyen ilk kişi Lemaitre olmuştur.
Einstein’a göre, kütle çekim kuvveti denilen şey kütlenin varlığı nedeniyle bir bütün olarak uzayzamanın geometrik yapısındaki bozulmadan başka bir şey değildi.
Hangi büyük bilim insanına bakarsanız bakın, önemli keşiflerin altında yatan en büyük neden geçmişten gelen bilgi birikimi ve söz konusu bilim insanlarının iyi birer gözlemci olmalarıdır.
Öyle görünüyor ki Galileo’nun şanssızlığı yaşadığı dönemin karanlığıydı.
Gezegenlerin hareketlerine ilişkin verileri toplayan Tycho Brahe, bu verileri analiz eden Kepler, Kepler’in çıkarımlarını doğrulayan gözlemleri yapan Galileo ve bu verilere doğru matematiksel açıklamaları getiren Newton olmuştur.
Güneş, hüküm sürdüğü sistemin merkezinde sabit kalmaz. Nitekim evrende sabit hiçbir şey yoktur. Cahillik hariç.
Ancak, insan kendi tarihi boyunca ona adeta yapışmış bir lanet ile bu yolda ilerlemek zorunda: Ölümüne cahillik ve bilime karşı sergilenen umursamazlık. Hangi çağda olursanız olun, insanlığın yakasından düşmeyen bu iki soruna rağmen, bilim durmaksızın ilerliyor.
Güneş bize o kadar uzaktır ki onun şimdiki değil yaklaşık 8 dakika önceki halini görüyoruz. Çünkü, güneş ışınları bize ulaşmak için saniyede 300.000 km hızla aradaki 150 milyon kilometrelik mesafeyi kat etmek zorundadır.
İki trilyon galaksiden sadece biri, adına Samanyolu dediğimiz ve trilyonlarca başka gezegen olduğunu düşündüğümüz bu galaksi içerisinde yaşam barındırdığını bildiğimiz tek gezegen burası. İnanılmaz değil mi ?
Ne yazık ki ışık kirliliği nedeniyle Dünya nüfusunun üçte biri galaksimizin diskini göremiyor. Öyle görünüyor ki insanlık çok fazla aydınlandığı için ışık gözlerini kamaştırmış ve yıldızları göremez hale gelmiş.
Bağnazlık, tutuculuk ve cahillik öyle bir zifiri karanlık ki( tam anlamıyla bir kara delik) gün ortasında, bulutsuz bir havada Güneş’i bile görmenize engel olabiliyor.
Nitekim evrende sabit hiçbir şey yoktur. Cahillik hariç.
Her zaman bir bilincimiz olduğu için gurur duyarız. Ancak bu çevremize, kendi türümüze ve diğer türlere zarar veren canlılar olduğumuz gerçeğini de değiştirmez. Sonuç olarak, belki evrende bilinç taşıyan tek canlılar olabiliriz. Ancak, öyle görünüyor ki bilinçli olarak kötülük yapan evrendeki tek canlı türü de biziz.
Tarih boyunca insan kendini diğer canlılardan neden üstün görmüştür anlamakta her zaman zorlanmışımdır. Oysa dünyadaki neredeyse tüm sorunların ana kaynağı, hem ruhsal hem de fiziksel anlamda sorunlu ve defolu olan insanoğludur. Evrende mükemmel hiçbir şey olmamasına rağmen mükemmel olduğunu/olabileceğini iddia eden tek canlı insandır.
Kuantum düzeyde bakildiginda, insan vücudu (ve diger her sey) bir olasilik bulutundan ibarettir. Elektronu tam olarak nerede olacagi bilinmeyen atomlardan olusmus bir olasilik bulutudur bu. Seni gördügüm (yani bir nevi ölçtügüm) için varsin. Size büyuk bir kibirle Seni ben yarattim! diyenler, teknik olarak dogruyu söylüyor. Birbirimizi var ettigimiz bu olasilik denizinde herkesin ve her seyin bu varolusta bir payi var elbette. Buna pencerenize konup size bir bakis atan o kus da dahil.
Kafanızda çok büyütüp ruhunuzu daralttığınız, o çok büyük sandığınız sorunların çoğu, Planck Uzunluğu veya Planck Zamanı kadar bile yer kaplamıyor aslında. Lütfen, gereksiz konu ve kişilere fazla zaman ayırmayın.
Sahte bilimlerden ne kadar uzak olursanız evrenin gerçeklerine o kadar yakın olursunuz.
Eğer illa ki bir şeyden medet ummak istiyorsanız alınterinden, azimden ve emekten medet umun, gök cisimlerinden değil.
Yıldızlar ne kadar uzak ve bizler ne kadar küçüğüz
Sizi oluşturan atomlar zaten birer kozmik yolcu. Keşfetmek doğanızda var. Keşfetmek atomlarınızda var.
Evrendeki yıldız sayısı Dünya’nın tüm plajlarındaki kum tanesi sayısından daha fazladır. Bir insandaki atom sayısı da evrendeki tüm yıldızların sayısından.
evreni nasıl bir sonun beklediği onun yoğunluğuna, yani belli bir hacimdeki madde miktarının ne olduğuna bağlı.
Evrene dair bilgimiz sürekli artmaya devam ediyordu
Bizler yıldız tozuyuz
..uzay bilim ve teknolojilerinde üretken bir ülke konumuna gelindiğinde birçok teknolojinin de patentine sahip olunabiliyor.
Dünyada yaşadığımız tüm o sorunlara rağmen insanoğlu hep daha ileriyi hedeflemeye devam ediyor.
..uzaya bizi çıkaran idealler değil güce açlıktı. Soğuk savaş dönemindeki yarış olmasaydı kim Ay’a giderdi? Muhtemelen kimse.
İnsanoğlunun merakı sınır tanımıyor.
Doğadaki kuvvetler için mesafeler önemlidir.
Galileo’nun şanssızlığı yaşadığı dönemin karanlığıydı.
Bakmak ve görmek çok farklı şeylerdir.
tabu olarak gördüğümüz insanların da birer insan olduğunu hatırlamamız gerekir. Hata yapabilen ve evrenin tüm bilgisine kesinlikle sahip olmayan, olamayacak kusurlu canlılar.
Evrende mükemmel hiçbir şey olmamasına rağmen mükemmel olduğunu/olabileceğini iddia eden tek canlı insandır.
..insanlığın tüm hikâyesi, evrenin yaşına kıyasla bir göz kırpması süresinde başlar ve biter.
Einstain da ondan önceki devlerin omuzlarında yükselmiştir.
Bilimin en büyük itici gücü meraktır.
İnsanın kendini birer yıldız gibi görüp, bir yıldız sönünce onun hayatının da söndüğünü düşünmesi, sanırım insanın o bilindik kendini beğenmişliğin, benmerkezciliğinin bir sonucu.
Kara deliğe düşmek, belediye çukurlarına düşmek gibi insanın günlük hayatta başına gelecek bir şey değildir. ????
eğer bir nötron yıldızı üzerine piknik yapmaya giderseniz anında atom kalınlığında pestile dönersiniz! ????
Evren bile kusursuz değilken insanın kendini kusursuz sanması kadar ahmakça bir şey yoktur. Keza evrenin kusuru bizzat insanoğludur
Eğer kara deliklerin birleşmesi sonucu ortaya çıkan dalga kozmik denizde bir tsunami ise insanoğlu o denizde ne olabilir? Kısa süren bir bahar esintisi ya da bir kelebeğin kanat çırpışı o denizde ne kadar dalga oluşturabilirse o Sizce denizin kelebekten haberi var mı? Peki ya dalganın?
Bir gün, Dünya adını verdiğimiz bu adayı terk edecek ve ufku sonsuzluk olan kozmik denize yelken açacağız. Motorları kozmik denizin maviliklerine süreceğiz.
***
Bir gün ölüp toprak olacağız. Topraktan yükselen çiçeğe dönmüş bedenlerimize vuracak esen ılık yel. Bir gün tüm çiçekler geldiği yere, evrenin derinliklerine dönecek. Başka çiçekler olup başka gezegenlerde açmak için. Kim bilir bu kaçıncı çiçek açışımız
***
Bir gün ölüp toprak olacağız. Topraktan yükselen çiçeğe dönmüş bedenlerimize vuracak esen ılık yel. Bir gün tüm çiçekler geldiği yere, evrenin derinliklerine dönecek. Başka çiçekler olup başka gezegenlerde açmak için. Kim bilir bu kaçıncı çiçek açışımız
Dünyadaki tüm insanlar bir senede trilyonlarca kg oksijen solumaktadır. Atmosferde takriben 1 kentilyon kg oksijen bulunuyor! Bu da binlerce yıl boyunca yetecek oksijenin olacağı anlamına gelir.
Her sabah doğan güneş bir gün doğmadığında, gece gökyüzü bir tek ışığın bile göz kırpmadığı zifiri karanlık bir yer haline geldiğinde, işte o zaman evrende galip gelen şey soğuk olmuş demektir. Ölümün soğukluğu Ve bir gün olacak şey de tam olarak budur.
Sözde bilimlerin tarihine bakarsanız bilimden daha eski olduğunu görürsünüz. Yani, ne yazık ki cahillik bilimden daha kadimdir.
Milyarlarca yıldız, gaz ve toz kütle çekimi altında birlikte duruyoruz. Adına karanlık madde dedikleri zifiri karanlık bir madde beni sarmalamış durumda. Merhaba benim adım galaksi!
Evrendeki yıldız sayısı Dünya’nın bütün plajlarındaki kum tanesi sayısından daha fazladır. Bir insandaki atom sayısı da evrendeki tüm yıldızların sayısından. İnanılmaz değil mi!
Bugüne kadar 100 milyarı aşkın insanın doğup öldüğü bu gezegende sadece yaklaşık 600 insan uzaya gitmeyi başardı. Bunlardan 24’ü aya ulaşırken, 12’si ayda yürüdü. Bir insan için bu mesafeler çok büyük görünebilir. Ancak, yaşadığı gezegenin evrendeki yerini daha iyi anlayanlar için büyüklük ve uzaklık anlayışı çok farklıdır. Günlük yaşantımızda aşılamaz gibi görünen mesafelerin kozmik ölçeklerde bir anlam ifade etmediğini anladığımızda evrendeki yerimizi de yavaş yavaş idrak etmeye başlarız.
Tüm elemanlarıyla birlikte evreni incelemek için kullandığımız yegane şey fotondur. Foton ışığı oluşturan enerji paketleridir. İncelediğimiz cisimden bir şekilde foton alabilmeliyiz ki onu görebilelim. Yani evren fotonların sonsuz ilerleyebileceği kadar geçirgen olmalıdır. Büyük patlamadan ancak 380.000 yıl sonra bu mümkün olabilmiş ve evren aydınlanmıştı.
Başlangıçta evren inanılmaz derecede sıcak ve minikti. Evrenin ilk 3 dakikası ve sonrasında olanlar onun kaderini çizecekti. 3 dakikada ne yapabilirsiniz? Sadece 180 saniyeden bahsediyorum! Yumurtanın bile tam pişmiş şekilde haşlanması ortalama 9 dakika sürüyor. Bu sürenin üçte biri zamanda evrenin ilk elementlerinin oluşması için gerekli koşulların temelleri atılmıştır. Öyle görünüyor ki evren oluşmak için biraz acele etmiş. Adeta bir erken doğum yapmışa benziyor.
İnsanoğlu bu gezegende hayat buldu ancak yok oluşu bu gezegende olmayacak. Bizler kozmik denize yelken açmak için var olmuşuz. Bu kader, yıldızların merkezlerinde üretilen elementlerden oluşmuş vücudumuza kodlanmış bir kere Bu kanımızda var
Evrende ne kadar uzağa bakarsanız o kadar geçmişi görürsünüz. Nitekim, bir cisimden çıkan ışığın size ulaşması için geçen süre o cisimle aranızdaki mesafe arttıkça artacaktır. Bu da şu anlama gelir: Aynaya her baktığınızda kendinizin geçmişini görürsünüz. Aynaya bakarken “Bakalım bugün nasılım?” değil de “Bakalım birkaç nanosaniye önce nasılmışım?” demeniz teknik olarak daha doğru olur. Yani, şu anki haliniz aynadaki ya da bir başkasının gözündeki görüntünüzden her zaman daha yaşlı olacaktır. İnsan (ve diğer her şey) ancak geçmişi görebilen ve tam olarak “şu ana” sahip olamayan bir canlıdır. Nitekim, teknik olarak “anı yaşamak” diye bir şey yoktur. Gördüğümüz gibi ışığın hızının sonlu olması sonsuzluğa açılan bir felsefenin de kapısını çalıyor.
Nitekim evrende sabit hiçbir şey yoktur. Cahillik hariç.
İnsan her şeyde bir anlam arar. Ancak, çoğunlukla yanlış yerde arar. Acaba gerçekten burada olmamızın bir anlamı, bir amacı var mı? Yoksa kibirimiz mi bize böyle düşündüren?