Stefan Zweig kitaplarından Stefan Zweig – Seçme Eserleri 2 kitap alıntıları sizlerle…
Stefan Zweig – Seçme Eserleri 2 Kitap Alıntıları
Attığım her adımda tabanlarımı yakan bu yabancı şehirde ne yapacağımı bilmiyordum artık
Insan bir kez kendini buldu mu bu dünyada kaybedecek bir şeyi yok demektir. Ve insan bir kez içindeki insana dokundu mu tüm insanlara dokunabilecegini tüm kalbiyle biliyor demektir.
Biliyorum ki tüm bunlardan sonra yine yalnız kalacağım, böyle kalabalıklar arasında bile yalnız hissetmek kadar korkunç bir şey yoktur hayatta.
Düşünce dediğimiz şey ne kadar soyut olursa olsun her zaman bir dayanağa ihtiyaç duyuyordu. Bu dayanağı bulamadığımız takdirde onlar da anlamsizca havada asılı kalmaya başlayacaktı. Düşünceler se hiçliğe katlanamazdı
Bir insana hiçliğin baskısı kadar ağır gelen başka bir şey daha yoktur.
Gözyaşları birbirlerine karışıyor, titreyen göğüsleri aynı anda sarsılıyordu. Karanlığın içinde iki kız kardeş, birbirlerine öyle sıkı sarılmıştı ki adeta tek beden olmuşlardı. Yaşadıkları hayattan içten içe korkuyorlardı. Artık onlar için hayat, içinden geçmek zorunda oldukları, kapkara ve tehlikeli bir orman gibiydi. Yaşadıkları korku, birbirine geçmiş diğer hisleri arasında eriyor, kayboluyordu.
Yalanlarla dolu bir çevrede yaşadıklarını fark ettikleri andan itibaren oldukça katı ve sinsi insanlara dönüşmüşlerdi. Onlar da yalanların ve hilelerin arkasına saklanmaya başlamıştı.
Evet, dans ediyorlardı. Devamlı dans etmek Onlar sadece bunu yapabilirler. Kanındaki vahşi gene uyanmıştı, devamlı azgınca kızarana kadar birbirine sürtünmek. Dans etmek akşamları, geceleri ve güpegündüz. Tembeller, kaldırım mühendisleri kadınları bu şekilde emirleri altına alıyorlardı.
Ve öylece sabaha kadar ıstırabının karanlık tabutunda, solucanlar kemiriyor gibi düşünceleri tarafından kemirilerek hareketsiz kalmıştı.
Kader, bir kalbi acıyla sarsmak için her zaman güçlü bir darbeye ve etkisi şiddetli olan bir güce ihtiyaç duymaz; özellikle kaçamak sebeplerle yıkımı ortaya çıkarmak için onun müthiş yaratıcılık arzusunu kamçılar. Biz insanlar, anlaşılmaz dilimizde bu ilk hafif dokunuşlara sebep deriz ve onun küçücük ölçüsünü sık sık kuvvetli bir şekilde etkilemeye devam eden güçle karşılaştırırız; ama bir hastalık çok kısa sürede tanımlanabilir, bir insanın kaderi çok kısa sürede görünür görünmez başlar ve olay olur. Her zaman akılda ve kanda, dışarıdan ruha dokunmadan önce kader uzun süre içeride vazifesini yerine getirir. Kendini tanımak artık kendini savunmak olur ve çoğunlukla da hiçbir işe yaramaz.
İnsan tabiatı gereği, mülteci olsa dahi, her gittiği yere çabucak uyum sağlar, fakat kendisinden sonra gelenlerden pek hoşlanmaz.
Edgar’ın içine bir şeyler çöktü o anda. En son inanç alevi de söndü. Yere atılmış yanan bir kibrit söndürülür gibi bir gerçeğin ayaklar altında çiğnenmesini aklı almıyordu. İçi buz gibi oluverdi.
Benden niye korkuyor ki? Benden neden saklanıyor ki? Onun içini görebildiğim, alçaklığını tanıdığım için!
Kısa bir süreliğine de olsa mutlu olmuştu, ama mutluluğu uzun sürmedi. Dünden bugüne sanki yıllarca yaşlanmıştı; bir gün öncesine kadar ona yabancı olan güvensizlik duygusu gönlüne gelip yeniden yerleşmişti.
Hırslı bir kuşku kadar başka hiçbir şey zekâyı işletmez, karanlıklara kaçan bir av kadar başka hiçbir olanak, olgunlaşmış bir düşünceyi çalıştırmaz. Bazen çocukları, bizim gerçek dünya dediğimiz yerden ayıran tek şey incecik kâğıttan bir kapıdır ve aniden gelen bir talih rüzgârı bu kapıyı onlar için sonuna kadar açar.
Çocukların aşırı duygulu yapısında, ihtirasın her çeşidi, yumuşak balmumu misali izler bırakır.
Çocuklar her zaman hastalıklarının onları ailede iki kat daha önemli yaptığını bildikleri için hastalıklarından gurur duyarlar.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Utançların en büyüğü. İnsanın kendine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır.
Korku, cezadan daha berbattır çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyen bir şeye kıyasla ceza, daha az ürkütür.
Kapı kapanınca sanki bir tabutun içindeymiş de kapağı üzerine kapatılıyormuş gibi hissetti. Kendi kalbi hariç etrafındaki her şey sanki ölü ve boşmuş gibi geldi. Kalbiyse yüksek sesle ve delice atmaya devam ederek kırılgan bedeninden çıkmaya, her atışında ona daha fazla acı vermeye devam ediyordu.
Varlıklı, kültürce kendisinden üstün bir kocanın, iki çocuğun yanında mutluydu tamamen. Rahat, ferah, asude bir hayatı, uyuşuk ve memnun sürdürüp gidiyordu.Fakat nasıl ki yağmurlu ya da fırtınalı havalarda ortama rahatsız edici bir ağırlık çökerse, aşırı mutluluk da insanı kışkırtarak, mutsuzluğa kıyasla daha rahatsız edici bir hal alabilir. Birçok kadın için, sürekli memnun olmak, umutsuz durumlarda yaşanan devamlı tatminsizlikten daha yıkıcıdır. Bazen tokluk da açlıktan daha kışkırtıcı olabilir.
Bir ölüm döşeğinde bulundunuz mu hiç, bir bedenin acıyla iki büklüm olduğunu, morarmış tırnakların boşluğu kavrayışını gördünüz mü, can çekişen gırtlaktan çıkan hırıltıları, her bir organın kendini savunuşunu, her bir parmağın dehşete direnişini ve gözlerin kelimelerle anlatılamayacak denli korkuyla açılışını?
ben her zaman, âşık olmanın güzel bir şey olduğunu düşünmüştüm.
çürümeye başlayan kalbinde hiçbir şey ona acı vermiyordu..
bir kere olsun dertsiz dünyanın güzelliğini hissetmek istiyorum.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
yaşam gerçekdışı şeylerden hoşlanır, ancak söz konusu mucize olunca cimriliği tutar!
İçerideki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır..
“Ancak Baron, kadının vedalaşmak için uzattığı eli yumuşacık şöyle bir tuttu ve öptü. Bir kez değil, zarif parmak uçlarından ta dirseğe kadar birkaç kez ”
Artık onlar için hayat, içinden geçmek zorunda oldukları, kapkara ve tehlikeli bir orman gibiydi.
Bu yalanlarla ve gizemlerle dolu evde, kafeste mahsur kalmış birer kuş gibi hissediyorlardı.
Kendisi böyle yatarken ve tutkulu bir şekilde hayatını düşünürken, bir şeyler olduğunu sıkıntıyla seziyordu, olan bir şey vardı.
Bir şeyler sona ermişti.
Neydi o?
Kendini dinledi, içini dinledi. Ve yavaş yavaş kalbinin çöküntüsü başladı
Bir şeyler sona ermişti.
Neydi o?
Kendini dinledi, içini dinledi. Ve yavaş yavaş kalbinin çöküntüsü başladı
Ne de korkunçtu bu karanlık! Fakat şaşırtıcı olduğu kadar gizemli bir güzelliği de vardı.
Bu ne korkunç bir sırdı ki, yetişkin kişilerin bir çocuğa yalan söylemesini, suçlular gibi ondan bucak bucak kaçmasını gerektiriyordu.
Kutudaki tek ve kullanılmayan bir kibrit gibi, kendisine hiçbir yararı dokunmuyordu.
İçerideki gözyaşları, dışarı akandan daha fenadır.
Utançların en büyüğü. İnsanın kendine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır.
İçerideki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.
Korku, cezadan daha berbattır çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyen bir şeye kıyasla ceza, daha az ürkütür.
İnsan yüzü görmek, birkaç saat kendinden kurtulmak, korkunun bu cani yalnızlığından kaçmak istiyordu.
Nasıl ki yağmurlu ya da fırtınalı havalarda ortama rahatsız edici bir ağırlık çökerse, aşırı mutluluk da insanı kışkırtarak, mutsuzluğa kıyasla daha rahatsız edici bir hâl alabilir.
O anda onu dağlayan sesinden ve bu işkenceden iğrenmiştim. Bu duman içinde kalmış adi meyhane, bu aksi fahişe, bu bunaklık, kötü koku, bira ve bu kesif duman bana ne verebilirdi ki?
Zira, yalnızca karşısındakine karşı bir görevi yoktur insanın kendine karşı, devlete karşı, bilime karşı da vardır.
Birisini güç durumda gördüğümüzde, dedim, o zaman yardımcı olmak bir görevdir.
Suskunluğunun bana yapıştığını, yük olduğunu ve beni boğduğunu hissediyordum.
Bir insanın aşağılanmasına şahit olmak beni iğrendirmişti.
Yaşam gerçekdışı şeylerden hoşlanır, ancak sözkonusu mucizeler olunca cimriliği tutar!
Bazen çocukları bizim gerçek dünya dediğimiz yerden ayıran tek şey incecik bir kağıttan bir kapıdır ve aniden gelen bir talih rüzgarı bu kapıyı onlar için sonuna kadar açar.
Hırslı bir kuşku kadar başka hiçbir şey zekayı işletmez, karanlıklara kaçan bir av kadar başka hiçbir olanak olgunlaşmış bir düşünceyi çalıştırmaz.
Yakıcı Sır
Yakıcı Sır
Korku
Utançların en büyüğü insanın kendine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır.
Utançların en büyüğü insanın kendine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır.
Saatler geçti, gün gece, gece sabah oldu Etrafındaki yaşam onunla dalga geçer gibi akmaya devam etti.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.