İçeriğe geç

Kişisel Direniş Kitabı Kitap Alıntıları – Enver Aysever

Enver Aysever kitaplarından Kişisel Direniş Kitabı kitap alıntıları sizlerle…

Kişisel Direniş Kitabı Kitap Alıntıları

Ne acayip,oysa dilsiz,sağır bir kalabalık olmuş memleket.
İyi bir yazar matruşka gibidir;eğer doğru iz sürerseniz yavaşça aralar kapısını.
Edebiyat ne işe yarar? sorusunun yanıtı budur: Faili belli olmayan ve herkesin bildiği sırrı, açıktan söyleyendir edebiyat!
Dengesi bozuk bir terazi kefesi olmak sorunumdur.
Kendi sesi olan bir küçük insanı, iğrenç sesler veren bir orkestranın üyesi yapmak için çabalıyoruz. Bir çeşit cinayet. Oyun oynama cesaretini alıp, oyuncak yapma yetisini bastırıp, boğmak bu olsa gerek.
“Kitaplar ölür mü?” diye sorduğumda, Umberto Eco, “Dünyanın fişi çekildiğinde elinizdeki bilgisayarlar, cep telefonlani, tüm sosyal medya, televizyonlar, radyolar, tabletler susacak ve o zaman yine kitaplar konuşacak” demişti. Güvenmiyordu bilişime ve olanaklarına. Aptal olmadığını söylüyor ve uçakta okumak için yanına e-kitap aldığına işaret ediyordu. “Ama mutlaka kütüphaneme bir tane de basılı olanını alıyorum diye gülmüştü
Günlük sokak serserileri esir almış şehrin en özgür kuşlarını.
Sözleri kayıp biri soluk alamaz!
Genç biri, yaşam umudu için okur. Düşler özgürleşsin diye okur. Anlam peşine düştüğü için okur. Sevdalandığı kavgası olduğu için okur.
Bir kız çocuğu babası, gönlü kırık bir erkek çocuktu işte
Edebiyat ne işe yarar? Sorusunun yanıtı budur: bildiği sırrı, açıktan söyleyendir edebiyat!
Bazen ışık karanlığı dağıtmaz, dağıtamaz. Öyle günlerden geçiyoruz; ucu bucağı görünmeyen, sonsuz ve karanlık bir tünelin içindeyiz. Vagon aydınlık ama bakışlar kapkara ve korkulu.
Bazı soruların yanıtı yoktur
Bazı yanıtların soruları!
Hafızama bile yük olan birine özel günümde niçin katlanmalıyım?
Parlak cennetlerin, hakiki kölelere gereksinimi vardır.
Kuşları kendi hayalimizde yarattığımız bir özgürlük imgesiyle kavrıyor, kıskanıyoruz. Boşuna değil elbet. Bir yerden ötekine kural, koşul olmadan, üstelik kanat çırparak ulaşmak, sınırsız bir özgürlük demek. Özgürlüğün sınırla bir ilgisi olduğunu hemen fark etmez insan. Kısıt olmasa doğru dürüst bir özgürlük tarifi yapmak mümkün değildir. Her kişi bildiği yaşam kadar özgürdür ve o sınırlar içinde düş kurar. Daha fazlası diye umut ve dua ettiği gelecek düşü, esasen sınırlara içkindir. Garip ama böyle Uçsuz bucaksız olanı istemek cesaret işidir ve risklidir. Bilmediğinden korkar insan. Aşk gibi
yazacaklarım
yapacaklarım
birikmiş

yaşayacaklarım
sis perdesi ardında

yazgıya
tanrıya
mümkün değil, inanmam

elim kalem tutuyor
keşke tanrı bana inansa

Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Şostakoviç, Almanlar Leningrad önlerine vardığında, bir yandan askerlik görevini yapmaya çabalarken, öte yandan halkına umut olmak amacıyla meşhur bestesi için çırpınıyordu. Nota kağıdı bulmanın neredeyse imkansız olduğu günlerde, sabahlara kadar yazmak zorundaydı besteci. Tepesine bomba yağan kentte, herkes korkuyla sığınaklara yol alırken, artık ne saldırıdan endişe ediyor, ne de çalışma masasını bırakmak istiyordu. Yalnızdı. Besteyi kim için yaptığı sorusu benim için hala geçerlidir. Almanlara gözdağı vermek için mi, Rus halkı için mi? Yoksa, o tarifi güç yalnızlığın doğal sonucu mudur bu?
Metin Altıok alkol bataklığına saplanmıştır dize dize. Ruh hekimi Behçet Aysan kalın sesli, sevdalıdır. İkisi de çocuk yürekli. İkisi de şair! Bir Eflatun Ölümdür biri, diğeri Bir Acıya Kiracı. Yorgun bedeni ve ruhu emanet edilir bir şairin, diğerine. Öykü budur. Birlikte yanacak kadar sevmek ve asla terk etmemek.. Dostlukların zamanı vardır elbet, an gelir, kalp birlikte durur
Bir atasözünü not almış Ehrenburg, Her şeyi anımsayan çok çeker! diyor. Unutkanlık, kimi zaman kendini koruma içgüdüsü tarafından dikte edilmektedir: Geçmişin anılarıyla yürümek imkansız bir hal almıştır, o artık, bir ayak bağı halini almıştır diye ekliyor.
Adını ilk kez Ehrenburg’dan öğrendiğim Afinogenov adlı bir yazar şöyle demiş: Eğer bir yazarın sanatı insanları gözlemlemesini bilmekten ibaret olsaydı, en iyi yazarlar doktorlar, sorgu yargıçları, öğretmenler, şimendifer kondüktörleri, parti komitesi sekreteri, komutanlar olurdu. Ama işte, böyle değil. Çünkü yazarın sanatı, kendini gözlemlemesini bilmesi yeteneğinde toplanmaktadır.
Ehrenburg, Her kitap bir günah çıkarmadır. Anılar kitabı ise, uydurma kahramanların arkasına gizlenmeye çalışmadan yapılan bir günah çıkarmadır dediğinde belli ki kendiyle konuşuyordu. Yazmak, tek başına olmanın en yalın ve kaçamaksız hali
Yazarlık işi için Dostoyevski karmaşık bir örnek. Tutucu siyasal görüşleri, zaafları, hastalıklar içinde kıvranması, parasızlıktan düştüğü çaresiz durumlar ve ruhunun bitmez tükenmez ıstırabı merak uyandırır insanda. Neden? Muhtemelen tanısak, belki hiç hoşlanmayacağımız bu adam bir dehadır ve insanın neredeyse en gizli hallerini bulup açığa çıkarmıştır. Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza irkiltir, rahatsız eder okuru. Artık biliyoruz ki; acılı sürgün yaşamı, yoksulluğun zalim kurgusu, döneminin yazarlarıyla giriştiği ve kaybettiği mücadele, bize Dostoyevski’yi vermiştir. Her satırında ruhundan izler, Rusya’dan yüzler buluruz. Bu hakikati yazabilmek büyük romancılıktır!
Durup dururken yeni bir kitap düşer aklına insanın. Gece uykuya beş kala. Takıntı büyür, uyutmaz. Adını anımsamak kolay değildir. Kapağı göz önüne gelir, neredeyse kokusu duyulur, bir türlü adı gelmez akla! Sağa sola dönerek geçiştirilemeyecek bir sıkıntı olduğu anlaşılınca yatağı terk etmekte yarar vardır. Evin içinde dolanmaya koyulur kişi. Önce adını anımsamak için yersiz bir çaba harcanır, ardından kitabın nerede olduğu takılır kafaya. Kocaman, bir mezarlık gibi insanın önünde belirir kütüphane. Sonsuz raflar arasında, adı unutulmuş, kokusu burunda, bir kitabın izini sürme zamanıdır.
Bir sözlükten çıkıp
Bir sözlüğe girer gibi
Ölümü gördük İlhan Berk’le
Babıâli’de, yokuşta
Aramızdan geçip gitti
İyi ki çakırkeyiftim
Öğle sıcağında

Mehmed Kemal

On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Alman burjuvasının ahmaklıkla korkaklığın kaynaşmasından oluşan yaşama biçimini günbegün açığa vuran deyimler dağarcığı içinde, hemen yakın gelecekte baş gösteren bir felaket üzerine, ‘Bu artık böyle gidemez’ sözü var ki, özellikle üzerinde düşünmeye değer diye yazdı Walter Benjamin. Bizde de aynını söyleyen ne çoktur.
Oruç Aruoba kısadan söylemiş: Felsefe, direnmenin temel biçimidir, çünkü dünyanın kendisine direnmedir.
Tüm bir yaşamını anlamlı tek bir cümle kurmak için geçirir insan. Geriye güçlü bir dize bırakmak şairin amacıdır. Unutulmaz bir ezgi için uğraşır durur besteci. Hiç de öyle üstün yetenekleri olmayan biri, sadece kendine saygısı uğruna, ölmeden, İyi ki yaşadım diyeceği bir cümle için çırpınır durur. Belki bir toplamdır bu. Ömürden geriye kalan o benzersiz cümle
Fikir hayatına karşı dizginlenmek bilmeyen bir düşmanlık ayaktakımının içine işlemiştir; ve bu düşmanlık, fikir hayatının yok edilmesini sağlama bağlamak için gövdelerin küme küme bölünüp sayıya vurulması gerektiğinin farkındadır. Her nerede kendilerine fırsat verilse, saf saf dizilir bu gövdeler, alay alay, yaylım ateşinin ortasına dalarlar, mağazalara da. Hiç kimse önündekinin sırtından ileriyi göremez, herkes de, arkasındaki için böyle bir örnek teşkil etmekten gurur duyar. Bunu erkekler yüzyıllardır savaş alanında öğrenegelmiştir, ama zavallılığın resmi geçidini, sıraya sokmayı icat edenler kadınlardır der Walter Benjamin.
Ne zaman güzel bir eser dinlesem, iyi bir kitap okusam ölümü düşünürüm der Aziz Nesin. Sade buncasını okuyunca insanın çıldırası gelir. Ekler: Ölümü düşününce daha çok çalışırım. Yapacaklarımı tamamlamak için. Hep yarım kalmış dosyalarda saklıdır en güzel romanlar, romanlarımız
Bir güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Filiz Ali, Yakınınız öldüğü vakit, hangi dinden ise duası okunuyor, defnediliyor. Siz de mezarlığa gidiyor, üzülüyorsunuz, yasını tutuyorsunuz. Sizi teselli ediyorlar, mevlidi okunuyor. ‘Doğdu, yaşadı, çok iyi insandı, çok severdik’ sözlerini duyuyorsunuz. Benim için bu yok ki Onlarca, binlerce, yüz binlerce çocuk için belki Kabul edemezsin Anlatamıyorum bunu kimseye. Ha bire düşünüyorum:’Nerede acaba?’ Böyle bir merakı olmaz mı insanın. Zor kızım, zor diyor.
Çocuğun babasını çalmak suçtur!
Kitaplar ölür mü? diye sorduğumda, Umberto Eco, Dünyanın fişi çekildiğinde elinizdeki bilgisayarlar, cep telefonları, tüm sosyal medya, televizyonlar, radyolar, tabletler susacak ve o zaman yine kitaplar konuşacak demişti. Güvenmiyordu bilişime ve olanaklarına. Aptal olmadığını söylüyor ve uçakta okumak için yanına e-kitap aldığına işaret ediyordu. Ama mutlaka kütüphaneme bir tane de basılı olanını alıyorum diye gülmüştü
Yazarlık işi için Dostoyevski karmaşık bir örnek. Tutucu siyasi görüşleri, zaafları, hastalıklar içinde kıvranması, parasızlıktan düştüğü çaresiz durumlar ve ruhunun bitmez tükenmez ıstırabı merak uyandırır insanda. Neden? Muhtemelen tanısak, belki hiç hoşlanmayacağımız bu adam bir dehadır ve insanın neredeyse en gizli hallerini bulup açığa çıkarmıştır. Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza irkiltir, rahatsız eder okuru.
O kadar çok akıl verdim ki, içi boş kafatasimdan tın tın sesler geliyor.
Bir de alınıp, daha sonra mutlaka okunmak üzere kenara konmuş olanlar vardır. Onlar için şahane bir kum saati işler. Zamanı vardır elbet her kitabın. Ansızın; akla düşen o narin, biraz hüzünlü olan çıkar karşısına. Neden aklına düştüğünü o an kavrar insan. Gonk çalmıştır. Yirmi beş yıl önce alınmış bir anı kitabını, yaşlanmadan okumak aptallık olurdu zaten. Demlene demlene sabaha dek hasbıhal eylenir.
Çocuk Filiz Ali’nin babasını öldürdüler. Bu cinayetlere faili meçhul deniyor. Esasen bir kişi bulunuyor cinayeti yüklenen, belki işleyen. Hepimiz biliyoruz ki, bu cinayet koskoca bir toplumun ortaklığıyla gerçekleşmiş. Tüm bu olan biteni en iyi anlayan Marquez’dir; hem Yüzyıllık Yalnızlık’ta, hem Kırmızı Pazartesi’de. Edebiyat ne işe yarar? Sorusunun yanıtı budur: Faili belli olmayan ve herkesin bildiği sırrı, açıktan söyleyendir edebiyat!
Sait Faik yaşadıklarını mı yazdı, yaşadıkları mı Sait Faik’i yarattı, bir meçhuldür. Nasıl bir ihtiyaçtı adada balıkçı teknesinde sabahlamak? Son Kuşlar neredeydi? Sırf bunun için yaşamak mümkün, başka bir dünyanın penceresinden sarkarak
Ertelenen bir zamanı yaşamak için, kocaman bir yaşamı feda ettiğini bilmezden gelmek,en büyük yalanı insanın.
Şehvet, erdemli birinin elinde şiire dönebilir.
Manken güzelliğinde olan kadınların ve erkeklerin birliktelikleri üzerine kurgulanan aşk öyküleri sıkıcıdır.

Çabuk unutulur

Bugün fark ettim; bütün kitapları okumaya zamanım yok.
Tüm kitaplar okunmak için değildir, bazıları dokunmak , sevmek içindir mesela.
Kimi bakmak içindir uzaktan. Ara sıra buluşmak için ortaya çıkanı da vardır.
Bir de hep erteleneni.
Zamanı gelmez.
Sen buluşmaya gidersin, o gelmez.
O kadar çok akıl verdim ki, içi boş kafatasimdan tın tın sesler geliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir