Victor Hugo kitaplarından Doksan Üç kitap alıntıları sizlerle…
Doksan Üç Kitap Alıntıları
Büyük olaylar yavaş yavaş biçimlenir.
Ana çocukları tanımıştı.
Korkunç bir çığlık attı.
Anlatılmaz bir korkuyu anlatan bu çığlık, sadece analara özgüdür.
Hiçbir şey bundan daha ürkütücü ve daha dokunaklı olamaz.
Arı bir ev kadını gibidir, şarkı söylerken aynı zamanda çalışır.
Çocukların uykudan uyanışı, çiçeklerin açması gibidir. Tıpkı taze çiçeklerde olduğu gibi, bu taze ruhlardan da sanki hoş kokular yayılır.
İçinde bulunduğumuz 93 yılı, takvimde kanlı bir tarih olacaktır.
Atların yorulmaya hakkı vardır, ama insanların yoktur.
Dağ bir kaledir, orman ise bir pusu. Biri cesur olmayı, diğeri tuzak kurmayı öğretir.
Tarihin kendi gerçeği olduğu gibi, söylencelerin de kendi gerçeği vardır. Ama söylencelere dayalı gerçeğin, tarihsel gerçekten daha değişik bir yapısı vardır. Söylencelerde anlatılanlar, sonuç olarak gerçeğe ulaşılmasını sağlayan bir uydurmacadır. Zaten, tarih ile söylencenin amacı aynıdır, bu da, gelip geçici olan insanı, ölümsüz bir hale getirmektir.
İyilikler ile ıstırapların bu esrarengiz karışımının önüne dikilen ise tarihteki ‘Neden?’ sorusudur.
Çünkü bu, hiçbir şey bilmeyenin olduğu kadar, her şeyi bilenin de yanıtıdır.
İnsanların ağzından çıkan son nefes ne kadar kısa ve tüyler ürperticidir.
İçerdeki düşman kovulmaz.
Peki ne yapılır?
Ortadan kaldırılır.
Ruh emzirir, zekâ ise bir memedir. Sütünü veren bir ana ile fikirlerini aşılayan bir eğitici arasında da bir benzerlik vardır. Bazen eğitmenin babadan daha fazla baba olduğu gibi, çoğu zaman sütanne de gerçek anneden daha fazla annedir.
Böyle zamanlarda insan çoluk çocuk sahibi olmadığı için Tanrı’ya nasıl da şükrediyor!
Yoksullar ve zenginler İşte bu korkunç bir şey. Bütün felaketlerin nedeni de bu. En azından bana öyle geliyor. Fakirler zengin olmak istiyor, ama zenginler fakir olmak istemiyor.
İçten ve dıştan bunca darbe yemiş biri için, bu gergin saatlerin tek sevimli yanı çevresindeki derin sessizlikti.
Görünce tanımak önemlidir, ama bilgi sahibi olmak daha da önemlidir.
Düşman karşısında yapılan her hatanın cezası ölümdür.Onarılabilen hata yoktur.Cesaret ödüllendirilmeli, ama ihmal de cezalandırılmalıdır.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Bazen savaşın kapıları kırması, bazen de sinsice içeri süzülmesi gerekir.
“Ah hocam, işte ikimizin ütopyaları arasındaki fark bu. Siz zorunlu olan bir kışla istiyorsunuz, ben ise bir okul istiyorum. Siz insanları bir asker olarak düşlüyorsunuz, bense bir yurttaş olarak düşlüyorum. Siz insanın korkunç olmasını, bense düşünmesini istiyorum. Siz kılıçlardan oluşturulmuş bir cumhuriyet kuruyorsunuz, bense düşünen insanlardan oluşmuş bir cumhuriyet kurmak isterdim.”
Benim düşüncem şu: Daima ileri gitmek. Eğer Tanrı insanın geriye gitmesini isteseydi başının arkasına da bir göz koyardı.
Peki ya kadınlar? Onları ne yapacaksınız?
“Ne iseler onu; erkeğin hizmetkárı.
“Evet. Ama bir şartla.”
“Hangisi?”
“Erkekler de kadınların hizmetkârı olması şartıyla!
“Düşünebiliyor musun?” diye haykırdı Cimourdain, “erkeğin hizmetkâr olması! Asla. Erkek efendidir. Ben tek bir krallıktan yanayım, o da ailedeki krallıktır. Her erkek kendi evinde kraldır.
“Evet. Ama bir şartla.”
“Nedir?”
“Kadının da kendi evinde kraliçe olması şartıyla.
“Yani senin kadınla erkek arasında olmasını istediğin şey
“Eşitlik.”
“Eşitlik! Düşünebiliyor musun? Erkekler ve kadınlar birbirinden çok farklıdır.”
“Ben eşitlik dedim; özdeşlik demedim.”
“Sizler askerliğin zorunlu olmasını istiyorsunuz. Peki kime karşı? Diğer insanlara karşı. Ben askerlik hizmeti olmasını istemiyorum, barış istiyorum. Sizler sefillere yardım etmekten söz ediyorsunuz, bense sefaletin ortadan kalkmasını istiyorum. Sizler adil vergi düzeni istiyorsunuz. Bense hiç vergi alınmamasını istiyorum. Kamu harcamalarının en aza indirgenmesini ve bütçe artığı ile ödenmesini istiyorum.”
“Mutlak hakkın dışında, hiçbir şey yoktur.”
“Daha pek çok şey var.”
“Ben sadece adaleti görüyorum.”
“Ben daha yükseklere bakıyorum.
“Adaletten daha üstün olan ne var ki?”
“Bağışlama.
Bir yargıcın herhangi bir insandan hem fazlası hem de eksiği vardır; eksiği vardır çünkü yüreği yoktur, fazlası vardır çünkü elinde yasanın kılıcı vardır.
Peki insanın kendini bağışlamaya hakkı yok mudur?
Ne biçim bir savaş alanıdır insan!
Şaşıranları korkutmak zordur. Çünkü cehaletten cesaret doğar.
Büyük acılar, insan ruhunun büyük ölçüde genişlemesidir.
Ve nefret eden bir kadın, on erkeğe bedeldir.
Bir saray yangınına tanık olmaktan daha yürek parçalayıcı bir şey varsa o da bir kulübenin yanmasına tanık olmaktır. Yanan bir kulübe görüntüsü dayanılmazdır. Yoksulluğun üstüne çöken felaket; solucanın üstüne çullanan akbaba gibi bir şeydir. Her ikisinde de insanın yüreğini daraltan bir karşıtlık vardır.
Bir dumandan daha hoş ve daha ürkütücü bir şey olamaz. Uysal dumanlar olduğu gibi öldürücü dumanlar da vardır. Duman! Bir dumanın kalınlığı ya da renginin farklılığı birçok şey yansıtır: Barış ve savaş, kardeşlik ve kin, konukseverlikle mezar, hayatla ölüm arasındaki fark gibi. Ağaçların arasından yükselen bir duman yeryüzünün en sevimli şeyi olan aile ocağını da simgeleyebilir, en korkunç şey olan yangını da. Ve bazen insanın bütün mutluluğu da, bütün üzüntüsü de rüzgârda dağılan bu uçucu nesneye bağlıdır.
Merak tehlikeyi bile göz ardı edecek kadar güçlü bir duygudur.
Dört bir yandan imdat çanları çalsın ama hiçbiri duyulmasın; daha korkunç bir şey olamazdı.
Cesaret ödüllendirilmeli ama ihmal de cezalandırılmalıdır.
Ölürken farklı görüşte olmanın pek bir anlamı yoktur. İnsanlar ölürken birbirleriyle el sıkışmalı bence. Savaş ne aptalca şey!
Ölüm karşısında politik düşüncelere yer yoktur.
Merak, kadın cesaretinin türlü şekillerinden biridir.
Kendine bir şey ayırmadı, diye mırıldandı çavuş.
Karnı tok olduğu için, dedi askerlerden biri.
Hayır, dedi çavuş, ana olduğu için.
Merak, kadın cesaretinin türlü biçimlerinden biridir.
Her zamanki gibi, düşünmekten çok hayal kuruyordu. Çünkü düşünen kişinin bir amacı vardır, ama hayal kuranın yoktur.
Tıpkı gökyüzü gibi, insan da huzuru karanlıkta bulabilir. Yeter ki geceye ulaşmanın yolunu bilsin.
Reca ederim, oturun. Evet, yerdeki taşın üzerine oturacaksınız. Çünkü bu salonda koltuk yok, ama çamurun içinde yaşayan, yere de oturabilir..
Ateşin eli açıktır. Korklarla dolu ocaklar, adeta rüzgâra doğru mücevher saçarlar. Elmasın aslında bir kömür parçası olması işte bundandır
Büyük acılar, insan ruhunun büyük ölçüde genişlemesidir
Sefiller bazen korkunç olabilirler
Kadınlar zayıftır, ama analık duygusu güçlü olur
İnsanların tepelerinde bir tavan varken birbirini öldürmeleri korkunç bir şeydir
İlk defa sayfa yırtmak, ilk defa kan dökmek gibidir. Bu aşamadan sonra insan kanlı bir kıyıma dahi girişebilir
Sert yapılı insanlar şanssızdırlar. Dış görünüşüne bakanlar onu hemen suçlarlar. Oysa vicdanını görebilseler belki de onu bağışlarlardı
Devrimin, kendisine yardım edecek acımasız işçilere ihtiyacı var. O titreyen her eli geri çevirir. Onun sadece sert ve katı yürekli olanlsra güveni vardır
Aslında küçük pembe dudakların bedeninizden ruhunuzu çektiğini duymak ve sizin yaşamınızla, kendine yeni bir yaşam sağladığını görmek, çok hoş bir duygu olmalı..
Bir senyör eğer tehlikedeyse sizi tanır, tehlike geçtiğinde ise artık tanımaz
Oysa insanlar, evleri yakmak, insan kabı dökmek, bir aileyi boğazlamak, bir karakolu basarak oradakileri katletmek, bir köyü yerle bir etmek için birbiriyle yarışıyor, insanlar pusu kurmak, birbirini tuzağa düşürmek, birbirini öldürmekten başka bir şey düşünmüyordu. Baştan başa savaşla çalkalanan, patlamalarla sarsılan, her yanı tutuşup cayır cayır yanan bu ülkede, kendini doğaya vermiş, varlıkların sonsuz huzuruna ermiş gibi otları, fidanları toplayan, sadece çiçeklerle, kuşlarla ve yıldızlarla uğraşan bu yalnız adam, elbette tehlikeliydi. Aklının başında olmadığı ilk bakışta anlaşılıyordu. Hiçbir çalılığın arkasında pusuya yatmıyor, hiç kimseye kurşun sıkmıyordu. Çevresinde kaygı uyandırması da işte bu yüzdendi
İyileşen göğüs, kanayan yürek..
Bilindiği gibi düşler hızlı yol alır
Büyük bir general sadece orduların başıdır. Büyük bir komutan ise aynı zamanda fikirleri ile de bir liderdir
Dehşetli bir sarsıntıydı bu; yıldızların altında uyuyakalıp, top ateşi altında uyanmak..
Felaketlerin, kendi karanlık yöntemleriyle zaman zaman yararlı oldukları da görülür
İnsan cahil olup, çöl de serap dolu olunca, yalnızlığın karanlığı, zekânın karanlığına eklenir. İnsanın yüreğine uçurumların açılması işte bu yüzdendir..
Dağ bir kaledir, orman ise pusu. Biri cesur olmayı, diğeri tuzak kurmayı öğretir
Bir köylünün iki güvencesi vardır: Onu besleyen tarlası ve içinde gizlendiği orman
Barbarlığa karşı vahşet..
Aslında bu önemli sayfaların olağanüstü ve ürkütücü bir yazarı vardır: Tanrı. Elbette maskesi de ‘yazgı’dır
Devrimi insanlara mal etmek, denizin kabarmasını dalgalara mal etmek gibidir
Rüzgara kapılıp giden ruhlar.
Ama bu rüzgâr, mucizeler yaratan bir rüzgârdı
Bu, tıpkı dağlardaki hafif bir sesin dev boyutlu bir çığ olayına neden olmasına benziyordu. Gereksiz bir konuşma, bir yıkıma neden olabilirdi
Biz, halk uyuduğu için ölüyoruz ve siz halk uyandığı için öleceksiniz!
Bundan daha yüce, ama aynı zamanda bundan daha çirkin bir şey olamazdı
Yeraltı dünyası sakin olduğu sürece, politikacı yoluna devam edebilir
Oysa ben, ezelden beri yaşıyorum. Ben insanlığın yıllanmış ıstırabıyım. Ben altı bin yaşındayım
Bu yaptıklarınızın sonucu tüm kapılar yüzünüze kapanacak. Elbette mezarlık kapısı dışında
Ben okyanus gibiyim, bende met ve cezirler oluşur. Sular çekildiği zaman, dibimde olanlar görülür. Sular yükseldiğinde ise dalgalarım göze çarpar
Giyotin bir bakire gibidir, onun üzerine yatılır, ama döl aşılanmaz
Az şeyle yetiniyorsunuz. Kendinize hayransınız