İçeriğe geç

Bu Düzen Değişmelidir Kitap Alıntıları – Bülent Ecevit

Bülent Ecevit kitaplarından Bu Düzen Değişmelidir kitap alıntıları sizlerle…

Bu Düzen Değişmelidir Kitap Alıntıları

İnsanların uyanışından, bilinçlenişinden sanki içgüdüsel bir korku duyanlar, Türk çocuklarına, Türk gençlerine bir şeyler öğreten, gerçekleri anlatan her öğretmene düşman gibi bakmaktadırlar.
Hayat pahalılığının bir yılda yüzde 14 oranında arttığı bir şehirde yaşayan dar gelirli vatandaşlar, acaba Sayın Başbakan’ın vaktiyle söylediği, “Pahalılık sıhhat alametidir.” sözünü hatırlayıp avunabilecekler midir?
Ne zaman köylünün, işçinin haklarından bahsetsek, karşımıza birtakım sözde maneviyattılar çıkar. Oysa maddeye en büyük değeri verenler onlardır.
Bir avuç insan, devletin sağladığı imkânlarla ve halkın mutluluğa ve esenliğe kavuşturmak için çırpınan nice kabiliyetli ve çalışkan insan sürünürken, düzen bozukluğunun sağladığı fırsatları ve soygun imkânlarını iyi değerlendirmekten başka bir kabiliyeti olmayan bazı kimseler büyük servetler yapabilmekte ve bazıları bu servetlerinin büyük kısmını yurtdışına kaçırmaktadırlar.
Et ve Balık Kurumu’nun depolarını da kendilerine kapalı bulan balıkçılar, balıklarını depo sahibi birkaç kişiye götürmek zorundadırlar. Bu depo sahipleri, kendilerine muhtaç olan balıkçıların getirdikleri balıklara istedikleri düşük fiyatı biçerler, sonra da bunları yüksek fiyatla piyasaya sürerler. Balıkçının hayatını tehlikeye atarak tuttuğu balıklar depo sahiplerini zengin eder, balıkçı fakirlikten kurtulamaz.
Partili-partisiz ayrımı olmaksızın, büyük halk çoğunluğu, Türkiye’deki düzen bozukluğunun sıkıntısı içindedir ve bu düzen bozukluğunun, bu düzeni değiştirme gerekliliğinin bilincine ermektedir.
“Gezileri parti propagandası için yapmıyoruz” yollu sözlerine rağmen, özel uçaklar tutarak büyük kafileler halinde devlet parasıyla yapılan temel atma, kurdele kesme gezilerinde, artık, başlıca bu düzen değişikliği konusu işlenmektedir Muhalefet partisine, yalanlarla, iftiralarla hücum edilmekte, vatandaşın zihni bulandırılmaya çalışılmaktadır.
Hem kendilerinden önce yapılmış her şeyi reddedenler, Atatürk devrini bile kötüleyenler, hem de düzen değişmelidir sözüne karşı, Atatürk’ün eseri olan düzen mi değişecek? diye, Atatürk adına sığınanlar
Demokratik rejim içerisinde en kötü yönetimi, sağcı veya solcu bir dikta rejimi içinde en iyi yönetime tereddütsüz tercih ederiz.
İktidar da, muhalefet de demokrasinin kurallarına kayıtsız şartsız uymaya ve rejimin temeli olan Anayasayı saymaya mecburdur.
İktidar da razı ise hoşlanmadığı düşüncelerin karşısına tahrikle, tehditle, sopayla çıkmaktan vazgeçmelidir.
Halkı ezenlerle birlik olan ve oy alabilmek için memleketi Ortaçağ karanlığına götürmek isteyenlere bile taviz verebilen bir partinin, ülkemize getirdiği geçici bir karanlıktır bu
Türkiye’deki sistemle, sosyal güvenlik, devletten maddi kaynak isteyen değil, ona maddi kaynak getiren bir şeydir.
Bunlar vurgundur, soygundur, sömürüdür. Ama ne çare ki bunlar Türk kanunlarına göre suç sayılmamaktadır. chp kanun suçu olmasa da onun çok ötesinde, toplum suçu olan, insanlık suçu olan bu suçların işlenmeyeceği, işlenemeyeceği, kimsenin devlet sırtından vurgun vuramayacağı, kimsenin halkı sömüremeyeceği bir düzen istemektedir.
Bu hükümet, tepki görmese, göze alabilse, işçi haklarında ve genel olarak sosyal adalet alanında her türlü gericiliği yapabilecektir. Nitekim bunu birkaç defa denemiş
İnsanların uyanışından, bilinçlenişinden sanki içgüdüsel bir korku duyanlar, Türk çocuklarına, Türk gençlerine bir şeyler öğreten, gerçekleri anlatan her öğretmene düşman gibi bakmaktadırlar.
İnsan yetiştirme görevini, görevlerin bu en yücesini yaparken, öğretmenin her şeyden önce huzura ihtiyacı vardır. Oysa bugün en çok yoksun olduğu şey, huzurdur.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Maneviyata değer veriyor sayılabilmek için ilkin insana değer vermek gereklidir. İnsana değer vermenin kesin ölçüsü de sosyal adalete ve sosyal güvenliğe önem vermektir. Adalet Partisi’nin bu bakımdan ne kadar geride olduğu ise ortadadır.
Yeraltı kaynaklarımızın yabancılara kaptırılması, Kurtuluş Savaşlarımızın amaçlarına ihanettir.
Onların Türkiye’de yeni petrol çıkarmaya ihtiyaçları yoktu. Başka yerlerde çıkarttıkları petrolü Türkiye’ye satmaya, yani Türkiye’yi pazar olarak kullanmaya ihtiyaçları vardı.
1950’den sonra işbaşına gelenler ne yaptılar?.. Uğrunda kan dökülerek, can verilerek kurtarılan yeraltı kaynaklarımızı, devletler üstü yabancı şirketlere kendi elleriyle sundular.
Borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğunu bildikleri Osmanlı devletine borç verme yarışına girmelerinin başlıca nedeni,Türkiye’yi taşıyamayacağı yükler altına sokarak yeraltı kaynaklarını ipotek altına almaktı.
Ekmek yemesin de ne yesin fakir Türk vatandaşı: Pasta mı yesin, pirzola mı yesin?.. Yoksul Türk halkı için, Bu kadar ekmek yemeyiversinler diyebilen bir Ziraat Odaları Birliği Başkanı, çağımızın sosyal ve ekonomik görüşünden, geçmiş zamanın ekmek bulamayan uyruklarına pasta yemelerini salık veren kraliçesi kadar uzaktır.
Halkın üstünde hiçbir güç olmayacaktır.
Demirel, ayçiçeği için taban değil tavan fiyat konmuş bulunduğunu itiraf etti. Gerekçe olarak da: Biz bu taban fiyatı koymasaydık, ayçiçeği daha yüksek fiyata satılacak, o zaman da Vita yağı pahalılaşacaktı dedi Demek ki 5 milyon sermaye ile yurda gelip sekiz yılda 117 milyon lira kâr eden bir firmanın daha da çok kazanması veya bu kazancını devam ettirebilmesi için ap Hükümeti, Türk köylüsünün ürün fiyatlarını suni tedbirlerle düşürecek kadar ileri gitmektedir.
Tütün işçisine, pamuk işçisine, hele devlet 10 lira asgari ücret tespit ettiği halde, 3-5 liradan fazlasını alamayan zeytin işçisine, zeytin ekmekten başka, soğan ekmekten başka şeyler de yiyebilmek, on binlerce dönüm toprak sahibi bir Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı’nın yiyebildiği yemekleri yiyebilmek imkânını, gücünü verdiğiniz gün, onun ekmek tüketimi kendiliğinden azalır.
Ap iktidarının ekmeklik buğday fiyatına kiloda 10 kuruş zam yaptığı ileri sürüldü. Oysa buğdaya son zam 1965 Haziranı’nda, Ürgüplü Hükümeti zamanında, Adalet Partisi’nin hiçbir vakit kendi hükümeti saymadığı Ürgüplü Hükümeti zamanında yapılmıştır. O zaman da 10 kuruşluk değil 5 kuruşluk zam yapılmıştı.
chp iktidarı ise 1962 Haziranı’nda ekmeklik buğday fiyatına 19 kuruşluk bir zam yapmıştı
İktidar sözcüleri meclis kürsüsünde bazı yanlış bilgiler verdiler. Üzüm 180 kuruştu, 280’e çıktı , dediler Ne zaman 180 idi, ne zaman 280’e çıktı, bunu söylemediler.
“Komünizme kapılmayasınız Çünkü komünizm gelirse, bütün toprakları devlet alır, kimse kendi toprağının sahibi olamaz. Hepiniz, devletin istihsal aracı olarak yarı köle durumunda çalışırsınız.” Komünizmle Mücadele Derneği üyesi böyle dese, köylülerin içinden ona şöyle cevap vermek geçmez mi: “Devlet bizim neyimizi alsın?.. Ekip biçtiğimiz toprak zaten bizim değil Köyümüz, hatta köydeki evimiz bile bizim değil Şimdi biz, devletin değil, bir adamın istihsal araçları durumundayız, ona köle gibi hizmet etmek zorundayız
İhtilal ille ordu ile yapılmaz.Ellerine kudret geçenlerin o kudreti meşru kılan Anayasa düzenine karşı bu şekilde harekete geçmeleri de bir çeşit ihtilal teşebbüsüdür.Anayasa emri olan halk yararına bir toplum düzenini maddi ve manevi baskılarla,zorbalıklarls,hukuk dışı davranışlarla önlemeye kalkışmak da bir anlamda bir ihtilal teşebbüsüdür.
Ege’de, devlet tekelinin eliyle kaderi doksan bir aracıya teslim edilen tütün yetiştirici köylü; Doğu’da, çaresizliğinden yararlanılarak emeği üçte bir fiyata kırılan ırgat; Orta Anadolu’da buğday parasını daha almadan yarısını tefeciye kaptıran küçük çiftçi Bunlar ve daha bunlar gibi milyonlarca insan, bu düzenin birkaç kişiye istismar ettirdiği istihsal vasıtalarıdır.
Ne zaman köylünün, işçinin haklarından bahsetsek, karşımıza birtakım sözde maneviyatçılar çıkar. Oysa maddeye en büyük değeri verenler onlardır.
Adatıldıklarını öğrendikçe ve haklarının bilincine vardıkça, ekonomik tutsaklığın zincirlerini de kırmasını öğrenen halkımız, onları ve onlar gibileri bir gün, hem de yakında bir gün, iktidardan indirmesini bilecektir.
Anayasanın “hiçbir kişiye, aileye, zümreye imtiyaz tanınamaz” demesine rağmen, birtakım nüfuzlu kişilere ve zümrelere kanunsuz imtiyazlar tanımak istedikleri, bir kaymakam tarafından böylesine yüzlerine vurulan siyaset ve idare adamları, gerçek bir demokraside bir gün bile yerlerinde duramazlar.
C.H.P, devrimci partidir.Kendi kendini yenilemesini bilen partidir.Geçmişi hiç bir vakit inkar etmeyen,kendi geçmişinin vebalini de sevabını da taşımayı şeref bilen,ama gerektiğinde,yeni hamleler yapabilmek için reddi miras edebilen partidir.
Ekonomik bakımdan özgür olmayan kişi, siyasal bakımdan da özgür değildir.
Topraksız kalan veya yeterli toprağı kalmayan köylülerden pek çoğu, hepsine iş alanı açmaya yetecek hızda bir sınaileşme olmadığı halde, kentlere göç etmeye mecbur kalmaktadırlar.
Türkiye’nin doğusuna bazı yabancı devletlerin kendi çıkarları açısından gösterdikleri ilgiyi Türk Devleti gösterse birkaç yıl içinde,Türkiye’nin Doğu sorunu diye bir şey kalmaz.
Doğu,otlak olarak kullanılsa,Türkiye’nin et ihtiyacını karşılayabilecek,geniş ölçüde hayvan ihracını ve döviz kazancını gerçekleştirebilecek bu bölge halkı,ekmeksizlikten dolayı,otlaklardan,çayırlardan büyük bir kısmını buğday tarımına ayırmak zorunda kalmıştır.
Türklüğe asıl ihanet edenler o bölgenin temiz halkı arasında o bölgenin,bu yurdu savunmak için her zaman canlarını ortaya koymuş aziz halkı arasında aranmamalıdır.
Türklüğe ihanet edenler,Türklüğü bir kafatası hesabı haline getiren,o yolda yayınlarıyla,o bölge halkını yüreğinden yaralayan,birkaç kafadan sakat insandır.
Topraksız köylünün işlediği toprak verimli olamamaktadır Çünkü işlediği toprak kendisinin değildir Çocuğuna, torunlarına kalmayacaktır. Onun için o toprağa gereği gibi bakmamaktadır, yatırım yapmamaktadır, istese de yatırım yapacak gücü bulamamaktadır.
“Bu düzen değişsin” derken, teşebbüs özgürlüğünün kaldırılmasını istemiyoruz. Ama teşebbüs özgürlüğü, devleti soyma ve halkı sömürme özgürlüğü olmaktan çıkıp memlekete ve halka yararlı hale gelsin
Türkiye’nin neresine giderseniz, buna benzer sömürü örneklerine rastlarsınız. Anadolu’yu, sadece nutuk çekmek için halkı aldatmak için halkı aldatıp oylarını alabilmek için dolaşan politikacılar, elbette bu gerçekleri öğrenemezler.
Doğu Anadolu’da sömürü düzeni büsbütün korkunç bir hal alır. Hayvancılığı geliştirmek için Et ve Balık Kurumu’nun dağıttığı avanslardan, ancak varlıklı kimseler yararlanabilmektedir. Köylülerin çoğu, ne Et ve Balık Kurumu’ndan avans ne de Ziraat Bankası’ndan kredi alabilirler.
Üç yanı denizle çevrili, denizleri, gölleri, nehirleri dünyanın en güzel balıklarıyla dolu ülkemizde, bugünkü düzende, balıklar sularımızda serbestçe dolaşır, balıkçılar kahvelerde boş oturur, dar gelirli halk ateş pahasına olduğu için balık yiyemez, beslenemez Ama birkaç aracı, tefeci, depocu, kurdukları fiili tekeller sayesinde havadan milyonlar kazanırlar.
Köylü, paraya muhtaç olduğu zaman, tefeciye, aracıya veya büyük mandıracıya başvurmak zorunda kalmasın İhtiyacını kooperatifinden karşılayabilsin
Hayvan yetiştiren köylüler, devletin yardımıyla, yol göstericiliğiyle kooperatifleşsin; devlet, bu kooperatiflere kontrollü kredi versin… kredi verirken, karşılık olarak taşınmaz mal aramasın, toprak tapusu aramasın köylünün emeğini ve hayvanlarını yeterli karşılık saysın
Ucuza ham madde alıp pahalıya mamul madde sattıkları bugünkü soygun düzeni ile Türkiye’de elde ettikleri karın tadını, dış pazarlarda bulamayacaklardır.
Birçok tarımsal ürünlerin değeri son yıllarda yükselmemiştir, hatta bazılarınınki düşmüştür. Buna karşılık, bütün tarımsal ürünlerin maliyetleri büyük ölçüde yükselmiştir. Yani köylü, gitgide yoksullaşmaktadır.
Oysa Adalet Partisi iktidarının, geniş halk toplulukları için, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi ni değil, asgari yaşayış seviyesi ni amaç edindiği, Sayın Başbakan tarafından plân görüşmeleri sırasında, senatoda belirtilmiştir. Kaldı ki uygulama da bu yöndedir, hatta asgari yaşayış seviyesini sağlamak için bile asgari ölçüde çaba gösterilmemektedir
Türk halkının büyük talihsizliği Devletin başında bu kadar sorumsuz ve kararsız bir idarenin yer alışıdır.
Hükümet bu açığı ya yeni vergiler ve zamlar getirerek kapatmaya uğraşacaktır, ya da yıl içinde geniş ölçüde ödenek iptal etme ve yatırım harcamalarını kısma yoluna gidecektir Üçüncü bir yol ise açık finansmana gitmek ve Merkez Bankası kaynaklarına el atmaktır.
Düzen değişiklikleri yapılmadıkça, emek karşılığı olmayan, ekonomik gelişmemize hiçbir katkıda bulunmayan hak edilmemiş servet yoğunlaşmaları devam edecek ve alın terinin sömürülmesi sürüp gidecektir.
Türkiye kadar sosyal adaletsizlik ve dengesizlikler içinde bulunan bir ülkede, bir iktidarın, sosyal adalet getiriyorum diye, tasarruf bonosuyla ve en az geçim indirimiyle ilgili iki küçük tedbiri göstermesi, halkımız bakımından çok acıklı, iktidar bakımından da pek gülünç bir davranıştır
Birkaç ay önce bir Doğu kasabasında,bir kahve toplantısında,bir Doğulu genç kalktı:
-Bizim davamız Kürtçülük,Türkçülük davası değil.Bizim davamız sefalet davasıdır dedi.
Bu sözü,o kahvedeki acılı halk,gözleri yaşararak alkışladı..
Bu sözde sosyal adalet tedbirleri, Türkiye’nin asıl yoksul kitlesi olan köylülerin gelir durumunu hiç etkilememektedir.
Milli gelirden yarının altında pay alan, düşük gelirli yüzde 80 nüfus ise Türkiye’nin en çok çalışan, en çok yorulan, milli gelir artışına en çok katkıda bulunan insanlarından, köylü ve işçisinden, esnafından, memur, subay ve öğretmeninden meydana gelmektedir.
Oysa Türkiye’nin doğal kaynakları da Türk halkının üstün nitelikleri de ekonomik alanda, bugünkü iktidarın tutumuyla sağlanabilecek olandan çok daha iyi sonuçlar alınmasını mümkün kılabilir. Yeter ki Türk halkı gerçekten başarılı bir yönetime kavuşabilsin ve gereken düzen değişiklikleri yapılabilsin.
Hayat pahalılığının bir yılda yüzde 14 oranında arttığı bir şehirde yaşayan dar gelirli vatandaşlar, acaba Sayın Başbakan’ın vaktiyle söylediği, Pahalılık sıhhat alametidir sözünü hatırlayıp avunabilecekler midir?
Tarımda ve sanayide üretim artış hızının azaldığı, ayrıca dış ticaret hacminin, yapı faaliyetlerinin ve toplam yatırımların mutlak seviye olarak gerilediği bir yılda yapı, ticaret, ulaştırma ve başka hizmetler kesimlerinde yüksek gelişme hızları beklemek de bilimsel verilerle bağdaşamaz.
Ekonomik gelişmeleri, resmi belgelerde ve Başbakan’la bazı bakanların demeçlerinde, gerçekçi sayılamayacak bir şekilde değerlendirilmektedir. Asıl tehlikeli olan, bu aşırı iyimser değerlendirmeye, yalnız halkı inandırmaya çalışmaları değil, kendilerinin de inanmalarıdır.
Devlet mekanizması eskisinden çok daha pahalı çalışmaya başlamış; cari harcamalar büyük ölçüde yükseltilmiş; devlet parası sorumsuzca harcanmaya; törenler için milyonlar sarf edilmeye; devlete pahalıya mal olan yolsuzluklara göz yumulmaya; partizanlık yüzünden, özellikle devlet işletmelerinin kaynakları büyük ölçüde israf edilmeye başlamıştır.
Sosyal ve ekonomik yapıda köklü değişikliklere, bunlarla bağlantılı olarak bazı kurumsal değişiklik ve iyileştirmelere kesin ihtiyaç olduğu belirtilmekte, fakat bunların nasıl gerçekleştirileceği gösterilmemektedir. Bunları gerçekleştirmenin temel koşulu olan düzen değişiklikleri ise Adalet Partisi tarafından, kesin olarak reddedilmektedir.
Doğu’da bir Kürtçülük akımı olduğu yolundaki iddia ve kaygılara da kısaca değinmek isterim.Doğu’da şüphesiz,münferit bazı Kürtçüler vardır,olabilir.Ama halk arasında tutunmuş bir Kürtçülük hareketi yoktur.
Bu bölge halkı,Türkiye’den kopmanın değil,daha çok Türkiye’den olmanın özlemi içindedir.Kürtçe konuşmanın değil,Türkçe öğrenebilmenin isteklisidir.
Toprak dağılımındaki ve tarımsal gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik ve bunların tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkileri; plânda da plânın dayandığı resmi raporlarda da açıkça belirtilmekte; fakat bu dengesizliği ve adaletsizliği düzeltici tedbirler reddedilmektedir.
Bir düzen değişikliğinin gerekliliğini savunanları da en ağır ve haksız biçimde suçlamaktadır.
Türk Ulusu, demokrasiden başka bir rejime katlanamayacak kadar kendine saygılı ve özgür yaradılışlıdır.
Türkiye’yi kardeş kavgasına sürükleyen bu çevreler, kendi kasıtlı ve beceriksiz yönetimleri yüzünden demokrasiye ara verilmesini fırsat bilerek, demokrasiyi yozlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Partilere halkı ikna etme imkânı sağlayan demokrasi, zedelenmeden, yozlaştırılmadan, meclis içinde ve dışında sopalı ve tabancalı saldırılarla soysuzlaştırılmadan devam etsin
Yüzde 50’yi bulan fiyat artışları, memurlardan çoğunu birkaç yıl önceki geçim düzeylerini özler duruma düşürmüştür.
Beş yıl önce yazılmış bu kitapta, eğitim düzenindeki adaletsizlikten yakınılıyordu. Beş yıl sonra şu önsöz yazıldığı sırada TBMM’den geçmek üzere bulunan bir reform tasarısı ise yüksek öğrenimi paralı yaparak adaletsizliği büsbütün arttırmaktadır.
Üstelik,kıdem tazminatı,işçi tasfiyesini güçleştirici bir müessesedir.Kıdem tazminatı kalkarsa,işverenler,hiç bir yük altına girmeksizin,kokaylıkla işçi tasfiye edebilirler.Böylelikle,sendikaya giren veya grev yapmağa hazırlanan işçileri her an işten çıkarabilir veya işten çıkarmakla tehdit edebilirler.Bu da toplu sözleşme ve grev hakkını fiilen işlemez hale getirebilir.
Şimdi yıl, 1973 Üstünden beş yıl geçtikten sonra böyle bir kitabın güncelliğini yitirmiş olması gerekir diye düşündüm. Fakat kitabı bir kez daha gözden geçirdiğimde hiç de öyle olmadığını üzülerek gördüm.
1973 yılında, chp’nin seçim kampanyası sırasında Türk siyasi sahnesinde Karaoğlan olarak anılmaya başlanan Ecevit, ak güvercin, mavi gömlek ve eniştesi İsmail Hakkı Okday’ın hediyesi olan Erika marka daktilosu ile adeta simgeleşmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir