Ahmet Murat kitaplarından Belki de Üzülmeliyiz kitap alıntıları sizlerle…
Belki de Üzülmeliyiz Kitap Alıntıları
Telefon rehberlerimizi bir daha kontrol edelim: Arayıp bir fetvayı danışabildiğimiz, bir hayır duasına müracaat edebildiğimiz, çocuğumuzun kulağına ezan okuması için davet edebildiğimiz, dükkanımıza uğrayan, bayramda uğradığımız, bize kitap tavsiye eden kaç hoca var?
Ahmet Hâşim’in suya düşkün olduğunuysa Mina Urgan’ın hatıralarından öğrenmiştik. Hâşim, evinde muhtelif İstanbul sularını içlerinde sakladığı şişeler bulundurur, hangi şişedeki suyun hangi kaynağa ait olduğunu bilmelerini isteyerek konuklarını sınarmış. Mina Urgan kendisinin her
defasında bilemediğini, Hâşim’in bir su gurmesi olarak bu
suların tatlarını mükemmelen ayırdığını yazar.
defasında bilemediğini, Hâşim’in bir su gurmesi olarak bu
suların tatlarını mükemmelen ayırdığını yazar.
Kelimeler, gevrek birer kurabiye gibi ağzında çıtırdayarak kırılıyor: Bunlardan hangisinin kokusu iyidir evladım?
Yazmak, neredeyse görmekle ilgili:Başkalarının görmediklerini görmekle ya da başkalarının eksik gördüklerini bütün görmekle yahut başkalarının iyi göremediklerini açık
seçik görmekle. Ama yine de yazan, gördüğünün, görebildiğinin uurundadr ve buradan doacak ayrical da fark
eder. Bu ayrıcalık hissi onda görünme isteini de dourur.
Gördüklerini göstermek ister elbet ama gördüünün görünmesini de isteyecektir.
seçik görmekle. Ama yine de yazan, gördüğünün, görebildiğinin uurundadr ve buradan doacak ayrical da fark
eder. Bu ayrıcalık hissi onda görünme isteini de dourur.
Gördüklerini göstermek ister elbet ama gördüünün görünmesini de isteyecektir.
Kültür alanında etkin olmanın başlıca yolu, örgütlenmeye yoğunlaşmak değil, örgütlerin organik olarak yetişmesine yol açacak iklimi kurmaktır.
Maneviyat burada belirsiz ve uçucu tabiatımdan kurtulmuş, taş gibi somutun somutu bir maddede birikmiştir.
Kudüs’ü bir kez görmüşseniz, artık eskisi gibi biri değilsinizdir. Binlerce yılın sevk ve idare ettiği bir iman heyecanının başkenti olan Kudüs’ün taş duvarları, daracık sokakları sizi, kendinizi mensup hissettiğiniz ve adeta coğrafyasız, tarihsiz bir din algısından çıkarır.
Çocuğunuzun önüne sizin gönlünüzü bulandırmayan ama onun da kapılabileceği bir çizgi roman koyamıyorsanız mesela , ya da sizi tedirgin eden bir romancılar kadrosunu sevdiğini kaygıyla izliyorsanız söz gelimi , bütün koltukları işgal etseniz ne olur ?
Her yıkım ve çözülme , daha pratik çözümlere ve stratejilere başvurmayı zorunlu kılıyor , kabul. Ama hepimiz birden bu kadar pratik ve stratejist olmak zorunda mıyız ?
Nitekim , geleneksel dünyada her şey her şeye , her şey bir şeye bağlıdır.
Aslında birbirimizin gözleri önünde fanileşen , parça parça ölen , gün gün yitip giden , faniliğe doğru olan hayat eğrisinin bir temsilini oynayan insanlarız.
Seçilmemiş olduğumuza , aşk seçkinlerinden olmadığımıza seviniyoruz.
Ama belki de üzülmeliyiz.
Bir başkasının iç dünyasına dair belirsiz ifşalar , onları kendi iç dünyalarına dair belirli kavrayışlara sevk eder. Karşıdakini dinlemenin ödülü , kendini anlamaktır.
Sözün özü : İyiliğe nezaketin , bilgiye üslubun , imana muhabbetin , dindarlığa görgünün eşlik etmesi beklenir. Bütün bunlar edep dediğimiz harç cümlesindendir.
Acaba bir zamanlar şu fani dünyada neyi baki kılmak istiyorduk ve acaba şimdi dünyayı baki saymakla neleri fani mertebesinde telakki ediyoruz ?
Eğitim sistemimiz , zaten dikkati bin türlü uyarıcıyla laçkalaşmış çocuklarımıza , mevzuları üzerinde düşünebilme yetisini nasıl kazandırabilir ? Bence eğitim sistemimizin temel sorunlarından biri budur.
Sözün özü: iyiliğe nezaketin,bilgiye üslubun,imana muhabbetin, dindarlığa görgünün eşlik etmesi beklenir. Bütün bunlar, edep dediğimiz harç cümlesindendir.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Görünmenin laneti bizi, kendimizi hep kalabalıkta tasavvur etmeye zorluyor. İç dünyamızdaki hafiflik,bizim var olduğumuza kendimizi bile iknaya yetmiyor. Bu hafiflik sebebiyle,bir yer kapladığımızdan emin olamıyoruz. Ancak başkalarına tutununca, başka gözlerce görülünce var olduğumuza ikna oluyor gibiyiz.
Sözün özü: İyiliğe nezaketin, bilgiye üslubun, imana muhabbetin, dindarlığa görgünün eşlik etmesi beklenir. Bütün bunlar, edep dediğimiz harç cümlesindendir.
Aşk Canavarı’nın alevinin aramızdan seçip götürdüğü kurbanı ağırbaşlılıkla uğurlayıp, bu ateşin bize değmemiş olmasına neredeyse içten içe seviniyoruz. Seçilmemiş olduğumuza, aşk seçkinlerinden olmadığımza seviniyoruz.
Ama belki de üzülmeliyiz.
Ama belki de üzülmeliyiz.
İyiliğe nezaketin, bilgiye üslubun, imana muhabbetin, dindarlığa görgünün eşlik etmesi beklenir. Bütün bunlar edep dediğimiz harç cümlesindendir.
Küsmemiş, çok hem de ölümüne özlemişti..
Mescid-i Aksa, Kudüs’ün yüzük taşıdır. Kudüs bir tepenin üstünde yaratılırken, bir mücevher gibi yontula yontuyla zirvesindeki Mescid-i Aksa’da son bulmuştur. Mescid-i Aksa, Kudüs’ün yaptığı doğum gibidir, minaredeki ezan gibidir, al bayraktaki hilal gibidir. Ona halel gelirse Kudüs herhangi bir Orta Doğu şehrine döner. Tıpkı minarenin bir kuleye, al bayrağın bir düşmana dönmesi gibi.
Sezai Karakoç’un, iyi bir şiir için koyduğu bir ölçüt, şiirin okurunun o şiiri okuduktan sonra artık eskisi gibi biri olmadığıdır. İyi bir şiir, okurunu değiştirir. Onda bir idrak genleşmesine, dile, bilince ve hayata dair bir zenginleşmeye yol açar.
Telefon rehberlerimizi bir daha kontrol edelim: Arayıp bir fetvayı danışabildiğimiz, bir hayır duasına müracaat edebildiğimiz, çocuğumuzun kulağına ezan okuması için davet edebildiğimiz, dükkanımıza uğrayan, bayramda uğradığımız, bize kitap tavsiye eden kaç hoca var?
Şimdi bakınca babalarımız bizlerden daha babaymışlar gibi geliyor bana. Daha ağırbaşlı, daha dayanıklı, daha metanetli Biz de sanırım ve korkarım oğullarımızdan daha baba olacağız.
Hürmetten kazançlı çıkanın hürmet gösterilen taraf olduğunu sanıyorsak çok yanılıyoruz. Asıl kazançlı olan, hürmet göstererek, kendisindeki insan olma anlamını bir billurlaştıran, insan olmanın niteliğine dair bir aydınlanmanın peşinde olan taraftır.
Kudüs’ün yüzük taşı Mescid-i Aksa’dır. Mescid-i Aksa’nın yüzük taşıysa saftaki o mümindir.
Edebiyat bize sadece başkalarının duygularını geçirmez, nasıl duygulanacağımızı da öğretir. Dahası, duygularımızı tanımamıza, onlarla kendimizi nasıl inşa edeceğimize de yardım eder.
O’nun ayetlerini okumak, O’nun adını anmak, konuşmak mıdır hakikaten? O’ndan ödünç alınmış kelimelerle konuşmayı bastırmak değil midir? Ve yine aslında, kendi konuşmanı bastırarak, dipte O’nun konuşmasını dinlemekten başka bir şey midir? Tek konuşanın O olduğu bir dünyada olduğumuzu, susarak anlayabiliriz.
Edebiyatsever sayısalcılarla olur.
acaba bir zamanlar şu fani dünyada neyi baki kılmak istiyorduk ve acaba şimdi dünyayı baki saymakla neleri fani mertebesinde telakki ediyoruz?
Karşıdakini dinlenmenin ödülü, kendini anlamaktır.
Acaba bir zamanlar şu fâni dünyada neyi baki kılmak istiyorduk ve acaba şimdi dünyayı baki saymakla neleri fâni mertebesinde telakki ediyoruz?
. muhabbetim çok iyiymiş. Oysa hep o konuşmuştu.
Görünmediğimizde yok olduğumuzu, unutulduğumuzu, bir yer kaplamaz olduğumuzu sanıyoruz. Yeterince iyi, yeterince derin, yeterince hakikatli göremediğimizden olsa gerek, gördüklerimiz bizi yeterince meşgul etmiyor. Biz, görünmenin telaşındayız. Kalabalık bir sınıfta yapılan yoklamada, yok sayılma korkusuyla oturamayan, eli aşağı inmeyen, endişeyle dolu çocuklar gibiyiz.
Acının erişilmez kıyılarına vurduk. Susarak, olup biteni yutkunacağız birlikte.
Fânilik insana ve dünyaya apaçık bir mühür gibi vurulu. Bu mührü okunaklı bulup bulmamak, yazılı olanı söküp sökememek bizim meselemiz.
Acının erişilmez kıyılarına vurduk. Susarak, olup biteni yutkunacağız birlikte..
Su zihniyettir.
hibrit, biçimsiz bir merasimin içinde ilerliyorduk.
oraya rahmeti, kalp yumuşamasını ve sevecenliği getirirler.
Aşk malulü.
Her şehirde ondan bir tane vardır, İstasyon Caddesi’nden.
Şu dünyada insan olmaktan başka bir vazifemiz yok. İnsan olabildikçe, insan olmanın ne olduğuna dairde güçlü bir şuur kazanacağız.
Yani âşık, maşukuyla buluşarak iki olmayı dilerken, meğer aşk onu ortadan kaldırmayı tasarlamaktaymış. Aşk ikililiğe izin vermiyormuş.
Fânilik insana ve dünyaya apaçık bir mühür gibi vurulu. Bu mührü okunaklı bulup bulmamak, yazılı olanı söküp sökmemek bizim meselemiz.
Hatta o şehri hiç görmemiş olan kör hafızlardan.
Bir şehrin suyundan içince, o şehri sevmeye başlayacağınızı..
pilli bir radyodan cızırtıyla yere dökülen..
İki katlı küstürülmüş bir ev öylece dururdu.
Sözün özü: İyiliğe nezaketin, bilgiye üslubun, imana muhabbetin, dindarlığa görgünün eşlik etmesi beklenir. Bütün bunlar, edep dediğimiz harç cümlesindendir.
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eder
Benim can vermeye dermanım mı var
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eder
Benim can vermeye dermanım mı var
Anlıyorum, bulamamış. Dili varmıyor demeye anlatmaya ama, anlıyorum olup biteni. Yok ya, ne anlayacağım, anlıyormuş gibi yapıyorum. Ezan okunuyor. Birden toparlanıp yekiniyor. Bir an kapıda duralıyor, sanki mırıldanıyor:
Karac’oğlan der ki, ismim öğerler
Ağu oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var
Sigaraya mı başlasam?
Bence yazmanın asıl sonucu, düşünmeyi sürdürebilmeyi, bir düşünceyi sonuna kadar takip edebilmeyi öğrenmektir. Ya da başka bir ifadeyle söylersek, yazarak düşünmek, düşünerek düşünmekten daha kolaydır.
Sözün özü: İyiliğe nezaketin, bilgiye üslubun, imana muhabbetin, dindarlığa görgünün eşlik etmesi beklenir. Bütün bunlar, “edep” dediğimiz harç cümlesindendir.
Susarak, olup biteni yutkunacağız birlikte.
Sevmiş, çok ağır sevmiş
Allah Allah, bu nasıl adam?
Dünyaya son kez bakan bir gözden sakınmak gerekir. Çünkü o bakış yakıcıdır, çünkü insan bakıştır ve bakış olmayı terk etmek istemez.
Tek konuşanın o olduğu bir dünyada olduğumuzu, susarak anlayabiliriz.
muhabbetim çok iyiymiş. Oysa hep o konuşmuştu.
Kelimeler, gevrek birer kurabiye gibi ağzında çıtırdayarak kırılıyor
Biz, görünmenin telaşındayız.
Alternatif eğitim in diyorum, eğitimcilikte patikalara sapmanın diyorum, eğitimde romantizmin diyorum, vakti geldi de geçiyor.
Mescid-i Aksa için somut bir şey yapmak istiyorsak, oradaki insana dokunan, o insanın işine yarayan bir şey yapmalıyız. Bir adım daha ileri gidelim: Mescid-i Aksa’nın cemaati olan o insanlar, Mescid-i Aksa’dan daha mübarektirler. İnsanı yaşatırsak Mescid-i Aksa yaşayacaktır.
Mescid-i Aksa’da cuma namazının kılınamayacak olması, bizim için cuma namazının kılınamayacak olmasıdır. Kutsal mabedimizin işgal edildiği hakikatiyle karşılaşmak demektir. Tabii ki bu ağır, zor bir haldir. Ama Filistinli ve Kudüslü içinse bu durum, evinin içine girilmesi anlamına gelir. Bu sebeple bir Kudüslünün şu anda neler hissettiğini sadece kestirebiliyorum ama asla onun duyarlığı seviyesinde bir duyarlığa ulaşamıyorum kanaatindeyim.
Kudüs’ü bir kez görmüşseniz, artık eskisi gibi biri değilsinizdir. Binlerce yılın sevk ve idare ettiği bir iman heyecanının başkenti olan Kudüs’ün taş duvarları, daracık sokakları sizi, kendinizi mensup hissettiğiniz ve âdeta coğrafyasız, tarihsiz bir din algısından çıkartır.
Sezai Karakoç’un, iyi bir şiir için koyduğu bir ölçüt, şiirin okurunun o şiiri okuduktan sonra artık eskisi gibi biri olmadığıdır. İyi bir şiir, okurunu değiştirir. Onda bir idrak genleşmesine, dile, bilince ve hayata dair bir zenginleşmeye yol açar.
Filistinli insanın dünyasına bu keskinlikte ve sıcaklıkta sızabileceğimiz edebî menfezlere sahip miyiz? Kudüs’ün romanını, öyküsünü, şiirini okuyabilecek miyiz? Bu edebiyatsızlıktan oluşan mesafedeki Kudüs tasavvurumuzun içe işleme ve kana karışma ihtimali, dahası kalıcı olma imkânı var mıdır? Yoksa, Yahudi soykırımının abideleşmesinin filmler, romanlar, öyküler dışında bir yolla mı olduğunu düşünüyoruz?
Bir adım daha ileri gidelim: Mescid-i Aksa’nın cemaati olan o insanlar, Mescid-i Aksa’dan daha mübarektirler. İnsanı yaşatırsak Mescid-i Aksa yaşayacaktır.
.
.
Kudüs’ün yüzük taşı Mescid-i Aksa’dır. Mescid-i Aksa’nın yüzük taşıysa saftaki o mümindir.
.
.
Kudüs’ün yüzük taşı Mescid-i Aksa’dır. Mescid-i Aksa’nın yüzük taşıysa saftaki o mümindir.
Memleketin İslamsızlaştırılmasından endişe duyanların safındaysanız, hocaların, ilahiyatların, medreselerin, müftülerin, âlimlerin tamamının birden itibarsızlaştırılmasına göz yumamazsınız.