İçeriğe geç

Ölü Bir Evden Hatıralar Kitap Alıntıları – Fyodor Dostoyevski

Fyodor Dostoyevski kitaplarından Ölü Bir Evden Hatıralar kitap alıntıları sizlerle…

Ölü Bir Evden Hatıralar Kitap Alıntıları

Manevi yoksunluklar, bütün maddi azaplardan çok daha ağırdır.
İnsna her şeye alışan bir varlık ve bence, onun için en iyi tanım bu.
Hep aynı, hep birbirine benzer günler
Bahar beni de etkiliyordu. Bazı günler avludaki şarampol kazıkları arasından dışarıya nasıl bir özlemle baktığımı hiç unutmam.
Demek iyi olmaları, insanı içtenlikle sevmelerinden ileri geliyordu.
Nə sağ ikən adamıq, nə də öləndən sonra rəhmətlik.
Bəli, insanı dərk etmək, hətta uzun illərin tanışlığından sonra belə, çox çətin olur!
İnsanın ait olmadığı bir çevrede yaşamasından feci bir şey yoktur.
İnsan her şeye alışan bir yaratıktır ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.
Ama şimdi dünyada her şey karanlık, her şey boş.
“Yüzlerce arkadaş arasında bulunduğum halde,kendimi ne kadar derin bir yalnızlık içinde hissettiğimi hatırlıyorum.”
Haydi uğurlar olsun !dediler. Tanrı’ya emanet olun!Evet Tanrı’ya emanetiz artık! Hürriyet, yeni hayat,yeniden doğuş… Ah ne tatlı bir an bu !
Zulüm bir alışkanlıktır.
Nedir buradaki hayatımız kardeşler? Ne yapıyoruz burada? Yaşıyoruz desek değil, öldük desek o da değil… Of, off!
Yüzlerce arkadaş arasında bulunduğum halde, kendimi ne kadar derin bir yalnızlık içinde hissettiğimi hatırlıyorum.
Ama şimdi dünyada her şey karanlık, her şey boş.
Mesela, on yıllık sürgün hayatımda bir kerecik olsun yalnız kalamamanın ne korkunç, ne azaplı bir şey oluğunu anlayamazdım.
İnsan her şeye alışabilir.
Yalnızlık, kötümserlik içinde, kimseye güvenmeden, kimseyle bağdaşmadan ölümü bekliyordu.
Ama alışmak ne de olsa pek zor, pek azaplıdır.
Bende bir insanım, Tanrı’nın karşısında herkes birdir.
Kapatılan, özgürlüğünü kaybeden kişinin umudu gerçekten yaşayan bir insanınkinden kesinlikle farklı türdendir.
İnsan her şeye alışan bir yaratıktır ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.
Ama şimdi dünyada her şey karanlık, her şey boş.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Çağımızda hemen hemen her kişide bir işkenceci tohumu vardır.
İnsancıllık, şefkat, hastaya karşı merhamet göstermek, hasta için çoğu zaman ilaçtan daha gereklidir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sanki yasaklanmış bir sınırı aştıktan sonra, her türlü kutsallığı ayak altına almaktan hoşlanmaya başlamıştır.
Onunla karşılaşmamız, hayatımın en iyi rastlantılarından biridir.
Önümde bunun gibi daha kaç gün var, kim bilir? diye düşündüm. Hep aynı, hep birbirine benzeyen günler!
hiçbir zaman alışamayacağımı sandığım bir çok şeyi benimsemiştim.
“Demek iyi olmaları,insanları içtenlikle sevmelerinden ileri geliyordu.”
Daha böyle kaç gün var önümde? Diye geçirdim içimden. Hepsi birbirine benzeyen böyle kaç gün?
Bir şeyi deyim: mənəvi məhrumiyyət bütün fiziki əzabların hamısından daha ağırdır.
İçimde yaramı boyuna kurcalayıp verdiği acıdan zevk alma ihtiyacı vardı ki, felaketimin büyüklüğünün bilincine varmak cidden zevk veriyordu.
“İşsiz güçsüz, kanunsuz, kendine ait bir şeyi olmadan insan yaşayamaz, alçalır, hayvanlaşmış olur.”
İnsan her şeye alışan bir yaratıktır ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.
Demek iyi olmaları, insanı içtenlikle sevmelerinden ileri geliyordu.
Ruhumda ta o zamanlarda bile bir yeraltı vardı
Belki yanılıyorum, ama herhangi bir kimse hakkında, yalnızca gülüşüne bakarak hüküm vermek kabildir bence; onun için hiç tanımadığımız birinin gülüşü daha ilk karşılaşmanızda hoşunuza giderse, karşınızdakinin iyi bir adam olduğundan tereddüt etmeyiniz.
Okuduklarimdan hayatın ne kadar gerisinde kaldığımı tahmin etmeye çalışıyordum.
“Zindan hayatı, kürek çalışmaları caniyi yoka getirmezler; sadece cezalandırırlar ve toplumu daha sonra işleyebilecekleri cana kıymalara karşı garanti altına alırlar. Zindan hayatı ve yapılması en gün işler canide ancak kini, ancak yasaklanmış zevkleri, ancak korkunç bir umursamazlığı geliştirirler. Öte yandan ünlü hücre sistemiyle ancak aldatıcı ve yanlış bir sonuç elde edebilir, ben bundan eminim. Bu sistem kişinin en canlı tarafını emer, ruhunda gergin bir hava meydana getirir, onu zayıflatır, korkutur sonra da bu içinden kurumuş ve yarı deli bir hale gelmiş mumyayı size yola gelen, pişmanlık duyan bir örnek gibi tanıtır.”
“Mahkûm bir noktaya kadar alçakgönüllü ve uysaldır ama bu nokta aşılmamalıdır. Bu ani kızgınlık ve dik kafalılık sergileyen çıkışlar kadar garip bir şey yoktur. Bakarsınız, yıllarca hiç ses çıkarmadan en ağır cezalara dayanan biri birdenbire sudan bir sebepten, bir hiç için parlatıverir. Hatta bir bakımdan böylesine aklını kaçırmış bile denebilir. Gerçekten herkes ona bu gözle bakar.”
Bence manevi yoksunluklar, bütün maddi azaplardan çok daha ağırdır.
“Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, bu insanların kelimenin tam anlamında eğitimleri vardı zaten. En az yarıdan fazlası okuma hazma biliyorlardı. Rusya’nın hangi yöresinde, hangi halk topluluğunda yarısının okuma yazma bildiği iki yüz elli kişiye rastlanır ki? Duyduğuma göre biri buna benzer verilerden öğrenimin halkın felaketine sebep olduğuna dair bir sonuç çıkarmış. Bana kalırsa bu yanlış bir çıkarsama. Bu ahlaksal çöküşün sebeplerini başka yerde aramalılar bence. Aslına bakılacak olursa öğrenim halkta kendini beğenmiştik duygusu meydana getirir; ama bence bu önemli bir kusur değildir.”
“Kimi gelir, kimi gider, kimi de ölürdü.”
“Evet, insan çok dayanıklı bir varlıktır. Her şeye çabucak alışan bir varlık, insanı anlatabilecek en uygun söz işte budur bence.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir