İçeriğe geç

Siyeri Farklı Okumak Kitap Alıntıları – Mehmet Azimli

Mehmet Azimli kitaplarından Siyeri Farklı Okumak kitap alıntıları sizlerle…

Siyeri Farklı Okumak Kitap Alıntıları

Biz yüceliğin soy ve sopla değil, insani değerlerle olduğunu bildiren bir dinin mensubuyuz.
Dinlere en büyük düşmanlığı kendi mensupları yapmıştır.
Hiçbir ırkın diğerine üstünlüğü yoktur.
Biz yüceliğin soy ve sopla değil, insani değerlerle olduğunu bildiren bir dinin mensubuyuz.
Dinlere en büyük düşmanlığı kendi mensupları yapmıştır.
İnsanlar hükümdarlarının dinindendirler.
Uhut Savaşı Kadınları
Medine’ye doğru kaçıp gelen sahabeyi karşılayan kadınlardan Ümmü Eymen onların korkakça kaçışlarına kızarak onlardan birine hitaben İşte orada örgü millerim var. Git onları ör Ver kılıcını ben savaşayım. demişti.
Bütün bunlar kudret ve gücünü maddi (bir hatıradan başka bir işe yaramayan) mucizelerden almayan bir insan peygamberin harikuladeleridir.

O, diğer peygamberlerle mucize yarıştırmaları ile değil, dünyaya sunduğu insan merkezli mesajıyla hatırlanmalıdır.

Hayatının özellikle Medine yılları çok detaylı olarak bilinebilen bu örnek insanın tarihsel olmuş ve kılık-kıyafeti gibi örnek almamızı gerektirmeyen yönlerinin yerine, mazluma yardım etmesi, açları doyurması, fakirleri himaye etmesi, af, hoşgörü ve misafirperverliği, yemek adabı, ticaret ahlakı, adaleti, insani yönü ve tavırları, evliliği, toplumsal ilişkileri, zahitçe bir hayat yaşamayı tercih etmemesi, savaş ve barış ilişkileri bizim için daha önemlidir ve onun hayatına komple bakılmasını gerektiren bu aktarımlar, çağdaş anlatımlarda bile maalesef öncelenmemektedir.

Hz. Peygamber’in hayatını anlatan eserler iyi tetkik edilirse genel olarak abartılı anlatımların ve mucize türü olayların en fazla anlatıldığı dönem peygamberlikten önceki hayatıdır.

Daha sonra sırasıyla Mekke dönemi ve en az mucizenin aktarıldığı Medine dönemi gelmektedir.

Bu durum şunu gösteriyor ki:

En fazla gözlemlenen Medine döneminde bu tür anlatımların azalması ve en az gözlemlenen peygamberlik öncesi dönemde zirveye çıkması, bu tür rivayetlerin sonradan boşluk doldurmaya yönelik uydurulduğunu göstermektedir.

“Dinlere en büyük düşmanlığı kendi mensupları yapmıştır.” dersek herhalde yanlış söylemiş olmayız.

Bütün dinler için geçerli olan bu kaideye İslam dini mensupları da dahildir.

Ehli-i Kitap kendilerine gelen hak dini nasıl tahrif ettiyse, son dinin mensubu olan Müslümanlar da kendilerine gelen dinin kitabını tahrif etmeseler de kitabın örnek uygulayıcısı olan Hz. Peygamber’in hayatını örneklik zemininden, örnek alınamayacak bir noktaya taşıyarak bu tahrifi bir ölçüde gerçekleştirmişlerdir.

bu dönemde, onun bir müşrik olması da onun için bir kusur değildir. Çünkü Kur’an bize Hz. İbrahim’in bir dönem aya, güneşe taptığını, sonra gerçeği bulduğunu anlatmaktadır.
Bütün bunların ötesinde biz bu örnekleri Hz. Peygamber’in bir açığını arama duygusu içinde aktarmıyoruz. Biz onun doğru tanıtılması çabası içindeyiz. Tarihi kaynaklar içinde olduğu halde, bize sadece belli yönleri anlatılan, belli yönleri saklanan bir şahsın gerçekliğini tanıtma çabasındayız.
Onun putlara karşı anlatıldığı şekilde düşmanca bir tavrı olmadığını bu dönemde putlar adına kurban kesmesinden, kendi ifadesiyle Uzza adlı puta boz bir koyun kurban edip sunmasından ve oğluna verdiği Abduluzza isminden anlıyoruz. Onun ikinci erkek çocuğu olan Abdullah’ın asıl adının Abdumenaf veya Abduluzza olduğu, daha sonra bunun Abdullah’a dönüştürüldüğü ifade edilir.
Nitekim o, vahyin gelişine yakın dönemde bile, Cahiliyye döneminde kimi Kureyşlilerin yaptığı gibi inziva hayatı yaşıyor ve sonunda Kabe’de tavafını yapıp evine gidiyordu. Aslında o, kaynakların da belirttiği gibi kavminin dini üzere yaşayan birisiydi.
Yani o, Mekke toplumunda yolunu şaşırmış bir vaziyette idi. Yine Kur’an onun hiçbir uyarı ile karşılaşmadığını; iman nedir, kitap nedir, bilmediğini yani mümin olmadığını açıkça ifade eder.
Başta Kur’an, rivayetlerin anlattığının tersine onun bu dönemdeki anlatılan hayatını dall kelimesiyle ifade eder. Kelbi gibi bilginler bu ayete Sen sapık kavmin içinde bir kafir idin de O Allah seni tevhide iletti. manasını verirken, Süddi Hz. Peygamber’in kırk yıl, kavminin dini üzere olduğu anlamında olduğunu söylemiştir.
Kitaplar onun peygamberlik öncesi hayatını sanki peygamberlik gelmiş gibi bir hayat yaşadığı şeklinde bir anlatım tarzıyla arılatırlar. Esasen bu tür rivayetler, onun dini bütün bir insan olduğunu ispata yöneliktir. Halbuki Duha suresindeki ayet gereği o, toplumda dini yönü net olarak ortaya çıkmayan biriydi.
Mekke müşriklerinden Nadr b. Haris, Mekkelilere hitaben Onun eski yaşantısını bildiklerini ve onu iyi tanıdıklarını, şimdi ona kötü davranmanın mantığının olmadığını, güvenilir bilinen bir insana şimdi yalancı denilemeyeceğini belirtmişti.
Mekke ortamının gereği olarak çobanlık yapmış, biraz büyüyünce de amcasıyla başladığı tüccarlığı evlendikten sonra ilerletmiş ve Mekke’de önde gelen tüccarlardan olmasa da durumunu hayli düzeltmiş orta halli bir tüccar olmuştur. Bu arada tüccarlığın gerektirdiği uyanıklık, cesaret, dürüstlük gibi sıfatları kazanmıştır. Toplum onu ahlakı dürüst ve en önemlisi de Emin sıfatı ile tanımaktadır. İçkinin oldukça yaygın olduğu bu toplumda, bu çirkin adeti yapmıyordu.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Hz. Peygamber’in 40 yaşına kadarki hayat hikayesindeki 20-25,
25-35, 35-40 yaşları arasındaki dönemler konusunda elimizde bilgiler bulunmamaktadır.
Hz. Peygamber, fetihten sonra bütün putları temizletmiş, Kabe’nin iç duvarlarına çizilen bütün resimleri de sildirmiş iken, sadece Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa’nın resimleri üzerine elini koyarak onları sildirmemiştir.
Hz. Peygamber, bu dönemde Hatice vasıtasıyla yanında bulunan Zeyd b. Harise’yi de kölelikten azat edecektir. Zeyd’in babası onu para karşılığı almaya geldiğinde, Zeyd’in kendi isteği ile babasının yanına dönmemesi üzerine Hz. Peygamber, onu o dönemin adetleri üzerine evlat edinecek ve ona Zeyd b. Muhammed denilecektir. Bu durum, Medine döneminde gelen ayetlerle kaldırılıncaya kadar devam edecektir.
Hz. Peygamber’in, evlilikten sonraki yani 25 yaşından 35 yaşına kadarki dönemiyle ilgili olarak aktarılan bir bilgi bulamamaktayız.
Hz. Peygamber ile evliyken iki erkek dört kız doğurmuş olan Hatice, son çocuğunu 55 yaşlarında iken doğurmuş olmaktadır. Bu yaştan sonra menopoza girmiş bir kadının çocuk doğurmasının biyolojik olarak pek mümkün olmaması sebebiyle 28 yaşında evlendiği şeklindeki rivayet daha makul gözükmektedir.
Bu tür yorumlar, onun peygamberlikten önce de korunduğunu ve Cahiliyye işlerine karışmadığını söyleyebilmek için zorlama yorumlardan başka bir şey değildir. Bu uydurma ve abartılar bununla da kalmaz. Güya Hz. Peygamber’in katıldığı birliklerin savaşta devamlı galip geldiği gözlemlenmiştir. Ancak biz onun peygamberken bile mağlup olduğunu biliyoruz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sonuç olarak, Hz. Peygamber, kendisine nübüvvet verilmeden (yaklaşık 28 yıl önce) peygamber olacağını bilmiyordu. Bilseydi Hira’da gelen vahye karşı bocalamaz ve tepki vermezdi.
Mekkeliler, Hz. Peygamber’in kendilerinden bilgi öğrenip tabiilerine aktardığını iddia ettikleri kimselerin adları olarak Addas (Huveytib bin Abdu’l-Uzza’nın azadlısı), Yesar (Ala bin el- Hadrami’nin azadlısı), Cebr (Amir bin Rabia’nın azadlısı) gibi bazı Hıristiyan kölelerden bahsediyorlardı.

(337 no’lu dipnot)

Genelde bu şekilde aktarılan olaya, özellikle oryantalistler sahip çıkmış, spekülatif değerlendirmelere tabi tutmuş, özetle Hz. Peygamber’in bilgilerini Bahira’dan alıp her şeyi ondan öğrendiği ve sonra da peygamberliğini ilan edip yaydığı gibi komik iddialarda bulunmuşlardır. Bu rivayeti kullanarak Hz. Peygamber’in hocası seviyesine çıkardıkları Bahira için Kuran yazan Bahira demeye kadar işi ileri götürmüşlerdir.
Hz. Peygamber, peygamberliğinden sonraki yıllarda annesinin kabrine uğramış . Allah’tan onun için istiğfar istediği halde izin verilmediğini belirttikten sonra kabrin üzerini eliyle düzlemiş ve rikkate gelerek ağlamıştır.
O, dadısı Ümmü Eymen’e Ey anne! diye hitap edip: Annemden sonra, annem! diyerek sevgi ve saygı gösterir, ona baktıkça Bu, benim ev halkımdan sağ kalanıdır derdi.
Huneyn Savaşı sonunda Ben-i Sa’d’dan esir olanlar gelip kendisine Halime ve memelerinden süt emdiği Ben-i Sa’d kadınları için af dileyip şiir söylediklerinde, esirleri serbest bırakmıştır.
Bu bağlamda Kur’an’da ifade edilen Şerhu’s-Sadr ile ilgili bir anlatım da, somut bir şekilde anlaşılarak, Şakku’s-Sadr olayı bağlamında izah edilmiştir.
Hz. Peygamber hakkında anlatılan bu türden rivayetler, mitolojik hikayelerin Hz. Peygamber’e uyarlanması ve olayın daha iyi kabul görebilmesi için de bir kısım ayetlerle desteklenmesinden başka bir şey değildir.
Zerdüşt hakkında anlatılan bilgilere göre onun kalbini melekler yarıp içindekileri çıkarıp temizlemişler ve yerli yerine koymuşlardır.
Hz. Peygamber’in değeri, fiziki yaratılışında değil, getirdiği mesajda aranmalıdır.
onun sünnetli ve göbeği kesik doğduğu şeklindeki rivayetlerin, problemli olması bir yana, bir erdem olarak anlatılması uygun değildir. Doğrusu onun yedinci gün sünnet edildiğidir.
Bir de meseleye erdem yönünden bakmak gerekir. Acaba sünnetli doğmak erdem midir ki Hz. Peygamber’in sünnetli doğmasından övgüyle bahsedilmektedir?
belki o günün insanlarının haberi olmasa da bu çocuğun doğumu ile dünya tarihi yeni bir dönemece girmiştir.
Hz. Peygamber, kimsenin haberinin olmadığı bir şekilde normal bir doğumla dünyaya gelmiştir. Onun doğumunda hiçbir fevkaladelik yoktur. Olsa idi, o dönemde ve sonrasında gündeme gelirdi. Doğumdan sonra Abdulmuttalib’e haber verilmiş, o da torununu alıp Kabe’deki büyük put olan Hübel’in yanına götürmüş ve dua etmiştir.
Vaizler, hikayeciler, mevlithanlar bu konuya şairane bir renk vermek istemişler ve onları takip edenler de bu beyanatları hakikatın kendisi zannetmişler ve hakiki bir rivayet mevkisine yükseltmişlerdir.
Hz. Peygamberin diğer bütün peygamberlerden üstün olduğunu ispat adına diğer peygamberlerin gösterdiği bütün Mucizeler Hz. Peygamber içinde üretilmiştir. Sözgelimi: Hz. Salih’in konuşan devesi karşılığı ona da deve dile gelmiş konuşmuştur. Hz. Musa’nın Kaya’dan su fışkırtmasına ve asa mucizesine karşılık onun da parmaklarından su akmış ve hurma kütüğü ağlamış, hurma dalı kılıca dönüşmüştür. Hz. İsa beşikte konuşup ölüleri diriltirken: O da beşikte konuşmuş annesini diriltmiş ve Müslümanlığa girdikten sonra kabre döndürülmüştür!
(İbn Sad, I. 178-177: Nedvi, III. 161-162)
hem yıldızdan haber getirenlerle irtibatı yasaklayan bir dinin mensubu olup hem de bu dinin peygamberini övmek adına ve onun yüceliğirıi anlatmak üzere onun doğumundaki bu tür haberleri delil getirmek pek uygun görünmemektedir.
Olay, esasen iki büyük devletin bölge üzerinde kapışmasının ve birbirine üstün gelmek için yaptıkları saldırıların bir sonucudur. Bu durumda Ebrehe’nin esas amacının Hicaz üzerinden İran’a saldırmak veya en azından Hicaz’daki ekonomik yolları ele geçirip İran’a baskı kurmak olduğu ortaya çıkmaktadır.
Onlar bu olayı, putlar üzerinden kazanılan korkunç bir ranta çevirmeyi bilmişler ve Hz. Peygamber, peygamber olarak geldikten sonra da putlar üzerinden kurmuş oldukları bu rant düzenini terk etmeye kesinlikle yanaşmamışlardır. Çünkü Kabe’nin etrafına diktikleri putlar, birçok kabilenin buraya ibadete gelmesine ve dolayısıyla onlara maddi katkı sağlamasına sebep olan gelir kaynaklarıydı.
olayı çözmeye çalışan Mekkeliler tarafından, bunun toptan bir helak olduğu şeklindeki şiir ve edebiyatla da gelişen bir söylem, yıllar ilerledikçe, gerçek gibi algılanmıştır. Kur’an ise onların bu algısı üzerinden Allah’ın hakimiyetine vurgu yapıp Mekkelilerin nankörlüklerine değinmektedir.
İslam gelmediğinden Ebrehe ordusu hak dini (son din olan Hıristiyanlık) temsil eden bir ordu idi. Kabe ise putperest mabedi idi. Bu durumda Allah’ın putperest mabedini korumak için hak dini savunan Ebrehe ordusunu yok etmesi mümkün müdür? sorusu cevaplanmalıdır.
Mekke’yi koruyan Osmanlı askerlerine karşı 1081/1670 tarihinde. binlerce askerleriyle saldıran ve hac yapmak isteyen hacı başına yüz altın haraç kesen şerifler, Ebü Kubeys dağı üzerinden hacılara kurşun yağdırmışlardı. Bu saldırıda 200 hacı ölmüş 700’ü de yaralanmıştı. Harem-i Şerif, hacıların naaşlarıyla dolmuştu. Bütün hacıların ve askerlerin eşyası yağma edilmişti.
Emevi halifesı Yezit’in gönderdiği ordu 64/684 yılında Mekke’yi kuşatmış Mekke’yi savunan Abdullah b. Zübeyr’i ele geçirmek için kurdukları mancınıklarla Kabe’yi taşlayıp ateşe verip yakmışlardır.
Rivayetlerin genelinden, Ebrehe’nin Mekke’de hastalandığı ve bu hastalıktan dolayı Yemen’de öldüğü anlaşılmaktadır. Bu da ordunun salgın bir hastalıkla helak olduğu tezini destekleyen en önemli delillerden biridir.
Babasının ateşte olduğunu bildiren rivayeti ise puta tapmanın sonucunu bildirmek olarak anlıyoruz. Değilse peygamber gönderilmeyen bir toplumda nötr yaşayan kimseler herhalde bir Müslüman gibi değil kolektif aklın marul kabul ettiği doğrularla sorgulanacaktır kanaatindeyiz.
Kitabımızda incelediğimiz konuyla ilgili İslam tarihi kaynaklarımızda aktarılan rivayetler konusundaki üslubumuz, öncelikle, ilk klasik İslam tarihi eserleri olan İbn İshak (v. 151), Vakıdi (v. 207), İbn Hişam (v. 213), İbn Sa’d (v. 230), Belazuri (v. 279), Taberi (v. 310) gibi klasik dönem müelliflerinin eserlerindeki rivayetleri ön plana alarak incelemek şeklinde olacaktır.
İslam dinini çağa sunmayı amaçlayan bu dinin mensuplarının önüne yaşanabilen, örnek alınabilen, anlatılabilen bir peygamber portresi sunmak için bu tür tahliller gereklidir.
Hayatının özellikle Medine yılları çok detaylı olarak bilinebilen bu örnek insanın tarihsel olmuş ve kılık-kıyafeti gibi örnek almamızı gerektirmeyen yönlerinin yerine, mazluma yardım etmesi, açları doyurması, fakirleri himaye etmesi, af, hosgörü ve misafirperverliği , yemek adabı, ticaret ahlakı, adaleti, insani yönü ve tavırları, evliliği, toplumsal ilişkileri, zahitçe bir hayat yaşamayı tercih etmemesi, savaş ve barış ilişkileri bizim için daha önemlidir ve onun hayatına komple bakılmasını gerektiren bu aktarımlar. çağdaş anlatımlarda bile öncelenmemektedir.
Hz. Peygamber’in tanıtılmasındaki yanlış aktarımlardan bir diğer nokta ise özellikle Medine dönemindeki anlatımların sadece savaşlara endeksli olarak sunulmasıdır.
bize ulaşan bilgilerin bazısı, siyasi rakipleri susturmaya yönelik Hz. Peygamber’in ağzından uydurulmuş rivayetlerdir.
Örnek verecek olursak: Bu din toplam on iki halife gelinceye kadar aziz olacak. Bunların hepsi de Kureyş’ten olacak. şeklindeki bir hadis, en sahih kaynaklardan gelse bile, Şia’nın 12 İmam anlayışına karşı ve Kureyş in hilafetteki hakkını övmeye yönelik bir uydurma olduğu kesindir.
Hz. Peygamber’in hayatı olarak bize aktarılan olaylar insani hayattan kopuk, akla mantığa uygun olmayan türde olmamalıdır.
kimi rivayet aktarıcıları uydurdukları bir çok olaya sağlam senetler ekleyerek olayları nakletmişlerdir.
Siyer malzemesi içinde en fazla sıkıntı çekilen konulardan birisi Hz. Peygamber’in beşeri yönünün ön plana çıkarılmamasıdır. Dahası onun hayatındakii normal olaylar, olabildiğince insan üstü anlatımlarla değiştirilmiştir.
Kur’an da bu konuda net bir ayet olmamasına rağmen belki de siyerin en fazla üretilmiş rivayetlerinin Miraç olayına odaklanması dikkat çekicidir. Bu rivayetlerin bir kısmı Ehl-i Kitabın kitaplarından aşırılmış ve ilavelerle nakledilmiştir.
Bu olaya en esaslı tenkitleri attığı başlığın yanına in sahha (eğer doğruysa) ifadesini koyarak işe başlayan Zehebî yapmıştır ve rivayetin cidden Münker bir hadis olduğunu belirttikten sonra tekniklerini şu şekilde sıralamıştır:

Ebu Talip, Peygamberi, Ebubekir ve Bilal ile nasıl gönderebilir. Ebubekir Hz. Peygamberden 2 yaş küçüktür, Bilal ise henüz doğmamıştır. Sonra bulutların gölgelediği bu şahsa doğru ağaçların gölgeleri nasıl sünebilir, uzanabilir? Bulutun gölgelemesi sebebiyle ağacın gölgesinin olması mümkün değildir. Ayrıca peygamberlik geldikten sonra bu olaydan, ne Ebu Talip ne kureyşliler, ne de Hz. Peygamber bahsetmişlerdir. Bu olay gerçek olsaydı, bundan bahsederlerdi. Yine diğer bir nokta da bu olay gerçekse, bundan Hz. peygamberin, peygamber olmadan önce, peygamber olacağını bildiği anlaşılır. Bu durumda Hz. Peygamber Hira mağarası’nda ilk vahiy geldiğinde niye çok korkmuştur. Hatta ilk vahiy sonrası şaşkınlıktan intihar etmeyi bile düşünmüştür. Bir diğer problem de şayet Rahip Bahiranın dediği gibi, bu çocuğun Şam bölgesindeki Yahudiler tarafından öldürülmesi tehlikesi varsa, onun üzerine çok titreyen ve bu konuda çok hassas olan Ebu Talip 25 yaşlarındayken Hz. Peygamberi Hatice’nin kervanının başında iki kere Şam bölgesine neden gönderebilmiştir?

(Zehebî, Tarihu’l İslam Es-Siret’u Nebeviyye, Beyrut, 1994.)

Hz. Peygamber’in doğduğu evden çıkan nur, Şam yakınlarındaki Busra’yı aydınlatıyorsa, Mekke’yi de aydınlatması ve Mekkelilerin de bu olağanüstü olaydan haberleri olması gerekirdi.
Hz. Peygamber’in üstünlüğü, kendi yetkisi ve gücünde olmayan bir özelliğe dayandırılmamalıdır. Bir şeyin bir insan için övünç kaynağı olabilmesi için bizzat iradesiyle o vücutsal özelliği kazanmış olması gerekir.
Şu nokta kesindir ki, yeryüzündeki kıtlıklar ve bolluklar, bir kişinin doğumu veya ölümü nedeniyle değil, Allah’ın koyduğu yasalar çerçevesinde meydana gelir ve bu yasalar gereği, her kıtlıktan sonra bolluk yılı gelir.
Hz. Peygamber’in Mekke dönemindeki boykot yıllarında, bir işareti ile ayı yardığı ve bu mucizeyi Mekkelilere seyrettirdiği anlatılmaktadır. Ancak bu olayı anlatması gereken ilk klasik İslam Tarihi kaynaklarından hiçbiri bu konuda bize bilgi vermemektedir. Hz. peygamberin en büyük mucizelerinden biri olması gereken bu olay hakkında, İbn İshak (v. 151), İbni hişam (v. 213), İbni Sa’d (v. 230), Belazuri (v. 279) ve Taberi (v.310)’de tek bir bilgi yoktur.
Bazen gerçek olan rivayet değil de, tercih edilen rivayet popüler olmuş ve yaygınlık kazanmıştır.

Bu duruma bir örnek verirsek, hicretin 4. yılında gerçekleşen Ben-i Nadirlilerin sürgünü ile sonuçlanan olayın sebebi olarak anlatılan iki rivayet bulunmaktadır.
İlk rivayete göre Nadiroğulları mahallesine diyet talebi için giden Hz. Peygamber’i öldürmeyi düşünen Yahudilerin bu düşüncesi Hz. Peygamber’e Cebrail tarafından bildirilmiş ve o da oradan ayrılıp derhal Yahudilere savaş açmıştır.
İkinci rivayette ise: Yahudiler Hz. Peygamber’den münazara için üç bilgin getirmesini, kendilerinin de üç bilgin çıkarıp tartışacaklarını söylemesi üzerine, Hz. Peygamber onların mahallesine giderken, planı duyan, Yahudilerden biriyle evli Medineli bir kadın, durumu kardeşine bildirmiş o da yolda Hz. Peygamber’e yetişip onu geri çevirmiştir.

Bu konuya temas eden İbn Hacer el-Askalani şöyle der: 2. rivayet 1. rivayete göre sıhhat yönünden daha sağlam olmasına rağmen siyerciler ve meğazi yazarları 1. rivayeti tercih etmişlerdir.

Mevlana Şibli de 1. rivayetin yaygın olması konusundaki şaşkınlığını şu sözlerle dile getirir: Siyercilerin 2. rivayetten haberdar olmamaları şaşılacak şeydir.

Taberi, Tarih kitabının önsözünde ‘kitabındaki aktardığı malzemenin doğru olmayabileceğini kendisinin bunu -muhtemelen ilmin kaybolmaması amacıyla- ravilerden olduğu gibi aktardığını anlatır.
Bkz. Taberi, Tarihü’l Ümem ve’l Mülük. Beyrut 1995. I. 13.
Aslında o, toplum içinde bakılınca hemen tanınamayacak şekilde mütevazı, toplum içinde kaybolmuş. kendini ön plana çıkarıp özelleştirmeyen biridir. Nitekim dışarıdan gelen bir elçi, sahabe içinde onu tanıyamamıştı ve sahabe topluluğuna şöyle sormuştu: İçinizde Abdulmuttalib’in torunu hangisidir? ,
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir