Gregory Bassham kitaplarından Hobbit ve Felsefe kitap alıntıları sizlerle…
Hobbit ve Felsefe Kitap Alıntıları
(Hobbit) sadakat,onur, cesaret, merhamet, cömertlik ve tevazu gibi pek çoklarınca eski moda diye tabir edilen değerleri genç okurlara aşılama amacı güden bir çocuk eğitim kitabı şeklinde de yorumlanabilir pekala.
Oyun oynamayı seviyorsanız, olasılıkları seviyorsunuz demektir; işte macera denen şey de, bu olasılıkların en büyüğüdür.
Olaya Schiller’den alıntı yaparak açıklama getirecek olursak, bir Hobbitin yaşamı düzgün ve rahattır, ama o yaşantıyı bütüne erdirmek için biraz da macera unsuru katmak gerekir işin içine. Bilbo’yu maceraya iten gaye servet edinme tutkusu, korku, yurtseverlik veya dışsal başka bir itki değildi; sırf böylesi bir macerayı yaşamak için yola çıkmıştı Bilbo.
Sanat için sanat akımının belli kalıpların içine hapsolmuş çoğu takipçisinin aksine, yaratıcılığın ve güzel olanı takdir etmenin manevi ve ruhani sağlığa kavuşmak bakımından ne denli büyük önem taşıdığına dikkat çekişinden de özellikle anlaşılacağı üzere, Tolkien’in zihninde sanatsal yaratıcılığın manevi bir boyutunun fikrine her zaman yer vardı. Hobbit romanının pek çok yerinde, sağlıklı bir erdemlilik düzeyine veya ahlaki mükemmelliğe ulaşmış bir karakteri her ele alışında Tolkien’in güzellik karşısında duyulan hassasiyeti manevi bir termometre gibi kullanarak o kişi (veya ırk) üzerinde karakter tahlili yaptığı gözlemlenir.
Tolkien doğduğu dönemde yaygın olan anlayış, sanatın dünyada olup bitene ve insan yaşantısına kayıtsız kaldığı, bu da yetmezmiş gibi, gerçekliğe ve yüksek erdemlere düşman bir tavır içinde varlığını sürdürdüğü şeklindeydi. Oscar Wilde (1854-1900) şu sözleri söylerken bu genelgeçer hükmü büyük bir ustalıkla yansıtmıştır: Sanat ahlakın erişemeyeceği bir noktadadır, çünkü güzel, ölümsüz ve sürekli bir değişim içinde olan şeylere takılıp kalmıştır onun gözleri. Ancak daha düşük seviyeli ve daha az zeka gerektiren alanlardır ahlakın boyunduruğu altında olanlar.
Savaşın yol açtığı, sadece maddi boyutta değil manevi ve ruhsal boyutta da kendini fazlasıyla hissettiren kayıplar, onlara katlanmak durumunda kalanlar üzerinde bir benzeri daha olmadık derecede sarsıcı etkiler yaratır. Bu hep böyleydi (şairler başka türlü yazsa da) ve hep de böyle olacak (propagandacılar başka türlü empoze etmeye çalışsa da) Ancak bu, kötülüklerle dolu bir dünyada bununla yüzleşme gereği daha önce doğmadı da ancak şimdilerde doğuyor anlamına gelmez tabii. Fakat insanoğlunun hafızası öylesine zayıf ve nesilden nesle öylesine silikleşiyor ki, şunun şurasında otuz yıl sonra bu elim deneyimden geçmiş olup o acının hatırasını yüreğinin en derin yerinde hisseden kişiler ya çok azalacak ya da hiç kalmayacak. El yanmadan ateşin ne olduğu anlaşılamıyor belli ki.
Tolkien’in savaşla ilgili romantik hatıraların etkisiyle bunları (savaş sahnelerini) kaleme döktüğünü düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Kendisi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz ordusunda subaylık yaptığı sırada savaşın yarattığı dehşete ve yol açtığı anlamsız kayıplara yakından tanıklık etmek durumunda kalmıştır. İçlerinde Tolkien’in yoğun siper savaşlarının yaşandığı ön hatlardan siper ateşi tanısıyla cephe gerisine kaydırılmasına üç hafta kala bir İngiliz top mermisinin hemen yakınında patlamasıyla Adolf Hitler adında Avusturyalı bir onbaşının da bulunduğu bir milyonu aşkın insanın yaralanmasıyla veya ölümüyle sonuçlanan Somme Savaşı’na (1916) bizzat katılmıştı.
Budizm’de köklü bir yeri bulunan Dört Kutsal Gerçek kavramına göre, insanoğlunun keder ve huzursuzluk içinde olmasının başlıca nedeni, ben-merkezci tutkulardır. Bundan dolayıdır ki, gerçeği doğru şekilde algılayabilmek (annata, yani bensizlik ), kişiyi ruhunu kederden ve ben-odaklı düşünce yapısının getirdiği yıpratıcı duygu yoğunluklarından arındırıp özgürleştirir. Bilgeliği (prajna) ve şefkat duygusunu (karuna) artırır ve böylelikle dünyanın derdini, kederini azaltmayı amaçlar. Bu yaklaşım, yanılsama üzerine kurulduğu söylenebilecek olan açgözlülükle -nitekim, gerçekte var olmayan bir benliğin gücünü ve sahip olma dürtülerini yükseltmeyi hedeflemektedir- tezat teşkil eder.
Gollum’un durumu, sahip olma ihtirasının ne denli huysuzluk ve huzursuzlukla dolu bir hayata yol açtığının en mükemmel örneğidir.
Buda’dan (M.Ö. 560-480) antik Yunan’daki Kiniklere ve Thoreau’ya dek sayısız filozof, açgözlülüğün kişiyi kendi arzularının hedefi olan nesnenin kölesi olma durumuna düşürecek bir çeşit ruhsal bağımlılık yarattığını iddia eder.
Göl-kent’in Valisi’nin trajik -ve çocuklar için yazılmış bir kitaba hiç de uygun düşmeyen- sonu, açgözlülüğün kişi üzerinde yarattığı yalnızlaştırıcı ve yabancılaştırıcı etkiyi sergileme yolunda bir diğer ideal örnektir.
Hektor Aşil’in en yakın dostunu öldürüp karşılığında Aşil de Hektor’u öldürünce, şan ve şereflerin en büyüğüne erişen, hem öldürülen arkadaşının intikamını alması hem de Truva’nın en soylu prensi ve aynı zamanda en büyük savaşçısı olan Hektor’u öldürmesi dolayısıyla, Aşil’dir.
Batı toplumunun şiir sanatında ve tarih edebiyatında şan ve şeref uğruna sular seller gibi kan akıtılmıştır. İlyada, Aeneid, Beowulf ve Batı uygarlığının diğer büyük destanları ile kahramanlık öyküleri, şan ülküsünü önemli bir düşmanın kahramanca öldürülmesi veya Beowulf’ta görüldüğü üzere, önce bir canavarın, sonra onun annesinin, en sonunda da bir ejderhanın öldürülmesi merkezinde ele alır.
Sadece gün ışığından yoksun yaşayan bir Goblin haklı bir dava uğruna zaman ve para harcanmasına şiddetle muhalefet eder.
en küçük oğlu Christopher’a yazdığı bir mektupta, makinelerin savaş amaçlı kullanılmasına şu ilginç eleştiride bulunmaktadır Tolkien:
Bu uygulamada mekanizmaları çevreleyen trajedi ve umutsuzluk gözler önüne seriliyor. İnsan zihninde ikinci bir dünya yaratma amacı güden sanatın tam aksine, cihaz kullanımı, arzuyu tetikleme ve böylelikle yaşadığımız dünyada bir güç odağı meydana getirme hedefi taşımaktadır; oysa bu yolu izleyerek gerçek bir tatmine ulaşılması mümkün değil. İnsanoğlunu emek sarf etmekten kurtaracağı umulan makineleşme, çok daha beter ve bitmek bilmez bir uğraş yaratmaktan öteye gidemiyor. Her cihazın temelinde yatan bu acizliğe bir de icat ettiğimiz makinelerin hedeflenen amaca ulaşamaması ve sonrasında yeni ve öncekinden çok daha şeytanca amaçlara yönlendirilmesi ekleniyor. Böylece Daedalus ile Icarus’un balmumu kanatlarıyla başlayıp günümüzün dev bombardıman uçaklarına dek varıyoruz. Ne var ki, bilgelik namına hiçbir ilerleme kaydedemediğimiz gün gibi ortada!
Bu uygulamada mekanizmaları çevreleyen trajedi ve umutsuzluk gözler önüne seriliyor. İnsan zihninde ikinci bir dünya yaratma amacı güden sanatın tam aksine, cihaz kullanımı, arzuyu tetikleme ve böylelikle yaşadığımız dünyada bir güç odağı meydana getirme hedefi taşımaktadır; oysa bu yolu izleyerek gerçek bir tatmine ulaşılması mümkün değil. İnsanoğlunu emek sarf etmekten kurtaracağı umulan makineleşme, çok daha beter ve bitmek bilmez bir uğraş yaratmaktan öteye gidemiyor. Her cihazın temelinde yatan bu acizliğe bir de icat ettiğimiz makinelerin hedeflenen amaca ulaşamaması ve sonrasında yeni ve öncekinden çok daha şeytanca amaçlara yönlendirilmesi ekleniyor. Böylece Daedalus ile Icarus’un balmumu kanatlarıyla başlayıp günümüzün dev bombardıman uçaklarına dek varıyoruz. Ne var ki, bilgelik namına hiçbir ilerleme kaydedemediğimiz gün gibi ortada!
Taocu bilgeler de asıl yerleşkemizi yolculuğun ta kendisinde bulacağımızı vurgulamaktadır. Bu yaklaşım Yüzüklerin Efendisi’nde verilen seyahate çıkanların hepsi kaybolmaz ya mesajında da yankı bulmuyor mu sizce?
Bilgeliğe giden yolda ilk adımın aslında ne denli az şey bildiğimizin bilincine varmak olduğunu söyler Sokrates. Kendini tanı dır onun şiarı. Sokrates insanların kendilerine olan yaklaşımlarının her daim fazlasıyla abartılı ve gerçeği olduğundan çok daha gazla gösterir yönde olduğunu gözlemlemiştir. İnsanoğlu daima kendisine gereğinden fazla güvenme ve gerçekte olduğundan daha fazla şey bildiği veya gerçek niteliklerinden şöyle veya böyle daha fazlasına sahip olduğu yanılgısına kapılma eğilimindedir.
Dünya üzerinde insana Tolkien’in Orta Dünya öykülerini kendi çocuklarına okumaktan ve böylelikle aynı sevda kıvılcımının Gondor’un işaret ateşleri misali zihinden zihne geçiş yaparak karşısındakinin ruhunda da tutuştuğunu gözlemlemekten daha çok mutluluk verecek his pek nadir bulunsa gerek.
Dünya tüm ihtişamıyla seni çevrelemiş durumda: Sen ne kadar kendi içine kapanıp onunla arana set çekmek istesen de, er geç o seti yıkıp içeri girecektir. dedi Gildor Frodo’ya.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Eğer yeterli zamanınız varsa, her yer yürüme mesafesindedir.
Kişi ancak ızdırap okulundan mezun olunca bilgeliğe erişebilir.
Yürümek, nispeten dünyevi ve daha az aciliyet taşıyan türde sorumlulukları geçici bir süreliğine de olsa geride bırakmanızı sağlar.
Sürtünme olmaksızın mücevher parlatılamaz, tıpkı kişinin zorlu deneylerden geçmedikçe mükemmel hale gelemeyeceği gibi.
#8212; Konfüçyüs
#8212; Konfüçyüs
Tıpkı büyü gibi teknolojide bu dünya üzerindeki faaliyetlerimizi hem hızlandırır hem de kuvvetlendirir. Hıza, güce ve çevremizi kontrol altına almaya olan tutkumuz, herhangi bir adım atarken bu hareketin uzun vadede doğuracağı sonuçları ve derin anlam taşıyan değerleri göz önüne alma bilinci ve sorumluluğu hissetmemizin önüne geçer.
Goblinler: güzel olan hiçbirşey yapmazlar ama pek çok zekice şey yaparlar. Çarklar makineler ve patlamalara ve ellerini kullanarak çalışmaktan olabildiğince uzak durmaya bayıldıklarından, tasarlandıkları zamandan beri dünyaya sıkıntı veren makineleri özelliklede aynı anda çok sayıda insan öldürmeye yarayan dahiyane cihazları onların tasarlamış olması olasılık dahilindedir. Onlar kendi ürünleri olan cihazların esiri durumuna düşerler
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sanat ahlakın erişemeyeceği bir noktadadır, çünkü güzel, ölümsüz ve sürekli bir değişim içinde olan şeylere takılıp kalmıştır onun gözleri. Ancak daha düşük seviyeli ve ve daha az zeka gerektiren alanlardır ahlakın boyunduru altında olanlar.
Yol hiç durmadan böylece sürüp gider;öyleyse en beğendiniz batonunuzu elinize alın ve yeni maceralara doğru yürüyeşe geçin. Bunu yaparken mendilinizi evde unutursanız da bunu fazla kafaya takmayın
Tolkien, bu dünyada uğruna savaşmaya değecek iyi ve güzel şeylerin halen bulunduğuna inanıyordu.
Yürürken aklınıza gelenler dışında hiçbir fikre güvenmeyin.
-NIETZCSHE
-NIETZCSHE
Hayatınızı sadeleştirin, sadeleştirin ve yine sadeleştirin.
Budist felsefeye göre, kişiye zarar veren davranışların asıl sebebi gönüllü yapılan yanlışlıklar ve kötülükler değil, cehalettir(avidya).
İnsan kendi haline bıraktığı şeylerin sayısının kabarıklığı ölçüsünde zengindir.
Elrond’un evindeyken günlerini hummalı bır çalışma eşliğinde hatıralarını kâğıda dökmekle geçiren Bilbo bu süreçte öylesine yoğun bir nostaljiye kapılır ki, vaktiyle terk ettiği evine halen geri dönmemiş olması gibisinden çarpıcı bir faktörü bile trajikomik şekilde gözden kaçırır. Geçirmiş olduğu deneyimler —hepsinden önemlisi, Cücelerle beraber atıldığı maceranın ardından Yüzük’ü yıllar yılı üzerinde taşımanın getirdiği yük— onu dönüşüme uğratmıştır. Söz konusu deneyimler, Thorin’in onun kişiliğinde gözlemlediği o çocuksu bilgeliği törpülemiş, onu en azından Hobbit’in başından sonuna dek eve dönebileceği ümidi beslemeye iten masumiyeti azar azar tüketmiştir.
Sauron herkesi her an görebilme yeteneğiyle övünür ve durum iki açıdan son derece korkutucudur. Bunlardan ilki, herhangi bir anda ne yapmakta olduğunuzu görebildiği iddiasıdır. İkincisi ise, sizin kim olduğunuzu bildiği iddiası. Onun hakkınızdaki gerçekler ile kişilik özellikleriniz üzerine bilgisi ve Yüzük’ün cazibesine kapılma veya gücün tutsağı olma dürtüsü karşısında en aciz kalacağınız zamanı tahmin etme becerisi, sizi çözümleyip ona göre harekete geçeceği tehdidini doğurmaktadır. Çoğu kişinin benliğinin derinliklerinde saklı olan zenginlik, güç ve başkalarını kontrol altına alma tutkusunu alevlendirme yeteneğine bel bağlayan Sauron’un yarattığı Tek Yüzük, bu ihtiraslarına çoktan yenilmiş olan kişileri daha da kolaylıkla etkisi altına alacaktır. İradesine sahip olmayı bilen başkaları için bu süreç fazlaca vakit alsa bile, daha uğursuz bir zehir salgıladığı kesin; bir Frodo’nun ya da bir Bilbo’nun öz duyusunu kemirecek ve onlardaki çocuksu erdemlerin yerine Sauron’un kendi tutkularını yerleştirecektir. Zamanla göreceğimiz gibi, Frodo’nun cebelleşmek zorunda kaldığı asıl çıkmaz, benliğindeki saflık ile Yüzük’ün onun içinde gizli yatan zorbayı uyandırma yönündeki kararlılığının içsel mücadelesidir.
Bilbo’nun nasıl olup da Tek Yüzük’ü keşfettiğinin tek mantıklı açıklaması, bu işte Tanrı’nın Tolkien’in Orta-Dünyası’nda yakıştırılan ismiyle, “Eru llúvatar”ın parmağı olduğudur. Aslına bakılacak olursa bizzat Tolkien de mektuplarında bunu doğruluyor. Bilbo’yu Yüzük’ü bulmasını sağlayacak şekilde yönlendiren ve sonrasında onun Frodo’ya geçmesini temin edip Yüzüklerin Efendisi’nde tanık olduğumuz kutsal seferin yolunu açan, Eru’dan başkası değildir gerçekten de.
Yüzüğün yardımı olmasa, Bilbo ne Goblinlerin veya örümceklerin kıskacından sıyrılıp kaçabilir, ne dostlarını Elflerin elinden kurtarabilir, ne de ona fark ettirmeden yaklaşıp Smaug’un karnının alt kısmındaki korunaksız yamanın yerini keşfedebilirdi. Yüzüğü keşfetme anına önemli bir dönüm noktası dememiz boşuna değilmiş doğrusu! Yüzüklerin Efendisi’nin konu içeriğinde bu yüzüğün Tek Yüzük’ün ta kendisi oldugu okura açıklanacaktır elbet, ki bu, Bilbo’nun yüzüğü keşfedişini o eser açısından da aynı ölçüde belirleyici bir unsur haline getiriyor. (Bununla yetinmeyerek, Yüzük’ün keşfedilişinin Tolkien’in yaşamının da en önemli dönüm noktasını oluşturduğunu ifade edebiliriz.) Fakat yüzüğün tek işlevinin Bilbo’ya arzu etmesi halinde görünmez olma yetisi kazandırışı olarak açıklandığı bu öyküde, yani Hobbit’te bile, Bilbo yüzüğü bulmamış olsa Erebor seferi hiç kuşkusuz fiyasko ve de felaketle sonuçlanırdı.
Bilbo Goblinlerin arka kapısındaki o küçücük yarıktan dışarı sızmayı nasıl başarmıştı? Beklendiği üzere, bu soruya cevap olarak da ilkin şans faktörünü gösteririz. Olayı bu şekilde açıklamayı seçmek, şansın bir çeşit sebep, dünyada bazen bazı şeylerin gerçekleşmesine yol açan sihirli bir güç olduğu yönünde fikir uyandırabilir. Bilbo’nun buldugu yüzüğün de, tıpkı Harry Potter öykülerinde karşımıza çıkan Felix Felicis iksiri gibi, kendisine sahip olan kişiye iyi şans getirdigini varsayalım. Diyelim ki, ne zaman darda kalsanız ve bocalasanız yüzüğü takıyor ve bu sayede hayatın doğal seyrine müdahalede bulunma olanağı yakalıyorsunuz. Bilbo örneğini ele alırsak, şansın bahşettiği büyü gücünün, çıkış kapısını teşkil eden yarığı genişlettiğini düşünelim mesela. Ama Bilbo yine de kapıya sıkışmış, öte yana zorlukla geçebilmiştir; demek ki işin içinde hiç de öyle büyülü bir “şans” yok!
Romalı filozof Seneca (takriben M.Ö. 4 — M.S. 65) “şans, bilginin hazırlıkla birleşmesinden doğar” şeklindeki meşhur sözün sahibidir. Bu hüküm Stoacıların gözünde doğru olabilir, ama Hobbitler açısından durumun pek de öyle olmadığı açık. Bilbo ne yolculuğu süresince ziyaret edeceği yerlerin herhangi biri hakkında önceden bilgiye sahiptir ne de bu maceraya atılana dek Shire’daki sade yaşantısını çevreleyen koca dünyayı daha geniş bir bakış açısıyla inceleme zahmetine girmiştir. Yolculuk hazırlıkları mercek altına alınacak olursa, Bilbo’nun binbir tehlikeye gebe olduğunu sezdiği bu maceraya atılırken şapkasını, yürüyüş değneğini ve cep mendilini yanına almayı ihmal ettiği görülür. Bunun yanı sıra, yolculuğa katılmasının temel gerekçesi, ele geçirilmesi umulan hazineden payına düşeni almak, diğer bir deyişle, hazine avına çıkmak olduğu halde, Bilbo’nun Hobbit-oyuğunun kapısından dışarı adımını atarken yanına beş kuruş para almama gibi vahim bir dikkatsizlik göstermesi dikkat çekicidir.
İster bilmece içinde isterse normal yolla sarf edilmiş olsun, sözcükler genellikle bir kişiye belli bir anlam, bir diğerine ise çok daha farklı bir anlam çağrıştıran güvenilmez müşterilerdir. “Günaydın!” gibisinden son derece sade bir ifade bile Gandalf kadar bilge bir büyücüyü kelimeden anlam çıkarma bakımından zorlu dönemeçlerden geçirebilir: “Bana iyi sabahlar mı diliyorsun, yoksa sabahın ben istesem de istemesem de iyi olduğunu mu söylüyorsun, yoksa bu sabah kendini iyi hissettiğini veya bunun iyi olunacak bir sabah olduğunu mu kastediyorsun?”
İnsanların bilim yoluyla tabiatı değiştirmeye çalışması gibi, Orta-Dünya’ya hakim olan büyü de kesin kurallar çerçevesinde kendini gösterir. Hobbit romanının akışı içinde birden çok kez, aralarında Gandalf’ın Trollerin mağarasına girişi örten taş kapıyı açmak için başvurduğu büyülü sözler ve Cücelerin Yalnız Dağ’a girişi sağlayan gizli kapıyı açmak için beceriksizce peş peşe sıraladığı “kırık dökük açılma büyüleri”nin de bulunduğu, başarısızlıkla sonuçlanmış büyü denemelerine tanık oluruz.
Orta-Dünya’da büyü, o dünyanın düzenine yön veren temel özellikleri ihlal etme yolunda bir araç olarak algılanmaz. Hayal edilen her şeyin yapılabilmesini sağlayan bir güç de sunmaz kimseye.
Orta-Dünya’da büyü, o dünyanın düzenine yön veren temel özellikleri ihlal etme yolunda bir araç olarak algılanmaz. Hayal edilen her şeyin yapılabilmesini sağlayan bir güç de sunmaz kimseye.
Tolkien Orta-Dünya’ya ilişkin eserlerini ne kâr sağlamak ne de boş vaktini doldurmak veya kendi yarattığı tabirle ifade edecek olursak, ilahi bir yenilenme geçirmek için yazmıştır: İlahi kudreti taklit eden bir sanatçının o yaratıcı, oyunsal çalışmasıdır burada bahsedilen.
Tooklar macera özlemine tutuldu mu, bu durum Hobbitlerin karakter yapısıyla çelişmemektedir. Tam tersine, Hobbitlerin oyun aşkını en doğal sonucuna erdirmektedir onlar aslında: Oyun oynamayı seviyorsanız, olasılıkları seviyorsunuz demektir; işte macera denen şey de, bu olasılıkların en büyüğüdür.
Olaya Schiller’den alntı yaparak açıklama getirecek olursak, bir Hobbitin yaşamı düzgün ve rahattır, ama o yaşantıyı bütüne erdirmek için biraz da macera unsuru katmak gerekir işin içine. Bilbo’yu maceraya iten gaye servet edinme tutkusu, korku, yurtseverlik veya dışsal başka bir itki değildi; sırf böylesi bir macerayı yaşamak için yola çıkmıştı Bilbo.
Olaya Schiller’den alntı yaparak açıklama getirecek olursak, bir Hobbitin yaşamı düzgün ve rahattır, ama o yaşantıyı bütüne erdirmek için biraz da macera unsuru katmak gerekir işin içine. Bilbo’yu maceraya iten gaye servet edinme tutkusu, korku, yurtseverlik veya dışsal başka bir itki değildi; sırf böylesi bir macerayı yaşamak için yola çıkmıştı Bilbo.
Paragöz insanlar neden huysuz ve ters mizaçlı olur dersiniz? Çünkü sürekli kendilerini başkalarıyla kıyaslar, kendilerinden daha fazlasına sahip olanlara imrenir, ellerindekini kaybedeceklerine dair bitmek bilmez bir endişe duyar ve gece gündüz nasıl daha fazlasına sahip olabileceklerini düşünürler.
Hobbit romanı birden çok klasik edebiyat türünü kendi bünyesinde bir araya getirir. Elfler, Cüceler, Troller ve ejderhalar gibi hayali varlıkların süslediği büyülü bir dünyada geçen bir masaldır bu bir bakıma. Çeşit çeşit tehlikeye ve amansız bir bekçi tarafından gözetilen bir hazineyi ele geçirmek üzere düzenlenmiş bir seferin parçası olan ve okurun tüylerinin heyecandan diken diken kabarmasına yol açan kaçış sahnelerine bolca yer verilen bir macera öyküsüdür aynı zamanda. Ahlaki açıdan son derece yararlı olan kimi manevi değerleri sadakat, onur, cesaret, merhamet, cömertlik ve tevazu gibi, pek çoklarınca “eski moda” diye tabir edilen degerleri genç okurlara aşılama amacı
güden bir çocuk eğitim kitabı şeklinde de yorumlanabilir pekala.
güden bir çocuk eğitim kitabı şeklinde de yorumlanabilir pekala.
Her şeye rağmen Tolkien’in öyküsü bize, söz konusu iyilik erişilmesi güç bir şey olsa bile, doğru ve iyi olanı savunmak adına saflarımızı korumamıza ve umutsuzca da olsa hatta, Aquinolu Thomas’ın da belirttiği gibi, bazen canımız pahasına da olsa mücadeleye devam etmemize değeceği mesajını verir.
Kazanılan paraya bağlı olarak ayakta tutulan bir hayat, devamlı surette özen isteyen bir hayattır.
Öyle anlaşılıyor ki tıpkı Aristoteles gibi Tolkien de manevi değerler üzerinde yükselen bir erdem anlayışına sahip. En yoğun övgülerini hep erdemli hareketlere, tabiri caizse yüksek karakter örneği sergileyen karakterlerine yönelttiğini ve bu kişilerin herhangi bir işe girişmeden önce neyin sadakat çerçevesinde, yiğitçe veya adil olduğunu ölçüp biçtiğini ve çıkan sonuca göre karar verdiğini görürüz. Hobbit romanında karşımıza çıkan kahramanlar çoğunlukla kendilerinin bile olumlu sonuç doğuracağını ummadığı yollar seçmek durumunda kalır çünkü yapılması gereken en erdemli harekettir bu.
Erdemin, diğer bir deyişle, manevi değerlerin önemi Tolkien’in kaleminden çıkan her macera öyküsünün temel öğelerinden biridir. Yazarın sadece okurunu eğlendirme değil ona bir şeyler öğretme ve erdemin kişisel gelişmeye, ahlak bozukluğunun ise kişisel alçalmaya yol açtığına dair kökeni en az Sokrates’e (takriben M.Ö. 470-399) dek dayanan savı destekleme amacı güttüğü çok açık. Manevi değerlerle ilgili teoriler üç temel soruya verdikleri yanıtlarla birbirinden ayrılır: 1) En temel manevi ölçü kıstasları nelerdir? 2) Kişinin manevi değerleri niçin yüksek olmalı? 3) Bir davranışı doğru veya yanlış kılan nedir?
Erdem her an zaafa dönüşebilir.
Sadece dostlanızın ve ailenizin gözünde iyi olmanız yetmez. Sancısız şekilde birlikte yaşayabilmek için, yabancılara sevecenlikle yaklaşmayı hepimizin öğrenmesi gerek.
Cosmopolitan. Bir dergiden çok daha fazlasını ifade eder bu isim. Aynı ismi taşıyan Martini kokteylinden de. Dilsel kökü antik Yunan medeniyetine dayanan, ilham verici özelliklere sahip felsefi bir kuramdır üzerinde konuştuğumuz şey. Kozmopolit kişi, diğer insanların da birbirinden farklı yaşam tarzlarına sahip olduğunu olgunlukla kabullenip herkesin iyiliğini isteyen bir dünya vatandaşıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, bir kozmopolit, herkesi sevme çabası içinde olan kişidir.
Yürümek, nispeten dünyevi ve daha az aciliyet taşıyan türde sorumlulukları geçici bir süreliğine de olsa geride bırakmanızı sağlar. Ama meselenin felsefi bakımdan ikilem teşkil eden asıl unsuru, yürüyüşe çıkarken zihninizi hangi düşünceyle doldurduğunuz, diğer bir deyişle, yanınıza ne aldığınızdır. Thoreau’nun kaleminden tekrarlayalım sorumuzu: “Eğer aklım bu koruluğun dışındaki bir şeyde kaldıysa, bu korulukta dolaşmamın ne alemi var?”
İçinde yaşadıkları yerle aralarındaki bağın bilincine varabilen kişiler, genellikle ayağı yere diğer pek çok insana oranla daha sağlam basan, aidiyet duygusu gelişmiş bireyler haline gelirler. Ama kişinin o an üzerinde bulunduğu mekânla arasında anında bağ kurabildiğine nadiren tanık olunur. Böylesi ilişkiler kurmak zaman isteyen bir iştir ve çoğu kez kişinin muhitinin çevresinde yıllarca sürecek yürüyüşler yapmasını gerektirir.
Hem Batı hem de Doğu uygarlıklarının felsefe geleneklerinde yürümenin merkezi bir yer tuttuğu görülür. Gerçeği arayış, ayaklarla başlar. “Bir şeyi bulma niyetiyle yola çıktıysanız, onu aramak gibisi yoktur,” diye belirtir Thorin beraberindeki Cüce dostlarına. “Aradığında çoğu zaman bir şey bulduğun doğrudur, ama bu her zaman peşinde olduğun şey değildir.”
Yürürken aklınıza gelenler dışında hiçbir fikre güvenmeyin.
Adeta berrak bir ayna gibi, boş bir zihin de kendisine sunulan şeyi değerlendirmeye alıp yargılamaksızın yansıtmakla yetinir. Nazik ve merhamet sahibidir. Herhangi bir görüşe ayrıcalık tanıyıp da onu bir diğerine üstün tutmaz.
İyi alışkanlıklar edinerek ve kendi sınırlarımızı zorlayarak mükemmelliği kovalarız.
Rahat bir yaşamın getirdiği uyuşukluk, öz benliğini daha iyi kavrama yolunda kişiye sıklıkla engel teşkil eder.
Kişi ancak ızdırap okulundan mezun olunca bilgeliğe erişebilir.
Maceralar gerçekten de birçoklarının öne sürdüğü gibi “akşam yemeğine gecikmenize” neden olan “pis, huzursuz edici, rahat bozucu” şeyler midir, yoksa içlerinde heyecan verici ve kişinin yaşamını değiştirme potansiyeline sahip öğeler de barındırırlar mı?
Kozmopolit kişi, diger insanların da birbirinden farklı yasam tarzlarına sahip olduğunu olgunlukla kabullenip herkesin iyiligini isteyen bir dünya vatandaşıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse kozmopolit, herkesi sevme çabası içinde olan kişidir.
Merhamet mi ? Evet , merhametti onun elini kılıcı saplamaktan alıkoyan .İçindeki merhamet ve bağışlayıcılık sebepsiz yere vurmamayı tembihlemişti adeta ona Yaşayanların çoğu ölümü hak eder .Ölenlerin bazıları ise yaşamı .Sen bunu onlara verebilir misin ? Öyleyse başkalarının ölümü üzerine yargıda bulunmakta bu denli hevesli ve sabırsız davranmaktan vazgeç ..Çünkü en bilgelerimiz bile her şeyin nasıl bir sona varacağını önceden kestiremez ..
Şimdi bu tuhaf bir şeydir, ama yaşanması iyi olan şeylerle geçirilen güzel şeyler çabucak anlatılır ve dinlenmesi pek keyifli değildir ; öte yandan rahatsız, yürek oynatan , hatta dehşet verici şeylerden iyi bir hikaye çıkabilir, her halükarda anlatılmaları uzun sürer .
Bir yandan yığınla para , paye ve itibar edinmek için çırpınırken diğer yandan bilgelik , doğruluk ve o varlığını bile kabul etmediğiniz, etseniz bile umursamadığınız ruhunuzu olabildiğince geliştirmek için kılınızı kıpırdatmayışınız sizi hiç mi utandırmıyor ?
Eğer yeterli zamanınız varsa , her yer yürüme mesafesindedir .
Yürürken aklınıza gelenler dışında hiçbir fikre güvenmeyin .
Bir zamanlar, toprağın içindeki bir delikte bir hobbit yaşardı
‘Kazanılan paraya bağlı olarak ayakta tutulan bir hayat, devamlı surette özen isteyen bir hayattır.’
‘Sen çok iyi birisin Bay Baggins, seni de çok seviyorum; ama ne de olsa şu uçsuz bucaksız dünyada küçük bir adamdan ibaretsin.’
‘Buna şükürler olsun!’ dedi Bilbo gülerek.
‘Buna şükürler olsun!’ dedi Bilbo gülerek.
‘Bir şeyi bulma niyetiyle yola çıktıysanız onu aramak gibisi yoktur’ diye belirtir Thorin beraberindeki cüce dostlarına.
Herhangi bir insan için en uygunsuz meslek, başka insanların yöneticisi konumuna gelmektir. Bırak böylesi bir fırsatı kollayanları, yönetici sorumluluğunu hakkıyla yerine getirebilecek kişi milyonda bir bile bulunamaz.
Yürürken aklınıza gelenler dışında hiçbir fikre güvenmeyin!
Ne var ki, bilgelik nâmına hiçbir ilerleme kaydedemediğimiz gün gibi ortada!
Daha çoğumuz yemeğe, neşeye ve şarkıya saklanan altınlardan daha fazla değer verse idi, dünya daha neşeli olurdu.