İçeriğe geç

Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik Kitap Alıntıları – Pınar İlkkaracan

Pınar İlkkaracan kitaplarından Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik kitap alıntıları sizlerle…

Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik Kitap Alıntıları

Filistinli Nadera Shalhoub-Kevorkian, bağımsızlık mücadelesi içindeki Filistin’de tecavüze uğrayan kadınlara destek vermeye çalışan ruh sağlığı uzmanlarının karşılaştıkları ikilemleri anlatıyor. Kevorkian’ın derinlemesine analizinin gösterdiği gibi, toplumun tecavüzün varlığını inkâr etmeye meyli, bekârete verilen önem ve aile namusunu ya da statüsünü korumak amacıyla suçu saklama ya da özelleştirme eğilimi gibi sosyo-kültürel faktörler, tecavüz kurbanı kadınların, tecavüz sonrasında tekrar kurbanlaştırılmasına yol açıyor, tecavüzün etkileriyle başa çıkmalarını zorlaştırıyor.
Müslüman toplumlarda, kadınların cinsel arzuları ve duydukları haz konusundaki anlatıları son derece kısıtlı sayıda. Bu, kadınların kendi arzularını ve haz alma kapasitelerini keşfetmek ya da ifade etmek konusunda maruz kaldıkları yoğun baskı ve kısıtlamaların bir göstergesi olduğu kadar, kadınların, cinselliği daha çok tehlikelerle dolu bir alan olarak yaşamaya koşullandırılmış olmalarının da bir sonucu. Cinsel tacizden şiddete, hatta öldürülmeye kadar uzanan bu tehlikeler silsilesi, yazık ki, birçok kadının psikolojik olarak haz duygularını bastırmalarına yol açıyor. Oysa, cinsellikten aldığımız haz, yaşamımızı belirleyen stratejileri geliştirmemizde en az şiddet kadar rol oynadığı gibi, kişisel güçlenmenin ana yaşamsal enerji kaynağı.
Bütün İslamî dinci sağ hareketlerin, kadın cinselliğini kontrol etme amacı noktasında birleştiklerini söylüyor ve bu konuda geliştirdikleri çeşitli yöntemlerden örnekler veriyor. Örneğin, bedeni yok sayan bir ideoloji, kadın cinselliğini bir ahlaksızlık kaynağı olarak kurgulama, erkeklere ve devlete kadının doğurganlığı üzerinde kontrol hakkı veren düzenlemeleri destekleme ve erkekleri tecavüz dahil çeşitli (heteroseksüel ideolojiye dayanan) davranışlar göstermeye teşvik etme.
İslam adına toplumsal düzenin korunması için kadın cinselliğinin kontrol edilmesini amaçlayan yöntemler ve mekanizmalar ise, tarih içinde, coğrafyaya, zamana, sınıfa ya da ırka göre olduğu kadar, toplumun siyasi ve ekonomik koşullarına göre de çeşitlilik göstermişlerdir. Zamanımızda bu kontrol, kadının hareket özgürlüklerinin engellenmesinden bekaret testlerine, kadın cinsel organının kesilmesinden namus adına işlenen cinayetlere kadar uzanmaktadır.
Recm, kadın cinsel organının kesilmesi gibi, Kuran’da yeri olmayan ve bazı topluluklarda rastlanan İslâm öncesi bir âdet. Bu âdet, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Humeyni yönetimi tarafından yürürlüğe konan yasalarla İran ceza yasasının bir parçası olarak tüm İran’da uygulanmaya başlandı. Daha önce böyle bir âdetin görülmediği Nijerya’da, İslâmî sağın iktidara geldiği Müslüman eyaletlerde 2000 yılından itibaren yürürlüğe giren şeriat yasaları, recmi Nijerya’ya İslâmî bir yasa olarak tanıştırdı.
Afrika’da, bazı kabilelerde İslam öncesi bir âdet olan kadın cinsel organının kesilmesi, 1980’lerden itibaren köktendinciler tarafından İslam’a mâl edilerek benzer bir yayılma sürecine girdi.
Kadınların bedenlerini ya da cinselliklerini baskı altında tutmayı amaçlayan çeşitli mekanizmalar, yasaların ötesinde, kadınların giyim ya da hareket özgürlüklerini kısıtlamak gibi yaygın toplumsal davranışlardan, cinsel organlarını kesmek ya da namus nedeniyle topluca öldürmek gibi şiddet içeren törelere kadar uzanıyor. Müslüman kadınların maruz kaldığı ve şiddet içeren bu tip töreler, son yıllarda giderek dünya kamuoyunun da daha çok ilgisini çekmeye başladı ve gittikçe İslam’la ya da Müslümanlarla özdeşleştirilir hale geldi. Bu özdeşleştirme, yanıltıcı olmasının yanı sıra, Müslüman toplumlardaki kadınların , bu gibi uygulamalara karşı mücadelelerine ve bu uygulamaların İslam’a aykırı olduğu konusunda toplumsal bilinç uyandırma çabalarına da tamamen ters düşmekte.
Ortadoğu’dan Güneydoğu Asya’ya, Kafkaslar’dan Güney Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyaya dağılmış Müslüman toplumlar, idarî ve siyasî yapıları ve ekonomik gelişmişlik dereceleri açısından büyük farklılıklar gösterseler de, çoğunda kadın bedeni ve cinselliği konusunda ortak bir eğilim söz konusu. Türkiye de dahil olmak üzere, Müslüman toplumların büyük bir çoğunluğunda, kadınların bedenlerini ve cinselliklerini, kadınların kendilerine değil, aileye, aşirete ya da topluma ait gören erkek egemen bir anlayış ve tutum hâkim.
Kendi kendini eleştirmek sorun yaratmaz, ama iki taraf aynı düşünceyi paylaşsa da, başkaları tarafından eleştirilmeye daha az tahammül edilir.
Bazı durumlarda, Arap toplumu kadınları, erkeklerin korumasına ve yardımına muhtaç, zayıf yaratıklar olarak görülür; başka durumlarda kadınlar, toplumun korunmasını gerektiren güçlü, kötü şeytanlar olarak görülür.
İnsan, ilk bakışta bizlerden çok farklı görünen insanlarla çok kısa zamanda arkadaşlık bağı kurabiliyor. Belki de “insan” olmak bundan ibaret.
Bir kadın olarak ayrıcalıklı hissettiğim doğru, ama bu ayrıcalık benim cinsiyetimin doğasından kaynaklanmıyor; toplumumda, kadının rolünün takdir edilmesi, hatta yüceltilmesi gibi köklü bir yaklaşım olmasından kaynaklanıyor. Annelik, bizim için kutsal bir şey. Kültürümüz, tarki kabilelerinin kurucusu olduğuna inanılan Tin Hinan büyükanamızın zamanından beri anneler üzerinden kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Tarkiler, annelerde tarihi, kültürü, eğitimi, değerleri ve ahlakı bulduğumuza inanırlar. Şöyle bir deyişimiz var: “Bir topluluğun kültürünü tanımak istiyorsan, kadınlarının kültürünü anlamaya çalış.”
Kadınların o kadar çok şeyle mücadele edip en temel hakları konusunda çok az şey yapabilmiş olmaları, akıl almaz bir şey. Benim görüşüme göre, bir kadın için en temel ve en önemli hak, cinsiyetinin ne bir lanet ne de bir ayrıcalık olduğu, özgür ve diğerleriyle eşit bir birey olduğunu hissetmesidir.
Bir Tarki kadını, dövülmeyi asla kabul etmeyecektir; bu bizim kabilelerimizde olmayan bir şey bunu ilk kez, şehirdeki insanlarla temas kurmaya başladığımızda duyduk. Kadın erkek, bütün tarkiler için utanç verici bir şey. Burada, bir erkek herhangi bir nedenle karısına vuracak olursa, kabilenin her üyesi tarafından öyle bir aşağılanır ki, sonrasında yaşamı imkansız hale gelir; taşıdığı toplumsal yüzkarası kesinlikle onu dışlanmış bir kişi yapar ve pekala kabileyi tamamen terk etmesine neden olabilir.
Bir Şii erkek, bütün Müslüman erkeklerin şer’an caiz dört kalıcı eşe ek olarak, aynı zamanda birden fazla geçici evlilik sözleşmesi yapabilir. Ancak, kadınlar, geçici ya da kalıcı olarak, birden fazla erkekle aynı zamanda evlenemezler.
Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı, 1950’lerde %70 iken, sürekli düşüş göstererek 1996’da %30’a inmiştir.
Türkiye, laik ve ilerlemeci reformların kadınların hayatlarını etkilemesi bakımından, Müslüman dünyasında benzersizdir. 1926 yılında, İsviçre Medeni Kanunu’na dayalı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe sokulmasıyla, çokeşlilik yasaklandı ve kadınlara boşanma, çocuk vesayeti ve miras konularında eşit haklar tanındı. Ancak bu reformlardan onlarca yıl sonra bile, geleneksel ve dinsel pratikler, Türkiye’de yaşayan kadınların günlük yaşamlarında, medeni kanundan çok daha etkili olmaya devam etmektedir; bu durum, Türkiye’nin doğu bölgelerinde yaşayan kadınlar için özellikle geçerlidir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
1992 mayısında Türk medyası, bir grup lise öğrencisinin, Simav‘daki (Kütahya) lise müdürünün emriyle, izin alınmadan bekaret testine tabi tutulmaları ve maalesef kızlardan birinin bu nedenle intiharı olayı incelenmiştir. Bekaret testleri ve intihar üzerine tartışıldığı sıralarda, dönemin sağlık Bakanı Doktor Yıldırım Aktuna‘nın Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’nde başhekim olduğu sırada, kendisinin kadın hastaların düzenli olarak her ay bekaret testinden geçmesini emrettiği öğrenilmiştir. Onun savunması, uygulamanın kadınları, erkeklerin (hem hastaların hem de çalışanların) cinsel istismarına korumak amacıyla yapıldığı şeklinde olmuştur. Bu paradoks vurgulanmaya değer: Sosyal demokrat kökenli bir sağlık bakanı, kadınları erkeklerin cinsel istismarından korunmak için, kadınların bedenlerinin tıp aracılığıyla kontrolünü ve gözetimini önermiştir. Bu iki örnek, kadınların hala heteroseksüel cinsel ilişkide sorumlu taraf olarak görüldüğünün ve onları erkeklerin istismarından korumak adına olsa bile, erkeklerin değil kadınların kontrol edilmeleri gerektiğine inanıldığının işaretidir.
Dolayısıyla, kadınlar örtülü oldukları sürece,hem kadınların hem de erkeklerin korunduğu ve kontrol edildiği varsayılır, toplumsal düzen muhafıza edilir..
İran’ın çağdaş şairlerinin en ünlülerinden biri olan Füruğ Ferruhzad(1937-1965), aynı anda hem örtüsüz olma hemde kendini ifade etme , sesini duyurma cesaretini gösteren çok az sayıdaki orta sınıf kadınından biriydi..
Erkekler, cinsel eylemi, bekaretin bozulması, evlilik dışı hamilelik ve fahişelik gibi zorunlu olarak erkeklerin de katılımını gerektiren etkinliklerden kadınların “suçlu” olduğu şizofrenik bir olay olarak görmeye devam ettikleri sürece, cinsler arası ilişkiler yalan ve aldatmalara dayalı olacaktır.
Türkiye’de koşullar , batıdan doğuya gittikçe kötülleşir. Bunlar , genel hayat standartları üzerinde olumsuz etki yaratır ve bunun sonuçlarını , erkeklerden çok , kadınlar yaşar..
Eski bir Türk atasözü göre, cinsel ilişki , kadının yüzünün karası , erkeğin elinin kınası dır.
Milliyetçi hareketler, genellikle kadınlar için çelişkili roller ortaya koyarlar. Bir yandan, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini ve ilişkilerini yıktıkları için, daha çok kadının toplumsal ve siyasal yaşama katılımına olanak verirken, diğer yandan kadınları, “anne” ya da ulusun geleneklerinin taşıyıcıları gibi kimliklere hapsederler. Bu da, topluluğun ya da “ulusun” kimliğinin ve yegâneliğinin korunup yeniden üretilmesi için, kadınları ve özellikle cinselliklerini kontrol etme amacı taşıyan yeni stratejilerin oluşmasına neden oluyor.
Cinsellik üzerindeki tabulara açık, belirgin veya “radikal” bir biçimde değinme cüretinde bulunduğumuzda, toplumdaki statümüzün ya da “siyasî” veya “akademik” ünümüzün olumsuz etkilenebileceği korkusu. Öyle görünüyor ki bu tip korkular, tarih boyunca bazen en radikal Müslüman kadın eylemcileri bile, başka alanlarda güç için mücadele verirlerken, bedenleri, cinsellikleri ve
hazlarıyla ilgili taleplerini belirsiz bir zamana erteleme stratejisine itmiştir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ben, “kültürel olarak tabu addedilen alanlara girmeye karşı gösterilen direncin”, Müslüman toplumlarda yaşayan çoğu kadın için korkudan kaynaklandığına inanıyorum -böylesi tehlikeli bir alana girmenin getireceği olası tehlikelere dayanan bir korkudan. Söz konusu tehlikelerin biçimi ve derecesi, elbette bir kadının toplumsal konumuna, içinde yaşadığı siyasî ortama, sosyo-ekonomik düzeyine, ya da dayanışmanın var olup olmamasına göre değişkenlik gösteriyor ve toplumsal dışlanmadan aşağılanmaya, marjinalleştirilmekten yasal kovuşturmaya, sürgün ya da şiddet ve ölüme kadar uzanan geniş bir alanı kapsıyor.
Bir toplumda cinsel davranışların düzenlenmesi konusunda en çok ipucu sunabilecek cinsel davranışlara ilişkin tabular ve bu konuda oluşturulmuş toplumsal sessizlik kontratlarının yarattığı çeşitli pazarlık alanları da neredeyse hiç araştırılmamış bir konu olmaya devam etmekte. Birçok Müslüman toplumda varlığını yaygın olarak sürdürmesine rağmen güçlü bir tabu niteliğini koruyan eşcinsellik konusundaki araştırmaların ve literatürün yokluğu, bunun en görünür örneklerinden biridir.
Türkiye’de de çok yankı uyandıran başka bir örnek ise recm, yani zinayla suçlandığında, aksini ispat edemeyen bir kadının taşlanarak öldürülmesi. Recm, kadın cinsel organının kesilmesi gibi, Kuran’da yeri olmayan ve bazı topluluklarda rastlanan İslâm öncesi bir âdet.
İslâmî köktendinci akımlar, bu çabalarını kadın ve kadın cinselliği konusunda İslâm’ın yeni ve son derece tutucu bir versiyonunu oluşturarak ya da tarihte yalnızca bazı küçük topluluklarda rastlanan ve İslâm’la hiçbir ilgisi olmayan bazı örf ve âdetleri, İslâm’a mâl ederek ve bu tip uygulamaları, daha önce bu tip âdetlerin hiç görülmediği çeşitli Müslüman toplumlara yayarak sürdürüyorlar. Yerel bazda, bunun ilk örneklerinden birini, Pakistan’da, askerî darbeyle iktidara geldikten sonra, bir İslâmlaştırma kampanyasıyla gücünü meşrulaştırmayı amaçlayan Ziya ül-Hak liderliğindeki cunta hükümetinin 1979’da çıkardığı hudud yasaları oluşturdu. Bu yasalarla, Pakistan toplumunda ilk defa olmak üzere tecavüz, zinanın bir alt kategorisi olarak sınıflandırılmıştır. Bu sınıflandırma, ispatı zaten tüm dünyada son derece zor olan tecavüz vakalarında, tüm ispat yükünü tecavüzcüden kadınlara kaydırmış, yani tecavüze uğrayan kadın şikâyette bulunduğunda, her şeyden önce zina işlemediğini dört erkek şahit göstererek ispat etmek durumunda bırakılmıştır.
21. yüzyılda, kadınların bedenleri ve cinselliği, hâlâ erkeklerin ve erkek egemenliğinin kontrolü altında. Kadın cinselliğinin ve doğurganlığının kontrolünü amaçlayan mekanizmalar, çoğu toplumda hâlâ erkek egemen sistemin varlığını sürdürmesinin en güçlü aracıdır. Bu kontrol, dolaysız baskı ve şiddet yoluyla olduğu kadar, siyasî, ekonomik, toplumsal ve kültürel manipülasyonlardan oluşan karmaşık bir mekanizmayla sağlanmaktadır. Bu çerçevede din, çoğu kez bu manipülasyonun güçlü bir aracı olarak kötüye kullanılmakta ve kadınların insan haklarının ihlallerini “meşrulaştırmak” görevini görmektedir.
Avrupa Konseyi de, tasarının cinsiyet ayrımcılığına yol açtığını öne sürerek
birçok maddesine itiraz etti. İlginçtir ki, Avrupa Konseyi’nin eleştirilerinin tartışıldığı bir toplantıda, Avrupalı meslektaşlarına karşı hazırladıkları tasarıyı savunan üç Türk hukukçu, itiraza konu maddeleri, tam da eleştirilere konu olan “Türk toplumunun örf, âdet ve ahlak değerleri” çerçevesinde savunmuşlar.
Birçok Ortadoğu ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de 1926’dan beri yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nda, kadın bedeni üzerinde erkeğe, aileye ve topluma tasarruf yetkisi veren bir zihniyet hâkimdir. Örneğin, kadınların maruz kaldığı en kötü şiddet türlerinden biri olan tecavüz, TCK’da “Kişilere Karşı Suçlar” altında değil, “Âdâb-ı Umumiye ve Nizam-ı Aile Aleyhine Cürümler” başlığı altında sınıflandırılmıştır. Yani bir kadının yaşayabileceği en kötü deneyimlerden biri olan tecavüz, Türkiye’de, kadına karşı değil, toplum âdâbına ya da aileye karşı işlenen bir suç niteliği taşıyor, zira kadının bedeni ve cinselliği, TCK’ya göre, topluma ya da aileye ait.
Son onyıllarda yükselişe geçen İslâmî sağın, cinselliği, özellikle kadınların cinselliğini kontrol etmeyi, ideolojisinin temeline yerleştirdiğini ve bu amaca ulaşmak için yeni yöntemler geliştirdiğine şahit olduk. İslâmî sağın, kadınları hedef alan bu stratejisinin temel amacı, toplumsal yaşamı düzenleme ayrıcalığını egemenliği altına alarak siyasî gücünü artırmak; bu stratejisini uygulamak için, Müslüman toplumların çoğunda gözlemlenen bir olgudan, kadınların cinselliğini ve bedenlerini kadınların kendilerine değil, topluma, aileye, erkeklere mâl eden bir bakış açısından güç alıyor.
Erkekler gerçekten bekârete saygı duyuyorlarsa , kendilerine karşı dürüst olsunlar : Evlilik dışında ve evlilik öncesi cinsel ilişkilerden kaçınmalılar.
Ortak noktalara ve benzer retorik süslemelere rağmen , Müslüman dinsel gruplar birbirleriyle aynı değildir..
Her şeyden önce, bize bekaret tabusunun insan belleğinin en ilkel köşelerinde gömülü olduğunu ve erkeklerin kadınlardan korkusunun bir tezahürü olduğunu anımsatır; bu korku, birinci olarak, kadının ezici üstünlüğünden ve ikinci olarak kadınların itaat görüntüsünün ardında intikam almayı planlıyor olduklarına dair şüphelerinden kaynaklanır.
Başka bir bakış açısından, suni bekaret diye bir şey vardır, çünkü erkekler imkansızı ister: Evlilik öncesinde kadınlarla kısa cinsel ilişkiler kurmak isterler, ama evlenmeye karar verdiler mi, çılgın gibi, başka hiçbir erkeğin “kirletmediği” bir bakire arayışına girerler.
Demek ki bekaret, erkekler arasında bir meseledir, kadınlar bu meselede sadece sessiz birer aracı rolünü üstlenir. Namus gibi bekaret de sadece erkeklere özgü bir saplantının tezahürüdür -eşitsizliğin, kıtlığın damgasını vurduğu, bazı insanların onur kırıcı bir biçimde başkalarının tahakkümü altında olması yüzünden bütün bir toplumun, tek gerçek insan gücü olan özgüvenden mahrum kaldığı toplumsal yapılarda görülür.
Sudan’da 1990’lardan beri, bir kadın, uygun şekilde giyinmediğini düşünen herhangi bir erkek tarafından yasal olarak durdurulabilmekte ve sorgulanabilmektedir. Ya da, kocası, babası veya erkek kardeşinin gelip bundan sonra uygun olarak giyineceğini garanti etmesine dek, polis tarafından taciz edilebilir, tutuklanabilir ve karakolda tutulabilir. (Sudan Women and Law Project, 1996).
Kadınlar, bazen evlilik dışı ilişkide bulunduklarına dair sadece şüphe uyandığında bile, babaları veya erkek kardeşleri tarafından öldürülmektedir. Ancak, ahlaksızlığından şüphelenilen erkeklerin ne kadın ne de erkek akrabaları, oğullarını ya da erkek kardeşlerini öldürme yükümlülükleri olduğunu düşünmektedir.
Müslüman dinsel sağ gruplar, cinselliğe bir ahlaksızlık kaynağı olarak yaklaşırlar. Yaygın olarak dile getirilen bir varsayım, aralarında aile bağı olmayan bir kadın ile bir erkeğin yalnız kalmaları halinde, (meşru olmayan) cinsel ilişki kuracaklarıdır. Bu dizginlenemez cinsellik, ahlak ve toplumsal düzen için tehlikelidir. Ancak, asıl sorumlu ve suçlu görülen, kadın cinselliğidir. Aseksüelliği simgeleyen kısıtlayıcı giyim kodlarına uyması gerekenler kadınlardır. Erkekleri kışkırtmamaları için örtünmeleri veya tecrit edilmeleri gereken kadınlardır. Kadınların sırf mevcudiyeti bile, erkeklerin nefislerine hakim olmalarını zorlayan güçlü bir cinsellik kaynağıdır. Ayrıca, “ahlaksızlık” anlamına gelebilecek her durumda, asıl suçlu olan kadınlardır, çünkü böyle bir ortamın doğmasına fırsat vermemeleri gerektiği öne sürülür.
Milliyetçilikle ilgili çok geniş bir literatürün de göstermiş olduğu gibi, kadınlar, kültürün katılımcıları ve oluşturucuları olarak değil, kültürün taşıyıcıları olarak tanımlanmaktadır.
Müslüman olsun olmasın, diğer bütün görüşlere karşı hoşgörüsüzlük vardır. Kendileriyle aynı görüşte olmayan Müslümanlara asla özgürlük alanı tanınmaz, İslam’ın tehlike altında olduğu, bu yüzden kendi görüşlerine karşı gelenlerin hepsinin hain olduğu iddiası öne sürülür -böylelikle baskı için de bahane elde edilmiş olur.
Bir erkeğin namusunun, ailesindeki kadınların bedenlerini ve cinsel etkinliklerini kontrol etmesine bağlı olduğu yolundaki meşhur namus anlayışı, Akdeniz bölgesinde, Arabistan’da ve Güney Asya’nın bazı bölümlerinde yaygındır. Ancak, Sahra altı Afrikası’nda ve Güneydoğu Asya’nın büyük bir bölümünde bu anlayışa rastlanmamaktadır. Örneğin, Hausa bölgesinde “namus” cinayetleri bilinmez, kötü bir şaka olarak bile düşünülmez.
Erkeklerin kadınlardan boşanma hakları olduğunu söyleyen ayetler kanunlaşırken, kadın eşlerin adil muamele görme haklarından bahseden ayetler sadece tavsiye edilen uygulama olarak kabul edildi; böylelikle, bunun tam olarak ne anlama geldiği, her erkeğin vicdanına bırakılmış oldu ve genel olarak hukuki bir mesele sayılmadı.
İslam düzeni iki tehditle karşı karşıyadır: Dışındaki kafir ile içindeki kadın.
Peygamber dedi ki: “Benden sonra, ümmetim için, kadınlardan daha büyük bir fitne ve fesat kaynağı olmayacaktır.”
İronik olan, İslam ve Avrupa kaynaklı teorilerin aynı sonuca varmasıdır: Kadınlar sosyal düzene zarar verir -Gazali’ye göre aktif oldukları için, Freud’a göre aktif olmadıkları için.
Eğer erkeklerin korktuğu şey, kadınların onların cazibelerine karşı koyamayacaklarıysa, neden kendileri için örtünme kuralı getirmediler? Erkekler, baştan çıkarılmaya direnç gösterme yeteneklerinin kadınlarınkinden daha sınırlı olduğunu mu düşündüler? Erkekler kendilerini kontrol etmede ve cinsel dürtülerine karşı koymada kadınlardan daha zayıf mı kabul ediliyorlar? … Erkeklerin, kadınların karşısına örtünmeden çıkmasını engellemeleri, nefisleri üzerindeki kontrollerini kaybetme ve örtüsüz bir kadınla her karşılaştıklarında fitnenin doğması korkusunu göstermektedir. Böyle bir gelenek, kadınların, nefislerini kontrol etme konusunda erkeklerden daha üstün olduklarını düşünmemize sebep oluyor.
Namus suçları konusunda Arap dünyasında yasal düzenlemeleri inceleyen Lama Abu-Odeh, bu geleneğe yönelik yasal düzenlemelerin Arap devletlerinde iki amaca hizmet ettiğini savunuyor: Namus suçlarını, sınırlarını yasal düzeyde belirleyerek toplumsal bir uygulama olarak korumak ve geleneksel bir töreyi “modernleştirmek”.
Toplumun tecavüzün varlığını inkar etmeye meyli, bekarete verilen önem ve aile namusunu ya da statüsünü korumak amacıyla suçu saklama ya da özelleştirme eğilimi gibi sosyo-kültürel faktörler, tecavüz kurbanı kadınların, tecavüz sonrasında tekrar kurbanlaştırılmasına yol açıyor, tecavüzün etkileriyle başa çıkmalarını zorlaştırıyor.
Tarki kabilesinin İslam’ı yorumlayışına göre, aşk, bütün kadınlar ve erkekler tarafından yaşanacak ve tadı çıkarılacak insani bir zevktir. İslam’ın bu versiyonunda kadınlar ve erkekler, evlilik öncesi ve sonrası aşkın hazlarını tatmak üzere yaratılmış doğal eşlerdir. Kadınlara karşı şiddet sadece onların dışındaki dünyada rastlanan korkunç bir hikayedir. O kadar korkunç ki, herhangi bir toplumun buna nasıl izin verebileceğini hayal etmekte dahi zorlanmaktadırlar.
Erken, zorla veya görücü usulü evlendirmeler, çokeşlilik, namus cinayetleri gibi geleneksel veya sözde dini uygulamalar, kadın cinselliğini kolektif olarak kontrol etmeyi ve cinsiyetler arasındaki eşitsizliği korumayı amaçlayan mekanizmalar olarak kullanılmaktadır. Araştırmanın sonuçları, Türkiye’nin doğusunda, erken evliliğin ve çokeşliliğin hala son derece yaygın olduğunu, yasalar tarafından yasaklanmasına rağmen, dini nikahın, yaygın olarak medeni nikahtan önce yapıldığını birçok kadının zorla ve görücü usulüyle evlendirildiğini, ancak genç kadınların, eşlerini kendilerinin seçme şansı konusunda daha iyimser olduklarını gösteriyor.
Asıl mesleği anestezi uzmanlığı olan Nesrin’in yazdığı Lajja (Utanç) adlı kitap, Bangladeş’te bir azınlık konumunda olan Hinduların haklarını ele aldığı kadar, İslam’ın kadınlara bakışını eleştiriyor ve özellikle evlilik dışı cinselliğin bir hak olduğunu savunuyordu, yani birçok tabuya dokunuyordu. Kitap, 1993’te yayınlanmasından kısa bir süre sonra Bangladeş’teki köktendincilerin yoğun bir saldırısına uğradı ve bu köktendincilerin tepkisini yatıştırmak amacıyla Bangladeş hükümeti tarafından yasaklandı. Hükümetin kitabı yasaklamasıyla, köktendinciler, hükümetin beklentilerinin tam aksine, bu konudaki eylemlerini artırdılar ve 29 Temmuz’da Nesrin’in asılması talebiyle Dakka sokaklarında 200.000 kişilik bir yürüyüş düzenlediler. İslam’ın Askerleri adlı örgüt, Nesrin’in İslam adına öldürülmesini emreden bir fetva yayınladı. Köktendincilerin 29 Temmuz’daki muazzam gövde gösterisinin hemen ertesi günü laiklik taraftarlarının, Bangladeş’te din ile devletin gittikçe iç içe geçmesine karşı protestoyu amaçlayan grev çağrısı pek bir şey getirmedi ve Nesrin, ülkeyi terk ederek İsveç’e sığınmak zorunda kaldı.
Kuşkusuz köktendincilik ve kadın kimliğinin ya da cinselliğinin köktendinci ideolojilerce bir araç olarak kullanılması yalnızca İslam’a özgü değil. Hristiyan, Musevi, Budist ya da Hindu kadınlar da köktendinci akımların kadınların insan haklarını hiçe sayan uygulamalarıyla karşı karşıya kalmaktalar. Hangi dinden olursa olsun, tüm köktendincilerin kullandıkları ortak yöntem, dine ait mutlakiyetçi ve sorgulanması engellenen bir söylem yaratmaya çalışmaları.
Malezya’nın Terenegannu eyaletinde iktidarda olan Malezya İslam Partisi (PAS), eyalette yaşayan tüm Müslümanlara uygulanmak üzere, Pakistan’daki yasaya çok benzeyen bir yasa önerisini, yeni bir madde ekleyerek gündeme getirdi. Eklenen madde, tecavüze uğrayan kadının, tecavüze uğradığını ispat edemezse, haksız suçlama nedeniyle 80 kırbaçla cezalandırılmasını öngörüyor.
Pakistan’da, askeri darbeyle iktidara geldikten sonra, bir İslamlaştırma kampanyasıyla gücünü meşrulaştırmayı amaçlayan Ziya ül-Hak liderliğindeki cunta hükümeti 1979’da hudud yasalarını çıkardı. Bu yasalarla, Pakistan toplumunda ilk defa olmak üzere tecavüz, zinanın bir alt kategorisi olarak sınıflandırılmıştır. Bu sınıflandırma, ispatı zaten tüm dünyada son derece zor olan tecavüz vakalarında, tüm ispat yükünü tecavüzcüden kadınlara kaydırmış, yani tecavüze uğrayan kadın şikayette bulunduğunda, her şeyden önce zina işlemediğini dört erkek şahit göstererek ispat etmek durumunda bırakılmıştır. Yasa, bu şekliyle, tecavüz edilen kadını mağdur saymayan, üstelik kolayca suçlu konumuna düşüren bir hukuk sistemi oluşturmuştur. Bu uygulama, Pakistan’da tecavüz edilen kadınların, zinayla suçlanmaktan korkarak şikayette bulunmalarını önlemek suretiyle, tecavüz eden erkekleri korumakla kalmamış, aynı zamanda, tecavüzcülerin, polisin ve mahkemelerin oluşturduğu işbirlikçi bir sistemle, tecavüz kurbanı kadınları, bir de zina suçlaması kurbanı haline getiren kurumsallaşmış bir şiddet sarmalı oluşmasına yol açmıştır.
Malezya’nın Terenegannu eyaletinde iktidarda olan Malezya İslâm Partisi (PAS), eyalette yaşayan tüm Müslümanlara uygulanmak üzere, Pakistan’daki yasaya çok benzeyen bir yasa önerisini, yeni bir madde ekleyerek gündeme getirdi. Eklenen madde, tecavüze uğrayan kadının, tecavüze uğradığımı ispat edemezse, haksız suçlama nedeniyle 80 kırbaçla cezalandırılmasını öngörüyor.
Müslüman toplumların büyük bir çoğunluğunda, kadınların bedenlerini ve cinselliklerini, kadınların kendilerine değil, aileye, aşirete ya da topluma ait gören erkek egemen bir anlayış ve tutum hakim.
Kadın cinselliğinin ve doğurganlığının kontrolünü amaçlayan mekanizmalar, çoğu toplumda hala erkek egemen sistemin varlığını sürdürmesinin en güçlü aracıdır. Bu kontrol, dolaysız baskı ve şiddet yoluyla olduğu kadar, siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel manipülasyonlardan oluşan karmaşık bir mekanizmayla sağlanmaktadır. Bu çerçevede din, çoğu kez bu manipülasyonun güçlü bir aracı olarak kötüye kullanılmakta ve kadınların insan haklarının ihlallerini “meşrulaştırmak” görevini görmektedir.
“Liberal toplumsal cinsiyet ideolojisi, Özgür ama iffetli kadınlar talep ediyor. Modern bir kadın, erkekler için cinsel olarak erişilebilir, ama aynı zamanda bâkire olmalıdır.”
Müslüman toplumlardaki İslâm pratikleri ne özdeştir , ne de durağan . Her toplumun kendi tarihi vardır, dolayısıyla genel benzerliklerin yanı sıra , belirli yerlerdeki Müslüman söylemlerini dönemlere ayırma gereği de bulunmaktadır.
”Cinselliğimizin kendimizden kaynaklandığını ve kişisel olduğunu hissetsek de, cinsellik birçok farklı yöntemle kamusal olarak inşa edilir ve denetlenir. Kimin, kiminle, hangi biçimlerde ve hangi durumlarda evlenebileceğini veya cinsel ilişkide bulunabileceğini tanımlayan gelenekler ve yasalar bu yöntemler arasında yer alır.”
“Fas halk kültürü, kadınlığa karşı olumsuz bir tutumun damgasını taşır. Bir kadını sevmek, yaygın olarak, bir akıl hastalığı, kendine zarar verici bir zihinsel durum olarak görülür. Bir Fas atasözü şöyle der: Aşk bir belalı iştir
Delirtmezse öldürür”
Söz konusu olan bütün hukuk metinlerinin yazarları erkektir.
Eğer erkeklerin korktuğu şey , kadınların onların cazibelerine karşı koyamayacaklarıysa ,neden kendileri için örtünme kuralı getirmediler ?
Cinselliğin ,özel ve kişisel alana ait bir olgu olarak kurgulanması ,cinselliği erkeklerin egemenlik alanına bırakıyor ve kadınların bu konuda sessizleştirilmesini kolaylaştırıyor.
Türkiye’de 1926’dan beri yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nda , kadın bedeni üzerinde erkeğe , aileye ve topluma tasarruf yetkisi veren bir zihniyet hâkimdir. Örneğin, kadınların maruz kaldığı en kötü şiddet türlerinden biri olan tecavüz, TCK’da Kişilere Karşı Suçlar altında değil, Âdâb-ı Umumiye ve Nizam-ı Aile Aleyhine Cürümler başlığı altında sınıflandırılmıştır. Yani bir kadının yaşayabileceği en kötü deneyimlerden biri olan tecavüz, Türkiye’de , kadına karşı değil , toplum âdâbına ya da aileye karşı işlenen bir suç niteliği taşıyor.
Bir kadın için en temel ve en önemli hak, cinsiyetinin ne bir lanet ne de bir ayrıcalık olduğu, özgür ve diğerleriyle eşit bir birey olduğunu hissetmesidir.
Bir topluluğun kültürünü tanımak istiyorsan, kadınlarının kültürünü anlamaya çalış.
Allah’ın insanlara verdiği en değerli armağan akıldır. Aklın en iyi kullanımı ilmi aramaktır.
Avrupalı kadınların, nasıl tecavüz korkusu içinde olduğunu, ne kadar çok kadının gerçekten saldırıya uğradığını ve bunların ne kadarının intihar etmeye kalkıştığını görmek beni şaşkınlığa uğrattı. Bunların hepsini dehşet verici buluyorum, çünkü hepsinin kökünde, kadınların çaresiz, savunmasız, cinsellik nesneleri olarak algılanması gibi iğrenç bir bakış açısı var.
Benim görüşüme göre, bir kadın için en temel ve en önemli hak cinsiyetinin ne bir lanet ne de bir ayrıcalık olduğu, özgür ve diğerleriyle eşit bir birey olduğunu hissetmesidir.
Erkekler gerçekten bekarete saygı duyuyorlarsa, yapmaları gereken tek şey, evlilik öncesi bakir olmayı, kadınlar kadar erkekler için de önemli olan örnek haline sokmalarıdır.
Eğer birisi, hiç sevmediği bir işi yapması için ruha baskı yaparsa, ruh baskaldırır.
Toplumun tecavüzün varlığını inkar etmeye meyli, bekarete verilen önem ve aile namusunu ya da statüsünü korumak amacıyla suçu saklama ya da özelleştirme eğilimi gibi sosyo-kültürel faktörler, tecavüz kurbanı kadınların, tecavüz sonrasında tekrar kurbanlastirilmasina yol açıyor, tecavüzün etkileriyle başa çıkmalarını zorlaştırıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir