İçeriğe geç

Yaşayan Mumya Kitap Alıntıları – Antonin Artaud

Antonin Artaud kitaplarından Yaşayan Mumya kitap alıntıları sizlerle…

Yaşayan Mumya Kitap Alıntıları

benim, yaşamını yeni baştan oluş­turmaya uğraşan insan çığlıklarıma denk olamaz.
Bir bedene sahip olduğu halde

İsa’yla mı özdeşleşiyor?

Kendi
çıkmazını
insanlığın genel çıkmazı olarak gören (..)
Dillerini ustalıkla kullananlar, sözcüklerin bir anlamı olduğunu sananlar, domuzdurlar.
Bu Tanrı, beni, istediği gibi kullandı, saçma biçimde; beni canlı kıldı
Yürüyen bir robot durumuna
indirgedi beni; ama öyle bir robot ki, bilinçsizliğinin kırıldığını duyumsuyordu.
Ve işte ben, yaşamakta olduğumu göstermek istedim, şeylerin çınlayan gerçekliğiyle birleştirmek istedim kendimi, yazgımı parçalamak istedim.
Tüm bireysel eylemler, toplumsallığa aykırıdır. Deliler, toplumsallık diktatörünün kurban ettiği kimselerdir.
Kendi çıkmazını insanlığın genel çıkmazı olarak gören ve bunu tanrıya bağlayan Artaud için gerçeklik, yaşam, varoluş, kendisinin acılarının kaynağıdır:
Çektiğim korkunç acı, yaşamdan geliyor. Benim erişebileceğim hiçbir durum yok. Kesin olan şu ki ben, uzun zamandır ölüyüm, çoktan intihar etmişim. intihar ettirildim, demek istiyorum, ölüme açlık duymuyorum, varlık olmamaya açlık duyuyorum.
sanki sürekli alçalıyor gerçekliğin normal düzeyi.
kötülük, her insana eşit ölçüde verilmemiştir, deha da öyle, delilik de.
benim acılarım, onlarınki gibi yalnız düşünmeyle ilgili değil; etimden de, ruhumdan da derdim var benim.
öbür insanlar için yalnızca bir insan olma aracı sayılan şey , benim için Akıl’dır.
Ölümü bir serüven olarak algılamıyorum , öyle hissetmiyorum onu ; ölmekte olduğumu hissediyorum , gösterişsiz , çatışmasız , sessiz bir ölümü ; ama ağır ağır ve sürekli bir kopuş bu.
Düşüncelerimi teker teker bırakmakla daha şimdiden intihar ettim ben.
Ben artık ne ölebiliyorum , ne yaşayabiliyorum , ne de ölümü ya da yaşamı istememezlik edebiliyorum . İnsanların tümü de benim gibi.
Herkesin evreni ayrı olmalıdır.
Benim acılarım , onlarınki gibi yalnız düşünmeyle ilgili değil ; etimden de , ruhumdan da derdim var benim.
Demek ki aklımı yıkıma uğratan bir etken var ; beni , olabileceğim şey olmaktan alıkoyuyor
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kara basanların mürekkep balığı, tüm mürekkebini saldı, bu da aklın çıkış yollarını kapadı; bir kan ki bu, bıçağın ağzını tanımamış bir eti, damarlarına dek çürüttü.
Varlığımızın içine Tanrının yaptığı baskındır sözkonusu olan; işte bu varlığımızla kendi varlığımızı yıkmak sorunu çıkıyor karşımıza; Varlığımızla ilişkili bir şey var ve bu, varlığın maddesel yanının tümleyicisi durumundadır ama o öldü diye kendisi de ölmemektedir. Yaşamın bu altedilmez egemenli­ği, doğanın bu yapışkanlığı, reflekslerin ve akılalmaz, gizli uzlaşmaların oyunuyla giriyor yaşamımı­zın özüne, olanak bırakmadan bizim girmemize. Han­gi yönden kendime bakarsam bakayım anlıyorum ki devinimlerimin hiçbiri, düşüncelerimin hiçbiri, benim değil.
Tanrı beni, umutsuzluğun içine bıraktı, sanki ışıkları ba­na ulaşan çıkmazlar burcunun ortasına bıraktı. Ben artık ne ölebiliyorum, ne yaşayabiliyorum, ne de ölümü ya da yaşamı istememezlik edebiliyorum. İnsan­ların tümü de benim gibi.
Bu Tanrı, beni, istediği gibi kullandı, saçma biçimde; beni canlı kıldı, yadsımaların yokluğunda, benim atak yadsımalarımın yokluğunda, düşünülen yaşamın, duyulan yaşamın en küçük kıpırtılarını bile yok etti bende. Yürüyen bir robot durumuna indirgedi beni; ama öyle bir robot ki, bilinçsizliğinin kırıldığını duyumsuyordu.
Ve işte ben, yaşamakta olduğumu göstermek istedim, şeylerin çınlayan gerçekliğiyle birleştirmek istedim kendimi, yazgımı parçalamak istedim.
Yaşamın kendisi, bir çözüm değil; ya­şam, seçilmiş, benimsenmiş, belirlenmiş hiçbir var­ oluş türüne sahip değil. Yaşam yalnızca, istekler ve olumsuz güçler dizisidir, tiksindirici bir rastlantıya bağlı koşullara göre amacına ulaşan ya da başarısız­lığa uğrayan küçük karşıtlıklar dizisidir. Kötülük, her insana, eşit ölçüce verilmemiştir, deha da öyle, delilik de.
Güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün arasına yerleşiyorum. Askıda bırakıyorum kendimi; hiçbir ya­na eğilim göstermeden, yansız; iyilerin ve kötülerin kışkırtmalarının kurduğu dengenin kurbanıyım.
Ben kendimi öldürürsem bu, kendimi yıkmam için değil, ama kendimi yeniden oluşturmam için olacak; intihar, benim için, kendimi zorlu bir uğraşla yeniden ele geçirmemi, varlığımın içine baskın yapıp girmemi, belli belirsiz ilerleyen Tanrıdan önce davranmamı sağlayacak bir araçtır yalnızca. İnti­harla kendi tasarımı yeniden doğaya uyguluyorum, ilk kez kendi irademle biçimlendiriyorum her şeyi.
Bana uygun olmayan organlarımın koşullandırmasından kendimi kurtarıyorum; ve yaşam, bana düşünmem için verileni düşündüğüm saçma bir talih oyunu olmaktan çıkıyor.
Sayıklamanın, saçmala­manın özgürce gelişmesinin engellenmesine karşıyız;
çünkü insanlığın tarih boyunca sürdürdüğü düşünme ve davranma biçimleri gibi bu da, hem olağan­dır, hem mantığa uygun. Toplumsallığa aykırı tepkilerin bastırılması, temelden yanlıştır, olanak­sızdır ve onaylanamaz. Tüm bireysel eylemler, top­lumsallığa aykırıdır. Deliler, toplumsallık diktatörünün kurban ettiği kimselerdir. İnsanın özü olan bireysellik adına isteğimiz şudur ki, duyarlılıkları yüzünden hapsedilmiş bu insanlar serbest bırakılsın­lar; çünkü düşünen ve eylemde bulunan tüm insan­ları hapsetmeye yasaların zaten gücü yetmez.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
«Gerçek bir dil «Anlaşılmazdır.» «Dillerini ustalıkla kullananlar, sözcüklerin bir anlamı olduğunu sananlar, domuzdurlar.» «Tüm metinler [ecriture) domuzluktur.» «Hem edebiyatla, hem Akılla tüm ilişkileri kes­mek gerekir.»
«Bir yolu bulundu Tanrıyı ortaya çıkarmanın, «Onu mikrop saçarken suçüstü yakalamanın.
«Yani onu yüreğinden çivilemeli «insanlarca en sevilen yerinden, «mikrop saçan cinsellik biçimine bürünmüşken, «insanlığa, şimdiki gibi tetanoz bulaştırmak, «onu baştan çıkarmak istediği zaman büründüğü «çürütücü vahşetinin kötülükle biçimlenmiş görüntüsü içinde.
« ..
«—Ne demek istiyorsunuz bay Artaud?
«—Demek istiyorum ki, bu soytarıdan kurtulmayı «kesinlikle sağlayacak bir yol buldum; hiç kimse artık «Tanrıya inanmazsa, herkes gittikçe daha kesin «biçimde insana inanacak.
«Demek ki zamanı geldi, insanı iğdiş etmeye «karar vermenin.»
Gerçek tiyatro her zaman bana, tehlikeli ve dehşetli bir eylem olarak görünmüştür.
«Ben, Antonin Artaud, kendimin oğluyum, «kendimin babası, kendimin anası « ve ben’im» «ama ben olağan koşullarda var olmadım «dölyatağının kapılarından geçmedim bu dünyaya «doğuşum, dehşetli bir çabalamaydı «korkunç bir savaş «adsız bir günah.
İnsan, kendi hiçliğinin tadına varabilseydi, ken­di hiçliğinde dinlenebilseydi; bu hiçlik, herhangi bir varoluş biçimi olmasın, ama tam bir ölüm de olma­sın.
Çektiğim korkunç acı, yaşamdan geliyor. Be­nim erişebileceğim hiçbir durum yok. Kesin olan şu ki ben, uzun zamandır ölüyüm, çoktan intihar etmişim. İntihar ettirildim, demek istiyorum___ ölüme açlık duymuyorum, varlık olmamaya açlık duyuyo­rum.
Otuz yaşım­dan beri, sırtımda bu bıçak yarasını taşıyorum; ya­rayı tazeleyip duran bu bıçak, sulara gömüyor adamı ki bedeniyle taşımakta yarasını, ruhuyla de­ğil.
(Benim yetersizliklerim) canlı köklerdir; sı­kıntının kökleridir yaşamın yüreğinde; ama yaşa­mın karmaşıklığını taşımıyorlar; temellerinden sarsılan bir ruhun kozmik fısıltısı duyulmuyor bunlar­da tam da ruh, kendi zenginliklerini, bulgularını, aldığı esini düzgün bir yapıya kavuşturmaya hazır­landığı sırada, tam da bunun ortaya çıkacağı anda, üstün ve kötü bir irade saldırıyor ruhun üzerine zaç yağı gibi, sözcük – imge bütünlüğüne saldırıyor, du­yu kümesinin üzerine saldırıyor ve beni, yaşamın tam kapısının önünde, çırpınır halde bırakıyor.
Öyle bir hastalık ki, ruhun en derindeki gerçekliğini etkilemekte, bunun dışa vurulma biçimlerini de çürütmektedir. Var oluşun zehiri. Tam bir inme. Sözlerinizi, anılarınızı elinizden alan, aklınızı sizden söken bir hastalık.
Aklımı yıkıma uğratan bir etken var;
beni, olabileceğim şey olmaktan alıkoyuyor ve beni, diyebilirim ki, ertelenmiş bırakıyor.
Sanki sürekli alçalıyor gerçekliğin normal düzeyi.
Ben, bir bakıma, kendi yaşam gücümün kışkırtıcısıyım; yaşam gücü, bana, bilinçten daha gereklidir; çünkü öbür insanlar için yalnızca bir in­san olma aracı sayılan şey, benim için Akıl’dır.
Düşüncelerimi teker teker bırakmakla, daha
şimdiden intihar ettim ben.
Bir gecikmeyle hissediyorum yaşamı, umutsuzlukla farkediyorum ondan kopmadığımı.
Ben artık ne ölebiliyorum, ne yaşayabiliyorum, ne de ölümü ya da yaşamı istememezlik edebiliyorum. İnsanların tümü de benim gibi.
Kötülük, her insana, eşit ölçüde verilmemiştir, deha da öyle, delilik de.
Bırak beni, Tanrı!
Artaud, içinde taşıdığı boşluğa (hiçliğe) karış­mak ister. Boşluk ve hiçlikten anladığı şudur :
İnsan, kendi hiçliğinin tadına varabilseydi, ken­di hiçliğinde dinlenebilseydi; bu hiçlik, herhangi bir varoluş biçimi olmasın, ama tam bir ölüm de olma­sın.
Bilincimin cehenneminde giriştiğim bu arama sırasında, patlamalar duyduğumu sandım, sanki gö­rünmez taşlar çarpışmış ya da alevler birdenbire taşlaşmıştı. Alevler duyarsız, ama bir mucize sonun­ da yaşam dolu gerçeklere dönüşeceklerdi.
Ruhsallık açısından, kendi kendimi yıkıma uğ­ratıyorum; artık, yaşıyor sayılamam.
Senin gizemli havan, benim göreceğim cezanın
En acımasız, en gerçek tanığı.
Sessizlik, senin bedeninin örtüsü
Ama beni, ölümde en çok korkutan, Tanrıyla bu yakınlaşma değil, kendi içime geri dönüş değil, kendi özüme son kez girme zorunluluğudur.
Han­gi yönden kendime bakarsam bakayım anlıyorum ki devinimlerimin hiçbiri, düşüncelerimin hiçbiri, be­nim değil.Bir gecikmeyle hissediyoıum yaşamı, umutsuz­lukla fark ediyorum ondan kopmadığımı.
Tanrı beni, umutsuzluğun içine bıraktı, sanki ışıkları ba­na ulaşan çıkmazlar burcunun ortasına bıraktı.Ben artık ne ölebiliyorum, ne yaşayabiliyorum, ne de ölümü ya da yaşamı istememezlik edebiliyorum. İnsan­ların tümü de benim gibi.
Aslında biz, ağaçtan başka bir şey değiliz ve olasıdır ki, benim soyumun ağacının bilmem hangi boğumunda, belir­lenmiş bir günde kendimi öldüreceğim yazılıdır.
Yaşam yalnızca, istekler ve olumsuz güçler dizisidir, tiksindirici bir rastlantıya bağlı koşullara göre amacına ulaşan ya da başarısız­lığa uğrayan küçük karşıtlıklar dizisidir.
Ben kendimi öldürürsem bu, kendimi yıkmam için değil, ama kendimi yeniden oluşturmam için olacak; intihar, benim için, kendimi zorlu bir u raşla yeniden ele geçirmemi, varlığımın içine baskın yapıp girmemi, belli belirsiz ilerleyen Tanrıdan önce davranmamı sağlayacak bir araçtır yalnızca.
Deliler, toplumsallık diktatörünün kurban ettiği kimselerdir.
İnsan aklı, kavramların ortasında hastadır.
( ) doğuşum, dehşetli bir çabalamaydı
korkunç bir savaş
adsız bir günah.
Bugüne dek acısını çektiğim şey, Boşluğu red­detmiş olmamdı.Çoktandır bende olan Boşluğu.
Gevşemiş, uyuşmuştum, çevremde gördüğüm her şey gibi.
Çektiğim korkunç acı, yaşamdan geliyor. Be­nim erişebileceğim hiçbir durum yok. Kesin olan şu ki ben, uzun zamandır ölüyüm, çoktan intihar etmi­şim. intihar ettirildim, demek istiyorum___ ölüme açlık duymuyorum, varlık olmamaya açlık duyuyo­rum.
Bende var olan her şeyin tek yargıcı benim.
Benim acılarım, onlarınki gibi yalnız düşünmeyle ilgili değil; etimden de, ruhum­dan da derdim var benim.
Demek ki aklımı yıkıma uğratan bir etken var;
beni, olabileceğim şey olmaktan alıkoyuyor ve beni, diyebilirim ki, ertelenmiş bırakıyor.
Ama beni, ölümde en çok korkutan, Tanrıyla bu yakınlaşma değil, kendi içime geri dönüş değil, kendi özüme son kez girme zorunluluğudur. Yaşamdan kendimi kurtaramam, bir şey’den kendimi kurtaramam.
Bir gecikmeyle hissediyorum yaşamı, umutsuzlukla farkediyorum ondan kopmadığımı.
Ben artık ne ölebiliyorum, ne yaşayabiliyorum, ne de ölümü ya da yaşamı istememezlik edebiliyorum. İnsanların tümü de benim gibi.
Güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün arasına yerleşiyorum. Askıda bırakıyorum kendimi; hiçbir yana eğilim göstermeden, yansız; iyilerin ve kötülerin kışkırtmalarının kurduğu dengenin kurbanıyım.
Bende var olan her şeyin tek yargıcı benim.
Diyebilirim ki ben, gerçekten, bu dünyada varlık olamadım; bu, yalnızca zihinle ilgili bir durum değildir Nasılsam öyle görünmeyi yeğlerim, varlık olmayışımla, kökümden koparılmışlığımla
Benim acılarım, onlarınki gibi yalnız düşünmeyle ilgili değil; etimden de, ruhumdan da derdim var benim.
Ama tanrı, saçma ölüm, daha da korkunçlaşmış yaşam, çözülmez bir problemin üç bilinmeyenidir; intihar, bu probleme hiçbir çözüm getirmez.
Buna inanmanız, sizin iyiliğinizedir.
Gerçek bir dil,
Anlaşılmazdır.
İntihar ettirildim, demek istiyorum ölüme açlık duymuyorum, varlık olmamaya açlık duyuyorum.

İnsan kendi hiçliğinin tadına varabilseydi, kendi hiçliğinde dinlenebilseydi; bu hiçlik, herhangi bir varoluş biçimi olmasın, ama tam bir ölüm de olmasın.

Demek ki aklımı yıkıma uğratan bir etken var; beni, olabileceğim şey olmaktan alakoyuyor ve beni, diyebilirim ki, ertelenmiş bırakıyor.
Otuz yaşım­dan beri, sırtımda bu bıçak yarasını taşıyorum; ya­rayı tazeleyip duran bu bıçak, sulara gömüyor adamı ki bedenîyle taşımakta yarasını, ruhuyla de­ğil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir