İçeriğe geç

Taha’nın Kitabı – Gül Muştusu – Şiirler IV Kitap Alıntıları – Sezai Karakoç

Sezai Karakoç kitaplarından Taha’nın Kitabı – Gül Muştusu – Şiirler IV kitap alıntıları sizlerle…

Taha’nın Kitabı – Gül Muştusu – Şiirler IV Kitap Alıntıları

Benim kalbimden başlıyor ölenlerin ölümleri,
Bu yıl ilkin benim kalbimden başlıyor sonbahar.
Seni zaman sayan kalbim,
Kalbimin aldanışı da bu kadar işte.
Şimdi gençliğin şu son yıllarında
Karıştırdığım gençliğimin kitapları arasında
Elim tozlanır bir gül yaprağının kuru çıtırtılarıyla
Gül yaşamış biliyorum
Ellerimde yüzümde ayaklarımda
Gül fırlattık birbirimize taş yerine
Develer çöle dağılmış
Ateş sönmüş kervan batmış
Kervana yol gösteren yıldız yanmış
Bir şey olacak biliyor ama ilerde
Üç mevsim ölsen de
Hiç olmazsa dirilirsin baharda
Hamd olsun dedi hamd olsun
Bir hayat var bu kelimelerde hâlâ duyulabilir
Kalbten gelen gözyaşı gibi kelimelerdir
Kalbimizin özünü kemiren akşam
Kent bir tabuttur artık çivisi insan
Bizi yaratana
Sonra öldürüp
Yeniden yaratana
Sonra tekrar öldürecek olana
Şu dünyanın çiftçisi yapana
Yeri göğü donatana
Cehennem’e ve Cennet’e
Belli bir işaret koyana
Hamd olsun
Bugüne dek
Beni hiçbir yay hiçbir ok değiştirmedi
Yüreğimle karşılaşınca
Bütün kılıçlar kırıldı
Bir saman çöpü gibi
Gözümün önüne gelen
Bu kavis
Neden değiştirdi beni
Neden döndürdü beni çevresinde
Neden öldürdü beni
Şimdi büyüdük masal sona erdi
Sona erdi güneş hikâyeleri
Hayâlleri taş kırar gibi kıranlar
Anlamları omuzlayıp meydanlarda bağıranlar
Duvarlar çetin pencereler yüksek
Gittikçe kapanıyoruz içimize
Bozulan saat onarıldı ama artık eski saat değil
Susan çakmak doğruldu ama eski çakmak değil
Seni ben kalbime çarptım kalbim artık eski kalb değil
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Arzın merkezi gibi soğuyorum gün gün
Benim kalbimden başlıyor ölenlerin ölümü
Sen bir muştu gibi geldin indin kalbime
Ve iyi ettin onu ve iyi ettin beni
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Seni zaman sayan kalbim
Kalbimin aldanışı da bu kadar işte
Bu yıl ilkin benim kalbimden başlıyor sonbahar
Ölsek bir döğünen mi var arkamızda önümüzde
Gittikçe kapanıyoruz içimize
Duvarlar duvarlar duvarlar
Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir
Bana bir gemi gibi yaklaşan
Üsküdar akşamlarından
Fatih Camii gibi aydınlıktınız
Bir fakir ölüsü kadar sessiz ve sade
Ölüm de öyle değil mi
İçi boş ama kıyısıyla doğrayan bir çerçeve
Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun
Bir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsun
Duvar mısın sur musun
Köprü müsün han mısın yıkılıyorsun
Bugüne dek
Beni hiçbir yay hiçbir ok değiştirmedi
Yüreğimle karşılaşınca
Bütün kılıçlar kırıldı
Bir saman çöpü gibi
hey bağrı at sağrısına yapışık doğan
at dediğin de ne
baharda
bulut içinde lacivert bir gölge mi
kadın dediğin de ne
Kaybolan cihetsiz gençlik sesleri
Ziya Gökalp, musîkimizi Bizans’a, şiirimizi Acem’e, düşüncemizi Arab’a mal edip, (sözde) bizim için yeni bir çıkış yolu arıyor, bunu da sözde halkta buluyordu.
Yaratılışa dönmüşümdür baharla
İlk yaratılışa
Seni ben kalbime çarptım, kalbim artık eski kalp değil.
Bileklerimi gece tutmuş,
Yüzüm kaçmış bir karanlığa
Gel ekle beni aydınlığa
Ödevimiz tutsak olmak
Hazır olun kardeşlerim
Yollar geceye çıkacak
Bilirim, bilirim İncil’den yola çıktınız
Ama yolu çabuk şaşırdınız
İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza
İncil’e kendinizden çok şeyler kattınız.
Bilirim, en çorak toprağın bile var bir kehaneti.
Kadehleri içip şarabı kırıyorsun
Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun
Sen Samanyolunu öğdüm sanıyorsun
Aslında samanı öğüyorsun
Yukarı yükselsek ölüme yükseliyoruz,
Aşağı insek ölüme değiyoruz.
Bir kere daha doğsam orda doğarım elbet
Batsam orda batmak isterim
Ve bahçelere taşınan semaverler

Bir aşk gibi sarar çay zamanı

Kalb Yakup ve Yusuf öyküsünden boş
Kafa bütün karıncalarla sarhoş
Günaydın bana geri gelen şiir
Bana geri gelen anıt
Bana geri gelen kalbim
Bana geri gelen kalbimin ay ışığı
Gözleriyle iyileştiren yaralarımı
Kalbim güneşim efendim
Günaydın kalbimin kuşluğu
Ben bu park ırmağının asma köprüsünden
Birden geçiyorum
Sen ırmakta benim hayalimi kovalasana
Ve hepsinin üstünde ölüm altında ölüm
Kış var yatır gibi
Kışla örtülü bir yatır gibi
Kışlalar
Boş kışlalar
Yukarıya yükselsek ölüme yükseliyoruz
Aşağı insek ölüme değiyoruz
Tövbe onulmaz tövbe geliyor geliyor üstüme
Kalbimin kalbine çarpmasından
Bakmasından gözlerinin gözlerime
Cehennem bile artık zavallı bir şair kalbimin önünde
Seni zaman sayan kalbim
Kalbimin aldanışı da bu kadar işte
Ey kalbimi kurtaran
Paslı bir morg bıçağından
Ey aya düşen kızlar
Baka baka ayı uçurumlaştıranlar
Aya çiçek fırlatanlar bir bahar gecesi
Kırın yeniliklerini bekleyenler
Dağlara açılan yol ağızlarında
Ve ufku gülle çevrili kentler
Şiraz özentili kasabalar
Kiraz ağaçlarıyla şiraz’a dönüşenler
Sizi buluyorum bir kere daha içimde
YaşIıysam da gençsem de
Bir ölüm gibi gurbetleşmiş biriysem de ülkemde
Kitap yak ki çok kitap, okuyayım bu kitabı
O kitapların ışığında okuyayım bu kitabı
Bozulan saat onarıldı ama artık eski saat değil
Susan çakmak doğruldu ama eski çakmak değil
Seni ben kalbime çarptım kalbim artık eski kalb değil
Şehirler şehirlere yürüyor içimde
Arzın merkezi gibi soğuyorum gün gün
Benim kalbimden başlıyor ölenlerin ölümleri
Bu yıl ilkin benim kalbimden başlıyor sonbahar
Saatim kırıldı çakmağım sustu
Başladı güz uykuları saat farkıyla
Bu saat bizim hicret devemizdir bu saat
Hey Taha dur sınırı geçiyorsun
Bir taş var orada nereye gidiyorsun
Gittikçe kapanıyoruz içimize
Duvarlar duvarlar duvarlar
Öldü anne ve mutfaklar kilitlendi
Kilerler boşaltıldı farelerce
Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir
Bir vakitler anne açarken kapıyı
Şimdi kimse yok kapayacak kapıyı
Anne gitti ve açıklandı ki
Yarasalar da incir buğusu gibi bir şeydi
Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz
Ama sonra tutup mermere taptınız
Ay burçlarında gezeyim derken gecenin sarnıcına düşüyorsun
Kadehleri içip şarabı kırıyorsun
Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun
Bir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsun
Duvar mısın sur musun
Köprü müsün han mısın yıkılıyorsun
Secdeden secdeye sıçrayarak Taha
Selâm sana Zülküfül
Selâm sana Yahya
Selâm sana İsa
Selâm sana İbrahim
Selâm sana Musa
Selâm sana Süleyman
Selâm sana Dâvud
Selâm sana Yuşa
Selâm sana Ahmed
Selâm sana Muhammed
Selâm sana Mustafa
Mustafa selâm sana
Ey seçilmiş seçilmiş
Mustafa selâm sana
Ey öğülmüş öğülmüş
Muhammed selâm sana
Alkolü yasaklayan din ne kutlu
Okuyabilirsin kitabı gözlerin sağlam
Yüz yerinde duvar yerinde
İnsan ve kitap yerliyerinde
Gül devşiriyorum anılarımda boyuna
Gül ölmeden önce gerek
Odanın havasını değiştirsin
İçilmeden duran loş suya yansısın diye
Dokundurmak için baharı
Ölünün ellerine
Gök gürültüsünün şimşeğin yağmurların
Bulanık sellerin kuzu sıçramalarının
Çoban aşklarının yıldız kaymalarının
Hasat yangınlarının
Cami aydınlıklarının
Ay titreyişlerinin özü olarak
Evet yine de şiirdir beni arasıra dinlendiren
Acıma aralıklar verdiren
Ufuklardan ufuklara taşıyarak kelimeleri
Ne yapılar yaptım eleğimsağma gibi
İçimdeki buluttan yağıştan şimşekten ışıklardan
Gizli bir yapı taşından ders okudum ben
Şiir içimizdeki zindanların mahkûmu
Kayıp hırsız esrar üstüne esrar içen
Bardağı şarapta kıran sarhoş
Bir kadından öbür kadına uçan kuş
İçimizden fırlayan kömür tebeşirlerde
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Bahar gelmiş Yusuf
Çok düş gördük
Gül getirilmiş hapishaneye
Çok düş yorumladın ama
Henüz çıkamadık geniş
Ve aydınlık yeryüzüne
Bir gül getirilmiş
Ama aşamadık duvarları
Çıkamadık gül
Bahar ülkesine
Pencereden uzanan bir gül
Güçlendirdi bizi imtihanlarda
Şimdi gençliğin şu son yıllarında
Karıştırdığım gençliğimin kitapları arasında
Elim tozlanır bir gül yaprağının kuru çıtırtılarıyla
Gül yaşamış biliyorum
Ellerimde yüzümde ayaklarımda
Güneş görmemiş kirler akıp dururken çevrede bu yıllarda
İstanbul’un bir sarnıcında
Gül devşiriyorum anılarımda boyuna
Gül ölmeden önce gerek
Bu yıl baharda menekşeler bile açmamış
Anneler kirazları beklerken
Bir bardak suda ölüm kaynamış
Çökmüştü ufkumuza bir ateş keskin keskin
Ve bulmuştu yepyeni bir cebir yarasalar
Artık Batı yok eden sayılar
Artık Doğu tükenen rakamlar
Fakat bir gün gelecek
Çağırmasını bilirsen gelecektir
Doğu’yu Batı’yı bilen gelecek
Kendi cebrine çeviren gelecektir
Üç mevsim ölsen de
Hiç olmazsa dirilirsin baharda
İmzamızdır
Kalbimize atılan
Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun
Bir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir