İçeriğe geç

Kendine Tapan Kadın Kitap Alıntıları – Suat Derviş

Suat Derviş kitaplarından Kendine Tapan Kadın kitap alıntıları sizlerle…

Kendine Tapan Kadın Kitap Alıntıları

Onun gözlerine gelen yaşlar artık bir hatıra için dökülen gözyaşlarıydı.
Onun yüzünden ıstırap çektiği günlerin ve saatlerin hatırası onu ağlatıyordu.
Sevişmek bir ahenk ve imtizacın ifadesidir. Sevişmek ruhların ve etlerin aynı şekilde birbirini anlayıp tutması ve tam bir ahenk ve imtizaç içinde birbirlerinin tamamlamasıdır!
Hangi cehennemî ortam? Sârâ duraksamaksızın yanıtlıyor: Yalnız erkekle kadın arasında olan aşka değil, ben hiçbir sevgiye inanmam. Kimse kimseyi sevemez. İnsanlar sade ve sade kendi kendilerini severler, o kadar.
Kendine tapan insan, kimseye saadet veremeyeceğine ve saadet ise ancak verildiği zaman alınan bir şey olduğuna göre hiçbir zaman mesut olamazdı.
Onun hayatında tek kadın arkadaşı olmamıştı. Kadınlar onun için karşı taraf, düşman cephe, barikatın ötesiydi. Onlar mücadele edilir, yenilirler, esir edilirlerdi.
Dostluk da aşk gibi kendiliğinden doğan bir histir. Evvelden kararlaştırılarak aşık olunamayacağı gibi evvelden kararlaştırılarak da dost olunamaz.
Bu kıskançlık kuduz bir hayvanı kalbinize hapsetmişsiniz gibi içinizi parçalayan şuursuz bir kıskançlıktı.
Sevmesini bilmeyen insan, nefret etmesini de bilmez.
“Yalnız erkekle kadın arasında olan aşka değil, ben hiçbir sevgiye inanmam. Kimse kimseyi sevemez. İnsanlar sade ve sade kendi kendilerini severler, o kadar.”
Bünyem ve ruhum yaşamak istiyor. İyi bir şekilde yaşamak
Bayılacak mıydınız? Ölüyor muydunuz? Ölüm! … Bu ne müthiş bir şeydi.
İçimde aşk denilen bir duygu kalmadı diyorum size
Biliyor musun Vahdet, para bir insanın elinde muayyen bir seviyeye ulaşıncaya kadar insanları gayet küçültüyor, sonradan görmüş yapıyor. Halbuki muayyen bir seviyeye ulaştımı, artık gülünç ve sonradan görme gururları kalmıyor.
Her şey olmaz gibi görünüyor, her şey oluyordu.
Dünyada en büyük nimet sevmek kabiliyetinde olmaktır. Sevmeyenlerin hayatının ne kadar boş ve manasız olduğunu hiç tasavvur etmediniz mi?
Kendine tapmak, kendini başkalarına sonuna kadar kabul ettirmek için bir sebep değildi.
Kendine tapan insanlar eninde sonunda da tek başlarına kalmaya makümdular.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Dünyada en büyük nimet sevmektir. Sevmek kabiliyetinde olmak… Sevmeyenlerin hayatının ne kadar boş ve manasız olduğunu hiç tasavvur etmediniz mi?
Sevmeyeni bırakmak, ısrar etmemek, ayrılıp gitmek, uzakta sevmek ve ağır ağır unutmak… Bu yapılacak şeylerin en doğrusuydu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Benim seni sevebilmemde. Ben seni sevmedikten sonra, sen beni istersen sev, istersen sevme. Bunun ne değeri olur? Senin değerin, benim sana izafe ettiğim değer, öyle değil mi?”
“Siz onu seviyorsunuz diye onun üstünde cebir kullanmaya salahiyetiniz (yetkiniz) var mı?”
“Dünyada en büyük nimet sevmektir. Sevmek kabiliyetinde olmak… Sevmeyenlerin hayatının ne kadar boş ve manasız olduğunu hiç tasavvur etmediniz mi?
Bir kadına sahip olmak Bu ne kadar güç bir şeydir. Bunun para ile kabil olabileceğini mi zannediyorsun?
“Her şey yalan olabilir; aşk, yemin, saadet, sadakat bir hiç olabilir. Fakat yanında yürüyen şu küçük mahluk bir hakikat değil mi?”
“Niçin bu yabancı erkeğe karşı kalbinde böyle garip bir his uyanmıştı? Kalbi! Vücudunu şiddetli bir ateşle yakan bu çirkin duygunun kalple ne alakası vardı. Bir anda Fazilet’in varlığında insanlık son bulmuş olabilirdi. Ve Fazilet içinde o zamana kadar mevcudiyetini bilmediği bir hayvanın, bir ejderhanın kıpırdanışlarını bir için hissetmişti.”
“[Platonik aşkını] tanınan, bilinen, yakınlığı ve sevgisi tadılmış bir erkek gibi değil, uzak ve esrarlı bir varlık olan bir ilah gibi, ona hayran olarak onu herkesin ve kendisinin fevkinde görerek sevmişti.
Sen o zaman yalnız kadındın. O zaman öyle güzel, öyle çıldırtıcı ve güzeldin ki… İtiraz etme yavrum… Kadın her şeyden evvel kadındır. Kadın olmalıdır.” 
“Ben düşündüğüm, his ve zannettiğim şeyleri olduğu gibi söylemek cesaretini ve hakkını kendinde bulan bir insanım. Bunun için herhalde beni ayıplamazsınız.”
“Herkesin, bilhassa küçük kadınların, hatta sizin gibi birer büyük sanatkâr olsalar bile anlayamayacakları şeyler düşünüyordum. Anlatsam sıkılırsınız.”
“Yaşadığını zannettiği bu oyunda, kendi isteğiyle bir hareket yapmak, kendi isteğiyle bu gidişi değiştirmek istediği zaman gördü ki her şey daha evvelden hazırlanmıştır.”
“Hayat bir kuruluşun değil, bir yıkılışın ifadesidir. Neye dayanacaksınız? Neye tutunacaksınız? Her şey yıkılıyor. Elinizi etrafta bir destek bulmak, bir hakikat bulmak için nafile sallamayınız. Ortada hiç hiç hiçbir şey yoktur.”
“Niçin saklanıyorsunuz? Niçin hissettiklerinizi hissetmekten utanıyorsunuz? Siz daima kendinden emin olan, kendinden mağrur olan siz… Kalbiniz o kadar gülünç mü? Niçin bu dakikada kalbinize gören gözlerle bakmıyorsunuz?”
“Benim hayatımda bir kadın hiçbir zaman her şey olamaz. Ve yalnız sevda hayatımı dolduramaz. Bir aşk yaşayışımı değiştiremez, benim için aşktan, kadından evvel gelen ne heyecanlar… Ne zevkler… Daha neler neler var.”
“Kendine tapan insan kimseye saadet veremeyeceğine ve saadet ise ancak verildiği zaman alınan bir şey olduğuna göre hiçbir zaman mesut olamazdı.”
“Kendine tapan insan kimseye saadet veremeyeceğine ve saadet ise ancak verildiği zaman alınan bir şey olduğuna göre hiçbir zaman mesut olamazdı.”
“Onun hayatında tek kadın arkadaşı olmamıştı. Kadınlar onun için karşı taraf, düşman cephe, barikatın ötesiydi. Onlar mücadele edilir, yenilirler ve esir edilirlerdi.”
“Onu hiç sevmiyorsa, neden şimdi ağlamak ihtiyacı hissediyordu. Eğer onu hiç sevmiyorsa neden biraz evvel onun kolları arasında bütün eski kırgınlıklarını, eski hınçlarını, hatta onun gülünçlüğünü unutacak hale gelmişti.”
Kendine tapan insanlar eninde sonunda da tek başlarına kalmaya makûmdular. Kendine tapmak, kendini başkalarına sonuna kadar kabul ettirmek için bir sebep değildi.
Bizim cadde bilgisizken ben herkesten evvel uyanmıştım da ondan.
Biliyor musun Vahdet, para bir insanın elinde muayyen bir seviyeye ulaşıncaya kadar insanları gayet küçültüyor, sonradan görmüş yapıyor.Halbuki muayyen bir seviyeye ulaştımı, artık gülünç ve sonradan görme gururları kalmıyor.
Her şey olmaz gibi görünüyor, her şey oluyordu.
İçindeki hislerin en hâkimi olan merhamet hissi yine birinci plana geçmiş bulunuyordu.
Dünyada en büyük nimet sevmek kabiliyetinde olmaktır. Sevmeyenlerin hayatının ne kadar boş ve manasız olduğunu hiç tasavvur etmediniz mi?
Bütün silahlarını terk ederek, boynu bükük bir halde kendisine mazlum mazlum bakan ve küçük bir çocuk gibi gözlerini kırpıştırarak “Olur mu? Bana karşı fena olma, olur mu?” diye yalvaran bir sesle soran kadına bakarken kendinden utandı.
Kendine tapan insan, kimseye saadet veremeyeceği ve saadet ise ancak verildiği zaman alınan bir şey olduğuna göre hiçbir zaman mesut olamazdı.
Çünkü sevgi cevheri insanın kendi kalbinde olan bir şeydi. Yabancı eller ancak bunu işletir veya söndürüp mahvedebilirdi.
Kocaman saray Yalının kocaman banyo odasında yatıyor Gözleri kapalı, içi bomboş, kalbi bomboştu.
Ben artık sessizce ıstırap çekmesini becerecek kadın değilim. Gözyaşını sevmiyorum, ıstıraptan nefret ediyorum. Hayatta güzel, iyi, neşeli ve sıhhatli ne varsa hep onları seviyorum. Mariz ruhlardan, mariz hislerden nefret ediyorum.
“Seni seviyorum” diyecekti. Bu sözü çok manasız buldu. Çünkü hakikatte onu sevmiyordu, ona sadece ihtiyacı vardı. Onun kendisini sevmesini, kendi bütün eziyetlerini, bütün kaprislerini çekmesini istiyordu.
Gece suareden çıkarken, hatta evini, kocasını, servetini kaybetmek pahasına bir saadet aramaya gitmiş, gittiği gibi boş ellerle, boş bir kalple geri geliyordu.
Sara bir dere kenarında boy vermiş sazlar gibiydi. İçi bomboş bir kadın
Vahdet için Sara, Yurdakul’un tam eşiydi.

Tam onun seviyesinde bir kadın Hatta birçok noktalarda Yurdakul’un ondan çok daha yüksek tarafları vardı.

Nazan, Vahdet hiçbir zaman böyle bir şey yapmazdı, diye düşünüyordu.

Hiçbir zaman arkadaş olmasını bilememişti.

O, Nazan’ı sade kendisinden değil, aşktan ve hayattan da bezdirmiş, iğrendirmişti.
Böyle bir insanı sevmek kimsesiz ve aksiseda dahi yapamayan bir boşluk içinde tek başına bağıra çağıra konuşmaya benzerdi.

Böyle bir şart içinde konuşan en büyük hatip bile nihayet konulmaktan bezer, yılar, hevesini kaybeder ve susardı. Sevmesini bilmeyen bir erkeğe aşık olan en ateşli, en hassas ve en sebatkar bir kadın da nihayet aksisedası olmayan bu aşktan bezer, yılar, usanır, sebatını kaybeder ve o sevgiden adeta tiksinti ile uzaklaşırdı.

Aşk daha başka, daha ciddi, daha temiz ve manalı bir şeydi.
Varlığından, en temiz hislerinden, en kuvvetli heyecanlarından pek çoğunu o bu aşka, o Vahdet’e feda etmişti.

Onun karşısında küçüldüğünü, küçülürken, ıstırap duyduğu fakat isyan edemediği günlerin acısını taptaze olarak kalbinde bulurken, kendi o eski haline, heba olmuş o güzel hislerine ağlamak istiyordu.

Bütün küçüklüklerine

Aramızda bir münasebet kaldı mı Vahdet?
Fakat tasavvur et, bu güzellikte ve içi bomboş bir kadın
Nazan hiç rahatsız etmeyen, istendiği zaman mevcut olan ve istenilmediğini hisseder etmez silinebilen bir kadındı.
Fakat yapamadı. İçindeki hislerin en hakimi olan merhamet hissi yine birinci plana geçmiş bulunuyordu.
Tabiat onun kalbine korkunç bir sakatlık vermişti.
O neler düşünmüştü Neler tahayyül etmişti
Sevmeyeni bırakmak, ısrar etmemek, ayrılıp gitmek, uzakta sevmek ve ağır ağır unutmak Bu yapılacak şeylerin en doğrusuydu.

Demir bunu yapamamıştı.

Sara’nın kalbine hiç girmemiş olan bu genç adam, Sara’nın hayatındaki kıymet ve ehemmiyetini kaybettikten sonra, artık ne için onun tarafından bir mevzu gibi ele alınacak ve üzerinde bir mütalaa yürütülecekti?
Fakat kılık ve kıyafeti böyle bir ziyareti yapmaya müsait değildi. Bilhassa ayakkabıları Şimdi yazdı; kendi bir genç kızdı.
O bu hayattan gözleri bağlı, kulakları tıkalı olarak geçmiş gibiydi.
Tabiatın o kadar güzel yarattığı sizi öldürmek Mevcut iken yok etmek
Siz soğukkanlı, kendine hakim ve kahramandınız. Bağırmıyordunuz, çağırmıyordunuz, imdat istemiyordunuz.
Bayılacak mıydınız? Ölüyor muydunuz? Ölüm!

Bu ne müthiş bir şeydi.

Her şey o kadar düz çizgili, o kadar dinlendirici ve o kadar renksizdi ki
Niçin bunu yaptın? Hakikaten bir kaza mıydı, suali dudaklarını yakıyordu. Fakat sormadı.
Faydasız bir adamdı. Ve hiçbir şeyden istifade etmesini bilmeyen bir adam Kurak bir toprak gibi sıkıntıdan bunalıp çatlayan bir ruhu vardı.

Çirkin, kuru bir ruh!

Bedbahttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir