Jenny Erpenbeck kitaplarından Bütün Günlerin Akşamı kitap alıntıları sizlerle…
Bütün Günlerin Akşamı Kitap Alıntıları
Zaman, yüne dolanmış ve insanın bütün gücüyle koparıp ardına attığı dikenli çalı gibi. Artık önemini yitirmiş olan dakikalar, yelkovanın arasından birbirlerine dokunmadan akıp gidiyor.
Gençlik, eskilerin hataları yüzünden yıpranmak değil, dünyanın henüz görmediği yeni bir dünya için kendini harcamaktı.
Bu dünyada sevgi, birleştirmeye yetmeyecek kadar az mıydı? Neden şu farklılıklar ve uçurumlar vardı?
Orman, onu kesip devirecek olan baltaya kendi bünyesinden odun veriyor. Herkes kendini, ondan sonra gelenler için tüketiyor, yetişmek bundan ibaret.
İnsan, özgür iradesiyle seçtiği bir yolun onu nereye götüreceğini önceden bilebilseydi keşke.
Şimdi mutlu olduğum günleri de elimden almak istiyorsun.
Şu an yitirdiğini sandığın kadar çok şeye sahip olmadığını söylemek istiyorum sadece.
Şu an yitirdiğini sandığın kadar çok şeye sahip olmadığını söylemek istiyorum sadece.
Demek ki insan ömrü, bir kaçışın üstesinden gelebilecek kadar uzundu.
İnsan yanılırsa, doğru yaşam için harcadığı çaba da yolunu şaşardı.
Bir dileğin yerine gelmeyeceğinin ne zaman anlaşılacağını kimse bilemez.
Hayır, uyku süresince çocuğunun artık yaşamadığının farkındaydı, uyandığında da farkındaydı;uyumak uyanık olmak kadar ağırdı, ne eksik ne fazlaydı
Orman, onu kesip devirecek olan baltaya kendi bünyesinden odun veriyor. Herkes kendini, ondan sonra gelenler için tüketiyor, yetişmek bundan ibaret.
Kişinin kendi yaşamını terk etmesi korkaklıktan mı yoksa kendinde hayata yeniden başlama gücü bulan bir kişilikten mi kaynaklanır?
Öldüğümde bir yer boşalacak ve başka bir yer dolacak.
Annesiyle birlikte annesinin ona bakışı da öldü,anımsayamadığı her şey de. Seksen yaşına gelse bile, annesinin ona o güne kadar söylemediği şeyleri öğrenmek için o andan itibaren yeterince büyümüş olmayacaktı artık.
Diyalektik beceriye sahip olan her insanın bütün düşünceler beyninin içindedir. Mesele, hangi düşünceyi açığa çıkardığımdadır.
Doğru sözcükler bulduğunda dünyayı değiştirmek mümkün müydü? Yoksa dünyayı değiştirmek sadece doğru sözcükleri bulmakla mı mümkündü?
Hayır,gençlik, gençliği boşa harcamak, yılların geçmesini beklemek, sonra da günün birinde başkalarının çoktan giyip eskittiği yaşlılık denen paçavraya bürünmüş olamazdı artık. Gençlik, eskilerin hataları yüzünden yıpranmak değil, dünyanın henüz görmediği yeni bir dünya için kendini harcamaktı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu dünyada sevgi, birleştirmeye yetmeyecek kadar az mıydı?
Hayır, gençlik, gençliği boşa harcamak, yılların geçmesini beklemek, sonra da günün birinde başkalarının çoktan giyip eskittiği yaşlılık denen paçavraya bürünmek olamazdı artık. Gençlik, eskilerin hataları yüzünden yıpranmak değil, dünyanın henüz görmediği yeni bir dünya için kendini harcamaktı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Onu yaşamın sonuna getiren dünya kadar neden vardı, ama aynı zamanda hala yaşaması için ve yaşamasını gerektiren de dünya kadar neden vardı.
Küçük bir kızken belediye binasına yürümüş ve savaşın bitmesini talep etmişti. Şimdiyse kendi savaşının ortasında; bombaların, mermilerin ve zehirli gazların uzağındayken bile bir günü sabahtan akşama kadar ve bir gece boyunca ölmeden yaşamak ona çok yorucu geliyor.
Gündelik yaşamın sadece bir giysi olduğunu artık anladığına göre üzerine gündelik yaşamı mı giymeliydi şimdi?
Günün sonunda ölüm olsa da, bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.
Kızının bugünden yarına öğreneceği şeyi o çoktandır biliyor: Günün sonunda ölüm olsa da bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.
Hayatının birçok döneminde herhangi bir şeyi son kez olduğunu bilmeden sonsuza kadar son kez yapmıştı. O halde ölüm bir an değil ömür boyu süren bir cephe miydi?
Bu dünyada sevgi, birleştirmeye yetmeyecek kadar az mıydı? Neden şu farklılıklar ve uçurumlar vardı?
Bir şeyi yanlış yapma korkum öyle büyük ki, bana her şeyi yanlış yaptırıyor.
Demek zifirî karanlık basmadan aydınlık olmayacak gerçekten.
Dünyada yetişen şeyleri düşüncesizce sahiplenmenin ne demek olduğuna hiç kafa yormuyor muydu bu insanlar?
İnsan, özgür iradesiyle seçtiği bir yolun onu nereye götüreceğini bilebilseydi keşke.
Günü sonunda ölüm olsa da, bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.
Karısına sarıldığı zaman kadının memeleri, adamın kaburgalarının kıvrımına tastamam otururdu. Bazen öylece ayakta durur ve mutlu olurlardı.
Günün sonunda ölüm olsa da, bütün günlerin akşamı olmamıştır daha..
Hayatının birçok döneminde herhangi bir şeyi son kez olduğunu bilmeden sonsuza kadar son kez yapmıştı. O halde ölüm bir an değil ömür boyu süren bir cephe miydi ?
Uyumak, uyanık olmak kadar ağırdı, ne eksik ne fazlaydı, böylelikle biten günün çöküşünü yeniden yaşamak zorunda kalmamıştı.
Günün sonunda ölüm olsa da, bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.
Yitirdiğini sandığın kadar çok şeye sahip olmadığını söylemek istiyorum.
Kişinin kendi yaşamını terk etmesi korkaklıktan mı, yoksa kendinde hayata yeniden başlama gücü bulan bir kişilikten mi kaynaklanır?
İnsanların yolunu açmaya çalıştı o. Yanaklarını ve kalelerini açmak için uğraştı. Sokakların böylesine can acıttığını bilmiyordu. İçinde bunca sokak olduğunu bilmiyordu
Bedeni, bir kent onun. Yüreği, karanlık geniş bir meydan; parmakları, yoldan geçenler; saçları, sokak lambalarının ışığı; dizleri iki apartman.
Bedeni, bir kent onun. Yüreği, karanlık geniş bir meydan; parmakları, yoldan geçenler; saçları, sokak lambalarının ışığı; dizleri iki apartman.
Günün sonunda ölüm olsa da, bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.
Bir hayatta kaç hayat yaşanır aslında? Kaç değişik biçimde bitebilir bir hayat? Ve nasıl akarsa aksın o küçük hayat şu koca dünyanın umurunda mı acaba?
“İnsan kaç kere ölebilir? Ölüm ânı gelip çattığında kimdir? Bütün Günlerin Akşamı bir yolculuk: Küçük tesadüflerle başka zamanlara, başka mekânlara sürüklenen, bir yanıyla hep aynı ama aslında farklı yaşanan tek bir hayatın yolculuğu.”
Günün sonunda ölüm olsa da, bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.
Zaman, yüne dolanmış ve insanın bütün gücüyle koparıp ardına attığı dikenli çalı gibi. Artık önemini yitirmiş olan dakikalar, yelkovanın arasından birbirlerine dokunmadan akıp gidiyor.
Gel güzel mayıs,
yap yapacağını
ve yine yeşillendir dalları
ve derenin kenarında yine
gideyim yürümeye.
yap yapacağını
ve yine yeşillendir dalları
ve derenin kenarında yine
gideyim yürümeye.
(Mozart’ın bestelediği bir çocuk şarkısı)
Yaşamdan geriye, bütün mevcutlar tamamen tüketildikten sonra en dipte yatan şey kalıyor sadece: İşte o zaman en sarsılmaz mevcut ortaya çıkıyor.
Bedeni, bir kent onun. Yüreği, karanlık geniş bir meydan; parmakları, yoldan geçenler; saçları, sokak lambalarının ışığı; dizleri, iki apartman. İnsanların yolunu açmaya çalıştı o. Yanaklarını ve kalelerini açmak için uğraştı. Sokakların böylesine can acıttığını bilmiyordu. İçinde bunca sokak olduğunu bilmiyordu. Bedenini alıp bedenden çıkmak istiyor. Ama anahtarın yerini bilmiyor.
Hayatının birçok döneminde herhangi bir şeyi son kez olduğunu bilmeden sonsuza kadar son kez yapmıştı. O halde ölüm bir an değil ömür boyu süren bir cephe miydi?
Son ânın geldiği nereden anlaşılır? Hiçbir zaman olmadığı kadar çok sayıda düşüncenin o anda düşünülebilir olmasından mı?
İnsanların birbirlerini öldürmeleri için nasıl bir nedenleri vardı?
Hayır, gençlik, gençliği boşa harcamak, yılların geçmesini beklemek, sonra da günün birinde başkalarının çoktan giyip eskittiği yaşlılık denen paçavraya bürünmek olamazdı artık. Gençlik, eskilerin hataları yüzünden yıpranmak değil, dünyanın henüz görmediği yeni bir dünya için kendini harcamaktı.
Mesele, muhtemelen geride bırakılan o an değil, daima her şeydi. Onu yaşamın sonuna getiren dünya kadar neden vardı, ama aynı zamanda hâlâ yaşaması için ve yaşamasını gerektiren de dünya kadar neden vardı.
Demek zifiri karanlık basmadan aydınlık olmayacak gerçekten.
Bu dünyada sevgi, birleştirmeye yetmeyecek kadar az mıydı? Neden şu farklılıklar ve uçurumlar vardı?
Kendini neden nehre atar gibi aşkın içine atamıyordu, peki madem onun nehirde yüzülmesine izin verilmiyor, o zaman neden başka biri yüzmüyordu orada?
Bu insan onu tanıyor mu? Arzularını biliyor mu? İçeriden ona her zaman bir küre gibi görünen, duvarları dümdüz ve kapkara, içinde koşturup durduğu ama dışarı çıkabileceği lanet olası küçük tek bir kapı bile bulamadığı yaşamın onu ne kadar zorladığını biliyor mu?
Bu dünyada kaç kişi dünyanın tüm zamanlarına bir seferde sahip olabilir ki?
Güzelliğin, ona sahip olmak isteyen insanları birbirlerine düşürmekten ve sonunda güzel olanı aralarına alıp parçalamalarına ya da bunu başaramazlarsa kendilerini parçalamalarına yaramaktan başka bir anlamı olmamış mıydı hiç?
İnsan, özgür iradesiyle seçtiği bir yolun onu nereye götüreceğini önceden bilebilseydi keşke.
Demek ki insan ömrü, bir kaçışın üstesinden gelebilecek kadar uzundu.
Ayartılan ödüllendirilmiştir, çünkü karşı koyma fırsatını yalnızca o yakalar.
Kişinin kendi yaşamını terk etmesi korkaklıktan mı, yoksa kendinde hayata yeniden başlama gücü bulan bir kişilikten mi kaynaklanır?
Bir dileğin yerine gelemeyeceğinin ne zaman anlaşılacağını kimse bilemez.
Bir insan yaşamında yaşama mal olabilecek böyle kaç cephe vardı acaba ? Eğer ölmüyorsan onca savaşı kazanmak çok zahmetliydi.
Bu dünyada sevgi, birleştirmeye yetmeyecek kadar az mıydı ?
Orman, onu kesip devirecek olan baltaya kendi bünyesinden odun veriyor. Herkes kendini, ondan sonra gelenler için tüketiyor, yetişmek bundan ibaret.
İnsan, özgür iradesiyle seçtiği bir yolun onu nereye götüreceğini önceden bilebilseydi keşke.
İki insanın birleşmesinin, başka hiç kimseyle aşılamayacak bir sınırın aşılması anlamına geldiğini sanmıştı daima, o andan itibaren dünyayı birlikte geride bırakacak ve her şeyi paylaşacaklardı.
Kişinin kendi yaşamını terk etmesi korkaklıktan mı, yoksa kendinde hayata yeniden başlama gücü bulan bir kişilikten mi kaynaklanır?