İçeriğe geç

Muhammed’e Göre ”Muhammed” Kitap Alıntıları – İlhan Arsel

İlhan Arsel kitaplarından Muhammed’e Göre &”Muhammed&” kitap alıntıları sizlerle…

Muhammed’e Göre &”Muhammed&” Kitap Alıntıları

Ebû Hüreyre’nin rivâyetine göre Muhammed, Tanri’yi öven ve yücelten her müslüman kisinin günahlarinin bagislanacagini bildirmis ve söyle demistir: Her kim, bir günden yüz
def’a -Allah’tan baska yoktur tapacak, yalniz Allah var. O’nun esi, ortagi yoktur. Mülk O’nundur. O övülür. Ve onun her seyi yapmaga ve yaratmaga gücü yeter- derse, o kimse
on köle azatlamiscasina me’cûr olur (sevap kazanir). Ve ona yüz sevap yazilir, yüz günâhi bagislanir; ve bu duâ o mü’mine duâ ettigi günde o günün aksamina kadar seytan
serrinden emîn bir kale olur

Dikkat edilecegi gibi köle sahipleri, Tanri’yi yüceltmek
sayesinde köle azad’lamis gibi sevap kazanacaklardir.
Yine Muhammed’in söylemesine göre eger müslüman kisi bu duâ’yi günde yüz def’a’dan
fazla okuyacak olursa, fazla okudugu oranda fazilet sahibi olur.

Görülüyor ki Muhammed’in Tanri’si, sirf kendisini övsünler diye kisileri köle azatlama külfetinden kurtarmaktadir; çünkü günâhlardan kurtulmak için köle azatlama yerine günde
yüz def’a Tanri’yi yukardaki sekilde yüceltmek yeterlidir.
Söylemeye gerek yoktur ki kisi, kendisi için yararli olan köleleri azatlayacak yerde günde yüz defa bu duâ’yi tercih edecek, böylece Tanri’yi yüceltme ugruna kölelik kurulusunun
sürüp gitmesini saglayacaktir.

Tanri’yi ve peygamberini incitmemeleri için su âyeti eklemistir: Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyâda ve ahirette lânet etmis ve onlar için horlayici bir azab hazirlamistir (Bkz. Ahzab sûresi, âyet 57)Söylemeye gerek yoktur ki düsünme gücünden yoksun birakilmis halklari itaatkâr kilabilmek ve boyunduruk altinda tutabilmek için övünme siyâsetine dayali bu tarz açiklamalarin etkenligi büyüktur.Fakat biraz olsun aklini kullanma aliskanligina sahip kimseleri ve toplumlari bu tür övünmelerle kazanmak mümkün degildir. Akilci egitimden geçmis kimseler, kuskusuz ki yukardakine benzer övünmeler çocuksu bulup gülüp geçeceklerdir.
Örnegin bir kimse Ben bütün insanlarin yücesiyim dedikten sonra Ben bununla böbürlenmem der ise, çeliskiye düsmüs demektir. Ve iste Muhammed’in yaptigi da bu dogrultudadir. Gerçekten de Muhammed, bir yandan Gözünüzü açin! Ben Allah’in sevgilisiyim diye övünürken, diger yandan ve hemen arkasindan Ben bununla böbürlenmem diye eklerdi; Bir yandan: Ben Kiyâmet gününde, Adem’den bana kadar gelmis bütün peygamberlerin altinda toplanacaklari Hamd sancagi (Livâu’l Hamd)’nin sahibiyim diyerek bütün insanlara ve peygamberlere karsi üstünlügünü öne sürerken, hemen arkasindan Ben bununla da böbürlenmem diye devam ederdi.
Çesitli kabilelere saldirmak üzere gazâ’ya çiktiginda, sabah olmadikça hücum emrini vermezdi. Sabah olunca bekler,eger üzerlerine saldiracagi kabilelerin bulundugu yerden ezân sesi isitirse saldirmaktan vazgeçer, isitmezse baskina geçer, kabile halkini esir eder, kabileye ait ne varsa herseyi yagma ve talan eder, elde ettigi esirleri ve ganimetleri taraftarlariyle bölüsürdü.
Daha baska bir deyimle ezân’i terkeden halklara karsi kital i (öldürüsmeyi) Islâm’in geregi yapmistir.Söylemeye gerek yoktur ki bu davranis onun, gerçek din anlayisindan ve özellikle hosgörüden ne kadar yoksun oldugunu kanitlamaya yeter niteliktedir.
Tanri: Sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini
merkeblerin sesidir (Bkz. 31 Lokmân 19) diye konusmustur.
Muhammed’in övünmelerinin temelinde, insanlari kendisine hayran kilip taptirma amaci yatar. Her ne kadar Tanri’yi, sanki tapilmak gereken tek Yaratan olarak göstermekle beraber aslinda insanlari kendisine, tipki Tanri’ya boyun eger gibi boyun egdirtmek, bir bakima taptirmak istemistir. Tanri’yi sembol , kendisini ise bu sembol adina fiilen is gören Nebî durumunda kilmistir. Nasil ki parlamentolu bir Krallik sisteminde (örnegin Ingiltere’de) Kral (ya da Kraliçe) her seyin kaynagi ve egemenligin sahibi görünümünde olmakla beraber, Bakanlar Kurulu’nun muvafakati disinda hiç bir karar alamaz,hiç bir iktidari kullanamaz durumda ise (çünkü bütün yetkileri iktidarda bulunan hükûmet, hükümdar adina kullanir)Muhammed’in getirdigi dinsel sistemde de durum budur:Tanri her seyin kaynagidir,her iktidarin sahibidir, fakat sadece sembolik bir varliktir; iktidari fiilen kullanamaz, Muhammed araciligi ile ve genellikle onun dilegi dogrultusunda kullanir.
Ayse bir gün söyle demekten kendisini alamamistir:
Tanri elçisi güzel bir kadin görmüs olmasin, hemen dilegine uygun bir âyet iniverir .
Kur’ân’i, bir yandan Tanri sözleri olarak gösterirken diger yandan kendi sözleriymis gibi gösterdigi olmustur. Örnegin el-Hâkka Sûresi’ne koydugu âyet söyle: bu söz, sanli, serefli bir resûlün sözüdür;(bu söz) sâir sözü degildir (bu söz) kâhin sözü degildir (bu söz) bütün âlemlerin Rabbi tarafindan gönderilen vahiydir (K. 69 el-Hâkka 40-43). Bu dogrultuda olmak üzere Tekvîr Sûresine koydugu âyet de söyle: bu söz, serefli ars sahibi nezdinde, makami yüksek, itaate deger, emin bir elçinin sözüdür (K. 81 Tekvîr 21). Her ne kadar Islâmcilar bu tür âyetlerdeki Elçinin sözüdür deyimini Elçinin getirdigi sözdür seklinde okumayi tercih ederlerse de, ya da bazilari elçi deyimini Cibril
olarak belirlerse de gerçek o’dur ki Muhammed bunu kendisi için tam bir övünme vesilesi yapmak istemistir.
Ey Muhammed! Süphesiz sana bas egerek ellerini verenler Allah’a bas egip el vermis sayilirlar seklinde âyetler koyarak övünmesini Tanri ile ayniyet saglayacak noktaya götürmüstür.
İslâm’i yayma bahanesiyle saldiri ve savaslara girismesi,çoluk çocuk, kadin erkek vs gibi mâsum kisilerin yasadiklari köyleri basmasi, kan akitmasi, ganîmetler ele geçirip paylasmasi, köleligi dogal kilmasi, köle alip köle satmasi, sehvetinin çoklugu ile övünmesi ve haremini iki düzineye yakin genç ve güzel kadinlarla
süslemesi ya da buna benzer daha nice tutum ve davranislar onu, baska insanlardan, ve baska peygamberlerden üstün kilmis degildir. Sadece ogullugu Zeyd’in esi Zeyneb’e asik olup onunla evlenmesi ya da bir günün gecesinde 900 savas esirinin kellelerini kestirtmesi, ya da kocasini ve babasini öldürttügü Safiye ile cinâyet gecesi zifaf etmesi, ya da Müslüman îmâninda ölmedi diye anasina ve babasina magfiret dilemekten kaçinmasi ve bütün bunlari Tanri emriyle yaptigini söylemesi bile onu, herhangi bir üstünlük iddiâsinda bulunma hakkindan uzak kilmaga yeterlidir.
Selman-i Fârisî, Iran asıllı bir Hrıstiyan bilgini olup köle olarak arapların eline geçmiş ve Hatice tarafından satın alınmış Muhammed’e hediye edilmiştir.Ahd-i Atiyk’i, Tevrat’i ve Incil’i çok
iyi bildigi için din konularinda Muhammed’e çok yardimci oldugu inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Muhammed’in söylemesine göre Isâ,kendisinden sonra Ahmed adinda bir peygamberin gelecegini müjdelemistir.Oysa ki Incil’de Ahmed diye bir ad geçmez,ve Isa’nin böyle bir haber verdigi de bilinmez. Incil’de geçen sözcük tesellici (rahatlatici) anlaminda olmak üzere Paracletos ‘dur ki Yunanca kökenlidir. Yuhanna’ya göre Incil’de Isâ: Benim gitmem sizin için hayirlidir, çünkü gitmezsem tesellici (Paraclet) gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim demis ve gönderecegi seyin gerçekleri belirtecek RUH (daha dogrusu Ruhulkudûs) oldugunu belirtmistir (Bk. Yuhanna’ya göre Incil, Bap 16: 5 ve d.).
Kur’ân’a koydugu ayetlerden biri söyle: Yanlarindaki Tevrat ve Incil’de yazili bulduklari o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), iste o Peygamber onlara iyiligi emreder (Bakara sûresi,
âyet 157). Buradaki ümmî peygamber deyimiyle, kendisinin Tanri tarafindan, güyâ okumasi-yazmasi olmayan bir peygamber olarak tanimlandigini anlatmak istemistir.Yine güyâ Tanri, Tevrat’in birinci satirinda Muhammed’in niteliklerini belirtmis ve: Muhammed (benim) Resûlüm ve tercih ettigim kulumdur demistir. Ya da Incil’de onun Ahmed adiyle çagirilacagini haber vermistir. Oysa ne Tevrat’da, ve ne de Incil’de
Muhammed’ten söz edilmemistir. Fakat Muhammed, Yahudilerin Tevrat ya da Zebur ve Talmud gibi kitaplarini ve Hristiyanlarin Incil’ini bilenlerden ögrendiklerini kendi isine gelir sekilde degistirerek, kendisinin Peygamber olarak gönderileceginin Tanri tarafindan önceden bu kitaplarla haber verildigi kanisini yerlestirmek istemistir. Bunu yapmakla kendisini, hem bir yandan Yahudilere ve Hiristiyanlara ve hem de diger yandan Araplara
peygamber olarak kabul ettirmekte kolaylik sglayacagini düsünmüstür. Kur’ân’a koydugu ayetler bu taktikten dogmustur.
Muhammed, Tanri’nin kendisine savaslar sirasinda yardimci
rüzgarlar verdigini ve bu sayede savaslari kazandirttigini, oysaki bu ayni rüzgarlarin daha önceki dönemlerde Ad gibi kavimlerin yok edilmesi için gönderildigini söylemek sûretiyle, övünme gelenegini devam ettirmis olmaktadir.
Söylemeye gerek yoktur ki, cansiz bir agaç kütügü’nün, idrâk sahibi olarak aglayip sizlamasina dâir olan bir mucizenin, ölü bir insanin Isâ tarafindan diriltildigine dâir olan mucize’den farkli ve üstün bir sey oldugunu kabul edebilmek için, pek saf, düsünme
gücünden pek yoksun, akilciliktan pek uzak bir kafa yapisina sahip olmak gerekir. Bu tür bir egitimle yetistirilen insanlardan nasil bir gelisme beklenecegini düsünmek ise, kuskusuz ki azab vericidir.
Mescid’te bulunanlar, çatlayip parçalanan kütügün basina üsüsürler ve hep birlikte aglasip sizlanirlar. Bunun üzerine Muhammed minberden inip hurma kütügüne eliyle dokunur ve
onu kucaklar, bagrina basar. O anda kütük susturulan çocuk gibi hafif hafif inlemeye baslar ve nihâyet susar. Susmasiyle birlikte Muhammed, Mescid’teki cemaat’a hitâben: Eger ben onu bagrima basmasaydim (benden) ayrildigi için Kiyâmet gününe kadar hep böyle olacakti der7, ve sonra kütükle konusmaya baslar ve: (Ey Kütük!) Istersen seni eskiden bittigin yere götürüp yeniden dikeyim, sen de yeni bastan oldugun gibi yetis, istersen Cennette dikeyim de Cennet irmaklarindan, pinarlarindan kana kana iç, güzele yetis, meyva ver ve meyvani Allah’in sevgili kullari yesin. Nasil dilersen öyle yapayim der.Bu sözleri dinleyen hurma kütügü, Cennet’in irmaklarini, pinarlarini, ve meyvelerini bir an
önce elde etmek istemis olmalidir ki, gömülmeyi tercih ettigini bildirir. Muhammed, kütükten aldigi yanita uygun olarak onun, orada bulunan minberin altina gömülmesini emreder. Sonra da halka dönerek kütügün âhireti ve Cenneti dünyâya tercih ettigini bildirir. Bununla hurma kütügünün idrâk sahibi oldugunu anlatmaya çalismis olmalidir.
Neden acaba Tanri, Muhammed’in şeytanını müslüman kılmıştır da diger peygamberlerine böyle bir nimet tanimamistir? Örnegin neden acaba ilk insan olarak yarattigi Adem’in seytanını (Iblisi) kafir yapmis ve bu seytana, Adem’i ve karısını yaniltma firsatini saglamistir? Söylemeye gerek yoktur ki Adem’in seytan tarafindan yaniltilmasiyla ilgili hikâye,Muhammed’in
Tevrat’tan esinlenerek Kur’ân’a aldigi bir hikâyedir ki ona: Benim seytanim kâfir idi. Lâkin Allah (bu seytana) karsi bana yardim etti de (seytanim) müslim oldu seklinde konusup Adem’e üstünlük iddiâsinda bulunma olasiligini saglamistir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tanrı, şeytanın insanlari ve peygamberleri kandirmasina izin veriyor, çünkü onlari denemek istiyor! Pek iyi ama kendi kullarinin kalplerini katilastiran ve onlari kâfir yapan (ya da kalplerini açip muslüman yapan) yine Tanri degil mi (Örnegin En’âm sûresi, âyet 125)
Muhammed’in söylemesine göre Tanri, hem bir yandan insanlara ve peygamberlere seytanlari musallat ettigini söylemekte ve hem de diger yandan:Rabbin dileseydi (seytanlar) bunu yapamazlardi (K. Enam 112) diye eklemektedir.. Neden Tanri böyle yapar, yani seytanlari insanlara ve peygamberlere musallat kilar? bilinmez; daha dogrusu akilci yoldan bunun yanitini vermek güç. Madem ki insanlarin ve peygamberlerin kaderlerini önceden çizmistir, defterlerine kaydetmistir, örnegin dilediginin gönlünü açıp onu müslüman yapmis ve diledigininkini kapatip kâfir kilmistir, o halde neden seytanlari yaratip bu tür huzursuzluklara vesile olur? Ya da kullarini dogru yola soksun diye gönderdigi peygamberlere neden seytanlari musallat eder ve onlarin kandirilmalarina sebep olur? diye sorulacak olursa buna Muhammed kendisi de cevap vermez, veremez.Ancak ne var ki kendi bakimindan isin kolayini bulmustur; su bakimdan ki, bir kere hiç kimselerin göremedigi bu seytanlari somut biçimde görebildigini ve gerektiginde boyunlarina sarilip onlari bogabilecek güçte oldugunu söyleyerek övünür. Öte yandan kendi seytaninin müslümanlikla emrolundugunu ve bu nedenle kendisine yardimci oldugunu,oysa ki diger peygamberlerin böyle bir ayricaliga ve üstünlüge sahip kilinmadiklarini söyliyerek övünür.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Muhammed, Tanri tarafindan müjdeleyici ve uyarici olarak gönderildigini söylerken bu isleri para karsiginda yapmadigini ve insanlardan ücret (ecir) istemedigini bildirirdi.Bu anlatmak için Kur’ân’a koydugu ayetlerden biri şöyle: (Ey Muhammed!)Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarici olarak gönderdik.De ki: Buna karsilik sizden, Rabbine dogru bir yol tutmayi dileyen kimseler (olmaniz) disinda herhangi bir ücret istemiyorum (25 Furkan sûresi, hayet 56-57). Kendisi gibi,daha önceki peygamberlerin de ücret karsiliginda iş görmediklerini eklerdi (örnegin bkz. Yasin sûresi, âyet 21). Ancak ne var ki yaptigi isler için taraftarlarindan ücret istemedigini söylerken, çeteler gönderip zengin kervanlari ele geçirmek,ya da varlikli kavimlere (özellikle Yahudi kavimlerine) karsi saldiriya geçip onlardan edindigi mal,arazi ve para seklindeki ganimetin büyük bir kismina konmak suretiyle maddi çikarlar saglamakta kusur etmemistir: hem de bu sekilde çikar saglamanin Tanri tarafindan sadece kendisine taninmis bir imtiyaz oldugunu söyliyerek.
Muhammed, kendisi için magfiret dileginde bulunacak ve dua edecek olan kimseleri Cennet’e sokacagina dâir söz verirken bu kimselerin günahkar olup olmamalarina aldiris etmemistir. Daha baska bir deyimle, suç islemis (örnegin adam öldürmüs, zina etmis, hirsizlik yapmis) olsalar dahi sirf müslümanligi kabul etmislerdir,ve kendisi için dua etmislerdir diye Cennet’e sokma yolunu seçiyor.
Muhammed, cennette bir menzil oldugunu ve bu menzilin bir tek kuldan baskasina layık olmadigini bildiriyor ve kendisinin bu menzile erisebilmesi için,müslüman kisilerden dua bekliyor ve bu duayı yapanlar hakkinda sefâat edecegini belirtiyor.Pek güzel ama, Muhammed’in her istedigi seyi yapmaya hazir oldugunu bildiren bir Tanri, sevgili Peygamberi’ni Cennetteki o menzile yerlestirmek için, neden müminlerin dua etmelerine ihtiyaç duysun?
Muhammed’e verilen Kur’ân bu mucizelerin en büyügüdür; çünkü güyâ öbür peygamberlerin mucizeleri onlarin yasami ile sinirli kalmistir;onlar munkariz olunca mucizeleri de munkariz olmustur . Oysa ki güya Muhammed’e verilen Kur’ân mucizesi, kiyamet gününe kadar sürüp gidecektir.Kur’ân’ın çeliskilerle, tutarsizliklarla, aklı dışlamalarla, bilimsellige, insan hak ve özgürlüklerine aykiriliklarla dolu bir kitap oldugu düsünülecek olursa, bu kitabin mûcize olmak üzere verildigi hususunda Muhammed’in bu yukardaki övünmesinde ne derece bir gerçek yattigi sorgulanmak gerekmez mi?
Arap kavmine, Arapca Kur’ân ile gönderildigini söyleyerek övünürken, daha sonra diger kavimlere de peygamber olarak seçildigini söyliyerek, övünme telasi içerisinde,adalet ve hukuk ilkelerine ters düşmekten kaçınmamıştır.
Mekke’de peygamberligini ilân edipte Medîne’ye hicret edecegi tarihe gelinceye kadar,yani 10 ya da 13 yillik süre boyunca kendisini hep bu sekilde sadece Arap kavmine gönderilmis bir peygamber olarak tanitmistir.Fakat Medîne’ye geçipte çetecilik ya da savaslar sayesinde biraz güçlenmeye basladiktan sonra,kendisini Yahudilere ve Hristiyanlara peygamber olarak kabul ettirme sevdasina kapilmis ve bu andan itibaren sadece Arap’lara degil fakat bütün kavimlere,bütün insanlara gönderilmis peygamber rolünü üstlenmistir.Câbir b. Abdullâh’in rivâyetine dayali bir hadîsinde şöyle der: (Benden evvel) her (peygamber) özellikle kendi kavmine (peygamber olarak) gönderilmisken, ben bütün ümmetlere peygamber olundum
Kasas Sûresi’nde yine Arap kavmi için gönderildigini su sekilde belirtmistir:Senden önce kendilerine uyarici gelmeyen bir milleti uyarman için gönderildin (K. 28 Kasas 46).
Muhammed’in, en son peygamber olmak üzere gönderildigine dâir Kur’ân’da yer alan hükümler, dogrudan dogruya Muhammed’in kendi bulusundan baska bir sey degildir!
Ahlak ve fazilet timsaliymis gibi görünmek isterken pek muhtemelen unuttugu bir sey vardi ki o da yasamini, farklı inançtaki insanlara (müşriklere ve kafirlere) saldirip esir almakla,
esirlerin kafalarini kestirip dogratmakla (örnegin
Benî Kureyza kavmine mensup 900 kisinin
kafalarini kiliçla dograttigi gibi), ya da savas ve saldirilar yolu ile ganimet saglama yollarina basvurmakla, ya da kin besledigi kimselerden acimasizcasina intikam almakla, ya da çesitli usullerle haremindeki kadinlarin sayisini iki düzineye ulastirmakla, ve ulastirirken de vicdan sizlatici olaylara sebep olmakla (örnegin ogullugunun karisi Zeyneb’e asik olup onu,
kocasindan ayirttiktan sonra, nikâhina almakla),ya da buna benzer davranislarla geçirmis olmasidir.
Ben Peygamberlerin yaratilista ilkiyim derken hem bir yandan kendisini Adem’in kürek kemigi ile bel kemiginin arasindaki bir parçasi olarak tanimlar, ve hem de diger yandan Adem peygamberden dahi daha önce yaratilmis ve peygamberlikle donatilmis oldugunu anlatmak isterdi. Fakat bunu yaparken çeliskiye düstügünü görmezlikten gelirdi.
Tanri’nin Davûd’a Zebur verdigine dâir Kur’ân’a ayet koymustur (K. Isrâ sûresi, âyet 55). Zebur dedigi sey, Davûd’un kavalla söyledigi ilâhî sarkilarin sözleridir, ki Ahd-i Atiyk’ta Mezmurlar ( Davûd’un Mezmuru ) adiyle yer almistir. Tanri’nin Davûd’a Zebur u (Mezmurlari) verdigini Muhammed, kendisine yakinlik gösteren bâzi Yahudilerden, ya da Ibranice bilen kendi katiplerinden ögrenmistir. Kisaca belirtelim ki
Ahd-i Atiyk’ta 150 sûre halinde yer alan Mezmurlar bölümünde Davûd’un Tanrıya çagrida ve yalvarida bulunduguna dâir hükümler vardir ki bir çok bakimlardan Muhammed’in isine yaramistir. Yahudilere Davûd’un Mezmurlarini hatirlatirken, sadece onlari iddiâlarinda (yâni Tevrat’tan sonra baskaca kitap gelmedigine daîr iddiâlari) yalanlamakla ve Kur’ân’in son kitap oldugunu
anlatmakla kalmiyor ve fakat ayni zamanda Davûd’un durumu ile kendi durumu arasinda benzerlik kurup, onlari etkilemeye çalisiyordu.
Muhammed’in söylemesine göre Tanri, her ne kadar bazi peygamberleri bazilarina derece bakimindan üstün kilmis olmakla beraber, gerçek anlamda bir tek peygamberi her bakimdan (yâni fazilet, meziyet, dürüstlük, ahlâkîlik, mertlik, güvenirlik, sehvet vs bakimlardan) diger peygamberlerin hepsinin üstünde, hepsinin ulusu, hepsinin yücesi kilmistir ki o da Muhammed’tir.
Muhammed, daha önceki peygamberlerden bir kismini kendisine es degerdeymis gibi gösterirken ,esas itibariyle Yahudileri ve Hristiyanlari hosnut edip kendisini onlara peygamber olarak kabul ettirme amacini gütmüstür.
Tanrınin kendisine: Ey örtünüp bürünen Muhammed (Müzzemmil sûresi, âyet 1) diye hitap ettigini bildirmistir.Muhammed’in bu tür bayginlik hallerini yabanci uzmanlar sara , ya da histeri gibi hastaliklara verirler. Fakat bu tür iddialar, islamcilar tarafindan küstahlik ve bilgisizlik olarak yadsinir.
Vahiy geldiginde Muhammed, arı ugultusuna benzer sesler isitir; gözlerini kapar, titremeye baslar,benzi kararir,bayginlasir, boguk boguk soluk alir, sakaklarindan sapir sapir terler akarken basini kapar,üstüne örtü örtülmesini isterdi.Pek muhtemeldir ki üstünün örtülmesini isterken, eski bir Arap geleneginden yararlanmayi düsünmüstür. Çünkü Araplar, falcilik, büyücülük ve üfürükçülük yapanlara pek inanirlar, onlari bir bakima kayiptan haber veren kimseler sayarlar, ve çogu zaman onlarin sözlerine inanarak günlük yasantilarini ayarlarlardi. Falciligi ve üfürükçülügü meslek edinmis bu kisiler, genellikle üstlerine bir örtü örtünmek sûretiyle is görürler,müsterilerine önemli görünürlerdi.Her ne kadar Muhammed, falcilarin ve üfürükçülerin Tanri habercisi kimselermis gibi kabul edilmelerini önlemek maksadiyle falciligi ve üfürükçülügü bâtil seyler olarak ilân etmis olmakla beraber,bâtil inanislari ve uygulamalari terketmis degildi.Kâ’be’deki Hacer-i Esved e (Kara Tas’a) sayginlik gösterip tapmaktan, ya da Mekke’nin Safâ ve Merve adlı tepeleri arasinda kosarak seytanlara tas atmayi Islâmî kural kilmaktan tutunuzda, sağın sola ya da tek sayıların çift sayilara fazli’na (üstünlügüne),ya da besmele çekerek is görmeye, ya da ücret karsiligi üfürükle tedavî usüllerine cevaz vermesine ve hattâ bu tür kazançlardan pay edinmesine, ya da nefes , büyü ve üfürük cinsî bâtil seylere yer verir nitelikte olmak üzere Kur’ân’a Muavvizeteyn sûreleri adi verilen sûrelerdeki (ki,bunlar Felâk sûresi ile Nâs sûreleridir)âyetleri koymasina,ve her gece yatacagi sirada(özellikle kendisini iyi hissetmedigi zamanlar) bu sûreleri okuyarak ellerine üfleyip basini, sonra yüzündan baslayip vücûdunu sivamasina, ya da Tanri’nin verdigi sifâ ile sihirlenmekten kurtuldugunu söylemesine varincaya kadar bâtil denebilecek seylere inanmaktan geri kalmamistir.Arap gelenekleriyle ilgili bu tür seylere itibar eden bir kimsenin, Tanridan vahiy geliyor derken, eski bir Arap gelenegi geregince üstünü örtürtmek istemesinde sasilacak ne vardir ki?
Muhammed, Tanri ile Musa arasinda mekik dokuya dokuya namaz sayisini günde 5 vakte indirtir. Ancak ne var ki Musa, bunun da çok oldugunu söyler ve: (Senin) Ümmetin her gün 5 vakit namaza muktedir olamaz.Ben senden önce (halkı) epeyce tecrübe ettim Simdi sen Rabbine mürâcaat et de bunun ümmetin için (azaltilmasini) dile! der. Fakat Muhammed bunu yapamayacagini ve çünkü Tanri’dan çok sey istedigini, baskaca bir sey istemeye yuzü tutmadigini belirterek soyle der: Rabbime çok niyaz ettim.Tâ ki, bir daha arz-i niyâz eylemekten utandim.Bu suretle 5 vakit namaza razı olacagim. Ve buna teslimiyet gösterecegim diye ekler.Ve sonra yoluna devam ederek kavminin yanina gelir ve olan bitenleri anlatir. Anlatirken de onlara, her dileginin Tanri tarafindan kabul edildigini belirtmek sûretiyle övünmüs olur.Ve bu övünmesini, bir de onlari günde 50 vakit namaz kilmak gibi büyük bir zahmetten kurtardigini söylemekle pekistirir.Söylemeye gerek yoktur ki kendisine övünme payi çikarma maksadiyle tertipledigi bu hikâye, hem kendisini ve hem de Tanri’yi güç durumlara düsürtecek nitelikte birseydir.Çünkü bir kere hikâyeye göre Tanri,halkin takatini hesap edemeyip günde 50 vakit namaz emretmis, böylece isâbetsiz bir is görmüstür. Ikincisi Muhammed, Tanri’dan 50 vakit namaz emrini aldigi zaman, kendi kavminin bu yükü kaldiramayacagini düsünememis, verilen emri hemencecik kabullenmistir.Üçüncüsü ise,Tanri’nin ve Muhammed’in düsünemeyip yanlis hesap ettikleri bir seyi Musa düzeltmistir.Böylece Musa, hikâyeye göre, hani sanki Tanri’dan ve Muhammed’ten daha isabetli karar verebilirmis,ve daha akıllıymış gibi gösterilmistir. Daha baska bir deyimle yukardaki hikâye,her ne kadar Muhammed’e övünme vesilesi yaratmis idiyse de, akilci bir süzgeçten geçirildigi takdirde, hem onun prestijini ve hem de Tanri fikrini zedelemek bakimindan olumsuz sonuç doguracak niteliktedir.
Yorumcular, Muhammed’in son peygamber olarak gönderildigini ve bu nedenle Tanri’nin Muhammed’e oglan çocuk vermedigini söylerlerse pek inandirici olamazlar.Çünkü bir kere Muhammed kendisi bile:Eger Ibrahim yasamis olsaydi peygamber olurdu demistir. Kendisini her dâim Tanri ile iliski halinde buldugunu,ve her seyi Tanri’dan ögrendigini bildiren bir kimsenin soyleyecegi seyler degildir bu! Öte yandan eger Tanri, Muhammed’te sonra peygamber göndermemeye karar verdi ise, neden kalksin da Muhammed’e erkek çocuklar versin ve verdiklerini daha küçüçük yaslarda öldürsün! Neden onu halkin önünde küçük düsürtsün, ve kisilere: Muhammed ebter’in biridir,nesli kesik, oglu olmayan bir kimsedir seklinde konusma firsati versin?
Vaktiyle Medîne Mescidinde hütbe irâd ederken Muhammed, hurma kütügünden yapili bir minbere dayanmis olarak konusurmus.Günlerden bir gün kendisine yeni bir minber yapilinca bu eski hurma kütügünü terketmis. Ancak ne var ki,terkedildigini anlayan eski minber kütük,güyâ bunu ölüm saymis, aglayip sizlamaya,inler sekilde bagirmaya baslamis ve bunun üzerine Muhammed kütügü kucagina alarak ona söyle demis:(Ey kütük!) Istersen seni eskiden bittigin yere götürüp yeniden dikeyim, sen de yeni bastan oldugun gibi yetis, istersen Cennette dikeyim de Cennet irmaklarindan, pinarlarindan kana kana iç, güzelce yetis, meyve ver ve meyveni Allah’in sevgili kullari yesin. Nasil dilersen öyle yapayim .Yine Muhammed’in söylemesine kütük, bu konusma üzerine aglamasini kesmis ve Muhammed’e su yaniti vermis: âhireti ve Cennet’i dünyâya tercih ederim
Hicret’in 12.yilinda (Milâdî 632) Muhammed, kendisini ölüme götürecek olan hastaliga yakalanir.13 gün süren hastaliginin ilk 5 gününü eslerinin nöbetlerinde geçirir; gelenegi geregince kadinlarini sira esasina göre ziyâret ederek cinsel ihtiyacini gidermeye devam eder. Fakat hastaligi siddetlenince, çok sevdigi esi Ayse’nin odasinda kalmaya karar verir.Kalabilmek için diger eslerinden buna râzi olmalarini istemek maksadiyle: Yarin nerede (kimin odasinda) kalacagim? diye arzusunu izhar eder. Diger esleri onun bu sözlerinde yatan maksadi anlayarak, Ayse’nin odasinda kalmasina bir diyecekleri olmadigini bildirirler.Bunun üzerine Ibn-i Abbâs ile Ali onu kolarindan tutup ayaklari sürüye sürüye Ayse’nin odasina götürürler.Ancak ne var ki hastaligi birden bire artar.Hummâ atesinin siddetinden kivranmaya baslar,ve yüzündeki örtüyü sık sık açip, atar. Ne ilginçtir ki bu iztirap içinde bile Allah Yahudilere ve Hristiyanlara lânet etsin diyerek kâfirlere kötülük dilemekten geri kalmaz.
Muhammed’in bildirmesine göre Tanri’nin en büyük zevki,en son ve en sevgili elçisini her hususta ve her vesileyle sereflendirmektir; bunu âdeta kendisine görev edinmistir.Bundan dolayidir ki bir çok hallerde onun iznini saglamadan is görmez:örnegin ölüm melegini onun izni olmadan yanina sokmaz; yine onun izni olmadan ölüm melegine ruhunu alma olasiligini tanimaz.Bunun böyle oldugunu söyleyen bizzat Muhammed’tir. Ancak ne var ki bunu söylerken, kendi kendisini Tanri’nin da üstünde bir kerteye çikarmistir.
Muhammed’ten önce gönderildigi söylenen Peygamberler arasinda Dâvûd ve Süleyman gibileri vardir ki haremlerinde 300 ya da 700 kadar kadin ve cariye bulundurmuslar, ömürlerini bu sayidaki kadinlarla seviserek geçirmislerdir.
Elçinin sözüdür yerine bazi çevirilerde elçinin getirdigi söz ki yine farketmez,çünkü Muhammed, bilindigi gibi, Tanri’yi bile melekleriyle birlikte kendisine salavat getirir duruma sokmustur (K. Ahzab sûresi, âyet 56). Bu itibarla, Kur’ân’in kendi sözleri oldugunu söylemesi kadar dogal bir sey olamazdi.
Tanridan vahy seklinde geldigini söyledigi sözleri bazen kendi sözleri sekline sokmayi da ihmâl etmemistir: Örnegin Hakkâ Sûresine koydugu bir
âyete göre Tanri, güyâ yeminler ederek kur’ânın Muhammed’e âit sözler oldugunu anlatmaktadir: Görebildikleriniz ve göremediklerinizin üzerine
yemin ederim ki, Kur’ân serefli bir elçinin sözüdür (K. 69 Hâkka 40) Buna benzer bir baska âyet
Tekvir sûresinde aynen söyledir: Bu söz, serefli ars sahibi nezdinde, makami yüksek, itaate deger, emin bir elçinin sözüdür (K. 81 Tekvîr 19-21).
Tanrıya ya da Muhammed’e karsi baskaldiranlara ağır cezalar verilecegi hususunda bir de şu var: Kim Allah’a ve Peygamberine baskaldirir ve yasalarini asarsa, (Allah) onu temelli kalacagi cehenneme sokar. Alçaltici azâb onadir (Nisa sûresi, âyet14). Biraz ilerde görecegiz ki Muhammed, Kur’ân’a yerlestirdigi bu tür hükümlerden gayri, bir de müslüman kisilerin kendisini, tipki Tanriyi över gibi övmelerini,
yüceltmelerini istemistir.Kuskusuz ki bütün bunlari, kendisi için bir övünme ve mutluluk vesilesi edinmistir.
Nisâ sûresinde, Muhammed’e boyun egmenin Tanriya boyun egmek demek oldugu açikça anlatiliyor: Peygambere boyun egen, Tanriya boyun egmis olur (K. Nisâ sûresi, âyet 80).
Ümmetlerden her biri, sagilmak ve kendilerinden yararlanilmak bakiminda bereketli birer koyun sürüsüdür, ve Peygamberler de bu sürünün güdücüsüdürler! Bundan dolayidir ki Muhammed: Allah hiç bir Peygamber göndermemistir, muhakkak o Peygamber koyun gütmüstür diye konusurken, koyun güdücülügü isini yapmis olmanin gururlulugu içerisindeydi; övünme nedenlerinden biri de buydu. Nitekim kendisini Peygamber olarak ilân ettigi tarihten ölünceye kadar, yâni yirmi yillik bir süre boyunca, usta bir çoban gibi, Araplari gözü kapali bir sekilde kendisine boyun egdirtmis, Tanriya ve kendisine teslimiyet içerisinde tutabilmis, diledigi gibi yönetmis, 45 kadar çete saldirisina ve 29 savasa sürükleyebilmis, kendisi için dualar ettirtmis, ve genel olarak mutlak yetkilere sahip bir hükümdar gibi onlar üzerinde saltanat sürebilmistir.
Güyâ Tanri,her biri bir ümmetin güdücüsü olacak olan peygamberleri, yönetim (idâre) ve itâat ettirme isinde tecrübeli ve yetkili olsunlar diye koyun güdücülügü isiyle görevlendirir. Çünkü bu hayvanin diger hayvanlara nazaran daha mûnis (insandan kaçmayan, kanı sicak vs), daha çabuk itaat eden (boyun egen), yaradilistan zayif ve korunmaya muhtaç yönleri vardir.Üstelik etinden, sütünden, derisinden yararlanma olasiligini verdigi için bereketi çok bir hayvan sayilir ve bu nedenle Cennet hayvanlarindan addolunur.Bununla beraber,muhtemelen aklinin eksikligi nedeniyle,ve çayirlik yerdeki yasami itibariyle, diger hayvanlara nazaran,daginik yasamaya egilimlidir.Su bakimdan ki, bir koyun sürüsü çayira saliverildigi zaman, koyunlardan her biri bir tarafa çeker ve basa çikilmaz bir hal alir. Bu itibarla koyun sürüsünü bir arada tutup toplu olarak çayira yaymak, basli basina bir mehâret , bir beceriklilik isidir ki, bu da ancak usta bir çobanın elinden gelir. Bundan dolayidir ki herkes çobanlik edemez. Usta bir çoban, sesinin tonu ve ahengi sayesinde koyunlari itaatkâr kilarak bir arada otlatip sürmeye muktedirdir. Ve iste Peygamberler , ilerde kendi ümmetlerini yönetmekle, güdüp gözetmekle görevli olacaklari için,Tanri tarafindan,daha önceden çobanlik isiyle görevlendirilmislerdir.
Muhammed’i ölüme sürükleyen hastalikla ilgili olarak şöyle: Baska kisilerin hastaliklarinin ne oldugunu kesfeder görünen ve çogu zaman tükürüklü üfürük yoluyla tedavi yollari tavsiye eden Muhammed, kendisini ölüme götürecek olan hastaliga yakalandiginda hastaligin ne oldugunu bilememistir. Hastaliginin zatülcemb oldugunu söylediklerinde: Allah bana bu hastaligi vermez demistir, ama bir türlü Tanri’dan hastaliginin mahiyetini ögrenememistir. Islâm kaynaklarindan ögrenmekteyiz ki hastaligi son derece siddetli ve iztirapli geçmistir; o kadar ki Ayse: Hiç kimseyi Tanri elçisinin çektigi azaba benzer bir azab içerisinde görmedim demekten kendini alamamistir.Hastaligi gidermek için kendisine ilâç verilmek istendiginde begenmemis ve ilâç verdiler diye kadinlarini cezâlandirmistir.Ancak ne var ki ne türlu ilâç almak gerektigini bir türlü kesfedememistir.Hastaligi artinca Ümm-ü Seleme aglamaya baslamis, onu aglar görünce Muhammed kizmis ve: Sus aglama, kâfirler aglar sadece diyerek kadini azarlamistir. Ama vaktiyle kendi oglu Ibrahim’in ölümüne agladigini unutmustur.
Her gizli olan seyin Tanri tarafindan kendisine bildirildigini söyleyerek övünmenin Muhammed bakimindan her zaman yararli olmadigina verilecek daha pek çok örnek var. Bunlardan birkaçini daha kisaca belirtelim: Bir defasinda Muhammed, Rumlarin büyük bir ordu ile saldiriya geçeceklerine dâir kehânette bulunur ve Tebûk seferine çikar. Fakat bin bir zahmetle gittigi yerde görür ki, ortada ne Rum ordusu vardir ve ne de saldiri tehlikesi.
Teyemmüm etmek demek, su bulunmadigi,yahut bulunsa dahi kullanilmasi mümkün olmadigi zamanlar, parmaklar açik olarak iki eli topraga vurup ileri geri oynatmak, sonra kaldirip birbirine vurmak sûretiyle tozlari giderip önce yüzü sonra da kollari meshetmek (sivamak) demektir. Yorumculara göre teyemmüm , toprak yerine bir tas ile de mümkündür. Böyle bir eylemin ne kerte temizlik sayilabilecegini düsünmek de güç; meger ki sekilciligi, dînin aslî unsuru yapalim! Fakat Islâmcilar, bunun da kurnazligini bulmuslardir: her ne kadar toprak ile temizlenmenin gerçek anlamda temizlik sayilamayacagini bilmekle beraber, önemli olan seyin zahiren temizlik degil fakat batinen temizlik (yâni kalben temizlik ) oldugunu söylerler.
Gizli olan seyi Tanri’dan haber aldigini söylemesine ragmen Muhammed, çogu zaman gizli seyleri bilemez durumlarda kalmistir. Yasami boyunca öyle olaylar olmustur ki onu her gizli seyi bilir oldugu iddiâsinda yalanci çikarmistir. Nice örneklerden bir kaçini sergilemek gerekirse, her seyden önce kendi dogum tarihinin ne oldugundan habersizligini belirtmek gerekir. Dogum sirasinda annesinden bir nûrun çiktigini ve Sam binalarinin bu nûrla aydinlandigini söyler ama hangi yilda, hangi ayda dogdugundan habersizdir.
Müslim ve Tirmizî gibi kaynaklardan ögrenmekteyiz ki Muhammed, tras olmak üzere Ma’mer’in önüne oturdugunda,basinin sag tarafina isâret ederek: Burayi al! demis, sonra da sol tarafının tras edilmesini emretmistir. Böyle yapmasinin sebebi sag’in sol’a üstün olduguna inanmis bulunmasindandir. Hatirlatalim ki her ise sag taraftan baslamayi, kendisi için oldugu gibi bütün müslümanlar için de dinsel kural haline getirmisti! Basinin sag tarafini tras ettirdikten sonra, bu saçlarini Ebû Talha’ya verdigi, sol tarafini tiras ettirdikten sonra bu saçlarinin halka dagitilmasini emrettigi anlasilmaktadir. Bununla beraber bazi rivâyetlere göre basinin sag tarafindan çikan saçlari halka dagittirmistir.
Saç kestirmeyi ya da başı traş ettirmeyi rahmet isi sayan Muhammed: Yâ Rab! baslarini tras edenlere rahmet eyle, saçlarini kestirenlere de rahmet eyle diye duâ ederdi.Basini tras ettirecegi zaman önce basinin sag tarafini ve sonra da sol tarafini tras ettirirdi. Sonra da kesilen saçlarinin halka dagitilmasini emrederdi.
Kuskusuz ki Muhammed, kendi tükrügünün ve sümügünün oldugu kadar, kendi devesinin agzindan çikan köpüklerin dahi halk tarafindan bu sekilde kutsal nitelikte bulunmasindan hosnud olmus, kendinden olan her seyin yüceligiyle övünmeyi mutluluk saymistir.Ancak ne var ki kendi tükrügünün ve sümügünün ve balgaminin temizligi ve kutsalligi ile övündügü hâlde, diger kimselere âit bu ayni seyleri pis bulurdu.
Abdest aldigi ve içine tükürdügü suya varincaya kadar,vücûdundan çikan,ayrilan her seyi kutsal mis gibi görmek ve göstermek ve bununla övünmek Muhammed’in mutlulugu olmustur.Hele abdest alip içine tükürdügü suyun ya da aksirdigi vakit agzindan burnundan çikan balgaminin ve sümügünün insanlar tarafindan kapisildigini, içildigini, yüze, göze sürülüp ogusturuldugunu
görmek, onun için daha da büyük bir mutluluk ve övünme nedeni olmustur.Ve ne hazindir ki bu inançla yogurdugu insanlar,sadece onun ellerini ve yüzünü yikadigi ve içine tükürdügü abdest suyunu, ya da agzindan, burnundan çikardigi
balgamini ve sümügünü degil,fakat Arap cezîresi’nin en güzide develerinden oldugu söylenen Kisvâ adindaki ünlü devesinin agzindan saçilan köpükleri dahi kutsal bilir olmuslardir. Hârice Ibn-i Zeyd’in, Vedâ hacci sirasindaki anilari, bunun böyle oldugunu göstermekte; söyle der: Resûl-i Ekrem Arafât hutbesini irâd ederken ben ‘Kisvâ’ nin basi altinda bulunuyordum..Her tarafa ihtisâm arz eden devenin agzindan saçtigi köpükler benim basima doluyordu
Urve, Tanri elçisinin sahabelerine hafifçe baktigi zaman gördü ki,Tanri elçisi öksürüp aksirdigi vakit burnundan ve agzindan çikan balgam ve sümüklerin üzerine uçusuyorlar, herkes bu balgam ve sümükle yuzünü ve derisini ogusturuyordu Bir sey emrederse, hemen o kisi yapiyor, abdest alirsa onun yikandigi su için az kalsin birbirlerini öldürüyorlardi
Muhammed’in elini,yüzünü, burnunu temizleyerek abdest aldigi, agzindan, burnundan çikardigi ve içine tükürdügü suyu içmek Ümm-i Seleme’ye öylesine özenilecek bir sey görünmüstür ki, kadincagiz dayanamayip Ogullarim, o sudan ananiza da ikrâm ediniz! demekten ve ayni suyu içmekten kendini alamamistir.Islâm kaynaklarindan ögrenmekteyiz ki, Ebû Mûsa, Bilâl, ve Ümm-i Seleme gibi, diger Müslümanlar dahi Muhammed’in agzindan, burnundan çikan suyu kutsal bilip bununla abdest almayi, ya da bu suyu içmeyi, kendileri için mutluluk sayarlar, ve içerlerken de Muhammed’e duâ’lar yagdirirlardi. Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre, Muhammed’in
abdest aldigi sudan yetmis seksen kisinin abdest aldigi görülmüstür.Enes b. Mâlik’in rivâyeti söyle: Nebiyy-i Ekrem (bir kere) bir kap su istedi.Içinde biraz su bulunan agzi genis,dibi dar bir kap getirildi.Parmaklarini içine koydu artik parmaklari arasindan suyun kaynadigini (gördüm). O sudan abdest alanlari yetmis ile seksen arasinda tahmîn ettim
Ebû Mûsâ (el-Es’ârî)den Buharî’nin rivâyet ettigi bir Hadîs hükmüne göre Muhammed,ellerini ve yüzünü bir kabın içinde yikadiktan sonra agzindan su püskürtür, yâni suyun içine tükürür ve sonra etrafindakilere: Bu sudan içiniz ve yüzünüze, gögsünüze dokünüz diye emrederdi.Ebû Hüreyre’nin, Ebû Mûsâ’dan rivâyeti aynen söyle: (Bir defa) Nebiyy-i Muhterem , içinde su bulunan bir kab istedi.Ellerini, yüzünü kabin içinde yikadiktan sonra içine (mubarek agzindan) püskürdü Sonra onlara: – ‘Bu sudan içiniz ve yüzünüze, gögsünüze dökünüz’ buyurdu
Enes Ibn-i Mâlik’in rivâyetinden ögrenmekteyiz ki Muhammed,namazdayken elbisesinin içine tükürüp sümkürürmüs.Bununla anlatmak istedigi sey,namazda kolaylik olsun için baskalarinin da bu sekilde hareket edebilecekleriymis.Nitekim namaz sirasinda kisilere sol yana,ya da sol ayagin altina tükürme olanagini tanimakla beraber esas itibariyle elbiselerinin içine tükürmelerinin daha iyi olacagini söyler ve onlara örnek olmak için kendi elbisesinin kenarindan tutup içine tükürür ve: Iste böyle yapin derdi.Kendi tükrügünün temiz ve kutsal olduguna inanmis ve baskalarini da buna inandirmisti. Sadece tükürügünün degil, fakat sümügünün ve agzindan çikan balgamin, ya da abdest alirken ellerini ve ayaklarini yikadigi suyun dahi kutsal ve temiz (tahir) nitelikte olduguna inanmisti ve bunu kendisi için bir övünme vesilesi yapmisti; Tanri’dan geldigini soyledigi vahy’lerle müslüman kisileri de buna inandirmisti.
Muhammed, kendisini peygamber olarak tanitmistir; Peygamber oldugunu ve lanetleyici olarak gönderilmedigini iddiâ eden bir kimseden kötülüge kötülükle karsi koymasi, düsmanlarina lânetler yagdirmasi beklenmez.
Muhammed, kendisini ölüme götürecek hastaliga yakalanipta hummâ atesinin siddetiyle kivranirken ,arasira yüzündeki örtüyü açar ve, çektigi iztirabin açisini çikarircasina Yahudi’lere ve Hîristiyan’lara lânetler ederdi.Ayse’nin ve Ibn-i Abbâs’in bildirmelerine göre Muhammed söyle dermis: Allah, Yehûd ve Nasârâ’ya lâ’net etsin! Onlar Peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindilerdi .Görülüyorki Ben lânetleyici olarak gönderilmedim diyen Muhammed, en basit ve en olmadik hususlarda bile lânetleyici olmaktan geri kalmamistir.
Tanrıyı lânet ediyormus, ya da lânetlesirmis gibi göstermek Tanri fikrini zedelemez mi?
Muhammed,putperest araplardan (müsriklerden) gayri, Yahudilere ve Hristiyanlara karsi besledigi düsmanlik duygularini açiga vurmak hususunda da, hem bir yandan silâhli saldirilara, ve hem de ayni zamanda lânetleme yollarina basvurmustur. Bu maksatla Kur’ân’a koydugu âyetler pek çok. Örnegin Mâide sûresi’nin 64.âyetinde Tanri’nin, Yahudiler hakkinda elleri baglanasi ve lânet olasilar diye konustugu yazili. Güyâ Tanri, kendisi için eli sikidir dediler diye Yahudilere lânet etmekte! Ayet söyle: Yahudiler, Allah’in eli baglidir (sikidir) dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri baglanasi ve lânet olasilar! Bilakis, Allah’in eli açiktir, diledigi gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azginligini ve küfrunü arttirir. Aralarina, kiyâmete kadar (sürecek) düsmanlik ve kin soktuk (K. Mâide sûresi, âyet 64).
Muhammed, lanetlesmenin ve lanet savurmanin Tanri emri oldugunu belirtmek sûretiyle farkli inanç ve düsüncede olan kimselere karsi kin ve intikam duygularini dile getirme olasiligini bulmustur.
Bedir günü öldürülen Kureyş eşrafından kişileri pis bir kuyuya attirdiktan sonra onlarin cesetlerine hakâretler savurmaktan (ki Ilâhî intikam olayi diye bilinir), ya da hirsizlik ettiler ve Islâm’i terkettiler diye Ureyne kabilesine mensup sekiz kişiyi ellerini ve ayaklarini çaprazlama kestirtikten sonra, kizgin günes altinda ölüme terketmesinden tutunuz da, kendisini hicveden sairleri öldürtmesine ya da Benî Nadîr Yahudilerinden Safiyye bint-i Huyey b. Ahtab adindaki genç ve güzel bir kadinin babasini ve kocasini (hazinenin yerini bildirmediler diye) öldürttükten sonra,o günün gecesinde (ya da bir kaç gün sonra)Safiyye ile gerdege girmesine,ya da Benî Kureyza adindaki yahudi kabilesinden esir olarak ele geçirdigi 900 kadar insanin kellelerini bir günün gecesinde kestirtmesi olayina varincaya kadar saymakla bitmez nice örnekler vardir ki Muhammed’in merhametli oldugu iddiâlarini çürütmege yeter.
İslamcılar incil’de (daha dogrusu Yuhanna incilinde) İsa’nın kendisinden sonra Feraklid adlı ve kendisi gibi kurtarıcı nitelikte bir kardeş peygamberin gelecegini bildirmistir ve Feraklid adı güyâ Ahmed adının karşılığı olan bir ad’tır. Oysa ki bu Muhammed’in kendi hayalinden ortaya vurdugu bir seydir.
İmâm Gazalî, Muhammed’in adi’nin Tevrat’ta yazili oldugunu ve Tanri’nin onu, daha henüz Resûl seçmeden önce en tercihli kulu bildigini söyleyerek söyle der:Allahü Teâlâ onu peygamber olarak göndermeden önce Tevrat’in birinci satirinda vasiflayarak: – ‘Muhammed Resûlüm ve tercih ettigim kulumdur- ‘ buyurdu .Hemen belirtelim ki Tevrat’in ne birinci satirinda ve ne de tümünde, Tanri ”nin Muhammed hakkinda böyle bir sey söyledigi yazili degildir.
Ve artik farkli inançta olanlari ve kendisine boyun eğmekten kaçanlari uyarici degil kiliçtan geçiricidir. Hem de öylesine ki, kendi yüceligini Tanri’nin yüceligi ile bir tutup, Tanri’ya bas egildigi gibi kendisine de bas egilmesini isteyendir. Bütün bunlari kendisi için bir övünme vesilesi bilendir. Örnegin, kendisini, tıpkı Tanri gibi bas egilen kertede göstermek üzere Kur’ân’a su tür âyetler koyar: Ey Muhammed! Süphesiz sana bas egerek ellerini verenler, Allah’a bas egip el vermis sayilirlar (K. 48 Fetih sûresi, âyet 10)
Güçlenmeye basladigi andan itibaren (özellikle Medîne’ye hicret ettikten ve çete saldirilarina ve savaslara girismeye basladiktan sonra) is degisir; bambaska yaradilista bir kimse oluverir Muhammed: artik sadece ögüt verici , sadece teblig edici ,sadece Resûl ,sadece uyarici ,ya da sadece sabredip susan degil fakat korkutucu Tanri nin korkutucu bir Peygamberi dir.
Ey Muhammed! Senin milletin Kur’ân’ı yalanladi: -(onlara) cezanizi ben verecek degilim- ‘ de (Onlara) Kur’ân ile ögüt ver (K. En’âm sûresi, âyet 66, 69-70); (Ey Muhammed!) seni yalanlayanlari Bana birak Süphesiz katimizda onlar için Cehennem can yakici bir azab var (K. Müzemmil sûresi, âyet 11-13). Kendisine Sen mutlaka delisin diyenlere (K. Hicr 6-7) karsi Tanri’nin şöyle konustugunu söylerdi: Arkadasiniz Muhammed asla deli degildir (K.Tekvîr sûresi, âyet 22); Düsünmüyorlar ki arkadaslari olan peygamberde delilik eseri yoktur; o ancak açikca bir uyarandir (K. A’raf 184).Yine bunun gibi, Kur’ân’i inkâr eden kimselerin gelecek dünyâda Cehenneme atilacaklarina dair hükümleri örnek verirdi. (K. Hûd sûresi, âyet 17). Görüldügü gibi, Kur’ân’a inanmayanlara, ya da kendisini yalanlayanlara, ve hattâ kendisi için O bir delidir seklinde laf edenlere karsi aşırı saldırgan bir tutum takinmayip onlarin cezalarinin Tanri tarafindan verilecegini anlatmakla yetinmektedir. Çünkü henüz güçsüzdür, ve onlara karsi yapabilecegi baskaca bir sey yoktur.
Halktan kisilerin kendisinden mucize göstermesini istemeleri, ve örnegin: – ‘Bize yeryüzünde bir kaynak çikarip akitmadikça inanmayiz sana’ Umdugun gögü parça parça üstümüze düsürmedikçe, yahut Allah’in
meleklerini karsimiza getirmedikçe yahut gökyüzüne gözümüzün önünde çikmadikça gene inanmayiz sana demeleri üzerine, herkesin önünde mucize yaratamayacagini bildigi için,
kendisinin bir insan oldugunu öne sürerek kaçamak yollari arar ve Kur’ân’a su tür âyetler koyar:
(Ey Muhammed!) De ki- ‘Rabbimi tenzih ederim, ben peygamber olan bir insandan baska bir sey miyim?- ‘ (K.17 Isrâ sûresi, âyet 90-93).Ancak ne var ki hiç kimselerin kesfedemeyecekleri sekilde mucize yaratmis gibi görünmekten de geri kalmaz ,ve mücizeler insani olarak görünmeyi övünme vesilesi yapardi.Örnegin parmagiyla isâret edip ayı ikiye böldügünü ve sonra bu iki bolümün birlestigini söylerken (K.el-Kâmer sûresi, âyet 1-3), ya da yardim bulmak için gittigi Taiften dönüs sirasinda yolda cinlere rastladigini, ve onlara sakiz agacini tanik tutarak kendisinin peygamber oldugunu kanitladigini söylerken,yaptigi budur nice örnek var).
Kendisini, tıpkı Tanrı gibi baş eğilen kertede göstermek üzere Kur’ân’a şu tür ayetler koyar: Ey Muhammed! Süphesiz sana baş egerek ellerini verenler, Allah’a bas egip el vermis sayilirlar (K. 48 Fetih sûresi, âyet 10)
Tanrıdan geldigini söyledigi vahiy lerle kendisini halka aleyhissalâtü vesselâm olarak, yücelerin yücesi olarak, gelmis geçmis bütün peygamberlerin tasdikçisi olarak, vs kabul ettirmis, ve müslümanlar onu âdeta ilâh kertesinde görür olmuslardir.Hem de öylesine ki, onun abdest aldigi ve içine tükürdügü suyu içmeyi ,ya da agzindan ve burnundan çikan balgamini yüzlerine ve derilerine sürmeyi, ve hattâ devesinin agzindan saçilan köpüklerin altinda kalmayi bile kendileri için bir seref ve mazhariyet bilmislerdir.
Tevâzu insanı olduğu söylenen Muhammed, övünmekten ve övülmekten hoşlanır hem de hoşlanmazmış gibi görünerek.
Müslüman kisi, Tanrının azameti karsisinda kendisini teslimiyet duygusuna terketmis, Tanrının kulu ve kölesi bilmis, bu yüzden mahviyet içerisinde küçülmüs, sinmis, benligini terketmis, müptezellesmis, degersizliginin bilinci icerisinde miskinlesmistir; bu nedenle kendi kisiliginin bilincinden yoksun kalmistir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir