İçeriğe geç

III. Halife Hz. Osman (ra) Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi Kitap Alıntıları – Ali Muhammed Sallabi

Ali Muhammed Sallabi kitaplarından III. Halife Hz. Osman (ra) Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi kitap alıntıları sizlerle…

III. Halife Hz. Osman (ra) Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi Kitap Alıntıları

“Eğer kalpleriniz gerçekten temiz olsaydı Kur’an okumaya doyamazdınız.”
Mal sevgisi seni ilimden alıkoymasın.
Hayra en uzak olanlar tembellerdir.
İlim talep et, tembel olma!
Hz. Osman’ın beytülmâl gelirlerini israf ettiği ve akrabalarına verdiği yönündeki iddialar Yahudi İbn-i Sebe ve ona uyanlar tarafından ortaya atılmıştır. İslâm düşmanları günümüze kadar bu asılsız iddiaları kullanmışlardır. Bu bilgiler tarih kitaplarına sızmış, düşünürler ve tarihçiler tarafından gerçek zannedilmiştir.
Hz. Osman’ın halifeliğe en layık kişi olduğunu gösteren birçok delil vardır. Kitap ve sünnete uyanlar bu konuda ayrılığa düşmezler. Sahabe ve onlardan sonra gelen ehli sünnet ve’lcemaat Hz. Osman’ın Hz. Ömer’den sonra halifeliğe en layık kişi olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır.
Şûra olayı ve Hz. Osman’ın seçimiyle ilgili olarak uydurulmuş birçok yalan ve geçersiz iddia vardır. Bu iddiaları müsteşrikler uydurmuş ve dünyaya yaymışlardır. Son dönemde birçok düşünür bunlardan etkilenmiş, rivayetleri tarihçi araştırmadan, senet metin incelemeleri yapmadan Müslümanlar arasında yaymışlardır.
Kişiler, cemaatler, halklar, toplumlar ve devletler çeşitli belalarla imtihan olurlar. Bu Allah’ın kanunudur. Sahabe de zorluklarla imtihan edilmiştir. Onlar dağları deviren ağır fitnelere tahammül etmişler, Allah yolunda mallarını ve canlarını vermişlerdir. Allah’ın verdiği güçle, Müslümanların önde gelenleri bu belalara teslim olmamışlardır.
Hz. Ebubekir İslam’a davet ettiğinde Hz. Osman otuz dört yaşındaydı. İslâm davetine cevap verme konusunda yavaş davranmadı. Hz. Ebubekir’in daveti doğrultusunda İslam’ı seçti ve ilk Müslümanlardan oldu.
Hz. Osman cahiliye döneminde de kavminin en faziletlilerinden birisiydi. Zengin, hayalı, tatlı dilli bir insandı. İnsanlar onu çok sevivor, ona saygı duyuyorlardı. Cahiliye döneminde asla putlara tapmadı, fuhşa yaklaşmadı, içki içmedi.
Hz. Osman açıkça ve ısrarlı bir şekilde, kendisini dinleyen ve ona itaat edenlere silahı bırakmalarını emretti. Çünkü Hz. Osman, Hz. Peygamber’in işaretiyle, bu olay sonrasına şehit edileceğini çok iyi biliyordu. Bundan dolayı Müslümanlar arasında kan akmasını ve fitne çıkmasını istemiyordu.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah’ın nîmetini saymak isterseniz sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür. (İbrahim Sûresi, 14/34)
Kandil kendisini yakar, ancak çevresindekileri aydınlatır.
Ebû Hureyre Hz. Osman’ın yanına girdi ve şöyle dedi: Ey Müminlerin halifesi! İsyancılara cezalarını vermek gerekir.

Hz. Osman “Ey Ebu Hureyre! Bütün Müslümanların kan dökmeleri, benim öldürülmem seni sevindirir mi? deyince Ebū Hureyre Hayır dedi ve Hz. Osman şöyle devam etti: “Bir insanı öldürürsen, bütün insanları öldürmüş gibi olursun! bunun üzerine Ebû Hureyre halifenin emrine uyarak savaşmadı ve evine döndü. Başka bir rivayete göre Ebû Hureyre kılıcını çıkarmıştı. Ancak Hz. Osman ona engel oldu.

İsyancılar hal ve akd ehli değillerdi, İslâm’ın önde gelenlerinden veya ümmetin hukukçularından da değillerdi. Durum böyle olunca, Hz. Osman’ın onların talepleri doğrultusunda hareket etmesinin çok tehlikeli sonuçları olurdu. Bu durum ümmetin gidişatında, hilafetin heybetinde ve yöneten-yönetilen ilişkisinde büyük sarsıntılara sebep olurdu. Bu sarsıntılara karşı durmanın bedelini Hz. Osman (r.a) hayatıyla ödedi.
Eğer Hz. Osman bu Sebeist Yahudilerin istekierini yaparak halifeliği bıraksaydı, sonraki halifeler isyancıların oyuncağı haline geleceklerdi. Böylece hilalet makamı sarsılacak, halifenin heybeti ortadan kalkacaktı. Hz. Osman, İbn Ömer ve diger sahabilerle istişarelerinin ardından, sabredip hilafet makamını bırakmayarak, kan dökülmesine engel olarak kendisinden sonraki halifeler için güzel bir sünnet bıraktı.
8. Fethedilen bölgelerdeki arazileri belli kişilere verdiğimi söylüyorlar. Buraların fethine ensar, muhacir ve diğer Müslümanlar katıldılar.
Arazileri taksim ettiğimde, kimisi orada kaldı, kimisi de Medine’ye döndü. Bu araziler onların mülkü oldu, dileyen de bunları sattı.”

Bu şekilde Hz. Osman kendisine yönelen sorulara cevap verdi, böyhak ortaya çıkmış oldu.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
7. “Ailemi sevdiğimi ve devlet imkanlarını ailem için harcadığım söylüyorlar.

Ailemi sevmem, başkalarının bana zulmetmesi için bir sebep olamaz herhalde! Ailemdeki her bireyin haklarına ve sorumluluklarına dikkat ediyorum. Herkese hakkını veriyorum, kendilerinden almam gerekeni alıyorum. Onlara verdiklerim ise devlet mallarından değil, kendi mallarımdandır. Çünkü ben Müslümanların mallarını haksız yere ne kendim alırım, ne de başkalarına veririm. Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde yardım ve infak olarak malımdan çok miktarda veriyordum. O günlerde hayır konusunda hırslıydım. Şimdi ömrümün sonuna geldiğimde mi devlet imkanlarını aileme aktaracağım? Ben hiçbir Müslüman şehrinden mal almadım. Elde edilen ganimetleri bölge halkına verdim. Medine’ye sadece ganimetlerin humusu (beşte biri) gönderildi. Gelen humusun taksimini de bütün Müslümanlar gördüler buna şahit oldular. Allah’a yemin olsun ki, bunlardan bir kuruş dahi almadım. Kendi malımı yiyorum ve aileme kendi malımdan veriyorum.

4. “Hz. Peygamber’in Tâif’e sürgün ettiği Hakem bin Ebi’l-As’i Medine’ye tekrar kabul ettiğimi söylüyorlar.

Hakem bin Ebi’l-Âs Medineli değil, Mekkelidir. Hz. Peygamber de sürgünden sonra kendisinden razı olunca, onun Mekke’ye girmesine izin vermişti. Resûlüllah (s.a.v.) onu Taif’e gönderdi ve sonra Mekke’ye dönmesine izin verdi. Öyle değil mi?”
Sahabiler “Evet ey müminlerin halifesi” dediler.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
3. “Bir Kur’an nüshası bıraktığımı, diğer nüshaları yaktırdığımı ve insanları bir Kur’an etrafında topladığımı söylüyorlar.

Dikkat edin! Kur’an Allah’ın kelamıdır, onun katından indirilmiştir, tektir. Müslümanları Kur’an üzerinde birleştirmekten başka bir şey yapmadım. Onları bu konuda ayrılığa düşmekten engelledim. Bu uygulamamda, Kur’an’ı bir araya getiren Hz. Ebubekir’e tabi oldum. Öyle değil mi!

Sahabiler “Evet ey müminlerin halifesi” dediler.

2. “Fethedilen bölgelerdeki meraların çoğunu şahsım adına develerimi otlatmak için aldığımı, Müslümanlara yeterince pay vermediğimi söylüyorlar.

Benden önce Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde zekat ve cihat develeri için meralar bulunuyordu. Sadaka ve cihat develeri artınca, ben de meraları artırdım. Sonra fakir Müslümanların devlerini buralarda otlatmalarını yasaklamadık. Ben o meraları kendi hayvanlarım için ayırmadım. Halife olmadan önce Müslümanlar arasında devesi ve sürüleri en çok olan kişi bendim. Ancak halife olduktan sonra hepsini infak ettim. Elimde, hac için ayırdığım iki deveden başka hiçbir şey kalmadı. Öyle değil mi?

Sahabiler “Evet ey müminlerin halifesi” dediler.

Hz. Osman isyancıları dinledi, suçlamalara delilleriyle cevap verdi ve mescitteki Müslümanlar da buna şahit oldular.

1. “Şöyle dedi: “Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer tamamlamadığı halde, benim yolculukta namazı tamamladığımı, yolcu olarak iki rekat kılmam gerekirken dört rekat kıldığımı söylüyorlar. Namazımı Medine’den Mekke’ye ulaştığımda tamamladım. Ailem Mekke’de ve ben ailemin yanında ikamet ediyorum. Bu durumda yolcu olmuyorum değil mi? Sahabiler “Evet ey müminlerin halifesi” dediler.

Toplumda şer faaliyet gösterenlere şiddet, hayırda yarışanlara ise yumuşaklık göstermek gerekir.
Hz. Ömer valileri tayin ederken, hassas ölçülere ve ayırıcı kriterlere göre hareket ediyordu. O kınayanın kınamasından korkmazdı. Şayet Muaviye’de bir hata, zayıflık, eğrilik görseydi onu hemen görevden alırdı. Muavive, Hz. Ömer’in halifeliği boyunca valilik yapti. Ondan önce Hz. Peygamber Muaviye’ye başta vahiy katipliği olmak üzere çeşitli görevler verdi. Ondan sonra Hz. Ebubekir kendisine görevler verdi. Ancak hiçbirisinin Muaviye’yle ilgili bir eleştirisi söz konusu olmadı. görevin bırakılması, ciddi sebeplerin var olmasını gerektirir.
Zehebî şöyle diyor: Abdullah bin Sebe zındıkların ileri gideniydi. Saptı ve saptırdı.
Abdullah bin Sebe’nin şahsiyetiyle ilgili olarak oryantalistler, bazı Arap araştırmacılar ve Şiîlerin çoğu şöyle söylüyorlar: Abdullah bin Sebe gerçekte hiç yaşamamış olan hayal ürünü bir şahıstır.” Bu sözler ancak hayasızlık ve cahillik eseri olarak söylenebilir. Abdullah bin Sebe’nin hayat hikayesi tarih kitaplarında ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Raviler onun yaptıklarını sonraki nesillere aktarmışlardır. Abdullah bin Sebe’nin hayatı tarihçilerin, hadisçilerin, mezhepler tarihi alanında çalışma yapanların gerektikçe eserlerinde yer bulmuştur.
Takvâ kişiseldir. Bir kişi takvalı olmaya yönelik davranışları kendisinden isteyebilir. Ancak başkasından isteyemez.
İslâm’da takva güzel görülür. Bu, bir şeyden, kötü olmadığı halde, kötülüğe götürmesinden korkulduğu için uzak durmaktır.
Hz. Ömer’in sertliği karşısında Hz. Osman’ın yumuşak davranması ilk aşamada insanları memnun ettiyse de bu yumuşaklık hilafetinin son dönemlerinde Hz. Osman’a bir darbe olarak dönmüştür.
Hz. Ali ile halktan bir kişinin şu diyaloğu meseleyi açık biçimde orttaya koyar:

Adam “İnsanlar Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer üzerinde ayrılığa düşmedikleri halde neden sende ayrılığa düşüyorlar” deyince Hz. Ali Onlar benim gibi insanların halifeleriydi. Ben ise senin gibi insanların halifesiyim” cevabını verdi.

Takvasızlık, itaatsizlik, heveslere uyma ve günahlara saplanma gibi sebeplerle fitne ortaya çıktı.
Heva ve heveslerinin ardına düşmüşlerdi. Bu sebeple de fitne ortamı oluşturmaya çalışıyorlardı.
Fani olan sizi meşgul edip, baki olandan alıkoymasın.
Dünya hayatı sona erer. Ahiret ise sonsuzdur.
Müslüman’ın dünyalık sevgisiyle mücadele etmesi ve kendisini geçici menfaatlere bağlamaması gerekir.
Ümmet içinde dillerin, renklerin veya çıkarların farklı olmasının önemi yoktur. Önemli olan bir inanç etrafında bir araya gelebilmektir. Bu, İslâm ümmetinden başka hiçbir toplulukta gerçekleşmemiştir. İslâm’a göre dil, renk, ırk veya menfaat farklılıklarının bulunması ümmetin birliğine engel değildir.
Allah’ın hataları ve günahları örtmesi, onun rahmetinin sonucudur. Ölümler, ortaya çıkan fitneler ve karşılaşılan depremler günahların kefareti olur, onları örter.
Allah’ın derin ilim verdiği, takva ile süslediği, kendisine hidayet verdiği kişilerin dışında kimse, fitne zamanlarında nerede ve kimin yanında duracağını bilemez.
Zaten sahabe arasındaki anlaşmazlıkları anlatan kitapların birçoğunda yalan, kesik ve zayıf haberler bulunmaktadır.
Mevdudi’nin el-Hilâfe ve’l-mülk isimli eseri gibi Muhammed Ebû Zehra’nın “Târîhu’l-ümemi’l-İslâmiyye” ve “el-İmâm Zeyd bin Ali” isimli eserleri, sahabe ve Emevi halifeleriyle ilgili birçok eleştiriyle doludur. Bu kişiler, hiçbir güzel davranışı ve övülecek özelliği olmayan kişiler gibi sunulmaktadır.

Bu tür kitapları yazan araştırmacılar kaynakları gerektiği gibi incelememişler, çözümlemelerini İmamiyenin yaklaşımları ve görüşleri üzerine kurmuşlardır. Allah bizi ve onları affetsin.

Bu kişi Müslümanlar arasında büyük bir fitnedir. Sahabeyi rahatlıkla kınamış, samimiyetlerine şüpheyle yaklaşmış ve onları Müslümanların düşmanlarının hedeflerine hizmet edecek iddialarla itham etmiştir. Onun bu yaklaşımı karşısında birçok Müslüman son derece rahatsız olmuştur. Bunun gibiler, Taberi, İbn Asakir ve diğer tarihçilerin rivayetlerine dayanmışlardır. Ancak belirtilen tarihî rivayetlerde yalanla gerçek birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe girmiştir. Bunlar doğru yanlış ayrımı yapmadan, bütün bilgileri eserlerine almışlardır. Ancak bu, büyük bir hatadır.
Zaman geçti ve Hz. Osman dönemi geldi. O dönemde Rebeze’de yaşadı. Ölüm vakti yaklaşınca eşi ve çocuklarına kendisini yıkayıp kefenledikten sonra yolun ortasına bırakmalarını vasiyet etti. Ailesi Ebû Zer’in dediği gibi yaptı. Bir grup, yolda ilerlemekteydi. Yolun ortasında böyle bir şey görünce şaşırdılar. Aralarında İbn Mes’ûd da vardır. Bu nedir?” diye sorulduğunda “Ebû Zer’in cenazesidir” dediler. Bu cevabın hemen ardından İbn Mes’ûd’un gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve Hz. Peygamber’in “Allah Ebû Zer’e merhamet etsin. Yalnız yürüdüğü gibi yalnız ölecek ve yalnız dirilecek.” şeklindeki hadisinin gerçek olduğunu söyledi.
Onu yıkadılar, kefenlediler, cenaze namazını kıldılar ve defnettiler. Onu taşımak istediklerinde kızı şöyle dedi: Ebû Zer size selam ediyor. Bir şey yemeden gitmemenizi istedi.

Dedikleri gibi yaptılar. Ardından Ebû Zer’in ailesini Mekke’ye götürdüler. Hz. Osman’a durumu arz ettiler. Halife Ebû Zer’in kızını kendi kızının yanına aldı.

Sahabeden hiç kimse Ebu Zer’in hatalı olduğunu söylememiştir Çünkü onun söylediği güç yetirebilen için övülmüş bir yoldur.
Zeyd bin Vehb, Hz. Osman’ı sevmeyenlerin uydurdukları haberi soruyor: Ebû Zer’i Hz. Osman sürgün mü etti, yoksa Rebeze’ye gitmeyi kendisi mi tercih etti?

Ebû Zer’le birlikte Hz. Osman’ın huzuruna vardık. Başını açtı ve Vallahi ben Haricilerden değilim” dedi. Hz. Osman, Bize yakın olmak için seni Medine’ye davet ettik” dedi. Ebu Zer “Bana izin ver, Rebeze’ye gideyim” deyince Hz. Osman gitmesine müsaade etti.

Raşit halife Hz. Osman için asılsız iddialar ortaya attılar. Bu tür kitaplar ve yazarları:

-Ebu’l-A’la el-Mevdûdi, el-Mülk ve’l-hilafe. -Seyit Kutub, el-Adaletü’l-ictimaiyye.

Hz. Osman mazlum halifeydi. Dönemindeki insanlar kendisine iftira atmışlardı. Son dönem tarihçileri de onlardan geri kalmıyorlar.

Hz. Osman’ın valilerinin aracılığıyla yüz binlerce insan Müslüman olmuş, yapılan fetihlerle İslâm devleti sınırlarına büyük topraklar katılmıştır.
Son dönemde dahi bir insanın fasıklıkla nitelendirilmesi kolay olmazken, sahabeye yönelik bu tür yakıştırmalar asla kabul edilemez. Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde yaşamış, kendisine önemli görevler verilmiş bir kişi hakkında böyle nitelendirmeler yapılamaz.
Dört halife döneminde bütün görevlilerin maaşı vardı.
Allah’a isyan konusunda kula itaat yoktur. İtaat ancak iyi işlerdedir.
Müslümanların birbirlerine karşı sevgi, saygı ve muhabbetlerinin artırılması, dünya ve ahiret maslahatlarının sağlanması ve kendilerinin dinin kuralları etrafında toplanması için çalışmak, cihadın en büyüğüdür.
Bu ilkelere uyulmadığı için Müslümanlar arasında gruplar, fırkalar, farklı oluşumlar ortaya çıktı. Her grup sahip olduğuyla, düşünceleriyle mutludur.
Allah ve resûlü, cemaat ruhunun korunmasını ve ümnetin birliğini bozacak her türlü yaklaşıma karşı çıkılmasını emretmiştir.
Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, Kur’ân’a ve sünnete bağlanmaktır.
“Şu üç şartı yerine getirdiğinizde Allah sizden razı olur: Allah’a ibadet edin, ona ortak koşmayın; Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin; Devlet başkanınıza iyilikte yardımcı olun.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İşte benim doğru yolum budur, ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. (Azabından) korunmanız için Allah size böyle tavsiye etmiştir.” (En’âm Suresi, 153) Ayette ifade edilen “doğru yol”, Kur’an, İslâm ve fıtrattır. “Başka yollar” ise hevesler, sapık ve bidatçi mezheplerdir.
Taberî şöyle diyor: Yedi harf üzere okuma ümmet üzerine caizdi, ancak vacip değildi. Yalnızca verilmiş bir ruhsattı. Sahabe, ümmetin ayrılığa düşeceğini görünce, bir harf üzerinde ittifak etti. Onlar dalaletten korunmuşlardır. Günümüze kadar ulaşmış olan harf tevâtür yoluyla Hz. Peygamber’den gelmiştir.
Hz. Osman döneminde çoğaltılan Kur’an’ın, Cebrail’in Hz. Peygamber’e son ramazanda okuduğu Kur’an olduğu konusunda ittifak etmiştir. Bu Mushaf Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in yanında bulunmaktaydı. Hz. Ömer vefat edince Mushaf, kızı Hafsa’ya verildi. Hz. Osman, Kur’an’ı bu Mushaf’ı esas alarak çoğaltmıştır. Kur’an’ın çoğaltılmasını onu en iyi şekilde bilen ve anlayan kişilere emretmişti.
Bütün sureler Hz. Peygamber’den öğrenildiği gibi yazılmıştı. Zeyd bin Sabit’in görevi vahyi, Hz. Peygamber’in göserdiği gibi yazmaktı. Sureleri oluşturan ayetlerin düzeni ve sıralaması, Hz. Muhammed’in okuduğu gibi yapılmış, bu konuda başka hiçbir şahsın belirleyiciliği söz konusu olmamıştır.
Hz. Peygamber, bazı ayetlerin hükümlerinin veya okunuşlarının neshedilme imkanı bulunduğu için Kur’an’ı bir kitap haline getirmemişti.
Hz. Peygamber vefat ettiğinde Kur’ân’ın tamamı yazılmış fakat bir yerde toplanmamıştı. Hurma dallarına, yapraklara, taşlara, kemiklere yazılmıştı. Ayrıca Müslümanların gönüllerinde ve zihinlerinde silinmeyecek biçimde yer etmişti. Her yıl Cebrail Kur’ân’ı Hz. Peygamber’e, sonra da Hz. Muhammed Cebrail’e okuyordu. Resûlüllah’ın (sav) vefat ettiği yıl, Cebrail iki defa okumuştu.
Düşmanla karşılaştığında Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh derdi.
Son derece cesur bir insandı. “şu kılıcımla yüz savaşçı öldürdüm. Ancak hiçbir savaşçıyı ansızın öldürmedim” diyordu. Düşmanını önce uyarıyor, eğer uyarılara kulak vermezse, o zaman savaşıyor ve öldürüyordu. Örnek bir mücahitti. Allah’ın kelamının yücelmesi için cihat ediyordu.
Müslümanlar denizcilik, gemi yapımı ve gemilerin silahlandırılması konularında ilerlediler. Deniz yolculuğunda gerekli olduğu için astronomiyi öğrendiler, pusulayı kullandılar ve bunu daha da geliştirdiler. Cristof Colomb ve American Vespuci coğrafi keşiflerinde, Müslümanların geliştirdikleri pusulaları kullandılar.
Böylece Akdeniz, İslâm denizi haline geldi. Fakat İslâm deniz kuvvetlerinin Akdeniz’deki hakimiyeti baskı ve korsanlık için değil; İslâm’ın bütün insanlığa duyurulması, müşriklerin önlerinin alınması, Kur’an ve Sünnet merkezli İslâm kültürünün yayılması içindi.
20 bin kişinin 120 bin kişiyi yenmesi, düşünülebilecek bir durum değildi.
Allah, zor günlerinde kendisine ibadet edenlerin yanındadır.
Ahnef, Hz. Osman döneminde yapılan fetihlerin büyük komutanlarından birisiydi. Doğu fetihlerindeki stratejik adımları, isabetli kararları, cesareti ve başarılarıyla bilinmektedir. Attığı adımlar ve başarılarında ileri görüşlülüğünün ve uygulamaya yönelik isabetli kararların payı büyüktür. Askerî stratejiler belirlerken, son derece dikkatli davranıyordu. İstişareden de geri durmazdı. Bazen gizlice geceleri insanların arasına karışır, konuşmaları dinler, karşılaştığı meselelerin çözümüne ilişkin uygun bir görüş bulursa onunla amel eder, problemi bu şekilde çözerdi. Onun için önemli olan hikmetle hareket etmekti, hikmeti hangi kaptan aldığı değil.
Ahnef’in kibirlenenlerle ilgili sözü şöyledir: Tuvalet ihtiyacını gidermek için ne hallere gelen insan, nasıl kibirlenir şaşırıyorum!
Kim bir şeye bağlanırsa, onunla tanınır.
Çok gülmek, heybeti ortadan kaldırır.
Selâm hidâyete tabi olanlara, ona inananlara ve ondan sakınanlaradır.
Hiçbir müçtehit diğerini, kendi görüşünü kabule zorlayamaz.
Bir kişi, malına, canına ya da ırzına saldırıldığı anda kendisini korumak için saldıranı öldürse, öldürülen kişinin kanı hederdir.
Özellikle Şiîler ve Hz. Osman’a karşı olan gruplar bu tür asılsız bilgilerin kaynağıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir