Tahereh Mafi kitaplarından Bana Dokunma kitap alıntıları sizlerle…
Bana Dokunma Kitap Alıntıları
Bir ormanda yol ikiye ayrılıyordu ve ben,
Daha az yürünmüş olanına saptım,
Bu oldu her şeyi değiştiren.
robert frost // gidilmeyen yol
“i’m not insane,” is all he says.
“that’s what we all say.”
i’ve been trying to climb back up for 17 years but it’s nearly impossible to beat gravity when no one is willing to give you a hand.
Selam. Dünya. Beni unutacaksın
Gülümsemesi öyle geniş , öyle neşeli , öyle rahatlıkla doluydu ki gök görültüsü gibi çarptı beni.
Gökyüzü bizim için ağlıyordu
İnsanlar bana dokununca bir şeyler oluyordu. Tuhaf şeyler. Kötü şeyler. Ölü şeyler.
Hiçbir türden kucaklanmanın sıcaklığını anımsayamıyordum. Kollarım, soyutlanmanın kaçınılmaz soğuğuyla acıyordu. Kendi annem beni kollarına alamazdı. Babam buz kesmiş ellerimi ısıtamazdı. Bir hiçlik dünyasında yaşıyordum.
Selam.
Dünya.
hiç kimsenin size el uzatmaya niyeti yokken yer çekimini yenmek neredeyse imkansızdı.
Zaman durursa hiçbir şey ters gidemezdi.
Bazen çok ama çok hareketsiz kalırsam, hiç kıpırdamazsam işlerin değişeceğini düşünüyordum. Kendimi dondurursam acıyı da dondururum sanıyordum.
Hayat kötü bir yer, diye fısıldadı. Bazen ateş eden ilk kişi olmayı öğrenmek zorunda kalırsın.
Bir ormanda yol ikiye ayrılıyordu ve ben,
Daha az yürünmüş olana saptım,
Bu oldu her şeyi değiştiren.
“It’s time you stopped pretending,” he says, so softly. “Juliette—” He takes my face in his gloved hands, so unexpectedly gentle. “You don’t have to be nice anymore. You can destroy all of them. You can take them down and own this whole world and—”
A steam engine hits me in the face.
“I don’t want to destroy anyone,” I tell him. “I don’t want to hurt people—”
“But they deserve it!” He pushes away from me, frustrated. “How could you not want to retaliate? How could you not want to fight back?”
Look at me, is what I wanted to say to you. Talk to me every once in a while. Find me a cure for these tears, I’d really like to exhale for the first time in my life.
Life is a bleak place, he says to me. Sometimes you have to learn how to shoot first.
Tek yapmam gereken gözlerimi açmaktı. Tek yapmam gereken bir kitap açmaktı. Bir sayfadan diğerine kanayan hikayeleri görmekti. Kağıda oyulan anıları görmekti.
Güneş kibirli bir şeydi, bizi bezdirirken dünyayı ardında bırakıp giderdi.
Ay ise sadık bir arkadaştı.
Hiç gitmezdi. Daima oradaydı, bizi izlerdi, sadıktı, bizi aydınlık ve karanlık anlarımızda tanır, tıpkı bizim gibi sonsuza dek değişirdi. Her gün kendisinin farklı bir versiyonu olurdu. Bazen zayıf ve solgun, bazen de güçlü ve ışık saçan bir ay olurdu.Ay, insan olmak ne demek bildirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çığlık haricinde hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
Annemin artık bana dokunamayacağını fark ettiğinde attığı çığlık. Anneme ne yaptığımı fark ettiğinde babamın attığı çığlık. Anne babamın, beni odama kapatıp minnettar olmamı söylediklerinde attıkları çığlık.
İnsanlıktan sıkılmıştım. İnsanlık dışı bir şey, bir canavar olduğumu düşünmekten de. Sonra farkına vardım ki zayıflık gibi görünen şey aslında bir avantajdı. Beraber sıra dışı bir şeyler yapabilirdik. İyi bir şeyler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sen benim kuşumsun, dedim ona. Sen benim kuşumsun ve uzaklara uçup gitmeme yardım edeceksin.
Yanlış bitiş çizgisine doğru dört nala koşan, başka birinin kazanması için nefes nefese kalan bir yarış atıydım ben.
Onun ödülü olduğumu sanıyordu. Onun gizli silahıydım.
Katlanıp kitap sayfalarının arasına konmuş bir şekilde yaşadım hayatımı.
Beni dünyam, iç içe geçmiş sözcüklerden oluşan bir ağ; bir uzuv diğerine, kemikler sinirlere, düşünceler imgelere bağlanmış. Ben harflerden oluşan bir varlık, cümlelerin yarattığı bir yaratık, kurgu aracılığıyla oluşturulmuş bir hayal ürünüydüm.
Hayatımdaki bütün noktalama işaretlerini bu dünyadan silmek istiyorlardı ve işte, buna izin vermeye hiç mi hiç niyetim yoktu.
Sadece bilim adamlarının yanıldığını biliyordum.
Dünya düzdü.
Biliyordum çünkü tam kenarından aşağı fırlatılmıştım ve 17 yıldır tutunmaya çalışıyordum.17 yıldır tekrar yukarı tırmanmaya çalışıyordum ama hiç kimsenin size el uzatmaya niyeti yokken yer çekimini yenmek neredeyse imkansızdı.
Hiç kimse size dokunma riskini göze almazken.
Birisi güneşi yerden alıp yine gökyüzüne iliştirmişti ama her gün bir önceki günden biraz daha alçakta duruyordu. Tıpkı kim olduğunuzu ancak şöyle böyle bilen ihmalkar bir ebeveyn gibiydi. Yokluğunun insanları nasıl değiştirdiğini asla görmüyordu. Karanlıkta nasıl da farklı olduğumuzu.
Hala her şeyi değiştirmek için bir fırsat var.
Çünkü ileriye doğru hareket etmek hayatta kalmanın tek yoluydu.
İnsanlar güç uğruna neler yapıyorlardı.
Hiç kimse asla yeterince yakın değildi.
İnsanlığım bu halı kaplı zeminde bir milyon parçaya ayrılmış yatıyordu .
Ama yine de şansımızı denememiz gerektiğini biliyorduk. Çünkü ileriye doğru hareket etmek hayatta kalmanın tek yoluydu.
Yüzünden genç, saf ve dünyanın acımasız gerçeklerinin çoğundan nasibini almamış olduğu belliydi. Masumiyetinin güzelliğinin tadını çıkarmak istiyordum.
Her yerde sırlar vardı.
Hiçbir yerde yanıtlar yoktu.
bu insanlar kendi ruhlarını, cehaletlerinden istifade etmeyi planlayan bir gruba devrettiklerini asla fark etmemişlerdi. korkularını da öyle.
Sometimes I wish I never had to sleep. Sometimes I think that if I stay very, very still, if I never move at all, things will change. I think if I freeze myself I can freeze the pain. Sometimes I won’t move for hours. I will not move an inch. If time stands still nothing can go wrong.
There will be a bird today. It will be white with streaks of gold like a crown atop its head. It will fly.
.
.
.
You’re my bird, I tell him. You’re my bird and you’re going to help me fly away.
My life is four walls of missed opportunities poured in concrete molds.
His smile is laced with dynamite. Go to sleep.
Go to hell.
He works his jaw. Walks to the door. I’m working on it.
I always wonder about raindrops.
I wonder about how they’re always falling down, tripping over their own feet, breaking their legs and forgetting their parachutes as they tumble right out of the sky toward an uncertain end. It’s like someone is emptying their pockets over the earth and doesn’t seem to care where the contents fall, doesn’t seem to care that the raindrops burst when they hit the ground, that they shatter when they fall to the floor, that people curse the days the drops dare to tap on their doors.
I am a raindrop.
I only know now that the scientists are wrong.
The world is flat.
I know because I was tossed right off the edge and I’ve been trying to hold on for 17 years. I’ve been trying to climb back up for 17 years but it’s nearly impossible to beat gravity when no one is willing to give you a hand.
The moon is a loyal companion.
It never leaves. It’s always there, watching, steadfast, knowing us in our light and dark moments, changing forever just as we do. Every day it’s a different version of itself. Sometimes weak and wan, sometimes strong and full of light. The moon understands what it means to be human.
Uncertain. Alone. Cratered by imperfections.
I spent my life folded between the pages of books.
In the absence of human relationships I formed bonds with paper characters. I lived love and loss through stories threaded in history; I experienced adolescence by association. My world is one interwoven web of words, stringing limb to limb, bone to sinew, thoughts and images all together. I am a being comprised of letters, a character created by sentences, a figment of imagination formed through fiction.
All I ever wanted was to reach out and touch another human being not just with my hands but with my heart.
They don’t bother to be bothered by the beauty that falls from the sky. They don’t understand the freedom in feeling the universe on their skin. They don’t care.
The world has not yet broken him. Such freedom in ignorance.
The promise of something grander, something greater, some reason for the madness building in my bones, some explanation for my inability to do anything without ruining everything.
I’ve been screaming for years and no one has ever heard me.
Raindrops are my only reminder that clouds have a heartbeat. That I have one, too.
Doğa unsurları birbirleriyle savaş halindeydi çünkü ekosistemimizi kötüye kullanmıştık. Atmosferimizi kötüye kullanmıştık. Hayvanlarımızı kötüye kullanmıştık. Birbirimizi kötüye kullanmıştık.
Bazen içimdeki yalnızlığın içimden taşacağını sanıyordum; bazen de ağlamanın ya da çığlık atmanın ya da isterik kahkahaların bir şeyi çözüp çözemeyeceğinden emin olamıyordum.
Nasılsın? diye fısıldadı ve ben kalbinin her bir güzel atışını öpmek istedim.
Nasılsın? Bu 1 sözcüklü soruyu bana kimse hiç sormamıştı. .
Tanrım, Juliette, senin peşinden her yere giderim ben. Bu dünyada kalan tek iyi şeysin sen.
İnsan ilişkilerinin yokluğunda kağıttan karakterlerle aramda bağ kurdum. Tarihe mal olmuş hikayelerle aşkı ve kaybı yaşadım; ilişkilendirme yoluyla ergenliği yaşadım. Benim dünyam, iç içe geçmiş sõzcüklerden oluşan bir ağ; bir uzuv diğerine, kemikler sinirlere, düşünceler imgelere bağlanmış. Ben harflerden oluşan bir varlık, cümlelerin yarattığı bir yaratık, kurgu aracılığıyla oluşturulmuş bir hayal ürünüydüm.
Aslında artık mevsimlerimiz yoktu. Hayvanlar ölüyordu, kuşlar uçmuyordu, tarım yapmak, çiçek diye bir şey kalmamıştı neredeyse. Bazen kış günlerinde havanın sıcaklığı 35 dereceyi buluyordu. Bazen de yoktan yere kar yağıyordu. Artık yeterince yiyecek yetiştiremiyor, hayvanlar için yeterli yeşilligi sağlayamıyor ve insanları ihtiyaçları olan besinlerle besleyemiyorduk. Yeniden Kuruluş başa geçmeden önce nüfusumuz endişe verici bir şekilde tükeniyordu ve onlar buna karşı çözüm vaat etmişlerdi. Hayvanlar öyle bir yiyecek sıkıntısı çekiyorlardı ki her şeyi yemeye hazırdılar; insanlar da öyle yiyecek sıkıntısı çekiyorlardı ki zehirli hayvanlari bile yemeye razıydılar. Hayatta kalmaya çalışarak kendimizi öldürüyorduk. Hava, bitkiler, hayvanlar ve bizim hayatta kalmamız ayrılmaz bir şekilde birbirine baglıydı. Doğa unsurlari birbirleriyle savaş halindeydi çünkü ekosistemimizi kötüye kullanmıştık. Atmosferimizi kötüye kullanmıştık. Hayvanlarımızı kötüye kullanmıştık. Birbirimizi kötüye kullanmıştık.
Zaman öldürmek kulağa geldiği kadar zor bir şey değil. Yüz tane rakamı göğsünden vurabiliyor ve ondalık sayıların avucumda kanamalarını izleyebiliyordum. Rakamları saatten sökebiliyor ve uykuya dalmadan hemen önce akrebin o son taka doğru tik tik tik diye gidişini izleyebiliyordum. Sırf nefesimi tutarak saniyeleri boğabiliyordum. Saatlerce dakikaları öldürüyordum ve kimsenin umurunda olmuyordu.
Asansöre yürümek 15 yıl sürdü. Yukarı çıkmaksa 5 yıl daha. Odama girdiğimde bir milyon yaşındaydım.
Duvarlardan kirli para damlıyordu, bir yıllık yiyecek stoklarına harcanacak para mermer zeminlere harcanmış, binlerce dolarlık tıbbi yardım parası lüks mobilyalara ve İran halılarına dökülmüştü. Havalandırma deliklerinden içeri giren yapay ısıyı hissediyor, temiz su için feryat eden çocukları düşünüyordum. Gözlerimi kısarak kristal avizelere bakıyor, annelerin merhamet dilendiklerini duyuyordum. Dehşete düşüren bir gerçekliğin ortasında var olan yüzeysel bir dünya görüyor ve kıpırdayamıyordum.
“Doğa unsurları birbirleriyle savaş halindeydi çünkü ekosistemimizi kötüye kullanmıştık. Atmosferimizi kötüye kullanmıştık. Hayvanlarımızı kötüye kullanmıştık. Birbirimizi kötüye kullanmıştık”
Katlanıp kitap sayfalarının arasına konmuş bir şekilde yaşadım hayatımı. İnsan ilişkilerinin yokluğunda kağıttan karakterlerle aramda bağ kurdum.
Bazen hiç uyumak zorunda olmamayı diliyordum. Bazen çok ama çok hareketsiz kalırsam, hiç kıpırdamazsam işlerin değişeceğini düşünüyordum.
Nefret, gülümseyene kadar diğer herkese benzer. Sonra dönüverir, yumruk atamayacak kadar pasif bir şeyin kılığına bürünür, onun dişleri ve dudaklarıyla yalan söyler.
Geceyle gündüzün hesabını karıştırmak insanı kısa zamanda mahveder.
Korku, çok büyük bir motivasyon kaynağıdır.
Umut beni kollarına alıyor, kucaklıyordu, göz yaşlarımı siliyor, bana bugün, yarın ve iki gün sonra iyi olacağımı söylüyordu ve ben öylesine hezeyan içindeydim ki buna inanmaya gerçekten cüret ediyordum.
Nefret dolusun değil mi? Öfke? Hayal kırıklığı? Bir şey yapmak için can atıyorsun değil mi? Birisi olmak için?
Hayır.
Tabi ki öyle. Tıpkı benim gibisin.
Yaşıyorsan gülersin. Daha önce hiç gerçek anlamda yaşamamıştım.
“Yağmur damlalarını hep merak etmişimdir. Hep nasıl aşağı düştüklerini, kendi ayaklarına takıldıklarını, bacaklarını kırdıklarını ve tam gökyüzünden yuvarlanarak meçhul bir sona doğru ilerlediklerini merak ederdim. Sanki birileri ceplerini yere boşaltıyor, içindekilerin nereye düştüğünü umursamıyor, yağmur damlalarınının yere çarpınca patlamalarını, yere düşünce parçalanmalarını, insanların, yağmur damlalarının, kapılarına vurmaya cüret ettiği günlere sövdüklerini umursamıyordu.”
Herkes çok konuştuğumu söylüyor da. Ama söyleyecek bu kadar çok şeyim varken ne yapmam gerekiyor?
Nefret, gülümseyene kadar diğer herkese benzer. Sonra dönüverir, yumruk atamayacak kadar pasif bir şeyin kılığına bürünür, onun dişleri ve dudaklarıyla yalan söyler.
Katlanıp kitap sayfalarının arasına konmuş bir şekilde yaşadım hayatımı.
İnsan ilişkilerinin yokluğunda kağıttan karakterlerle aramda bağ kurdum. Tarihe mal olmuş hikayelerle aşkı ve kaybı yaşadım; ilişkilendirme yoluyla ergenliği yaşadım. Benim dünyam, iç içe geçmiş sözcüklerden oluşan bir ağ; bir uzuv diğerine, kemikler sinirlere, düşüncelere imgelere bağlanmış. Ben harflerden oluşan bir varlık, cümlelerin yarattığı bir yaratık, kurgu aracılığıyla oluşturulmuş bir hayal ürünüydüm.
Güneş kibirli bir şeydi, bizi bezdirirken dünyayı ardında bırakıp giderdi.
Ay ise sadık bir arkadaştı.
Hiç gitmezdi. Daima oradaydı, bizi izlerdi, sadıktı, bizi aydınlık ve karanlık anlarımızda tanır, tıpkı bizim gibi sonsuza dek değişirdi. Her gün kendisinin farklı bir versiyonu olurdu. Bazen zayıf ve solgun, bazen güçlü ve ışık saçan bir ay olurdu. Ay, insan olmak ne demek, bilirdi.
Belirsiz. Yalnız. Eksiklerle oyulmuş.
Sadece bilim adamlarının yanıldığını biliyordum.
Dünya düzdü.
Biliyordum çünkü tam kenarından aşağı fırlatılmıştım ve 17 yıldır tutunmaya çalışıyordum. 17 yıldır tekrar yukarı tırmanmaya çalışıyordum ama hiç kimsenin size el uzatmaya niyeti yokken yer çekimini yenmek neredeyse imkansızdı.
Nefret, gülümsemeyene kadar diğer herkese benzer. Sonra dönüverir, yumruk atamayacak kadar pasif bir şeyin kılığına bürünür, onun dişleri ve dudaklarıyla yalan söyler.
Çünkü ileriye doğru hareket etmek hayatta kalmanın tek yoluydu.