İçeriğe geç

Açıklamalı Düzülke Kitap Alıntıları – Edwin A. Abbott

Edwin A. Abbott kitaplarından Açıklamalı Düzülke kitap alıntıları sizlerle…

Açıklamalı Düzülke Kitap Alıntıları

“.. Üç boyutlu insanlığın üstün ırkları arasında nadiren rastlanan ve en mükemmel armağan olan alçakgönüllülüğün..”
Hepimiz kendi boyutsal önyargılarımızın kölesiyiz.
İnsan, doğuştan kör birine rengi, doğuştan sağır birine müziği nasıl anlatabilir?
Yine de kendinden ne kadar hoşnut olduğuna bir bak ve şunu bil ki kendinden hoşnutluk iğrençlik ve bilgisizliktir, gözünü yukarı dikmek körü körüne ve acizane mutlu olmaktan iyidir.
Sonuç düş kırıklığı ve cezaya çarptırılma olunca, bilgiye susamışlığın ne önemi kalır?
Neden aklın sesine kulak tıkıyorsun?
Dünyasının veya Çizgisinin dışında onun için her şey boşluktu, yo, boşluk bile değil, çünkü boşluk Uzay demektir; daha doğrusu hiçbir şey mevcut değildi.
Dahası, Kadınlarla, onların Cinsiyetlerine çok büyük bir saygı duyduğumuzu ima eden bir dille konuşuruz ve Başdaireye kendilerine duyduğumuz kadar sofuca saygı duymadığımıza tamamen inanırlar; ama arkalarından -gençler dışında hepimiz- onları kafasız organizmalar olarak görür ve çekiştiririz.
İnsanların, davranış ve tutumları Şeklin değil de istem, çaba, eğitim, teşvik veya övgü gibi etkenlerin belirlediği yolundaki yanlış inançlara kapılmalarına ve enerjilerini boşa harcamalarına yol açan eski sapkınlıkları büyük ölçüde yok etme başarısını Daireler gösterdi.
Bizde rahipler bütün İşlerin, Sanatların ve Bilimlerin; Ticaretin, Alışverişin, Önderlik Sanatının, Mimarinin, Mühendisliğin, Eğitimin, Devlet Adamlığının, Yasamanın, Ahlakın, Teolojinin Yöneticisidirler; kendileri hiçbir şey yapmazlar, ama başkaları tarafından yapılan, yapmaya değer her şeyin Nedenidirler.
Sürekli beraber yaşadığımız veya inanmak üzere yetiştirildiğimiz sınırlamaları sorgulamadan kabul etmeye eğilimliyizdir.
Kendi kendisinin tek varlığı ve her şeyi olduğu için gerçekte hiçbir şeydir. Yine de kendinden ne kadar hoşnut olduğuna bir bak ve şunu bil ki kendinden hoşnutluk iğrençlik ve bilgisizliktir, gözünü yukarı dikmek körü körüne ve acizane mutlu olmaktan iyidir.
Yatağına git! dedim.
Ne kadar az saçmalarsan, aklında o kadar anlamlı şey kalır.
Kadınlarımızın sevgiden mahrum olması gerektiği fikri bir an bile düşünülmemeli.
Tabiatın denge kanunu ne kadar da hayranlık verici!
Hayatımın tadı tuzu kalmamıştı. Hiçbir şeyden zevk almıyordum; gördüğüm her şey içime dert oluyor, beni sözümü sakınmamaya itiyordu.
Baktım ve yeni bir dünya gördüm.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ya delirdim ya da Cehennemdeyim.
Görerek Tanıma biliminin ve sanatının tamamı ortadan kalkar; bugüne dek bir sanat olan Dokunma uzun boylu yaşayamazdı; tüm toplumsal ilişkiler tehlikeli, belki de olanaksız olur; her çeşit güven, öngörü sona erer, en sıradan toplumsal düzenlemeleri yaparken hiç kimse güven içinde olmazdı; tek kelimeyle uygarlık çöker, tam bir barbarlık yaşanırdı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Birinin biçimini belirlemek için bir tek köşesine dokunmak veya gözle değerlendirmek yerine, teker teker bütün köşelerine dokunmak gerekirdi. Oysa hayat böyle çetin yoklamalarla geçirilemeyecek kadar kısadır.
Zira eve kapatılmaktan ve ev dışındaki kısıtlayıcı kurallardan deliye dönen kadın, bütün hıncını kocasından ve çocuklarından çıkarmaya bakar daha az ılıman iklimlerde bazen bir köyün tüm erkek nüfusu, birdenbire patlak veren bir kadın ayaklanması sonucu birkaç saat içerisinde yok olmuştur.
Dairelerimizden ya da Devlet Adamlarımızdan en bilge olanları, Kadınlara çok sayıda kısıtlama getirilmesinin, ırkımızın yalnızca kuvvetten düşmesine ve doğum oranlarının düşmesine yol açmakla kalmadığını, aynı zamanda aile içi cinayetleri de olağanüstü derecede artırdığını, böylece de devletin, oldukça sert hükümler taşıyan, bir yasayla elde ettiğinden çok daha fazlasını yitirmesine neden olduğunu görmüşlerdir
Kadınların gezip dolaşmaya çıktıklarında
oğullarından veya hizmetkârlarından biri ya da kocaları tarafından izlenmesini zorunlu kılmış, bazıları da dinsel bayramlar dışında Kadınları bütünüyle eve kapamıştır.
Kore, sara, şiddetli hapşırıkla birlikte seyreden soğuk algınlığı veya istemdışı hareketler doğuran her hangi bir hastalığı olduğu usulüne uygun olarak belgelendirilmiş her Kadın derhal yok edilecektir.
Kamuya açık yerlerde sürekli olarak Barış-çığlığı atmadan dolaşan Kadın ölüm cezasıyla cezalandırılır.
Her evin Doğu tarafında, yalnızca Kadınların kullanacağı bir kapı bulunmalıdır; bütün kadınlar, Erkekler kapısından veya Batı kapısından değil, yalnızca bu kapıdan saygılı ve yakışık alır bir tarzda girmelidirler.
Gereksiz veya yanlış sınırlamaların gelişigüzel kabul ediliverdiğini görmek oldukça tuhaf.
Ya insanın düşünme alışkanlıklarına kök salmış sınırlamalara ne demeli?
İnsan, doğuştan kör birine rengi, doğuştan sağır birine müziği nasıl anlatabilir?
Eyvahlar olsun, nasıl da deli saçması
sözler çıkıyor ağzımdan!
Varoluşun sonsuz, mutlak saadeti! O’dur ve O’ndan başka birsey yoktur
Sizde cocuklara ebeveynlerini gururlandirmalari öğretilir; bizde ise bir erkeğe eğer varsa torununu yoksa oğlunu onurlandırmasi ogretilir.
Daha az saçmalarsan daha mantıklı şeyler hatırlarsın.
Ahlâki sapkınlık ve suç birlikteliği sizin için ne ifade ediyorsa, Şekil Düzensizliği de bizim için aynı şeyi, hatta daha fazlasını ifade eder ve bu doğrultuda ele alınır.
Kendi kendisinin Tek varlığı ve Her şeyi olduğu için gerçekte Hiçbir şeydir. Yine de kendinden ne kadar hoşnut olduğuna bir bak ve şunu bil ki kendinden hoşnutluk iğrençlik ve bilgisizliktir.
(…) dar açılı İkizkenar Üçgenin beyinsiz tepe noktasının şöyle üstünkörü bir dokunuşla bile anlaşılacağını söylememe gerek yok.
Dokunmakla, diye yanıtladı Kral, iki birey arasında hiç boşluk kalmayacak kadar yakınlaşmayı kastediyorsan Yabancı, şunu bil ki, benim ülkemde bu, cezası ölüm olan bir suçtur. Sebebi de açıktır. Kadının böyle bir yaklaşmayla paramparça olabilecek narin biçimi Devlet tarafından korunmalıdır.
Hayır, hayır; kalplerin birliği için komşuluk gerekmez; çocuk yapma da, yakınlaşma gibi bir rastlantıya bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur.
Kadınlara ne okuma ne de kocalarının veya çocuklarının açılarını saymalarına yetecek kadar matematik öğretildi ve böylece Kadınların zihinsel yetenekleri kuşaktan kuşağa azaldı. Bu, Kadınları eğitmeme ve susturma sistemi bugün de yürürlükte.
Bu politikaya yön veren düşünce iyi niyetten yoksun olmasa da, uygulamasının sonuçta Erkek Cinsine zarar verecek bir noktaya ulaşmasından korkarım.
Çünkü bu politikanın sonucu olarak biz Erkekler, bir tür iki dilli, daha doğrusu iki zihinli varlıklar haline geldik. Kadınlarla, gerçekte var olmayan ve yalnızca Kadınca coşkuları denetlemek amacıyla uydurulmuş aşk, görev, doğru, yanlış, acıma, umut ve bunlara benzer daha başka akıldışı ve duygusal kavramlarla konuşuruz; ama kendi aramızda ve kitaplarımızda bambaşka kelimeler ve deyimler kullanırız. Aşk o zaman çıkar beklentisi olur; görev, ihtiyaç veya liyakat olur ve diğer sözcükler de buna benzer bir değişim geçirir. Dahası, Kadınlarla, onların Cinsiyetlerine çok büyük bir saygı duyduğumuzu ima eden bir dille konuşuruz ve Başdaireye kendilerine duyduğumuz kadar sofuca saygı duymadığımıza tamamen inanırlar; ama arkalarından -gençler dışında hepimiz- onları kafasız organizmalar olarak görür ve çekiştiririz.
Kadınların odalarındaki ilahiyatımız da başka yerlerdeki ilahiyatlarımızdan tamamen farklıdır.
Bırakın, yanlış olarak İnsan severlik denen şeyin savunucuları Düzensizler Ceza Yasasının kaldırılmasını istesin; ben kendi payıma, Doğanın kendisinden istediği gibi olmayan, yani ikiyüzlü olmayan, insan düşmanı olmayan, elinden gelen her kötülüğü işlemeye eğilimli olmayan bir tek Düzensiz bile tanımış değilim.
Açıları normalden yarım derece sapan çocukların daha doğar doğmaz ortadan kaldırıldığı bazı eyaletlerdeki aşırıya kaçan önlemleri (şimdilik) önermek niyetinde değilim.
Kocaların nezaket ve incelikten yoksun oluşları, zaman zaman tarifsiz felaketlere yol açar.
Sağduyu ve gerektiğinde yalana başvurmak gibi savunma araçlarına değil de dar açılı saldırı silahlarına aşırı derecede güvenen bu pervasız yaratıklar, kadınlar için kurallara uygun oda inşa etme işini çoğu kez savsaklar ya da eşleri dışarıdayken patavatsızlıklarıyla onları kızdırır ve sözlerini geri almaya hiç yanaşmazlar.
Can güvenliğimizi esas olarak Yasalar değil, Kadınların bizzat kendi çıkarları sağlar. Çünkü Kadınlar, gerisingeri bir hareketle ani ölümlere yol açabilmekle birlikte, delici uçlarını can havliyle çırpınıp duran kurbanlarının gövdesinden hemen çıkarmazlarsa kendi kırılgan bedenleri de tuzla buz olur.
Bir kadına çarpmak, mutlak ve ani bir ölümden başka ne getirebilir? Ayrıca bir kadın görünmez olduğunda ya da sadece donuk bir nokta olarak gözüktüğünde en dikkatli kişilerin bile kendilerini bir çarpışmadan her zaman sakınmaları nasıl da zor olmalı!
Eğer Asker sınıfının sivri mi sivri uçlu Üçgenleri korkunçsa, Kadınlarımızın ne kadar korkunç olduğunu varın siz düşünün. Çünkü Asker kama ise, Kadın iğnedir; deyim yerindeyse tepeden tırnağa, hiç değilse her iki uçta birer noktadan ibarettir. Buna bir de, canı istediğinde kendisini neredeyse görünmez yapabilme gücünü ekleyin, Düzülke’de bir Kadının hiç de hafife alınacak bir yaratık olmadığını kavrarsınız.
Asker sınıfının en gaddar, en korkunç üyelerinin -bunlar zekadan yana kıt olmalarıyla kadınlarla hemen hemen aynı düzeydedirler- sahip oldukları o müthiş delme gücünü avantaja dönüştürmek için zihinsel yetilerini geliştirmeye çalıştıkça, delme gücünün kendisinde bir körelme yaşandığı saptanmıştır.
Dar açılı ayaktakımının tamamı, istisnasız, tam bir umutsuzluk içerisinde ve tutkusuz bırakılacak olsaydı, sayısız ayaklanmalarından bazılarında sayısal üstünlüklerini ve güçlerini akıllı Dairelerin bile başa çıkamayacağı düzeylere ulaştırabilecek önderler çıkarabilirlerdi.
Gözünüzün önüne, üzerinde Düz Çizgilerin, Üçgenlerin, Karelerin, Beşgenlerin, Altıgenlerin ve daha başka şekillerin, yerlerinde sabit duracaklarına, yüzeyin üzerinde doğrulmaya ya da yüzeyin altına geçmeye yetecek gücü bulamadan -sert ve parlak kenarlarıyla- bir gölge gibi yüzeyin üstünde veya içerisinde serbestçe sağa sola hareket ettiği çok büyük bir kağıt tabakası getirin; işte o zaman ülkem ve yurttaşlarım hakkında oldukça doğru bir fikir edinmiş olursunuz.
“Kadın kayboldu; kadın öldü.“
Her boyuttaki insanlığın hoyratlık ve anlayışsızlıkta bu kadar güçlü benzerlikler taşıması ne feci!
Düzülke (iki boyut) sakinlerinin ken­di evrenlerinden ne denli hoşnut olduklarını öğrenmekteyiz. Bu ülke sakinleri, görüş açılarının sınır­lılığını anlamamakla kalmıyor, bu sınırları aşmaları için yapılan her girişime de öfkeleniyorlar.
Bütün kişisel kaygılar benden ırak olsun!
İşte, ben de sizin gibi Tanrı oldum.
Ya delirdim ya da Cehennemdeyim.
Kadın kayboldu; kadın öldü.
Dinle, sadece dinle!
Hiçbir Çizgiülkeli asla bir başkasını geçemezdi. Bir kez biriyle komşu olunca, onunla sonsuza dek komşu kalırdınız. Onlardaki komşuluk bizdeki evliliğe benziyordu. Komşular, ölüm onları ayırıncaya kadar komşu kalırlardı.
Kadınlarla ilişkilerimiz konusunda kolayca çare­sini söyleyemediğim bir uyarı daha geliyor aklıma.
Üç yüz yıl kadar önce Başdaire, Akılları kıt, Duy­guları bol olduğu için Kadınlara bundan böyle akıl sahibi muamelesi yapılmaması ve zihinsel eğitim verilmemesini emretti. Sonuç olarak Kadınlara ne okuma ne de kocalarının veya çocuklarının açıları­nı saymalarına yetecek kadar matematik öğretildi ve böylece Kadınların zihinsel yetenekleri kuşaktan kuşağa azaldı. Bu, Kadınları eğitmeme ve susturma sistemi bugün de yürürlükte.
Sizde, çocukların ana babasına saygı göstermesi öğretilir­ken, bizde insanlara -herkesin saygı gösterdiği Da­irelerin yanı sıra- varsa Torununa, yoksa Oğluna saygı göstermesi öğretilir.
İleri gelen devlet adamları­mızdan sayıları giderek artan bir azınlık, bir yasa çıkarılarak, Üniversite Bitirme Sınavını geçemeyen­lerin hepsinin ya ömür boyu hapsedilmesinin ya da acısız bir ölümle ortadan kaldırılmasının gerçek merhamet olacağı gibi bir fikre varmıştır.
Sizin Uzayülke’nizde manzara­yı bulanıklaştıran, ruhu karartan, sağlığı bozan su katılmadık bir uğursuzluk olan sis, bizde neredeyse havanın kendisi kadar değerli bir nimet ve sanatların Hemşiresi/bilimlerin Babası olarak kabul edilir.
Geri dönebileceği bir durumdayken bir kadının kızdırılmaması gerektiği çok açıktır.
Hepimiz sırasıyla kendi boyutsal önyargılarımızın kölesiyiz.
Sonuç hayal kırıklığı ve cezalandırma olunca bilgiye susamanın ne önemi kalır?
Bir eyaletin ka­nunlarının, olması gerekeni zorla yaptırması utanç verici bir durum olarak kabul edilir ve kanunlar tüm saygıdeğer dişiler için doğal bir içgüdüdür.
Tanrının kendisi için yarattığı eşi anında tanıyan ve karşılıklı olarak mutlu, mükemmel ve uyumlu bir kucaklaşmaya açılan kalplerin sayısı çok azdır..
O, kendi kendinin Dünyası, kendi kendinin Evrenidir; kendisinden başka hiçbir şeyi algılayamaz; hiç görmediği için ne Uzunluğu, ne Genişliği ne de Yüksekliği bilir; İki sayısından bile haberi yoktur; Çoğulla ilgili hiçbir düşüncesi yoktur; Kendi kendisinin Tek varlığı ve Her şeyi olduğu için gerçekte Hiçbir şeydir. Yine de kendinden ne kadar hoşnut olduğuna bir bak ve şunu bil ki kendinden hoşnutluk iğrençlik ve bilgisizliktir, gözünü yukarı dikmek körü körüne ve âcizane mutlu olmaktan iyidir.
Bir Noktadan başka hiçbir şey görememek! Bir Düz Çizgiyi bile seyredememek! Sadece bu da değil, hatta bir Düz Çizginin ne olduğunu bile bilmemek!
Dünyasının veya Çizgisinin dışında onun için her şey boşluktu, yo, boşluk bile değil, çünkü boşluk Uzay demektir; daha doğrusu hiçbir şey mevcut değildi.
Her şeyin aynı göründüğü bir yerde bir şey diğerlerinden nasıl ayırt edilebilir?
Ardı arkası kesilmeyen çözüm bulma çabaları akıl hastanelerimizin sözde çözümlerle dolup taşmasından başka bir sonuç vermedi.
Her boyuttaki insanın hoyratlık ve anlayışsızlıkta bu kadar güçlü benzerlikler taşıması ne feci! Noktalar, Çizgiler, Kareler, Küpler, Ek-küpler hepimiz aynı hataları işliyoruz; hepimiz sırasıyla kendi boyutsal önyargılarımızın kölesiyiz.
Bir sınırlama, fiziksek özellikleri nedeniyle bir varlığın doğasında varsa, o varlok bu sınırlamayı nasıl aşabilir? İnsan, doğuştan kör birine rengi, doğuştan sağır birine müziği nasıl anlatabilir?
Hepimiz sırasıyla kendi boyutsal önyargılarımızın kölesiyiz.
Hepimiz sırasıyla kendi boyutsal önyargılarımızın kölesiyiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir