Arkadi Averçenko kitaplarından Bir Safın Notları kitap alıntıları sizlerle…
Bir Safın Notları Kitap Alıntıları
Bu şehir bizim gibi iyi huylu, yumuşak ve uysal aptalları eritip ortaya çıkan malzemeden demir gibi sağlam parçalar dökmeyi başardı
Hepimizin önünde daha uzun yıllar var. Ancak bu yıllara bilgelik, kurnazlık ve belki de acımasızlık damgasını vuracak.
E madem öyle, gidelim bari! demiş iyi niyetle, kedinin kafesten çekip çıkardığı papağan.
– Evladım, Türkler nerede?
– Hangi Türkler?
– Burası Türkiye değil mi?
– Evet.
– Öyleyse neden tek bir Türk bile yok ortalıkta?
Her karşılaşmamızda Acaba elini mi sıksam, yoksa karnını mı tekmelesem, diye tereddüt ederdim.
Kendi kendini öv, kendi kendine kefil ol ve kendi kendini kıyıya çıkar.
Aptalın psikolojisi tam olarak çözülmüştür. Parasını doğrudan elinden almaya kalkışırsanız ağlayıp sızlayacaktır. Ama üç liralık kaybına karşılık kırk lira kazanma vaadinde bulunursanız gözleri kıvılcımlar saçmaya, parıl parıl yanmaya başlar.
Çok yoksullaştık, çok.
Aptalları eğiteceksin ki, bir daha aptallık etmesinler.
Bu şehir bizim gibi iyi huylu, yumuşak ve uysal aptalları eritip ortaya çıkan malzemeden demir gibi sağlam parçalar dökmeyi başardı.
Üzgün üzgün evin yolunu tuttum, soyundum ve şiltenin altına süründüm.. İnsanların nefreti belki beni burada bulamaz!
Konstantinopolis kıyısına çıktığım günkü Safdil miyim acaba şimdi? Aynı kişi miyim? Hayır. Duvarda asılı aynaya bakıyorum. Hayır, artık yüzümde o saf ifadeden eser yok. Sanki yüzümde içten pazarlıklı, kurnaz hatta acımasız bir şeyler belirmiş gibi.
Bu şehir bizim gibi iyi huylu, yumuşak ve uysal aptalları eritip ortaya çıkan malzemeden demir gibi sağlam parçalar dökmeyi başardı.
Konstantinopolis Rusya’dan gelen Safdil’i yok etti.
“Bu şehir bizim gibi iyi huylu, yumuşak ve uysal aptalları eritip ortaya çıkan malzemeden demir gibi sağlam parçalar dökmeyi başardı.”
“Çok yoksullaştık, çok.
Adam gibi birbirimizi öldürmeye dahi gücümüz yetmiyor artık.”
“Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
-Siz!
-Evet, benim.
-Gözlerime inanamıyorum!
-Böylesine güzel gözlere inanmamak suç sayılmalı.
LOTO
Aptalın psikolojisi tam olarak çözülmüştür. Parasını doğrudan elinden almaya kalkışırsanız ağlayıp sızlayacaktır. Ama üç liralık kaybına karşılık kırk lira kazanma vaa-
dinde bulunursanız gözleri kıvılcımlar saçmaya, parıl parıl
yanmaya başlar. Yuvarlak ağzını açar ve üzerine rakamların anlamsızca serpiştirildiği karton parçasını kaygılı bakışlarla seyretmeye koyulur, kazanmakta mıdır acaba?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?
Dünyada bir Çekten daha ince ve daha terbiyeli insan yoktur Şefkatlidir, düşüncelisin, dikkatlidir. Kendine hakimdir. Morali her zaman yüksektir. Hele ki bizi, yani Rusları çok sever.
Konstantinapolis Rum’u işte böyledir. Ve işte bu yüzden Konstantinapolis’te bir süre önce Rumların başına gelenler Pompei’nin yıkışından daha büyük bir hadisedir.
Rum mevsime değil,takvime göre giyinir. Haftanın altı günü ne bulursa sırtına onu geçirir, ama yedinci gün (pazar) elindeki bütün işleri bitirir ve terazisi 12 yıl evvel vefat etmiş bir firmanın pahalı takım elbisesini giyer. Üstüne de muhteşem bir palto ve kaşkol atar.
En Meşhur Rum şarkısı Bırak Cezamı Mezar Versin , sokaklarda Ruslar tarafından söylenen bir şarkıdan çalıntıdır.
Rum sanatı. Rum tiyatrosu diye bir şey yoktur. Rum edebiyatı yoktur. Müziği yoktur. Rum sadece lirayı bilir. O da eğer kağıt Türk lirası ise.
Rumların arasında ise ne iyi vardır, ne de kötü. Hepsi birbirinin aynıdır. Haklarını yemeyelim yine de, Rumlar kendilerince Rusları severler. Çünkü Rus demek, yüreği geniş Slav ruhu demektir. Bu da her türlü kandırılabilir ve soyulabilir demektir.
Rumların işi ticaretti. Sünger değilse, başka bir şey, fark etmiyordu. Bir buçuk yılda tek bir Rum ressam, müzisyen, mühendise veya bale dansçısına rastlamadım.
Eğer bir gün bir yerde mucize eseri elinde maymun bir Rum görseydiniz, bilirdiniz ki, ya Rum gerçek Rum değildir ya da maymun gerçek maymun değildir.
Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?
-Akıllı insan için hayat her zaman basittir.
Çok yoksullaştık, çok.
Adam gibi birbirimizi öldürmeye dahi gücümüz yetmiyor artık.
* Rusça sobadan itibaren dans etmek deyimi karmaşık bir meselenin çözümünde başa dönmek anlamına gelir.
Yorgun ve buğulu gözler, Tanrı’nın üstümüze örttüğü karanlık perdenin ardını seçmeye uğraşıyordu. Bu nasıl bir karanlık ? Şafaktan önceki mi ? Yoksa gecenin , yalnızlığın ve umutsuzluğun habercisi olan akşam karanlığı mı ?
Aptalın psikolojisi tam olarak çözülmüştür. Parasını doğrudan elinden almaya kalkışırsanız ağlayıp sızlayacaktır. Ama üç liralık kaybına karşılık kırk lira kazanma vaadinde bulunursanız gözleri kıvılcımlar saçmaya, parıl parıl yanmaya başlar. Yuvarlak ağzını açar ve üzerine rakamların anlamsızca serpiştirildiği karton parçasını kaygılı bakışlarla seyretmeye koyulur, kazanmakta mıdır acaba?
Çok yoksullaştık, çok.
Adam gibi birbirimizi öldürmeye dahi gücümüz yetmiyor artık.
Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?
“E madem öyle, gidelim bari!” Demiş iyi niyetle,
Kedinin kafesten çekip çıkardığı papağan.
Ah,anlamıyorsunuz,öyle güzel ki risk almak!
İnsanların nefreti belki beni burada bulamaz!
Uzak ülkelerdeki kahve plantasyonlarında yakıcı güneş altında binlerce yarı çıplak insan milyarlarca kahve çekirdeği elde etmek için çalışıyor, çabalıyor.
Sonra elde edilen bu kahve gemilere yükleniyor.
Gemiler binlerce fersah mesafeyi aşıyor.
Sonra kahve çuvalları Konstantinopolis”te karaya çıkarılıyor.
Sonra kahve öğütülüyor.
Sonra kavruluyor.
Sonra kahvehanelere getiriliyor.
Pişiriliyor ve sadece bir fincan kahve eşliğinde iş konuşabilen konuklara servis ediliyor.
Sonra bu işlerden hiçbir halt çıkmıyor.
Ve benim o kadar canım yanıyor ki Kahve eşliğinde konuşulan hiçbir iş bir yere varmayacaksa binlerce yarı çıplak insanın amansız güneşin altında pişmesine, gemilerin yüzmesine, hamalların yükü boşaltmasına, başka birilerinin öğütmesine, kavurmasına, pişirmesine ne gerek vardı?
Seni seviyorum. Ama niye sevdiğimi kendim bile bilmiyorum.
Kadın dalgın bir vaziyette çocuğun saç tellerini koparip fal bakıyordu: Seviyor, sevmiyor. Seviyor, sevmiyor.
İşte bu aşk kumarıydı, olayla hiç ilgisi bulunmayan üçüncü kişileri saçından eden bir aşkın kumarı.
-Gözlerime inanamıyorum!
-Böylesine güzel gözlere inanmamak suç sayılmalı.
Akıllı insan için hayat her zaman basittir.
Tanımadığı insanların cenazelerinde gülüp eğleniyor Yine yerden göğe kadar haklı. Çünkü bilge, bir kişinin bile nihayet rahata ermesinden içten içe mutluluk duyuyor. Ölenin artık ne tayın derdi kaldı, ne vize, ne de bir kıyıdan diğerine kaçma göçme derdi
Düğünde acı acı gözyaşı döküyor E,haklı ama! Tek başına bile yüzüp kurtulmanın kolay olmadığı fırtınalı denizlere el ele verip balıklamasına dalan akılsız bir çifte acımaktan daha doğal ne var?
Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?
Basın ne korkunç bir güç! Becerikli ellerde tabii!
Ne çok aptal var bu dünyada
Dudağımın etrafındaki keskin kırışıklıklar büyük bedellerle kazanılmış bir bilgeliğin eseridir belki de.
“Ah, hiç narin Bohemya kristalleri dibek taşına konur mu?”
“Kahve eşliğinde konuşulan hiçbir iş bir yere varmayacaksa binlerce yarı çıplak insanın amansız güneşin altında pişmesine, gemilerin yüzmesine, hamalların yükü boşaltmasına, başka birilerinin öğütmesine, kavurmasına, pişirmesine ne gerek vardı?”
“Her halkın içinde iyi unsurlar da olur, kötü unsurlar da.”
“Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?”
“Kendi kendini öv, kendi kendine kefil ol ve kendi kendini kıyıya çıkar ”
“ buna benzer bir iltifatta bulunabilmek için son derece seçkin, olağanüstü zarif bir beyefendi olmak gerekir.”
“Böylesine güzel gözlere inanmamak suç sayılmalı.”
“—Cehenneme gidin, —diye öneride bulundum.”
“Her karşılaşmamızda ‘Acaba elini mi sıksam, yoksa karnını mı tekmelesem,’ diye tereddüt ederdim.”
“Baş döndürücü, gizemli Doğu içinde ne çok sır saklıyor.”
“Peki Kadıköy’de bir koyun kaç lira, biliyor musunuz? On lira!”
“Gerçek mutluluk nedir ki zaten? Mutluluğu beklemek değil mi?”
Konstantinopolis Rusya’dan gelen Safdil’i yok etti.
..
Bu şehir bizim gibi iyi huylu, yumuşak ve uysal aptalları eritip ortaya çıkan malzemeden demir gibi sağlam parçalar dökmeyi başardı. (Benim Yorumum: Bir İstanbul klasiği!)
Gerçek mutluluk nedir ki zaten ?
Mutluluğu beklemek değil mi ?
-Sayın Safdil! Konstantinopolis’te ne işiniz var? Neden Paris’e gitmiyorsunuz?
– Ben yazarım. Bu yüzden kendi toprağımdan kopmaktan korkuyorum. Anadilimle olan bağlantıyı kaybetmekten korkuyorum.
– Bu mu? Oğlum, ne halt yemeye Almanya’nın savaşına ortak oldunuz?
Bu şehir bizim gibi iyi huylu, yumuşak ve uysal aptalları eritip ortaya çıkan malzemeden demir gibi sağlam parçalar dökmeyi başardı.
Basın ne korkunç bir güç! Becerikli ellerde tabi!
Ikimiz de hayranlıktan güneş gibi parlıyorduk. Bir odada iki güneş. Ender rastlanan bir gök olayı.