İçeriğe geç

Sahilde Kitap Alıntıları – Ian McEwan

Ian McEwan kitaplarından Sahilde kitap alıntıları sizlerle…

Sahilde Kitap Alıntıları

Tarihimiz ve suçlu doğamız bizi her zaman yok olmamızın düşünü kurmaya mahkum etmez miydi?
Toplumsal değişim asla düzenli bir tempoda gelmez.
Bu nöbetler, onun eski benliğinden kalan, kontrol sağlamaya çalışan, kendi durumunun yarım yamalak farkında olan, daha önceki hayatını belli belirsiz hatırlayan ve ansızın, dehşet içinde kaybının boyutunu gören bir parça yüzünden olabilirdi. Ama Marjorie çoğu zaman sadık bir eş ve anne olduğu, kendi çalışması sayesinde evde her şeyin yolunda gittiği ve işlerini bitirince kendine biraz zaman ayırma hakkı olduğu düşüncesiyle, aslında ayrıntılı bir peri masalıyla avunuyordu.
Birbirini sevmek ve özgür kılmak.
Parmaklarını onun altından kaydırıp penisin dibine ulaştı, onu
çok özenle tuttu, ne kadar duyarlı ya da sağlam olduğunu bilemiyordu. İpeksi dokusunu ilgiyle
keşfederek parmaklarını penis boyunca, ta ucuna kadar gezdirdi, ucunu hafifçe okşadı; sonra kendi
cesaretine şaşırarak yarıya kadar geri kaydırdı elini, penisi sıkıca tuttu ve aşağıya çekti, biraz
ayarladı, kendi cinsel organına hafifçe değmesini sağladı.
Yalınayak ve üzerinde bir tek külotla böyle acı gerçeklerin izini sürmek kolay değildir
Elini
orada tutabildiği kadar tutmuş, sonra pantolonun gri flanel kumaşının altında bir kıpırdanma ve
sertleşme hissetmişti. Edward’dan tamamen ayrı, canlı bir şeyle karşılaşmış ve geri çekilmişti
çünkü çabuk boşalmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Hatta başladığını
hissediyordu, rezil olacaktı. Tam zamanında radyo haberlerini, Başbakan Harold Macmillan’ın
suratını düşündü, uzun boylu, sırtı kambur, denizayısı gibiydi
Florence’i ikna edebilirdi -belki de bu gece olurdu ve Florence’in ikna edilmeye ihtiyacı
olmayabilirdi- penisini o yumuşacık ve güzel ağzına almaya. Ama bu düşünceden mümkün olduğunca
hızla uzaklaşması gerekiyordu, çünkü çabuk boşalmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
İyimser anlarında, aşırı iffet tasladığını düşünerek kendini iknaya çalışıyordu, mutlaka geçecekti.
Kuşkusuz, Edward’ın kan hücum etmiş penisinin -bir korkunç terim daha- altında sallanan testislerini
düşünmek üst dudağını bükmesine yetiyordu; birinin, hatta sevdiği birinin kendisinin ‘orasına’
dokunması fikri de, örneğin gözünden ameliyat olmak kadar iticiydi.
Florence’in teninin yüzeyine, karnının üzerine yayıldı ve zonklayarak aşağıya,
apış arasına indi. Pek yabancısı olduğu bir duygu değildi bu -sızıyla kaşınma arası bir şeydi, ama
daha yumuşak, daha sıcaktı ve bir biçimde daha boştu, ritmik olarak dürtülen bir tek kesecikten
yayılan, eşmerkezli dalgalar halinde bedenine dağılan ve şimdi de iyice içine giren, zevkli, acılı bir
boşluktu.
Tek arzusu, tek düşüncesi, Florence’le birlikte yandaki odada yatağın
üzerinde ya da içinde yan yana, çırılçıplak yatmak
bir hayatın gidişi işte böyle değiştirilebilirdi – hiçbir şey yapmayarak.
ve bizim herkes gibi olmamız gerekmez. Yani hiç kimse, dünyada hiç kimse hiç kimse dünyada ne yaptığımızı ya da yapmadığımızı bilmeyecek.
Onun ihtiyaç duyduğu tek şey, Edward’ın aşkından emin olmaktı, önlerinde koca bir hayat varken acele etmeye gerek olmadığına dair Edward’ın kendisine güvence vermesiydi. Aşk ve sabır -keşke Edward her ikisine aynı anda sahip olabilseydi- olsaydı mutlaka birlikte kalırlardı.
Sonunda onun kadar sevdiği hiç kimseyle karşılaşmadığını, onun kadar ciddi olan kadın ya da erkek birini bulamadığını kendine itiraf edebilirdi. Belki de Florence’in yanında kalsaydı kendi hayatına daha fazla ve daha büyük bir tutkuyla odaklanabilir, o tarih kitaplarını yazmış olabilirdi.
Gazete okuyacak zaman bulamıyordu, zaten bir süre ‘dürüst’ basına hiç kimsenin gerçekten güvenmeyeceğine inanmıştı, çünkü herkes o basının devletin, askeri ya da mali çıkarı olan kişilerin kontrolünde olduğunu biliyordu
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tanrım! Florence. Doğru mu anladım? Başka kadınlarla birlikte olmamı istiyorsun. Doğru mu?
Florence sakince, İstemiyorsan olmazsın, dedi.
Senin dışında kimle istersem yapabileceğimi soyluyorsun
Edward’ın sık sık baktığı gibi bakmakta olduğunu düşündü Florence -hayret doluydu gözleri-, ne zaman çok güzel olduğunu söyleyecek olsa böyle bakardı. Florence ona hiçbir zaman gerçekten inanmazdı ve Edward böyle söylediğinde tedirgin olurdu, çünkü Florence’in veremeyeceği bir şey istiyor olabilirdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ne kadar da özgürlüksüzdü, hayatı Chiltern tepelerindeki bir köyden gelen, yaban çiçeklerinin ve otların, ortaçağdaki bütün kralların ve papaların adlarını bilen bu yabancıya dolaşmıştı. Ve kendine bu durumu, bu dolaşıklığı seçmiş olması şimdi ne kadar da olağandışı görünüyordu gözüne?
Birbirlerini pek tanımıyorlardı ve farklılıklarının üstünü örten, onları birbirlerine bağladığı kadar gözlerini de kör eden samimi, neredeyse eksiksiz suskunluk örtüsü yüzünden asla da tanıyamayacaklardı.
Florence birden sorunlarının ne olduğunu anladığını düşündü: Fazla kibar, fazla yapmacıklı, fazla ürkektiler, birbirlerinin etrafında ayak parmaklarının uçlarına basarak dolaşıyorlardı,
Soluk alamıyordu. Sadece sekiz saattir evliydi ve her bir saat sırtında bir yüktü,
Tartışacaklar, barışacaklar ya da yarım barışacaklar, Edward onu kandırıp odaya götürecek, ondan sonra da beklentiler yine
Florence hem âşık olmak istiyordu hem de kendi olmak. Ama kendi olmak için hep hayır demesi gerekiyordu. Oysa artık kendisi değildi. Hastalıklı tarafa fırlatılmıştı, normal hayatın zıttiydi orası
Edward’ın gözlerini ondan kaçırması ve sessizleşmesiydi. Florence’in daha fazlasını vermesini düşünerek beklemesiydi; Florence vermediği için de her şeyi yavaşlatıyor, hayal kırıklığına neden oluyordu. Aştığı her cephenin ötesinde bir yenisi çıkıyordu karşısına. Florence’in verdiği her taviz beklentiyi artırıyordu, sonra da hayal kırıklığını. En mutlu anlarında bile, Edward’ın tatmin olmamasının suçlayıcı gölgesi, bir karabasan gibi beliren, pek saklanamayan sıkıntısı hep vardı
Af mı dilemesi yoksa kendisinden özür dilenmesini mi beklemesi gerektiğini bilemiyordu.
Edward’i kandırmıştı. Saygınlık kazanmak için bir koca istiyordu o, ya da annesiyle babasını hoşnut etmek için, ya da herkes öyle yaptığı için
Tam bir yıl sessizce işkence çekmiş, canı acıyana kadar arzulamıştı Florence’i, küçük şeyler de istemişti, dolu dolu öpüşmek gibi, Florence’in ona dokunması ve kendisine dokunmasına izin vermesi gibi dokunaklı, saf şeyler. Tek kurtuluşu, evlenme sözü vermekte bulmuştu
“Uzaktan sevdim seni”.
Sakin görünmek için nasıl mücadele verdiğini, bunun kendisine neye mal olduğunu asla belli etmeyecekti.
“.. korku şeytanını alt edebilmek için kendini Edward’a yakın hissetmeye ihtiyacı vardı. Onun kendisiyle, yanında olduğunu, kendisini kullanmayacağını, arkadaşı olduğunu, nazik ve sevecen davranacağını bilmeliydi. Yoksa her şey, çok yalnız bir biçimde berbat olabilirdi”
“..komedi cinselliği öldürürdü.”
İlginç bir tuhaflık, kaba bir erdem sandığı şeyin terbiyesizlik olduğu ortaya çıkmıştı. Yumruklaşmasının arkadaşını etkileyeceğini sanan bir köylüydü o, taşralı bir budalaydı.
Önemli olan sevmek ve birbirini özgür bırakmaktı
Florence geleneksel beklentilere asla uysalca boyun eğmezdi. Sesini çıkarmadan kendini boğazlatacak bir kuzu değildi o
Sadece kendi hayatına, gerçek hikâyesine başlamak için sabırsızlanıyordu, ama mevcut koşullarda sınavlarını geçene kadar başlayamayacaktı.
Efsanevi başarının bile pek az mutluluk, katmerli bir huzursuzluk, insanın içini kemiren hırs getireceğini tesadüfen keşfetmişti.
Arkadaşlarından daha az şanslı olduklarını anlamazlardı
Ağır ve alçak kirişli, taş zeminli yankılı salonda o ilk birkaç saniyede, ilk bakışmalarında, Edward’la arasındaki sorunlar zaten mevcuttu.
Edward’ın sesindeki, yerel Oxford aksanına yakın, West Country’yi çağrıştıran belli belirsiz taşra şivesini.
“.. âşık olmak; ve bunu söylemek bir özgürlüktü..”
“..ağır sözlerin söylenmemiş sayılacağına ya da unutulacağına da pek inanmıyordu.”
Florence evindeki yaşamı iyice baskıcı buluyordu, anlayışla bakamıyordu
CND: Campaign For Nucleer Disarmement: Nükleer Silahsızlanma Kampanyasının kısaltması (ç.n.)
İlki Sir Robert Carey olacaktı, I. Elizabeth’in ölümünü, halefi İskoçya Kralı IV. James’e bildirmek üzere atla Londra’dan Edinburgh’a yetmiş saatte giden adam.
Okuldaki yılları özgürlük gibi geliyordu ona.
Şakalardan, samimiyetten, sevecenlikten, kızların birbirlerinin doğum günlerini önemsemesinden, hastalandığında çaydanlıklarla, battaniyelerle ve meyvelerle tatlı tatlı uğraşmalarından hoşlanıyordu
Edward’ın bulunduğu çevrede erkekler açık saçık şakalar yapmakla, cinsel konularda beceriksizce böbürlenmekle ve alabildiğine içmenin tetiklediği kaba saba samimiyetlerle yetinmeliydiler, ne var ki bunlar, bir kızla tanışma şanslarını azaltıyordu.
“ sonra onu Putney Sokağı’nda bir bebek arabası iterken görmüşlerdi ki o günlerde bu hâlâ erkekleri küçültücü bir hareket sayılıyordu.”
Nasıl karşılaşmışlardı ve modern bir çağda bu âşıklar neden böyle çekingen ve saftılar?
Bir dakika bile yalnız kalabilse iyi gelirdi. Ama görev bilinci canını acıtacak kadar güçlüydü ve ona karşı koyamadı.
Uzun Bıçaklar Gecesi ( Adolf Hitler’in bir gecede pek çok üst düzey SA elemanının öldürülmesini emrettiği ve en az 85 kişinin SS subayları tarafından katledildiği gecenin adı. 30 Haziran 1934’ü 1 Temmuz 1934’e bağlayan gecedir.(ç.n)
Amerika, Kennedy gibi coşkulu ve yakışıklı bir başkana sahip olabiliyorsa, İngiltere de ona benzer birine sahip olabilirdi
Florence onu seviyor, memnun etmek istiyordu, ama duyduğu büyük tiksintiyle de baş etmesi gerekiyordu.
Florence’in utangaçlığına alışması epeyce uzun sürmüştü. Bu haline anlayış göstermeye, hatta saygı duymaya alışmıştı, bu utangaçlığın bir tür cilve, cinselliğe oldukça yatkın bir yapıyı maskeleyen geleneksel bir perde olduğunu sanmıştı
Tartışmıyor, sakince dinliyordu, sonra da kararını bildiriyordu.
Edward, bu kadar tuhaf ve sıcak bir biçimde özel olan birini nasıl sevemezdi, her düşüncesi, her duygusu apaçık ortada olan, onun değişken ifadelerinin ve hareketlerinin içinden yüklü parçacıklar gibi akan, böyle insanın içini acıtacak kadar dürüst ve özbilinçli olan birini?
Efsanevi başarının bile pek az mutluluk, katmerli bir huzursuzluk, insanın içini kemiren hırs getireceğini tesadüfen keşfetmişti
Florence o gece, Edward’ın geçebileceği bir tür giriş kapısına ya da oturma odasına dönüşmek zorunda mıydı?
Genç olmanın, toplumsal bir ayak bağı, bir ilgisizlik damgası, insanı bir parça sıkıntıya sokan ve tedavisinin başlangıcı evlilik sayılan bir durum olduğu ve o ünlü onyılın sonunda bitecek olan- çağdaydılar hâlâ.
hem aşık olmak istiyordu hem de kendisi olmak. Ama kendisi olması için hep hayır demesi gerekiyordu.
“İnsanın bedeninin bazen duygularına dair yalan söylememesi ya da söyleyememesi utanç verici.”
Sadece kendi hayatına, gerçek hikayesine başlamak için sabırsızlanıyordu .
Kendinden emin bir yolcu türü vardır, tren tam durmadan vagonun kapısını açar, koşar adım perona atlamaya hazırdır. Belki de yolculuk sona ermeden trenden ayrılarak bağımsızlığını kanıtlıyordur, hareketsiz bir yük parçası değildir
Kendilerini kadere inanmayacak kadar kültürlü sayıyorlardı ama yine de böylesine muazzam bir buluşmanın rastlantısallığı, yüzlerce küçük olaya ve olasılığa bağlı olması bir çelişkiydi onlar için. Böyle bir şey hiç gerçekleşmeseydi, ne kadar korkunç olurdu.
Kendinden emin bir yolcu türü vardır, tren tam durmadan vagonun kapısını açar, koşar adım perona atlamaya hazırdır. Belki de yolculuk sona ermeden trenden ayrılarak bağımsızlığını kanıtlıyordur
Ama karşı konulamayacak kadar ilginçti, çok yeniydi, çok gönül okşayıcıydı, rahatlatıcıydı âşık olmak; ve bunu
söylemek bir özgürlüktü
Sonra beni gördün, dedi Florence. Ve gözlerini dikip beni utandırmaya karar verdin.
Doğru değil. Sen bana baktın ve ikinci bir kere bakmaya değmediğime karar verdin.
‘Tam bir taşralı hödüksün.
Haydi ama. Başka ne?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir