İçeriğe geç

Yakınlık Kitap Alıntıları – Mustafa Ulusoy

Mustafa Ulusoy kitaplarından Yakınlık kitap alıntıları sizlerle…

Yakınlık Kitap Alıntıları

■ En büyük galibiyet, kalbin O’na teslim olmasıdır.

Mutlak Varlıkla bağlantı halinde geçirilen bir hayat, yaşanan her hali iyi, güzel ve anlamlı kılar.

■ Nimetlere mazhar olunan durumlarda da kalbin ihtiyacı yine teslim olmaktır.

Bu seferki teslimiyet, nimetin O’ndan geldiğini bilmek ve O’na şükran duymaktır.
Nimetlerin verildiği durumlarda teslim olmayan bir kalp için en büyük tehdit KAYBETMEKTİR.
Gelenin gitmesi, görünenin kaybolması, verilenin alınması kalbi yaralar, endişelendirir.

% Elde edilenlerin O’ndan geldiğine teslimiyet gösteren kalp ise kaybolma riskine karşı direnç kazanır, faniliğe meydan okur.
O varsa, her şey vardır.

Kendi standartlarıyla değil, Yaratıcı’nın standartlarıyla baktığı için kendisine merhametli davranır.

■ Çünkü Yaratıcı’nın standartları insanın kendisine yönelik standartlarından daha merhametli, daha adaletli, insaflı ve ölçülüdür.

■ İnsan kendi sınırlarını bilmekte zorlanırken, Yaratıcı kendi yarattığı bir varlık olarak insanın acizliğini, sınırlarını, kusurlarını, eksiklerini Mutlak Bilen’dir.

■ Bu yüzden Yaratıcı’nın insandan beklentisi,
□ insanın kendi geçiciliğini, mutlak acziyetini, kusurluluğunu derk ederek O’na sığınması ve
% Her şeyi O’ndan beklemesidir.

Koskoca bir kâinatta yaşayan,
Bu kadar değerli ve şerefli bir varlık olan insan,
Bir aletin karşısına hapsedilmiş,
Bütün o muhteşem hayatı sadece kendi hayaline,
İçe dönük,
Bireysel bir düzeye indirgemiş vaziyette yaşıyor.
■ İstediği şeyi insanlar veremeyecekti.

Bu, insanların kötü niyetinden kaynaklanmıyordu. İstediği şeyi vermiyor değillerdi.

■ Veremiyorlardı.

Onu mutlak olarak ancak Mutlak Varlık anlayabilirdi.
O’nun kendisini mutlak olarak anladığını hissedince, içindeki uzaklıklar kapandı;
Mutlak Varlık, ona mutlak yakındı.

İnsanın kendisini varolduğu haliyle kabul edememesi, kendi varoluşuna hınç duymasına yol açar.

Kişinin insani zayıflıklarını ve yetersizliklerini reddetmesi, benliğinin büyüklenmeci bir tutum almasıyla ilgilidir.

■ Kişinin kendi varoluşuna yönelen düşmanlık dolu nefreti, olması gerektiğine inandığı kişilik ile olduğu şey arasındaki tutarsızlıktan kaynaklanır.

O an durmalı, hiçbir şeyin tesadüfi olarak başımıza gelmediğini düşünmeli,

Bizim için bu olayı takdir edenin Mutlak bir Varlık olduğunu
■ insan eliyle gelse dahi■

Düşünmeli ve Peygamberin (as) dediği gibi, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun,”
Yani “O’ndan geldik O’na döneceğiz.” diyebilmeliyiz.

Kâinatta bütünlük duygusu çok rahatlatıcıdır. Mümkün olduğunca bir şehirde değil de bir gezegende ve kâinatın içinde yaşadığım duygusunu yakalamaya çalışıyorum. Geceleri ayı seyretmek, kâinatta yaşadığım hissini veren önemli bir yaşantı benim için. Ay, bakışlarımı yeryüzünün acılarından gökyüzünün sükûnetine çevirmeme yardım ediyor, hayatı kolaylaştırıyor. Ayrıca ay ve gökyüzü, benliğimin sınırlarını fark ettirip insani hâllerimle yüzleşmemi sağlayarak, günlük hayatın gereksiz sıkıntılarından sıyrılmama yardım ediyor.
Çocuk, Anne, güneş bize çok uzak, onu koklayamayız, değil mi? diye sordu. Anne gülümsedi. Güneşi koklayamayız ama onun Rabbinin izniyle olgunlaştırdığı meyveleri, sebzeleri koklayabiliriz. dedi. Çocuk kâinattaki güzelliği, mükemmelliği, şefkati, rahmeti, ilgiyi, huzuru kokladı ve içine çekti, tattı ve içine kattı, seyretti ve içine aldı, dokundu ve hissetti, dinledi ve içi kâinatla doldu. İçi Yaratıcı’nın şefkati, ilgisi, ona değer verdiği, kâinatın içinde önemli birisi olduğu duygusuyla doldu.
Çocuklar bir de en çok ALLAH nerede? diye sorarlar. Bu soruya vereceğimiz klasik cevap, ALLAH’ın bizim gibi maddi bir varlığı yok. Bu yüzden O hiçbir yerdedir. Ancak, ALLAH’ın yarattığı varlıklar her yerdedir ve yarattığı varlıklarda görünen güzellik, mükemmellik gibi özellikleriyle de O her yerdedir. şeklinde olabilir.
Yaratıcı’yı hatırlatacak uyaranlar alabildiğine zayıflatılmaya, azaltılmaya çalışıldı. İnsanların hayatlarını Yaratıcı’nın isteğine göre biçimlendirmeye çalışmaları yadırganıyor. Yaratıcısız bir hayat dayatılıyor ısrarla.
Bir insan başka bir insana sükûnetten, huzurdan daha değerli ne verebilir? Bir insan, başka bir insana huzur verecekse tebessüm etmelidir. Yüzün tebessümü de ancak kalbin tebessümüyle mümkündür. Zorla tebessüm olmaz.
Tebessüm ise, narsistik gururdan arınmış bir kalbin dışa vurmuş hâlidir.
[ ] Böyle bir rûh, yanında rahat edilen, huzur duyulan bir rûha dönüşür.
Rabbimizin bize âilede sunacağı nimetleri az gördük. Bir eşle paylaşılacak hayâtı azımsadık. Zamânımızı evdeki cennetvârî hayâtın içinde değil, dışarılarda geçirmeye başladık. Yemekler, toplantılar, iş görüşmeleri, ‘daha çok çalışmam gerekir’ler, dışarıdaki yüzeysel insan ilişkileri, hep bahanalerimiz oldu.
Modern hayâtın oyununa geldik. Bu yaşantı biçimi bizi bizden kopardı. Biz de saf saf aldandık, kabul ettik. Bu yaşantı biçimi bizi en yakın dostumuzdan, eşimizden kopardı. Menfaate dayalı ilişkilerin içine soktu.
Âile bizim sığınağımızdır. Dışarının cehennemvârî kirlerinden uzak kalacağımız, kendimizi bulacağımız ve kendimizi tanıyabileceğimiz biricik mekânımızdır.
İnsanlar gizlerinizi elinizden almak istiyor. Size ait bir şey kalmasın istiyorlar. Sizi bu yolla teşhîr etmek istiyorlar. Size özel bir şeylerin olması belki de haset uyandırıyor içlerinde.
Zamanımızın en büyük hastalığı narsizmse eğer; narsizmimizin kendisini en iyi gösterdiği yer de, kimseyi beğenmemek ve insanlarda memnun olacak bir nokta bulamamak.
Nefsin, takdir edilecek bir davranışı tenkit etmesi zulümdür. Çok zulümler işleniyor bu gezegende.
İnsanlar insanların dedikodusunu yaparak onların mânevî kişiliklerini öldürüyor. Bir insanın kişiliğini öldürmek zulümdür. Çok zulümler işleniyor bu gezegende.
Yaşadığımız postmodern zamanda içgüdüler, arzular ve dürtüler zincirlerinden boşanmıştır. Her şey olup bitmiştir. Imkanların, arzuların, her şeyin en uç noktasına varılmıştır. İnsan artık hiçliğin kenarına gelmiştir. Yaratıcı’dan bağını kesen her şey zaten o anda kendi kendini imha etmiştir. Bütün bir evren yapıbozumuna uğramış, geriye yalnızca kırıntılar kalmıştır. Artık inanmamanın son sınırında dolaşırken, U dönüşü yapmaktan başka bir çare olmadığının derin sarsıntısını hisseden zihinler ne yapacaklarının şaşkınlığı içindedir. İnsanların içi hiçlikle boşaltılmış, boşluk duygusunu çekilen acılar bile dolduramamıştır. İnsan düşüncesinin, arzusunun yaslanabileceği temeller kalmamıştır bugün. Evren artık bir sorundur. İnsan artık bir sorundur. Hayat artık bir sorundur. Bilim artık bir sorundur. Güçsüz lüğün farkına vardıran her şey, insanların güçsüzlüğünü daha da arttırmıştır. Edgar Morin’in söylediği gibi mutlak bir laikleştirme arayışı, insanlığı, laikleştirdiği nesneleri mutlak tanrılaştırma yoluna itmiştir. Ancak tanrılaştırılan tüm nesneler infilak edip içe çökmüştür. Her şeyin temeli olan Yaratıcı’nın terkiyle özerkleşen her alan temelini kendisinde aramış, aradığını orada bulduğunu sanmış, ama bu da her şeyin altını oyup temelsizleştirmiştir. Her ilah oturmuş kendine ağlamaktadır artık.
Hayâtı dinlemek istediğinde nefesini kulak ver.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Birisinin gizini araştırmak zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu gezende.
Her sınır tanımama bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu gezegende.

İnsanlar insanların dedikodusunu yaparak onların mânevî kişiliklerini öldürüyor.
Bir insanın kişiliğini öldürmek zulümdür. Çok zulümler işleniyor bu gezegende.

Arzular, ilkesiz bir insanın elinde el bombasına dönüşür.
Şeytanın ve avukatlarının en sevdiği şey, ilkesiz yaşamaktır.
Güzelliği fiziksel güzelliğe hapsedenlerin Mecnûn’u anlaması imkansız gibidir. Bir kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği nedir? diye sorulsa; Kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-ü sîretidir cevabını narsistik kültür anlayamaz. Oysa ne güzel bir tanımdır bu, ne kadar derin. Ya da En kıymetdar ve en şirin cemâli nedir bir kadının? diye sorsak, narsistik kültür bilmez ki Ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir.
İnsan nereye giderse gitsin, kalbini de yanında götürür. Bu yüzden, başını alıp gitmek her zaman sorunları çözmez. İnsan, kalbini ve kalbindekileri gözden geçirmek için başını alıp gidecekse bunun bir faydası olabilir. Ama uzaklaşıp gitmek sorunlardan kaçmak içinse işe yaramaz. Uzaklaşmak, insanın kendisine ve buradan da Yaratıcısına yaklaşmak için atacağı bir adım olacaksa, gerektiğinde uzaklaşmayı denemelidir.
Kara toprak, isminin aksine renk renk varlıklara beşik oluyor. Tüm amacı, Yaratıcısının isimlerinin tecellilerini bilinçli varlıkların tatması. ( ) Cemîl ismi, toprağın yüzeyine serpilmiş adeta. Gözler Cemîl isminin tecellisini tadıyor, büyük bir zevkle, iştahla, arzuyla. İsimler bizi hayâta bağlıyor.
( ) Tomurcuklar meyveye dönüşüyor. Her dönüşüm bir başka ismin tecellisinin dönüşümüne vesile oluyor.
Ayrılma ve ayrışma ile kâinatın yüzüne serpiştirilen fanilikler, nihâi tasfiye ve durulaşma olan kıyametin küçük örnekleri. ( ) Durulaşmak isteyenler, ayrılma ve ayrışmayı bilmeli. Bunu başaramayanlar, bu dünyâyı sonsuz görenlerdir. Bu dünya sonsuz değildir, sadece sonsuzluğun kazanıldığı yerdir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
‘insanin çok yakınında olan birine uzaklık hissetmesi çok garip doktor..’
Her şartın, her halin, her musibetin, her olayın Rabbi O’dur.
Her durum O’nun emri altındadır. O’na dayanınca insanın kalbine düşen hiçbir ateş duygularını yakmayacak, aksine serin ve selametli olacaktır.
İnsanı her hâlükârda yakacak tek ateş, O’nsuzluk ateşidir.
Bir insan kendi çözümlerinden vazgeçiyor, kendisi bir çözüm dayatmıyorsa, ancak o zaman bir başka varlığı kendine vekil bırakabilir. Ancak kendinden vazgeçen biri Rabbini vekil tutabilir. Allah bana yeter. O varsa, her şey var. O ne güzel vekildir! diyebilen, Rabbini kendine vekil kılar.
Karanlığın geçip gitmesini bekleyemeyiz. Aynı zulümat için de nuru gördüm. diyen Said Nursî bize önemli bir ipucu vermektedir. Biz, bizzat karanlıklar içindeki aydınlığı bulmak zorundayız. Karanlıkları yok etmek, aynı karanlığın içindeki aydınlıkları bulmaktan geçer.
O halde evlenebilmek, iki insanın birlikte yaşaması ya da bir arada bulunması demek değildir. Evlenebilmek, bir ilişki biçimi inşa etmektir. İlişki kurabilmek bir sanattır. Her iki tarafın da evlilik öncesinde yıllar boyunca şekillendirdiği belli ilişki biçimleri vardır. İkisinin de belleğine kendine özgü davranış kalıpları yerleşmiştir. Temel nokta, her iki tarafın da artık emek sarf ederek yeni bir ilişki inşa etme çabasına girip girmeyeceğindedir. Evliliklerde unutulan budur. Nikâhtan sonra birlikte yaşamaya adım atıldığında, aslında her şey yeniden başlamaktadır. Evliliğin hem en zor hem de en tatlı tarafı burdur.
Bak sana, gökyüzü de örtünmüş. Utangaç insanların neden çekici olduğunu anladın mı? Utanmanın insanı zarif bir örtüyle kapladığını hissederdin hep. Sanki tüm varlıklar örtünerek utangaç olduklarını dile getiriyorlar. Gece bu yüzden mi çok çekici acaba? Galiba öyle. Bu yüzden geceyi çok seviyorsun. Belki gri havaları da bu yüzden çok seviyorsun. Parıldayan şeyler gözlerini alıyor değil mi?
Diyelim ki bir karar vereceksiniz çeşitli ihtimallerden birini seçip harekete geçeceksiniz. İstiyorsunuz ki, yaptığınız iş, hareket, davranış yaratıcının istekleri doğrultusunda olsun. Ailenizden başlayarak devlete kadar uzanan kalabalık bir topluluk bulabiliyorsunuz çevrenizde. Bu zamanlarda bu olur mu? Diyorlar size, Bu zamanlarda böyle yaşanır mı? Önünüze sayısız engel çıkarılıyor. Zorlukların biri diğerini takip ediyor. Karşınızda bulduğunuz ilk direnç, en yakınlarınız dahi olabiliyor. İnsanlar yaşamınıza pervasızca müdahale edebiliyor. Hem de sizi sizden çok düşündüklerini, yanlış yapmanızı istemediklerini belirterek.
İnsanlar birbirinin yaşamına fütursuzca giriyor. Sınır tanımadan. Kimi zaman buna hakları olduğunu bile zannederek. Her sınır tanımama bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu gezegende.
Kimi zaman yakınındaki uzağın, uzağındaki yakınındır hayatta
Yaşarken ya insanları anarız ya da kâinatın Rabbini. Kainatın Rabbi yerine bir insanı anmak, O’nun her bir esmasına zulümdür. O’nun esması sonsuz olduğuna göre, sonsuz bir zulümdür.
Sonsuz zulümler işleniyor bu gezegende
İnsanlar birbirinin yaşamına fütursuzca giriyor. Sınır tanımadan. Kimi zaman buna hakları olduğunu bile zannederek. Her sınır tanımama bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu gezegende.
Çocukların yaptığı resimler onların en anlaşılır dilidir.
İnsan, arzu duyan bir varlık değildir; insan MUTLAK’ı arzulayan bir varlıktır.
Çevremizdeki yaşlılar kişisel tarihimizin canlı şahitleridir.
Mutlak bir iradeye teslimiyet, kalbin en önemli besiniydi.
Çünkü güzellik, insanın kendisine ulaştığı haldir.
Bu dünya sonsuz değildir, sadece sonsuzluğun kazanıldığı yerdir.
İnsanı en çok tenkit eden, aşağılayan, değersiz addeden yine insanın kendisi.
Benden çok uzakta ama onu kalbimde hissediyorum. Bir insan başka bir insanın kalbine nasıl sığıyor doktor..? Bu bir mucize olmalı..
~İnsanı örten en zarif örtüdür edep. Edebi ince ve zarif bir örtü olarak yaratıp insanı örten Rabb ne güzeldir..
İnsanlar birbirinin yaşamına fütursuzca giriyor. Sınır tanımadan. Kimi zaman buna hakları olduğunu bile zannederek. Her sınır tanımama bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu gezegende..
İnsanlar birbirinin yaşamına fütursuzca giriyor. Sınır tanımadan. Kimi zaman buna hakları olduğunu bile zannederek.
Her sınır tanımama bir zulümdür. Çok zulüm işleniyor bu gezegende.
Karanlığa tahammül edemezsen, hayatının karanlıklarına nasıl alışacaksın?
Dur. Ağladığın için zayıf olduğunu mu söylüyorsun? Lütfen söyleme. Çünkü insansın. İşte bu yüzden meleklerden üstünsün. Çünkü melekler gözyaşı dökemez. Çünkü meleklerin kalbi delik deşik olamaz. Çünkü melekler gönül yorgunluğu nedir bilemez.
Bazen her şey ne kadar uzak ve ne kadar yakın!
Çünkü güzellik, insanın kendisine ulaştığı haldir.
Varoluş, ayrışmaktır. Ayrışmak ise durulaşmak, yeni bir hale dönüşmek, yeniden yeniye yaratılmak.
Birbirine eklenen anlar kopuyor. Geçmiş ve gelecek kayboluyor. Sadece anlar kalıyor.
İki insan arasındaki mesafenin hiç kapanmayacağını ve bir insanın başka bir insanı mutlak manada anlayamayacağını fark edince, kalbini O’na açtı. İstediği şeyi insanlar veremeyecekti. İnsanların kötü niyetinden kaynaklanmıyordu bu.İstediği şeyi vermiyor değillerdi. Veremiyorlardı. Onu mutlak olarak ancak mutlak varlık anlayabilirdi.
İnsan, arzu duyan bir varlık değildir; insan Mutlak’ı arzulayan bir varlıktır.Modernite, aklı yücelterek, Mutlak Varlığa duyulan arzuyu “mutlak olma” arzusuna dönüştürmeye çalışmış ve insanı kötürüm bırakmıştır.
“Olayın kendisi değil, onun bizim iç dünyamızda temsil ediliş biçimi, ona yüklediğimiz anlam, hislerimizi belirler.”
Ay, bakışlarımı yeryüzünün acılarından gökyüzünün sükunetine çevirmeme yardım ediyor, hayatı kolaylaştırıyor.
İnsanın değerli olduğunu hissetmeye ve değer verilmeye, sevilmeye ihtiyacı vardır; hem de mutlak surette.Bunu, kendisi gibi sonsuz sevilme ihtiyacı olan başka insanlar üzerinden karşılamaya çalışmaksa bir çelişkidir; nafile bir çabadır.İnsan ancak Mutlak bir Varlık tarafından sevildiğinin farkına vararak bu ihtiyacı karşılayabilir.
Ne aşk insana yetiyor ne de insan aşka.
Monotonluk evde kös kös oturarak kırılmaz.

Hayatınızı tekdüze hissediyorsanız, sabahları güneşten önce uyanın ve sabahın erkeninde yürüyün. Katrina kasırgası bile olsa!

Eğer yürümüyorsanız, monotonluktan hiiiç şikâyet etmeyin.

Hayat artık monoton geliyor. Bu sözü duyduğum insanların çoğunun yaşam biçiminde iki ortak özellik dikkatimi çeker: 1-Sabahları geç kalkmak, 2-Kâinattan kopuk yaşamak.
Uykuyla ilgili çok sayıda bilimsel araştırmada varılan en önemli sonuç şu: Uyku zamanı, güneşin ritmine göre ayarlanmalı.
İnsan, çok sevdiği birinin incitilmesinden de incinir
Utanmak, ince ve ipeksi bir örtü gibi kaplıyor üzerini. Zarifleştiriyor, güzelleştiriyor. Ne kadar güzelsin! Bak, bu da utandırdı seni. Tamam, bir daha söylemem. Belki de söylerim yine. Bilmiyorum.
Sessizsin. Sessizliğin, zihnine takılan bir şeyden değil, değil mi? Ne kadar saçma bir soru. Af edersin. Sessizliklerin garip karşılandığı zamanın çocuklarıyız biz. Bu yüzden suskunluğa dayanamıyoruz.
Ne kadar sessizsin ama ne kadar çok ses var içinde. Duygularının sesini duyuyorsun.
Topluluktan da vazgeçersiniz. Birçok hastamın yakındığı gibi, bunları eşinizle, çok yakın arkadaşlarınızla konuşmak istersiniz. Onlarsa gözlerini televizyondan ayırıp size bakmazlar bile. Yalnız olduğunuzun birçok emaresi vardır.
Bir insan başka bir insana sükûnetten, huzurdan daha değerli ne verebilir?
Yaratıcı’nın sonsuz isimleri kâinatın her köşesinde tecelli ederken; tecelli eden isimleri müşahede etme görevini bırakabiliyor insan.
Akşama kadar yorulan hep onlardır. Sanki başkaları bu dünyada yaşamaz, acı çekmez, yorulmaz, onların ağrıları sızıları yoktur, canları sıkılmaz, üzülmezler, kafalarına bir şey takılmaz, ilgiye ihtiyaçları yoktur.
Dikkat ederseniz, sohbetler insanların birbirini dinledikleri konuşmalardan ziyade, insanların önemsenmek için kendilerini anlattıkları tek kişilik oyunlara dönüşmüştür.
Yaratıcı ile kul arasındaki bağları kesen narsisizm kültüründe her şey pazarlanabilir. Amaç, insanın kendisini başka insanlar nezdinde önemli hissetmesini sağlamaktır.
hayat, ilişkilerden müteşekkildir.
Kalbin delik deşik. Her şey seni yaralayabiliyor. Ne kadar naziksin. Ne kadar kırılgansın. Çünkü insansın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir