İçeriğe geç

Kibritleri Çok Seven Küçük Kız Kitap Alıntıları – Gaetan Soucy

Gaetan Soucy kitaplarından Kibritleri Çok Seven Küçük Kız kitap alıntıları sizlerle…

Kibritleri Çok Seven Küçük Kız Kitap Alıntıları

O vefat ettikten sonra, sanki dev bir rüzgar, tek bir solukta dünyayı silip süpürmüş de ayakta hiçbir şey bırakmamış gibiydi.
Spinoza’nın anlaşılmaz ötesi Etik’ini okumadan önce kendime sorduğum bin bir türlü soru, kafama işte o an üşüşüyordu, çok değil daha geçen sene başka birçok şeyin yanı sıra, gerçek dinin ölüm üzerine bir meditasyon değil, hayat üzerine bir meditasyon olması gerektiğini oradan öğrendim, ey çürüme! İşini yap.
Ben ters yönde dönen ve dünyanın tersine giden şeylerden korkmam, etrafta hüküm süren çöküntüyü ve her şeyin eskiyip yıpranmaktaki inadını değiştirir bu.
Artık renkleri yansıtmıyordu, hasta aynaların kaderi budur. O aynadan her şey, yavan bir geçmişte kalmışlık tadıyla siyah beyaz ve kül rengi olarak sıçrayıp geri geliyordu. Duvar saatleri için denir ya, ona da durmuş bir ayna, salonun şimdiki halini değil, ölüm yoklamış gibi, hafızasındaki en eski yüzleri yansıtan durmuş bir ayna denebilirdi.
Hatıralamak, güzel bir kelime, var olup olmadığını bilmiyorum, hatıraları olmak anlamına geliyor.
Sevmediğim şeylerin bana saldırmasına kolay kolay izin vermem. Onlara sırtımı dönerim,omuz silker,üzerlerine kan atarım.
Ama her neyse ,anlaşılan yeryüzüne cevaplar almaya gelmemişiz.
“Sanki şu yeryüzünde onu seven bir tek ben varım, hayatı yani. Ama sevmeye çalıştığınızda her şey içinden çıkılmaz hal alıyor, çünkü pek az insanın kafasında hayatla ilgili aynı hayaller var. Eğer küçük beyaz bir çakıltaşıyla aşk acılarını tek tek işaret etseydiniz, yeryüzünde yeterince yer kalır mıydı, her halükarda aydan görünürdü, çinçong seddiyle birlikte.”
“ adını koyamadığımız her şeyin fakiri olduğumuz o kadar doğru ki.”
“Oysa babamın hep söylediği şeydi, küçük aziz thomas’lar kibritle oynamanın tehlikeli olmadığına inana inana, sonunda her yeri ateşe verirlermiş.”
“Nefes almaya devam etmeden önce sebepler bulmak gerekseydi, dünya bir yumurta gibi çıplak olurdu.”
“Kafasını hiçbir zaman lügate eğmeyen biriyle ne yapabilirsiniz ki?”
“ asılmışın evinde ip kelimesini ağzına almayacaksın.”
“Ne kadar hiçseniz, o kadar manevi desteğe ihtiyacınız vardır.”
“Dışına bu kadar önem vermek, bana göre içinin boş olduğunu gösterir.”
İlk azgın dalga yatıştıktan sonra, şu dünya üzerinde başıma gelebilecek korkunç şeylere karşı kayıtsızlık takınabilme yeteneğime her zaman hayret ederim. Sanki bu benim karakterimde var.
“Yazmacı mısınız?” dedim.
Bir daha söylememi istedi . Ama şansına küssün , iki defa tekrarlayıp harcamayacak kadar çok ihtiyacım var kelimelere.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Cehenneme gelince, elbette var olmadığını söylemiyordum ama şeytana verilecek en büyük cezanın, tanrı’nın içeri kimseyi göndermemesi olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum,
Gerçeği söyleyeyim, tam olarak ne kadar zamandır yeryüzünde olduğumu bilmiyorum, ama bana öyle geliyor ki, çok uzun zaman oldu. “Sanki bin yaşındaymışım gibi çok fazla hatıram var.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kafasını hiçbir zaman lügate eğmemiş biriyle ne yapabilirsiniz ki?
Korkudan bile olsa, insan kendinden kaçamıyor.
Öncesinde de sonrasında da ölüm karşısında bir hiçiz.
Varlıkları tanıdığınızı sanıyorsunuz ama onların kullanma tarihinin ne zaman dolacağını bile bilmiyorsunuz.
Hayatta derdini anlatmaya çalışmanın asla bir işe yaramadığı düşüncesiyle içimden bir of çektim.
Yeryüzünün başka yerlerinde, gözleri en sevdiğim lügatleri süsleyen resimlerdeki yiğitlerinki gibi mavi olan atlar var mıdır bilmiyorum, ama her neyse, anlaşılan yeryüzüne cevaplar aramaya gelmemişiz.
asılmışın evinde ip kelimesini ağzına almayacaksın.
Hayatta derdini anlatmaya çalışmanın asla bir işe yaramadığı düşüncesiyle içimde bir of çektim.
Geçenlerde bir lügatten öğrendiğime göre, kaybettiklerimizin gömüldüğü çukurların üstündeki taşlara çiçekler koymalıymış, çünkü bu onlara hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, çukura zevk olsun diye konulmadıklarının ve yakınlarının hâlâ onları düşünüp içlerinden keşke hâlâ hayatta olsalar diye geçirdiklerinin kanıtıymış, bildiğim en güzel masallardaki gibi bana asla sunulmayan çiçekleri o kadar seviyorum ki, eğer kardeşim bana o çiçeklerden getirmeyi akıl edip ne olursa olsun hâlâ yanında olmamı tercih edeceğini söyleyecek olsa, ben kendiliğimden bir çukura girerdim, düşünebiliyor musunuz.
Varlıkları tanıdığınızı sanıyorsunuz ama onların kullanma tarihinin ne zaman dolacağını bile bilmiyorsunuz.
Dışına bu kadar önem vermek, bana göre içinin boş olduğunu gösterir
Varlıkları tanıdığınızı sanıyorsunuz ama onların kullanma tarihinin ne zaman dolacağını bile bilmiyorsunuz.
“ ama her neyse, anlaşılan yeryüzüne cevaplar almaya gelmemişiz.”
“ her zaman kendimi sevdiklerime uzun uzadıya açıklamaya çalışmakta olmak da benim dramım işte”
Spinoza’nın anlaşılmaz ötesi Etik’ini okumadan önce kendime sorduğum bin türlü soru, kafama işte o an üşüşüyordu, çok değil daha geçen sene başka birçok şeyin yanı sıra, gerçek dinin ölüm üzerine bir meditasyon değil, hayat üzerine bir meditasyon olması gerektiğini oradan öğrendim, ey çürüme! İşini yap.
Her şeyin tamamen zincirlerden ibaret olduğu şu dünyada artık beni tutan pek bir şey yok, ve bu zincirler bir kez kırıldı mı insan artık var olmaya o kadar da istekli olmuyor.
Ve eğer yanılmıyorsam, bir dinin ilk güneşi daima kımıldayan bir ceset olmuştur.
Ne kadar hiçseniz, o kadar manevi desteğe ihtiyacınız vardır. Tahtalı köyü boylayanlar için hassasiyet ve dikkat gösterilmesi bu yüzdendir, çünkü insan ölünce yardıma ihtiyaç duyar, oysa yaşayanlar kendi kendilerine yardım ederler.
Sevmediğim şeylerin bana saldırmasına kolay kolay izin vermem. Onlara sırtımı dönerim.
Korkaklara yazıklar olsun. Ben ters yönde dönen ve tersine giden şeylerden korkmam, etrafta hüküm süren çöküntüyü ve her şeyin eskiyip yıpranmaktaki inadını değiştirir bu.
Beden bir gayya kuyusu, içindeki her şey gece karanlığı.
Her şeyin tamamen zincirlerden ibaret olduğu şu dünyada artık beni tutan pek bir şey yok, ve bu zincirler bir kez kırıldı mı insan artık var olmaya o kadar da istekli olmuyor.
Birini müstakbel cesedinden ayıran şey bakışı dışında nedir, sorarım size.
Kızdığımda ayağımı hep sallarım, bu da beni ayağımı malum kişinin kıçına oturtmaktan alıkoyuyor.
Kardeşimle her şey her zaman hayal kırıklığı, insan onunla hayal kuramıyor.
Anlaşılan yeryüzüne cevaplar almaya gelmemişiz.
Baba olmadan hiçbir şey yapmasını bilmiyorduk. Kendi kendimize yapabildiklerimiz tereddüt etmekten, var olmaktan, korkmaktan, acı çekmekten ibaretti.
Kardeşimle ben kainatla baş etmek zorunda kaldık, çünkü baba bir sabah, daha gün ağarmadan, ruhunu sessizce teslim etti. Bir ağrıyla kasılmış haldeki ve geriye ancak kabuğu kalan ölüsü, bir anda toza dönüşen buyrukları, hepsi, babanın daha dün bize her şeyi emrettiği üst kattaki odada yerde yatıyordu.
Beden bir gayya kuyusu, içindeki her şey gece karanlığı.
Hatıralamak, güzel bir kelime, var olup olmadığını bilmiyorum, hatıraları olmak anlamına geliyor.
“Ve tabut, umumi mağazadan dışarı çıktı. Tabut mu dedim ben, altı adet tahtadan tam bir şato! Şu rezil hayatımda böyle güzel şey görmemiştim, at bile ne zamandır yapmadığını yapıp kişnedi. Kişneyen at!”
Hayattaki önemsiz şeylerin sizi yıkmasına izin vermemelisiniz ve ben de yeniden dans etmeye hazırdım, eğlence başlasın!
Onlara yarım derdik, çünkü tahta ya da balmumundan sadece birer gövdeden ibaretlerdi. Bunlara tam anlamıyla benzerlerimiz diyebilmemiz için, içlerinde acı çekmelerini sağlayacak diğer yarıları yoktu.
Öncesinde de sonrasında da ölüm karşısında bir hiçiz,
Dışına bu kadar önem vermek, bana göre içinin boş olduğunu gösterir, diyordum
Kızdığımda ayağımı hep sallarım,bu da beni ayağımı malum kişinin kıçına oturtmaktan alıkoyuyor ????
yere eğildim, çünkü yerde daha önce hiç görmediğim ve merakımı kurcalayan bir şey vardı.
hiçbir şey değilmiş.
Eğer küçük beyaz bir çakıl taşıyla aşk acılarını tek tek işaret etseydiniz yeryüzünde yeterince yer kalır mıydı, her halükarda aydan görünürdü.
Ama sevmeye çalıştığınızda her şey içinden çıkılmaz bir hal alıyor, çünkü pek az insanın içinde hayatla ilgili aynı hayaller var.
Adını koyamadığımız her şeyin fakiri olduğumuz o kadar doğru ki.
Hayallerimizin yeryüzüne ancak bize nanik yapıp ağzımıza bir parmak bal, ağulu bal gibi bir şey çalacak kadar bir zaman dilimi için indiğini kesin olarak anlamıştım.
Küçük aziz thomas’lar kibritle oynamanın tehlikeli olmadığına inana inana, sonunda her yeri ateşe verirlermiş.
Kendimi asıp bir çırpıda bütün sorunları çözüp kurtulsam mı diye sorma noktasına geliyordum, ipler bu işe yarar canım.
Öncesinde de sonrasında da ölüm karşısında bir hiçiz.
Cehenneme gelince, elbette var olmadığını söylemiyordum ama şeytana verilecek en büyük cezanın, Tanrı’nın içeriye kimseyi göndermemesi olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum.
Korkaklara yazıklar olsun. Ben ters yönde dönen ve dünyanın tersine giden şeylerden korkmam.
Herkesin başına felaket gelebilir, ne yaparsınız, bu bir kainat kanunu.
Kalbimdeki arzulardan biraz korkuyordum.
Asılmışın evinde ip kelimesini ağzına almayacaksın.
Bu köyün kalpleri nereye gitmiş bilmiyorum, insanlar kalpsiz, ben gördüğümü söylüyorum.
O kadar korkunç, o kadar zalim ve tahammülü zor ki, tıpkı hayat gibi.
Kaybettiklerimizin gömüldüğü çukurların üstündeki taşlara çiçekler koymalıymış, çünkü bu onlara hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, çukura zevk olsun diye konulmadıklarının ve yakınlarının hala onları düşünüp içlerinden keşke hala hayatta olsalar diye geçirdiklerinin kanıtıymış.
Bir cenaze töreninde her şey yavaş olmalı, sonuçta spinoza mantığına ve etik’ine uygun olsa da, koşar adım davranmak yakışık almaz, çünkü artık mevcut olmayandan bir an önce kurtulmak istiyormuş gibi görünürsünüz, oysa uygun olan o hiçlik için üzülmüş gibi görünmektir. Ne kadar hiçseniz, o kadar manevi desteğe ihtiyacınız vardır.
Dışına bu kadar önem vermek, bana göre içinin boş olduğunu gösterir, diyordum. Böylesine gösterişli bir kutu, içine kapattığı boşluk hakkında hiç de iyi şeylerin habercisi değil diyordum.
Çünkü birini müstakbel cesedinden ayıran şey bakışı dışında nedir, sorarım size.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir