Ebu’l Hasan Nedvi kitaplarından İslam’da Fikir ve Davet Önderleri kitap alıntıları sizlerle…
İslam’da Fikir ve Davet Önderleri Kitap Alıntıları
Seni arayan ve sana gerçek değerini verecek olan müşterini bulmaya çalış. O öyle bir müşteri ki sen O’ndan geldin, O’na gideceksin.
Korkma, hiç bir kimsenin rağbet etmediği kalbini, hiçbir kalbi geri çevirmeyen, kâr ve zarar hesaplarından uzak Cenab-ı Allah satın alır.
Allah Teâlâ’nın ınsanlara verdiği nımeti daha büyük bir nımeti vermeden önce geri almadığını bilmekteyiz. Geçici olan bu yaşantımızın daha güzelini vermeden bizden almaz. Bir kişi, yanındakı bir kışiyi öldürmeye gelen meleğin onun eski elbiselerini çıkardığını bilsin. Ölüm, gözün görmediği, kulağın işitmediği ve insanın aklının hayal etmediği güzellikleri giydirmektir.
Ariflerin ölümü ile cahillerin ölümleri arasında çok büyük bir fark vardır. Arifler bu geçici hayattan ayrıldıklarında üzüntü duymazlar; ölümü sevinç ile karşılarlar. Onlar ölümün, kurtuluş elçisi olan bir hayat meltemi olduğunu bilirler.
İçinde bulunduğun hayatta ölümü görmektesin; oysa ki öteki hayatında ölümsüz, ebedi bir hayat seni bekliyor.
Mevlana şöyle diyor:
“Ölümden bu korku bu kaçış niçin? Nereye gidersen git, bir yerden bir diğer yere, varlıktan yokluğa dönüşeceksin. Sonunda elbiseni değiştireceksin. Bu halinde kalıp ilk şeklinde ısrar edersen ilmin, ruhi kemalin zirvesine ulaşamazsın. Bekanın başlangıcı olan bu geçici yokluk döneminden niçin kaçmaktasın? Korku ve üzüntünün bulunmadığı sonsuz bir hayata ulaşacağını bildiğin halde, bu geçici hayata niçin bu kadar bağlısın?”
Mümin akıllı ve selim bir tabiata sahip ise peygamberi tasdik için çeşitli delillere ihtiyaç duymaz, onun delili işittiği sözdür; duyduğu sözde kendini bulur. Susuz birine verdiğin suyun, su olup olmadığı sorulursa, nasıl karşılarsın? Yeni doğmuş çocuğunu göğsüne bastıran şefkat dolu bir anneye yavrusu, göğüslerinde karınını doyurabilmesi için süt olup olmadığını soramaz. Bütün bunlarda olduğu gibi tebliğcinin ihlas ve samimiyeti, insanı ondan hiçbir delil istemeksizin getirdiklerini kabulü gerektirir.
Mevlana, Peygamber (s.a.) ile ümmeti arasında gizli bir ilişkinin ruhi bir bağın mevcudiyetinden bahseder,
Peygamber (s.a.) herhangi bir konuda bir hüküm açıklaması yaptığında ümmete düşen, kalben hasta olmayanlar hariç, söylenenleri kabul etmektir. Çünkü onun sözleri şüpheden uzak, daha önceleri kulakların duymadığı doğru sözlerdir. Bu sözleri, insanlık tarihi bir daha duymuş ve işitmiş değildir.
Mahlukatı yaratmakan gaye insanlara lütuf ve ihsanda bulunmaktır. Onları benden, benim hayırlarımdan ve nimetlerimden faydalanmaları için yarattım. Onlardan istifade edeyim, ihtiyaçlarımı onlarla karşılayayım, diye değil.
Gerçek olan marifet, ancak ruh temizliği ile kazanılır. Kalp levhası ancak felsefi ilimlerin terkinden sonra imani hikmetlerin tecellisi ile parlar. Kalbinde peygamber ilimlerinin zuhuruyla dilinden hikmet incileri dökülür.
“İlim, seni nefsin emirlerinden uzaklaştırmıyorsa; cehalet ondan daha hayırlıdır.”
Bağdat’ta süren katliamda, saklanabilenlerden başka kimse kalmadı. Hülagu’nun emri ile öldürülenlerin sayısı iki milyona yaklaştı. Hristiyanlar, Hülagu’dan içki ve domuz yasağının kaldırılarak, Müslümanların Ramazan ayında kendileri ile beraber içki içip domuz eti yemelerinin temini ile cami ve ibadethanelerin içki depoları yapılmasını, ezanın yasaklanmasını istediler.
İslâm toplumu Allah ve Resûlunun hükümlerinin geçerlilik kazanıp, tağutun hükümleri yerine Allah davetinin gereklerini üstlenen insanlara şiddetle muhtaçtı.
“Ey millet! İslâm facir ve fasıklardan, zalimlerden, yalancılardan, ehi-i bidatten çektikleri yüzünden ağlamakta ve senden yardım istemekte. Ey millet! Kiminle beraber olduğuna, kimlerden emirler alıp kimleri dost edindiğine dikkat et! Kalbin ne kadar katılaşmış. Köpek dahi kendisine bakana ne kadar hizmet ediyor ve onu görünce ne kadar seviniyor; sen ise Allah’ın sana verdiği bunca nimete karşılık ona karşı olan görevlerini yerine getirmiyor ve emirlerini dinlemiyorsun.”
Ey Hak’tan ve Hakk’ın sadık kullarından yüz çeviren ve “Onlara ortaktır.” diyerek mahlukata güç izafe edip onlardan bir menfaat bekleyenler! Kullara kulluğunuz ne zamana dek sürecek. Kendisinden fayda umduklarınızın sizlere ne tür fayda ve zararları oldu? Biliniz ki onların gücü, sizin arzu ve isteklerinize cevap verecek güçte değil dir. Onlar ile zarara uğrayan arasında güç açısından fark yoktur. Gerçek güç sahibi, tekdir. Zarar veren mabud, tektir. Fayda veren hâlık da tektir. Veren ve alan, yaratan ve rızıklandıran yalnızca Allah’tır.
Ey kalpleri ölmüş, çeşitli sebepler ile Allah’a şirk koşanlar! Ey kuvvet ve kudret putlarının, servet sahiplerinin, idarelerin, sultanların kulları! Biliniz ki Allah, onlardan uzaktır. Biliniz ki zarar ve menfaat gücünü Allah’tan başkasından bekleyen kişi Allah’ın kulu değildir! İtimad ettiği kişinin veya şeyin kuludur.
“Sen kendine, halka, parana, servetine, ticaretine, itimad edersin. Unutma ki itimad edip tam bir güven duygusu ile korku ve ümit beslediğin senin tanrındır, ilahındır. Hayatında zarar ve menfaatini gördüğün güç, senin mabudundur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İslâm’ın şeriatı, zahiri terbiye eder, bir düzene sokar, tevhid ve marifeti ise bâtını terbiye eder. Abdülkadir Geylâni’nin nasihatlerinde, cahiliyet putlarına, ilahlarına, yaşadığı asırdaki putlara tapan müşriklerin tasvirleriyle birlikte, insanların kalplerinde eski putların yerini alan yeni ilâhları, İslâm ümmeti içindeki bu fitnenin de tasvir ve zeminini bulmaktayız.
“Bana insanlara nasihat etmem gereğini öğreten, kalbime nasihat etme şevkini koyup onu benim için en büyük şeref ve gaye kılan Cenab-ı Allah’ı (c.c.) tenzih ederim. Ben Allah’ın davasının tebliğcisi, nasihatcisiyim.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Şüphesiz ki her yeni oluşum, yeni hareket, Allah’ın iradesi ile vücut bulur.
Zengin kitle, Allah’ın (c.c.) kendilerine verdiği maddi imkan. larla gururlanarak, şükretmeleri gereğini unutmuşlar; fakir tabaka ise maddi imkansızlıkları sebebiyle kendilerini diğer insanlardan aşağı bir sınıf olarak kabul etmeye başlamışlardı. Kanaat ve sabır kıymetinden bihaber olan fakir-fukara, başka kişilere el açmaktan sıkılmıyorlardı. Toplumun siyasi, içtimai ve ticari manzarası bu denli çarpık bir tablo halini almıştı.
Derin bir ilme, gerçek nebevi hayata ve nebevi hayatla yüklü canlı bir kalbe sahip olan, sünnetin tadını bilen, imanın tadını alan kişi, bu okulun temsilcisidir. Her dönemde din, yaşayan insanlardan gıdalanır, onun ile hayat bulur, hiçbir dönemde insan böyle bir dosttan, örnek bir önderden ayrı kalamaz.
İmam Malik’in şu sözü ne kadar isabetlidir:
“Şu kabirde yatan Hz. Muhammed’in (s.a.) sözü haricinde her. kesin sözü, hem kabule ve hem de redde müsaittir.”
Hakikat şudur ki peygamberin hayatı, talebelerini tam bir itidal ve gerçek bir denge ile terbiye eden tek okuldur.
İtaate teşvik eden sözleri dinledikten sonra gereğinin yerine getirilmeyişi, Allah katında karşılığı olmayan bir iştir. Hiçbir mürşid sen Allah’a yönelmedikçe sana bir yön veremez. Sen nasihati, kurtuluşa ermen için yeterli görüyorsan aldanıyorsun.”
Niceleri kadınlar gibi hassaslaşır, ağlar; fakat hiç bir şekilde harekete geçemez. Niceleri de korkutucu, ibret verici bir söz karşısında alkıştan öte hiç bir şey yapmaz veya bütün sesi ile haykırır! Yaşa, varol, neuzubillah, Subhanallah ve işte bu kadar ile onlar gerekeni yaptıklarını sanırlar.
Bunların hepsi aldanmışlardır. Onlar doktorların toplantılarına katılıp konuşulanları dinleyenlere ya da çok acıkmış bir kişinin güzel yemeklerden bahseden birinden haz duymasına benzerler. Şüphesiz ki bütün bunlar, meseleleri halledemezler.
“Zenginlerin bir kısmı ise malları süratle artarken onları cimrilikleri sebebi ile infak edemezler ve maddi harcamaları gerektirmeyen oruç, gece ibadeti ve Kur’an okumakla meşgul olurlar. Şüphesiz ki bunlar da aldanmışlardır. Öldürücü cimrilik bütün varlıklarını istila etmiştir. Cimriliği yenmek zorundadırlar. Onların nafilelerle fazilet kazanmaya çalışmaları, vücuduna yılanın dolandığı birinin, midesindekileri hazmedebilmek için şurup hazırlamasına benzer.”
Ahir zamanda hacca gidenlerin sayısı, kolay yolculuk, bol rızık sebebiyle artacaktır. Fakat asıldan mahrum olarak geri döneceklerdir. Onlardan bazıları çöller arasında süratle Hicaz’a giderlerken, beldelerinde bazı Müslümanlar aç oldukları halde onlara yardım elini uzatmazlar.”
Şu dünyada kainatın yaratıcısı Hakk’a tâbi olmayı terk edip, hiç bir düşünce süzgecinden geçirmeden bâtıla ittiba edenlerden daha aşağı seviyede kim olabilir? Cahil halk kitlesi dahi, sapıklığa düşmüş kimselere benzeyerek akıllı olduklarını zannettiklerinden, onlara nazaran daha çok insanı kurtuluşa sevkedebilirler. Körlük, çarpık bir görmeden daha çok insanı kurtuluşa eriştirebilir
Ben, kendimi ve başkalarını ıslah etmek istiyorum. Fakat bu hedefime ulaşıp ulaşamayacağımı bilemiyorum. Bununla birlikte, bendeki bu gücün Allah’tan (c.c.) geldiğine yakın derecesinde bir iman ile inanmaktayım. Çünkü ben, hareket edip bir şey yapmadım. Allah beni harekete geçirdi. Rabbimden, önce beni hidayete erdirmesini ve benim vasıtam ile başkalarını hak yola yönlendirmesini diliyorum. Ben, Rabbimden Hakk’ı hak gösterip ona uymayı, bâtılı bâtıl gösterip bâtıldan kaçmayı ihsan etmesini diliyorum
Kalpleri ve hayat şartlarını değiştiren şüphesiz ki yüce Allah’tır.
Ben, aczimi iyice anlayıp irademi kaybettim ve her çaresiz insan gibi yalnızca Allah’a sığındım.
İçimdeki iman bana şöyle diyordu. “Ölümüne az kaldı; göç! göç!
Önünde ebedi bir ahiret hayatı var. Bugüne dek kazandıkların sana şöhret kazandırdı. Eğer şimdi ahiret için hazırlık yapmazsan, dünya ile alakanı kesmezsen, ne zaman kendine iyi bir gelecek hazırlayabilirsin? Bunlardan sonra Bağdat’tan kaçma düşüncem kuvvetlendi.
Fakat şeytan bana; bu halimin geçici olduğunu, bu düşüncemle hareket etmem halinde, düzenli hayatı bir daha ele geçmemek üzere kaybedeceğimi söylüyordu.”
“Uzun süre düşündüm. Bir türlü karara varamıyordum. Bir gün Bağdat’tan çıkıyor, başka bir gün ise gerisin geriye dönüyordum. Bir adımımı ileriye atıyorum, öteki adımım geride kalıyordu. Tamamen kararsız bir halde idim. Dünya sürekli kendine çekiyordu beni. Sabahları ahirete karşı olan aşkım yerini, dünya sevgisine bırakıyordu.
İmam-ül Harameyn, Gazali’nin zekâsını takdirle anarak şöyle der:
Gazali, okyanus gibidir.
Felsefi düşünce, Kur’an’ın tesirini uyandıramaz. Onun, Kur’an gibi ikna edici bir gücü, ruhlara hükmedici bir anlamında yoktur.
Kutayba şöyle der:
Ahmed b. Hanbel’i seven, ona saygı duyan birisini görürsen billi o Ehl-i sünnet cemaatindendir.
“Bir kısım Hristiyan tabiblerin yanlarına aldıkları bir rahip ile birlikte Ahmed b. Hanbel’in ziyaretinden çıkarken, doktorlardan birisinin şöyle dediğini işittim:
“Ahmed b. Hanbel’i ziyaret etmemizi rahip kendisi arzu etti. Ziyaretten sonra da ona:
Seni görmeyi uzun süreden beri isterdim, senin varlığın yalnızca İslâm âlemi için değil, bütün insanlığın menfaatinedir. Bizim dinimizdeki arkadaşlarımın arasında dahi seni sevmeyen, senden hoşnud olmayan hiç kimse yoktur.
Hakları helâl etme noktasında kim ki beni itham ederse o bidatçıdır. Ben Mu’tasım’a bile hakkımı helâl ettim. Çünkü ben Cenab-ı Allah’ın; Bağışlasınlar aldırmasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? dediğini biliyorum.
O çok ince bir ruha, ince bir yapıya sahip idi. Kalbini kıran herkesi affederdi. Kendisine haksızlık eden bir kişi, eğer karşı gelip ona kızmış ise bir süre sonra yanına gidip özür dilerdi.
İnsanlarda onun kalbini kırdıklarını anladıkları an, gelip kasden yapmadıklarını belirterek ondan özür dilerlerdi. O ise tebessüm eder ve:
Senin ayakların yerinden oynamadan ben sana olan hakkımı helâl ettim. derdi.
Takva ve zühd, insan da şahsiyeti ve inancı geliştirip, ona maddeye karşı gelebilme gücünü veren bir şuur verir. Takva ve zühd, insan ruhunda gizli kalmış güçleri harekete geçirir. Unutulmamalıdır ki refah ve lüks hayat insanın hamaset duygularını yok eder, onu umursamaz bir hale getirir.
Hanımı, onun hayatı hakkında şöyle derdi: Efendimin en sevinçli günleri, elimde dünya nimeti bulunmadığı günlerdi.
İnsan, yapısı itibarı ile azgın, bir noktada sabit durmayı bilmeyen, mücadeleye meraklı bir haldedir.
Eski ümmetlerin bir çoğu peygamberlerini sonraki nesillere ulaştırabilmek için onların heykellerini, putlarını yapmışlar ve neticede putperest düşünceler ortaya çıkmıştır. Bu şekilde mileltler bir çok sapıklıklara ve felâketlere düşmüşlerdir.
Şüphesiz ki cehalet, imanlı bir mücadele ruhu karşısında her zaman çaresiz kalmıştır.
Şüphesiz ki cehalet, imanlı bir mücadele ruhu karşısında her zaman çaresiz kalmıştır.
Hayatları, küfür ile iman arasında geçer. Aklî, ruhî ve amelî yönlerinde bir kararlılık yoktur. Hayatları süresince geçmişteki münafıkların çirkin hayatlarını, zevk ve ihtiraslarına meyletmelerini taklid ederler.
Bu tür insanlar hiç bir devirde eksik olmamışlardır. Onlar, kendi çıkarları için İslâm’ı kullanırlar. Onlar, çıkar dünyalarını ve istikballerini hiç bir zaman aşamazlar. İslâm karşısında tam bir teslimiyet içinde olup akide ve nizamını benimsemezler.
İslâm’ı ruhuna sindiremeyen, bâtıl inançlarını Müslüman toplumlarda açıkça ortaya koyma cesaretinden yoksun, ellerinde tuttukları makamları kaybetme korkusu ile suskunluk içinde olanlar, her toplumda ve her dönemde bulunur.
Unutmamak gerekir ki nifak, insan yapısının eski bir hastalığıdır ve zayıd iradeli insanlar kolaylıkla bu hastalığa yakalanır.
Konuşması insanlara faideli olabilmek içindir. Güzel bir amelinden sonra şükreder, günah bir amelinden sonra ise istiğfar eder, Kendine karşı kaba davranış içinde bulunanlara, zulmedenlere sabreder, tecavüze uğradığında adalete yönelir. Sığındığı tek yer Allah’tır. Toplumda vakur bir yaşayışı vardır. Yalnız iken Allah’a yönelir. Allah’ın verdiği rızka, bol nimetlere sürekli hamd eder. Belaları ise sabırla göğüsler. Gafil insanlar yanında zikredenlerden, zikir ehlinin yanında istiğfar edenlerden olur.
Mümin, namazda tam bir huşu içindedir. Rükuda da aynıdır. Sözü şifa, sabrı ihtiram, suskunluğu düşünce, bakışı ibadettir. Onu âlimler arasında suskun, teslim olmuş bir vaziyette ilim talep ederken bulursunuz.
Oysa dinde güçlü olabilmenin yolu, yakin iman sahibi olmak, sabırla ilme yönelerek ilimle beraber ruhi olgunluğu ikmal etmek, fakirliğe karşı sabırlı olmak, ihtiyaç sahiplerine yakınlık göstermek, zenginlikte aşırı gitmemek, Allah yolunda harcamada cömert olmak, adalet ile hükmetmek, hakkı savunmak, kimseye karşı zulüm etmemek, günahtan sakınan müminlerin ayıplarını örtmek, gıybet, alay ve boş sözlerden uzak durmak, başkasının işlediği günahlardan dahi üzüntü duymaktan geçer. Müslümanın en başta gelen ahlaki vasıfları bunlardır.
Sizlerin dini, ağızlarınızda gevelediğiniz şahısları andırmakta. Birine hesap gününe inanıyor musun diye sorulduğunda ‘evet’ diye cevap verir de din gününün sahibini yalanlar.
İnsanlar Önce gerçeğe geldi, sonra uzaklaştılar; önce bildiler, sonra inkâr ettiler; önce haramları kabul ettiler, sonra inkâr ettiler.
İhlaslı gönül erlerinin hayatı zaten her zaman güzeldir.
Materyalist düşüncenin esiri olan milletler, ahlaki ve içtimai bunalımlardan kurtulamaz ve fonksiyoner tavrını koruyamayıp bir tarih sayfası olarak kalırlar.
Şüphesiz ki insanlara iman şuuru vermek kolay değildir. Çeşitli milletlerin ve dinlerin tarih süresince hayatlarında, yaşamlarında bunun en açık örneklerini görmekteyiz.
Yahya b. Sâid diyor ki: “Ömer b. Abdülaziz, beni Afrika’daki müminlerin zekâtlarını toplamam için gönderdi. Zekâtları topladıktan sonra bunları dağıtabileceğim fakir insanlar aradım. Afrika’daki insanlar, Ömer b. Abdülaziz döneminde o denli bir hayat seviyesine ulaşmışlardı ki bunu gerçekleştiremedim. Kendiliğinden gelip zekât isteyen de çıkmayınca, topladığım zekât ile köleler satın aldım ve onları azad ettim.”
İşlenen günahlar, geleceğimiz için düşmanlaeın her türlü hile ve oyunlarından daha tehlikelidir.
Bütün Müslümanlar kendilerine, İslâm’dan ayrı bir sığınak, Allah ve Resulü (sallallahu aleyhi ve selllem) den başka dost aramasınlar.
“İslâm’da şeriattan ayrı bir şekilde veraset sistemi üzerine yapılacak antlaşma yoktur ve geçersizdir.“
Duymaktayım ki bazı kişiler İslâm’dan ayrı bir veraset sisteminde ittifak etmekteler, Şüphesiz ki İslâm’dan başka bir antlaşma yasaklanmıştır.
İmanın farzlarını, şartlarını, sınırlarını ve sünnetlerini hakkıyla yerine getirenin imanında mükemmelleşir.
İçkiyi kullananlar, içkilerini Müslümanları dalâlete ve sapıklığa düşürmek isteyen Hristiyanlardan temin ediyorlar.
O, hertürlü bidat ve hurafeye karşı koyuyordu. Kadınların cenazeler ardından ağlayarak yürümelerini yasaklarken, onların tesettür ve İslâmi ahlaka sıkı sıkıya bağlı kalmalarını isterdi.
Ömer b. Abdülaziz, ticaretin serbest olabilmesi için deniz ve kara yollarını açmış, bu ticaret sırasındaki her türlü vergiyi, ayak bastı ücretlerini kaldırarak deniz yolu ile yapılan ticareti kara yok ile yapılan ticaret ile eş değerde kabul etmiş, bunun için de ayetten delil göstermiştir.
“Yüce Allah, kendi emri ile içinde gemiler hareket etsin ve siz de onun lütuf ve kereminden rızıklar arayasınız, diyerek denizi siz musahhar kılmıştır”
Toplumun malı olan mutfakta kendisi için su ısıtmaktan çekinir, kendine ait bir mesele konuşulduğunda Beytülmal’e ait para ile alınan mumu dahi söndürürdü. Müslümanların mallarını onların ihtiyaçlar haricinde kullandırtmazdı.
Hacca gitmeyi arzu ettiğinde yardımcısına, “Ben hacca gitme istiyorum, sende para var mı?” diye sordu. Yardımcısı “On diy kadar var.” diye cevapladı. Bunun üzerine “O miktardan bana ne düşer.” dedi. Bir müddet sonra yardımcısı, “Ey müminlerin emiri Mervanoğulları mallarının bir kısmından bize on yedi bin dinar gör derdi, hazırlan” dediğinde, Ömer b. Abdülaziz: “Onu hazineye koş O bize helâl ise bize yeterini alırız, eğer haram ise bize düşen bi yakmaya yeter.” şeklinde cevap verdi.
Onun bütün harcaması günlük iki dirhem idi. Bunun yanını devlet memurlarına ihanet etmemeleri için üçyüz dirhem maaş öderdi.
O cahiliyet ki elinden kaybettiklerinden dolayı İslâm’a karşı şiddetli bir kin beslemekte ve kısa bir sürede dahi olsa alacağını almaya çalışmakta idi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Beytülmal hakkındaki Onların zenginlerinden alınıp fakirlere verilir. şeklindeki ifadesi, Ümmetin fakirlerinden alınıp zenginlere, idarecilere ve şâirlerine verilir. şeklini almıştı.
Putlar her an, bütün çeşitleri ile varlıklarını korumakta, hayatı kökünden sarsıcı eylemlerini sürdürmektedir. Putperest düşüncenin iki sembolü olan lât ve menar, Muhammed İkbal’in de söylediği gibi hayatlarını ve düşüncelerini daima korumaktadırlar.
Dinin davet gücünü kaybettiği, inanç ve ahlaka çağrıların temel niteliklerinden uzak kaldığı an materyalizme karşı koyma gücü zayıflar.
Her fitne, zulüm ve kötülük onların yanında bir sihirli el olmakta, zulmü yok edici, yolları aydınlatıcı bir hal almakta idi.