İçeriğe geç

Havuz Başı – Son Kuşlar Kitap Alıntıları – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Havuz Başı – Son Kuşlar kitap alıntıları sizlerle…

Havuz Başı – Son Kuşlar Kitap Alıntıları

Bu kadar anasının gözü bir gecede yalnızdım.
– Kimseler aşık değil mi bu şehirde?
Kimseler bir meydan kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi?
Yüzünü bir dakika görmek için
-Ah bu insan yüzleri! Her şeyimizi bağladığımız, durmadan yanıldığımız, istediğimiz kadar bol hasletler, adilikler, iyilikler, kötülükler, delilikler, akıllılıklar, sevdalar yüklediğimiz insan yüzleri! Yanılsak da zararı yok! Bu yüze olmazsa ötekisine yükleriz saydıklarımızı. Yanılmamız muayyen bir insan içindir; insanlar için değil. O halde yanılmıyor sayılırız.-
-Bu manasızlığın ortasında önce herkes, sonra da sevgilim, bilhassa seni düşünüyorum. Onlarsız sensiz hiçbir şeyin manası yok –
-Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum. İçim kalabalıklar çekiyor. İnsanlar çekiyor. Çocuklar istiyorum, haşarı, sarışın, esmer, edepsiz.. Seyahatler çekiyor içim.-
-Aman, ne rahatlık! Ne derin, ne sevimli, ne pişmanlıksız bir rahatlık bu! İçinde hiçbir pişmanlık duymadan birisiyle ilgiyi kesmek.. O ilginin her günkü külfetlerinden kurtulmak..-
-Ama insanlar ne tuhaf! Kendilerini sevmeyen, önem vermeyene daha bir büsbütün tutuluyor, kendisini küçük görür gibi olana -hakikatte onları küçük görmekten çok uzak bir histi bu- musallat oluyorlar. O zaman ilgiyi büsbütün kesmek, daha doğrusu bir çeşit tersine ilgi hali olan küsmek faslı geliyor.-
-Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde, yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre, içimizdeki sevinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkan var mıdır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?-
-Kimin eli bu, yüreğimizi durmadan mıncıklayıp duran? Yapış yapış soğuk, çirkin cüzzamlı el..-
Yazmasam deli olacaktım.
Canım bir yağmur yağsın istiyor!
Kimin eli bu, yüreğinizi durmadan mıncıklayıp
duran?
Yapış yapış soğuk, çirkin cüzamlı el. ..
O üzüntü birdenbire gelir . Hava yağmurludur.
Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki, çocuklar bile çirkindir..
Karanlık indigi zaman, evsizlerin ve serserilerindir. Park da işte o zaman bir ana kucagı kadar şefkatlidir. Bekçiler! llişmeyin, uyandırmayın serserileri! Park onlarındır. Yalnız göz kulak olun, yeter.
Ağaçtan, kediden, rüzgardan ürker.Tekrardan bir türlü uyku tutmaz.
Bitişik doğmadığımıza göre, içimizdeki se-
vinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır?
sakalları büyümüş, yorgun insanların bakışıydı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Günlerce bir pencereden yağan karı, yağmuru, tavukları, kazları, çobanları seyredip içlenmek, beklemek Bir hasat gününü, bir harman yerini, bir gençliği beklemek. Beklemek arzusu veren bu kulübeler..
“Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi?”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
O halde, demek yazı, konuşmadan daha sami-
mi değildir. Konuşurken elbet daha samimiyiz. Hem öyle, hem öyle değil. Yalan söylemek lazım geldiği zaman kaleme kağıda sarılanlar olabilir. Ama ilk yazıyı yazan adamın yalan söylemek için yazdığını sanmıyorum. Belki olmayacak hulyalarını söylemiştir. Ben yalnızken başka türlü düşünüyorum. Sen o
söylediklerime aldırma! Onlar da yalan değildi ama, tashih edilmemiş şeylerdi. Bak bugün, dün söylediklerimi yeni baştan düşündüm, düzelttim!
Yalnız başımıza oturduğumuz zaman, kafamız daha başka türlü işliyordu. Biraz ewel söyle-
diklerimize pişman olmuştuk.
Yazı sizin için yazıldı. Bu yüzden uyduruldu. Bir türlü Seviyorum! diyemedik.
Bulutlar yıldızlara bir şeyler götürürdü. Beklerdik.
Masalımıza
aydan çocuklar gelecekti.
Benim de bir kızım var. Hani, bir zengin
ogluna virem diye, az hülya kurmadım. Gene benim gibi çulsuzun birine kaçıverdi. Dogrusu sevindim de..
Baharda çalışmak ne tatlıdır evlat. Baharda tarlada çalışmak bir, baharda sevişmek iki.
Ah, ne sinsi sudur bu! .. Sanki en büyük düş-
manı fukara insandır. Adeta seçer de, gelir avare dul kadının evindeki mandayı boğar. Sanki kötü insan dünyada eksikmiş gibi, gider de, on üç yaşındaki masum Kara Recep’in koyunlarından alır; ağanın koyunlarına dokunmaz. Bu bir acayip mahluktur. Bu bir kör canavardır. Zalimdir, alçaktır ama, sessizdir.
Onun gittiği deniz kenarına, bir zaman ben gi-
demedim. Başka kayalar buldum.
Yüzü hakkında hiçbir fikrim yok. Sokakta görsem tanır mıyım? Sanmıyorum.
Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok!
Kuş ol!
Kollarıma uykusuzluğumun hırkasını
geçiriyorum. Dar geliyor. Şafak söküyor, aynadaki yüzüme saldırıyorum..
Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da
evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşluk..
Mademki şöyle kötü bir şair olmadığı için kendisine kitaplar topIatmak salahiyeti, radyolarda büyük büyük laflar etmek harçlığı verilmemiştir, ne yapsın? Kendine göre o da mühim bir iş bulmuştur: Kumar.
Ben, size bir mısra bulup söylemek istiyorum. Yağmurlu havalardan, dağ yollarından, katırlardan, çıngıraklardan bahseder mısralar yok mu yeryüzünde?
Kızamıyorum size Dünyaya kızıyorum. En iyi arkadaşıma kızıyorum.
..
Dertsiz adam, diyeceksiniz, sahiden dertsizdir.
Ne düşünüyor bu belli belirsiz güler yüzüyle şu adamcağız? diyebilirsiniz, siz de benim gibi, meraklısınızdır. Ah, bu insan yüzleri! Her şeyimizi bağladığımız, durmadan yanıldığımız, istediğimiz kadar bol hasletler, adilikler, iyilikler, kötülükler,
delilikler, akıllılıklar, sevdalar yüklediğimiz insan yüzleri! Yanılsak da zararı yok! Bu yüze olmazsa ötekisine yükleriz saydıklarımızı. Yanılmamız muayyen bir insan içindir, insanlar için değil. O halde
yanılmıyor sayılırız.
Evet, bir yağmur yağsın istiyorum. Camlardan, düşüncelerimizin resmini, haritasını çizerek aksın, şakır şakır dökülsün.

Ah! Şakır şakır gönlüme yağmur yağsın da bak.

O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gide­cek gibidir her şey.
Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde; yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre, içimizdeki se­vinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamı­za imkan mı vardır?
Biz artık yazının canına okuduk. Onu nelere alet etmedik. İçimizin, beynimizin güzel, tashihli taraflarını; söyleyemediğimiz, söylemeye sıkıldığı­mız, utandığımız, hem temiz, hem de güzel olduk­larına inandığımız şeyleri anlatmak için uydurduğu­muz bu işaretleri, artık kepaze ettik.
Düşünmek; yazı, düşünmekten doğdu. Konuşurken düşünmüyor muyduk? Düşünüyor­duk ama hatalara düşüyor, bir türlü onaramayaca­ğımız haltlar karıştırıyorduk Yazı daha hesaplıydı.
Kötülük, kötülük, diyorsunuz, dedi. Böylece asıl kötülüğü maskelediğinizi, asıl kötülüğü bunlar­la kurduğunuzu ne zaman anlayacaksınız? dedi.
Devam etti: Eskiden, bilmeyerek böyle yaptığınızı umar, saffetinize saygı duyardım. Şimdi, mahsus asıl büyük kötülüğü saklamak için küçük kötülük­ler, masum kötülükler icat ettiğinizi biliyorum!
İnsanların yaşamakta olduğu malum hayattan uzaklasmamız, bize hüsran vermemeli, şaşırıp da kâm alacak yerde, gam almayalım.
Gözlerimdeki gözlükten me­ğer onu bu kadar parlak görürmüşüm, çıkarınca adeta siliniverdi.
Denize bak­tığı, martıları düşündüğü, yelkenlileri seyrettiği hal­de onun içinde başka gözler, kafasında bir başka kafa vardır ki, asıl kafası, asıl gözleri onlardır.
Dünya degişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarların­ da, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göre­meyeceksiniz. Bizim için degil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.
Kimin eli bu, yüreğinizi durmadan mıncıklayıp duran? Yapış yapış soğuk, çirkin cüzamlı el. . .
İçinde hiçbir pişmanlık duymadan birisiyle ilgiyi kesme . .. O ilginin her günkü külfetlerinden kurtulmak Bu hissi, bu rahatlıgı yalnız kendimde duydugumu sanır, az buçuk
üzülürdüm. Sonra o küsümün de rahatladığını, selamsız sabahsızlığmızdan onun da tat duydugunu sezinleyince bir ara, sevincim bütün bütün arttı. Azıcık pişmanlıga benzemiyor mu bu rahatlık? diye düşündügüm oluyor. Hayır hayır! Pişmanlıgın tadı da başkadır.
Köyde insan olarak bir kusursuz ben yoktum
ama, onlar benim, ben onların kusurlarımızı göre göre, ezberleye ezberleye birbirimizden öylesine soğumuş, öylesine igrenmiştik ki..
Yazmak demek aklıma ne gelirse, kağıda geçirmek değil elbet. Ama ben aklıma ne eserse yazan cinsindenim, ne yapayım?
aynada, ne fotografta kendi kendimi
göremedigim halde, başkalarını degil anlamak, görürmüşüm gibi onlara dair sözler söylemek, içim
çekmiyar bugün.
En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemedi­ğimiz günlerimiz olmaz mı?
Bitişik doğmadığımıza göre, içimizdeki se­vinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamı­za imkan mı vardır?
Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur.
Yıldızlara karşı insanları aşkla, şehvetle sevdiğimizi hatırlayarak, insan oldugumuzu unutur gibi hatırlayarak. ..
Sinirlerimdeki derin derin uyku ihtiyacını bahane edebilir, sana da giderayak lanet şarkıları yazmaya çalışırım.
Gökyüzünde yıldızlar var sayısız. Kimisi kayıp gidiyor. Kimisi ne zamandır bakıyor kimbilir? .. Öpmek istiyorum.
Bir dinsiz insan olarak dinleyemeyeceğimi, sezemeyecegimi sandıgı insanlığıma söylermiş gibi;
– Tevrat ile İncil ile Zebur ile Kuran ile geldin
ise, merhaba! dedi.
Aynı kitabın bile insanları birbirine düşman ettiğini bilmiyorlar mıydı?
Bir garip tabiat zevki ve insan zevksizligi ile uçup giden bir gemiye benzeyen bir ada
martı tenezzül edip de çöp mavnalarına doğru kanat çırpmazdı. Tembel miydi, şair miydi
bilmem ki? ..
Ben bir yazıcı idim. Yazı yazmak canım istemiyordu. Yazı yazınam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum. Bu bana lazımdı. Yok-
sa her şeyi ağzımda gevelemekten başka ne yapabilirdim?
Böyle sisli bir gecede, limanının uyumuş rıhtımlarında tek başına düşündüğüne göre romanlar okumuş bir adamdı.
Ne kilimieri dokuyan ellere, ne yazmaları boyayanlara, ne kalıpları dökenlere, ne
çeşmi bülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte Sofralarımızı, kapılarımızı, gönlümüzü kapadık. Kapadık da ne ettik? Dünyayı birbirine kattık.
Memnun değilim, aldanayım daha iyi.

Dostluk, kibarlık, samimiyet, iyilik maskelerinin sakladığı zehirli tırnakların ne onarılmaz yaralar açtığı, sanki tüylerim, sanki derim, vücudumda tayin edemediğim bir yer duruyor.

Hayır, sevgilimden bahsetmiyorum. Onunla
beraber, burası Allahın yaratmayacağı bir cennettir. Ama onsuz da, başka insanlarla da burası yine güzeldir.
Paltomun içinde üşüyen benliğime, içimden bir tükürüş tükürdüm..
Kendini bir tatlı rüyaya kaptırmış adamı
ne diye uyandırmalı?
Ah, bu insan yüzleri! Her şeyimizi
bağladığımız, durmadan yanıldığımız,istediğimiz
kadar bol hasletler, adilikler, iyilikler, kötülükler,
delilikler, akıllılıklar, sevdalar yüklediğimiz insan
yüzleri! Yanılsak da zararı yok! Bu yüze olmazsa
ötekisine yükleriz saydıklarımızı. Yanılmamız muayyen bir insan içindir, insanlar için değil. O halde
yanılımıyor sayılırız.
Vapurun güvertesinde, bir dertle başı belada olmayan, etrafına zevkle bakan bir adamın -ama güz mevsiminde-, bu zatı görüp de sevmemesine şaşarım.
Zaten kuşlar da pek gelmiyorlar artık.
Bol yeşili ile kuşlarla beraber olunca, insana,
sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut in-
sanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çıkan her insan, kuş sesleriyle böyle düşünecektir.
Floransa’da, dedi, bir zamanlar korkunç bir veba çıkmış. Kıran kırana olmuş. Zenginler, şehir­den kaçıp ıssız bir yere sığınmışlar. Orada, aylar­ ca, birbirine hikayeler anlatarak, kadınlı erkekli yaşamışlar. Biz niye yapmayalım? Neyimiz eksik Floransalı zenginlerden? Nedir bu şehrin hali?
Bu kadar anasının gözü bir gecede yalnızdım.
Ölüm nedir bilir misin sen, ölüm? Bilmezsin ha! Küçük büyük insandan gayri bütün canlılar gibi, sen de mi bilmiyorsun ölümü? Oh, ne iyi! Bilme bilme. Bir gün öğrenirsen bile sakın korkma!
Bir küçük devlet düşünün ki, kendini korumak için kurşundan değil sevgiden, toptan değil kardeşlikten, makineliden değil müsamahadan, V2’den değil dostluktan, hidrojenden değil mayıs akşamlarından, zırhlıdan, denizaltıdan değil kayıktan ve balıktan, harpten değil bayramdan silahlarla mücehhez olsun..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir