İçeriğe geç

Gölgeler Koridoru Kitap Alıntıları – Muhyiddin Şekur

Muhyiddin Şekur kitaplarından Gölgeler Koridoru kitap alıntıları sizlerle…

Gölgeler Koridoru Kitap Alıntıları

“Şayet benim kulağa tatlı gelen fısıltılarımı işitemiyorsan,

O hâlde hayatın acı dersleri sana öğretsin öğrenmen gerekenleri ”

Ama bir yandan da ahirete göçtüğünde aramızdaki rabıtayı daha da kuvvetli hissedeceğimiz konusunda bizi temin etmişti.
O hayatımda olmasa ne yapardım diye düşünüyordum sık sık.
O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez.

En’âm : 59

İşte böyle her şey zâil olur ki, tekrar etsin tezyin

Her şeye hayat bahş eden o Cemâl- i Ebedî’yi

Nurdur renkleri görünür kılan.
Çay kadehte dîde efruz olmalı
Lebreng ü lebriz-i lebsuz olmalı
(çay bardakta gönle hoş görünmeli
Dudak renginde, dudak sıcaklığında ve dudak tadında olmalı)
Prof. Dr. Nihat Çetin
Biz karanlığı terk edenleriz. Tasavvuf yolu, korkunun değil, ümidin yoludur.
Şehadet kafi değildir.
Dur durak bilmeden dünyaya susuzluğumuzu körükleyen güçlere galip gelmek için daha fazla himmet, daha fazla gayrete ihtiyacımız var. Mahbub-u Ezeli’ye yaklaşmak için dualar ediyoruz, ama O’nu bilmenin O’nu sevmekten geçtiğini unutuyoruz. O’nu sevmenin ilk şartı ise küçük aşklarımızı terk etmektir. Allah’ın iradesinin tecellilerine mazhar olmak istiyorsak, kendi irademizi bir kenara koymayı bilmeliyiz.
Tekmil mevcudat hayal içinde hayaldir.
Tarikat sırrının anahtarı, Allah’ın sırrının üzerinde duran perdeyi kaldırmaktır.
Şayet benim kulağa tatlı gelen fısıltılarımı işitemiyorsan, o halde hayatın acı dersleri sana öğretsin öğrenmen gerekenleri
Şeyh’ten bir İhtar
kimi zaman iç çatışmalarımız da oldu ama yiten umutların ve kırılan hayallerin arasından sıyrılmayı bildik
esneklikten yoksun düşünme ve algılama biçimlerimiz, tekemmülün önündeki engeller haline gelebilir. bunun sonucu olarak kişinin peşine düştüğü çıkışlar, ellerinin arasından kayıp gidiverir
biz, terk-i zulmet eden kişileriz. tasavvuf yolu; korkunun değil, umudun yoludur.
güç ve nüfuz sahibi olmalarının yanında ahlaki çöküntü içinde olan insanları tanımak, ama onlara güvenmemek gerekir.
hakikatte, ölüm yoktur. sadece hüsran vardır. gelgelelim, bu düalite gereği gibi anlaşılmaz. ölümde hayat, hayatta ölüm vardır.
şunu aklınızın bir köşesine yazın: hikmete giden yolun ilk ayağı mülksüzlüktür.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
karanlığın sırrı nedir ? diye sordum. zira karanlığın içinde bir güzellik var, ama bu söylediğim ışık için de geçerli. fakat şayet karanlık ışığın yokluğu olarak tarif ediliyorsa, nasıl oluyor da karanlığın içinde ışık olabiliyor ?
bir kişi dünyadayken ölüyse, ölümden sonra da öyledir
bütün insanlar takip edecekleri yolu bulmaya çalışırlar, ancak bu arayışın sonunda tercih ettikleri yol nefislerine, kişiliklerine ya da oyunlara tabiyse, o yol beyhude bir yoldur
Hakkı arayanlar, gaybi alemin esrarına nüfuz etmezlerse, hak yolcusu olmalarının hiçbir anlamı kalmaz.
Ay başka, güneş başka dünyalarda batar
İnsan âşık olabilmek için şüphenin üstesinden gelmek zorundadır.Ve insanın marifetullaha erişebilmesi için âşık olması gerekir.
Kendimizi başkalarının yerine koyup onların halinden anladığımızı sandığımız çoğu zaman,hakikatte onların duygularına dair en ufak bir fikrimiz yoktur.İnsan,bazen kendisi de ateşin ortasına düşüp felaketten payını almadan,bunları tecrübe eden bir insanın duygularını hakkıyla anlayamaz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Başkalarının acılarını ne kadar kolay inkâr ediyor,bu acılardan kendimizi ne kadar kolay uzaklaştırabiliyorduk!
O kadar merhametsizdiler ki,hayatta kalan Boşnaklar,bu zulümler karşısında,ölmenin yaşamaktan hayırlı olduğunu düşünür hale gelmişti.
Boşnaklara ihanet edenler,çeşitli dünya ülkelerinin başındaki hükümetler ve arabuluculardı;milliyetçi Sırp liderler ve kimbilir ne vaatlerle kandırılmış kimi Boşnak politikacılardı.Dost bildikleri komşularıydı onlara ihanet edenler.Beraber akşam yemeği yedikleri,oturup karşılıklı kahve içtikleri insanlardı.Çocuklarının çocuklarıyla oynadığı insanlardı bunlar.
İçinde yaşamakta olduğumuz zahiri âlem içre bir başka âlem daha vardı ve esrarengiz bir şekilde zahiri âlemle eşzamanlı olarak var olan bu âlem,aynı zamanda bu âlemin çok ama çok ötesindeydi.
Kişi,zahiri âlemde teyakkuz,şükran ve temkinle yaşarsa,bu âlem ona gaybî âlemde öğrenilmesi mümkün olmayan çok kıymetli dersler verebilirdi.
Manevi yolculuğun bazı aşamalarını savaş bölgesinde kat ediyordum,ama daha büyük savaşın insanın nefsine karşı verdiği savaş olduğunu hiç aklımdan çıkarmadan.
Olaylara başkalarının gözlerinden bakabilmek kendilerini güçlü hissetmelerini sağlamıştı.Özellikle de,eğer ümitlerini kaybeder ve çektikleri ıstırapların anlamsız olduğuna inanırlarsa,katliamın faillerinin soykırım emellerinin işte o zaman gerçekleşeceğine ikna olmuşlardı.
zira bu doktorların kendileri de tıpkı ayakta kalmak için mücadele vermekte olan mültecilerdi.
Önümde yepyeni bir pencere açılmıştı.
Üzerine oturacak bir gazetesi ya da geceleyin üzerini örtecek bir battaniyesi olanlar,kendilerini şanslı addediyorlardı.
Müslümanların kaldığı bu yerler,insan sıcaklığı,muhabbet ve misafirperverlikle dolup taşıyordu.
Çağrısına tek cevap veren,Sınır Tanımayan Doktorlar adlı bir grup olmuştu.Bu grup,115 hastayı savaş bölgesinden çıkarmayı başarmıştı.
İkinci Dünya Savaşı’nda Sırpların burada yaklaşık 20.000 Müslüman ve Hristiyanı katlettiklerini ve ormanın bir yerine kazdıkları devasa bir toplu mezara gömdüklerini söyledi..
Bu insanlar adeta cehennemden çıkıp gelmiş gibidirler.Önlerine çıkan her şeyi,en ufak bir tereddüde kapılmadan ve kendilerini zerre kadar dizginleme lüzumunu görmeden yağmalarlar.
Kimbilir,belki de bu seyahat esnasında kendi ruhlarımıza da yardım etme imkânı bulacaktık.
Büyük stratejiler, her daim küçük stratejilere galip gelir. Stratejisi olmayanlar yenilmeye mahkûmdur.

Sun Tzu

Herkes, er ya da geç kendine şu soruyu sormaya mecburdur: Benim bu dünyada var olmamın sebebi nedir?
Celâl sahibi Rabbimiz, gözlerimizi açmak için bizi meşakkatler yoluyla imtihan eder.
Zira dünyaya, içine doğduğumuz kültürün gözlükleriyle bakıyor ve hakikati, alışageldiğimiz bu dar çerçeveye hapsediyoruz. Gözümüzün önünde durduğuna ve hakkıyla gördüğümüze inandığımız şeylerle alakalı tasavvur ve fikirlerimizin bizi soktuğu cendereden bir türlü sıyrılamıyoruz.
Ölümde hayat, hayatta ölüm vardır.
Zaman ışık hızıyla ilerliyor ve ben nereye doğru ilerliyorduysam oraya doğru ilerlemeye devam ediyorum.
Eğer ortada arzu edilecek bir şey varsa,bu,o şeyden henüz yeteri kadar olmadığı mânâsına gelir.
Ben gizli bir hazineydim,bilinmek istedim.
unutmayın ki Ahkemü’l-Hâkimîn’in her hali sizin en hikmetli halinizden fersah fersah üstündür.
Esaretin zincirlerini kırmalı ve hayatınızda en azından bir kez olsun hücrenizden dışarı adım atarak hürriyeti doya doya solumalısınız!
Sıkı sıkı sarıldığınız o dogmatik düşüncelerinizi bir kenara bırakarak düşünce tarzınızı baştan aşağı değiştirinceye kadar kendinize Allah’ın nazarıyla katiyen bakamayacaksınız.
Zira insanı Allahü Teâlâ’ya karşı sorumluluk bilinci içinde yaşamaktan alıkoyan bir hayat tarzını tercih etmek,hüsrandan başka hiçbir şey getirmeyecektir.
İnsan manevi yolda daima teyakkuzda olmalıdır.
Tevekkül ve itimadın yolu ise,sadece ve sadece şüphe kapısına yaklaşmamaktan,bu kapıyı aralamamaktan geçer.
Şüphe,çıkışsız bir labirentte,dipsiz bir bataklığa sürükler insanı.
Şüphenin zerresi bile,faciaya ve hüsrana açılan bir kapıdır.
İnsanların çoğu gaflet içerisinde, ölümün ya da hastalığın kendilerine dokunmayacağını sanıyorlar. Ayrıca şunu hatırlarından çıkarıyorlar ki, elde ettikleri veya satın aldıkları her şeyin asıl sahibi Mâlik-i Mutlak’tır.
Allah’ın iradesinin tecellilerine mazhar olmak istiyorsak,kendi irademizi bir kenara koymayı bilmeliyiz.
Mahbûb-u Ezeli’ye yaklaşmak için dualar ediyoruz,ama O’nu bilmenin O’nu sevmekten geçtiğini unutuyoruz.
Çoğu kimse zanneder ki,insanın kendisine olan sevgisinin en nefsî ve hodperest tarifi,insanın başkaları yerine kendisini sevmesidir. Oysa nefs,bizi kendimizi sevmekten alıkoyan şeyin ta kendisidir aslında. Zaten kendimizi sevmediğimiz için nefs inatla var olmaya devam eder.
Kendimizi sevemiyorduk,zira ebeveynimiz hoşlarına gitmeyen şeyler yaptığımızda bizi sevmekten vazgeçmişti. Kendimizi sevmiyorduk zira ana babamızın,dedemizin,büyükannemizin,arkadaşımızın ya da büyük bir muhabbetle sevdiğimiz bir başkasının beklentilerini karşılayamamıştık.
Tutuldum mu bir kere
Ebedi aşkın büyüsüne
Bir yıldız gibi kayarak
Kapattım mı dünyadan
Cennete giden yolu
Anlarım ki değiliz artık
Uzak köşelerde
Gerçekte kimse bizi kayıtsız şartsız ve olduğumuz gibi sevmiş midir?
Hikmete giden yolun ilk ayağı mülksüzlüktür.
Keza insan,ancak gerçekten sevildiğini hissettiği anda ,artık sevilmeye ihtiyaç duyulmaz oluyordu.
Kendinizi sevmediğjniz müddetçe,kimseyi hakkıyla sevemezsiniz.
Komşunuzu kendiniz kadar sevin.
İnsanın zamanını ve hayatını nasıl sarf edeceğine ilişkin tercihi,son derece şahsi ve kalbi bir meseledir.Hangi tercihler bizi tekâmüle,sağlığa ve potansiyelimizi layıkıyla açığa çıkarmaya götürür?Hangileri bizi anbean büyüyen bir gaflete düşürmeden rahatlatır,hatta derdimize deva olur?İşte bu tercihleri yapmak,ihlâsla hak yolundaki arayışını sürdüren bir insanın önünde duran hayli meşakkatli bir imtihandır.
Neredeysen oradan başlamalısın.
Sadece İkinci Dünya Savaşı’ndan bu güne dört büyük çağdan geçtiğimizi ifade etti.Bunlar: Nükleer Çağ,Bilgisayar Çağı,Enformasyon Çağı ve Genetik Mühendislik Çağı’ydı.Bu çağlardan her biri insanlık tarihi açısından,toplamda 40.000 sene süren Taş,Demir ve Bronz çağları kadar büyük bir önemi haizdir. dedi. Besbelli,bir şeyler hayatın akışını hızlandırıyor.Günümüzde o kadar çok bilgiye erişebiliyoruz ki,bu bilgilerin içinde adeta boğuluyoruz.Bilginin akışı gitgide daha da hızlanıyor..Tıpkı,ilk hareket edişinin ardından gitgide hızlanan bir lokomotif gibi.Dünya hızlanıyor.Arkamızda bıraktığımız kırk sene,tam dört çağa sahne oldu.
Ne ailesine,ne devlete ne de dünya sahnesindeki herhangi bir lidere döndü yüzünü.Bir hevesten diğerine maksatsızca koşturup durmadı.
O,bu dünyada yaşıyordu ama verdiği kararlar,zihnine ve kalbine Ruhü’l-Kudüs’ten gelen ilhama dayanıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir