İçeriğe geç

Sofinin Dünyası Kitap Alıntıları – Jostein Gaarder

Jostein Gaarder kitaplarından Sofinin Dünyası kitap alıntıları sizlerle…

Sofinin Dünyası Kitap Alıntıları

Aslında içten içe doğru saymadığın şeyler yapıp duruyorsan, mutlu olabilir misin?
Kendi düşüncelerine aykırı davranan insan mutlu olamaz.
Ya uyusan? Veya uyurken rüya görsen? Ve ya rüyanda cennete gidip orada çok garip ve çok güzel bir çiçek bulsan? Ve ya uyandığında çiçeği hâla elinde tutuyor olsan? Ah, ya sonra?
En akıllı kişi, neyi bilmediğini bilendir.
…yolun bir kısmını geçmek, yolunu kaybetmekle aynı şey değildir…
Tanrıya en çok yaklaştığımız yer, kendi ruhumuzdur. Ancak orada yaşamın büyük sırrıyla birleşebiliriz. Hatta nadiren de olsa, kendimizi bu tanrısal sırla aynı hissettiğimiz anlar vardır.
En akıllı kişi, neyi bilmediğini bilendir…
Yaşam ve ölüm aynı şeyin iki yüzüydü.
Tanrı’nın uzayı yaratmış olduğunu kabul edebilirdi,ama ya Tanrı’nın kendisi ne olacaktı? Kendi kendini boşluktan ve hiçliktenmi yaratmıştı?
Yaşam ve ölüm aynı şeyin iki yüzüydü.
Tanrılardan korkmanıza gerek yoktur. Ölüm konusunda da endişe duymanıza gerek yoktur. İyi olanı elde etmek kolaydır. Korkunç olana kaynanamı kolaydır.
Demokrasi de cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim biçimine dönüşebilme tehlikesini barındırır.
Delirmişsin sen.
Biliyorum.
Çünkü yalnızca erkek değildi kadını ezen. Kadın kendi hayatından sorumlu olmaktan vazgeçerek kendi kendini de eziyordu..
Her zaman en korkulan kişiler soru soran kişilerdir.
“Aslında karanlık diye bir şey yok. Yalnızca ışığın yokluğu var.”
Evrensel bir kurtuluş müjdesi vererek bütün insanlığa yönelmişti. Tanrı ile İsrail arasındaki Eski Ahit in yerini İsa’nın Tanrı ile tüm insanlar arasında oluşturduğu Yeni Ahit almıştı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Aslında herkesin kendine kimim ben,beni diğerlerinden farklı kılan şey ne ? diye sorması gerekir.Çünkü bir insan kendini tanımazsa diğer insanları da tanıyamaz.Onu tanımak için onu sevmek için onu diğerlerinden ayıran şeyi bilemez.Hiçbir zaman sormaktan çekinme,kendini tanı..
Herkes tarihin akışına kapılıp gidemiyor Sofie. Bazıları durup ırmağın kıyılarında biriken şeyleri toplamak zorunda.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tanrı’ya en çok yaklaştığımız yer, kendi ruhumuzdur.
“Bir şeyi bilmemek aslında yeni bir bilgi edinme yolun­da bir aşamadır.”
Novalis dünya hayal olur, hayal gerçek diyordu.
..eninde sonunda herhangi bir zaman
herhangi bir şey ,
boşluktan ve hiçlikten çıkmış olmalı
Platon aynı zamanda kadınları eğitmeyen bir devletin sadece sağ kolunu kullanan bir insana benzeyeceğini söyler.
Akıl bilirlik peşinde koşmalı, irade cesaret göstermeli ve arzu gemlenmelidir ki, insan ölçülü olabilsin. Ancak bu üç kısım birlikte işliyorsa uyumlu ya da düzgün bir insan ortaya çıkabilir.
Akıl kafaya, irade göğse, haz ve arzu ise karnın altına aittir.
En akıllı kişi neyi bilmediğini bilendir. Doğru bilgi içimizden gelir. Neyin doğru olduğunu bilen, doğru davranacaktır.
Her şeyde her şeyden biraz vardır.
Nə ölməli olduğunu düşünmədən yaşamaq,nə də yaşamağı düşünmədən ölümü anmaq mümkündü.
İnsan dostlarını seçə bilərdi,özünü isə yox.
Ne kadar sık ve uzun düşündüysem, şu iki şey hep yeni ve artan bir hayranlık ve huşuyla doldurdu ruhumu: üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.’Ve devam ediyor,’ Yukarıda ve içinde bir Tanrı olduğunun kanıtı bunlar.
Ama eğer sırf sevilmek için iyi davranıyorsan, demek ki seni harekete geçiren ahlak yasası değildir.
İnsan beyni onu anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, o zaman da biz onu anlayamayacak kadar aptal olurduk.
büyük sorulara yanıt bulmak için sonuna kadar uğraşıp duruyoruz. Ama elle tutulacak sağlam bir malzemeden de yoksunuz.
…Zaten yaşam da hüzünlü ve ciddi. Harika bir dün­yaya getiriliyoruz. Birbirimizle karşılaşıyor, tanışıyoruz. Kı­sacık bir süre birlikte yaşıyoruz. Sonra birbirimizi yitirip tıp­kı geldiğimiz gibi aniden ve açıklanamaz bir şekilde ortadan yok oluyoruz.
Dünya her zaman karşıtlıklar tarafından belirlenir. Hiç hasta olmasak, sağlığın ne olduğunu bilmeyecektik. Hiç açlık çekmesek, tokluğun keyfini çıkaramazdık. Hiç savaş olmasa, barışın değerini bilmezdik ve eğer hiç kış gelmese, baharın da geldiğini farketmezdik.
“Önyargılarımı ne zaman fark etsem üzülürüm.”
Hayatta en önemli şey nedir? Açlığın sınırında bir insana bunu sorarsak, yiyecek der. Soğuktan donan birine sorsak, sıcaklık der. Kendini yalnız hisseden birisine sorsak, başka insanlarla beraber olmak, diye cevap verir.
Ayrıca, vicdan sahibi olmak ile bunu kullanmanın aynı şey olmadığını vurgulamak istiyorum.
Korkarım hiçbir şey gerçek değil.
Yolun bir kısmını geçmek, yolunu kaybetmekle aynı şey değildir.
Delirmişsin sen.
Biliyorum.
Hiçbir devir sadece iyi ya da sadece kötü değildir. İki belirgin hat halinde bütün insanlık tarihi boyunca uzanır iyi ile kötü. Çoğu zaman da iç içe geçerler.
Denizin en durgun göründüğü anda bile derinlerde bir şeyler olup olmadığını bilemeyiz
Neden yaşadığımız konusuna ilgi duymak pul biriktirmek gibi rastlantısal bir ilgi değildir.
Ne olacak işte! Konu kadınlar ya da kadınlara ait bir şey olunca, aydaki bir krater gibi sessizleşivermişti koca ansiklopedi. Bir erkek derneği bütün bu ansiklopedileri sansürlüyor olmasın?
Asıl soru var olup olmadığımız deği, ne olduğumuz ve kim olduğumuz.
Ön yargılarımı ne zaman farketsem üzülürüm.
Yani bazı şeylerin zaman içinde peşpeşe gerçekleşiyor olması, mutlaka aralarında nedensellik ilişkisi bulunduğu anlamına gelmez.
En duygudan uzak kararların ardında soğuk bir hesap yatabilir.
Bir okul öğretmeniyle gerçek bir filozof arasındaki fark, öğretmenin çok şey bildiğini sanıp bunu durmadan öğrencilerinin kafasına sokmaya çalışmasıdır. Oysa filozof öğrencileriyle birlikte her şeyin temeline inmeye çalışır.
Sokrates’e göre kendi düşüncelerine aykırı davranan insan mutlu olamaz. Nasıl mutlu olabileceğini bilen biri de öyle olmaya çalışır.
Bu şey büyüdükçe büyüyor. Ve sen de bilirsin ki bir şey büyüyüp durdukça insanın onu sırf kendine saklaması zorlaşır
Bu şey büyüdükçe büyüyor. Ve sen de bilirsin ki bir şey büyüyüp durdukça insanın onu sırf kendine saklaması zorlaşır
dünya nerden çıktı
Hiçbir şey değişip ‘başka bir şey’ olmaz.
Ama sadece başkalarının söylediklerini dinlemekle kalmış olsa, ünlü bir filozof da olamazdı tabii..
‘Niye ki bu bitmek bilmez yaratış,
Yok olacaksa bir gün her yaratılmış!’ böyle konuşmamalısın çocuğum.Şeytanın sözleri bunlar ya da Goethe’ nin.
Bu dünyaya sadık kalın, dünya ötesine ait umutlar dağıtanlara kanmayın.!
Çok geçmeden bazı peygamberler de Tanrı’nın İsrail halkı nın küçük bir kısmını kurtaracağını ve Davut’un kavminden bir barış prensi ya da barış kralı göndereceğini anlatmaya başladı. Bu barış prensi Davut’un eski krallığını yeniden kuracak ve halka mutlu bir gelecek sağlayacaktı.
Yeni kral tahta geçtiğinde halk tarafından kutsal yağla mesh edilirdi. Bu yüzden yağlanmış anlamına gelen mesih
unvanını da taşıyorlardı. Dinî açıdan, Tanrı ile halk arasındaki aracı sayılıyordu krallar. Dolayısıyla krallara Tanrı’nın oğlu , yönettikleri ülkeye de Tanrı’nın krallığı dendiği de oluyordu.
Çocuklar dünyayı ne eksik ne de fazla, tam olduğu gibi algılarlar.
Az önce Hint-Avrupalıların bol bol tanrı resimleri ve heykelleri yaptığından söz ettim. Samilerde ise bir tür resim yasağı uygulanır. Yani Tanrı’nın ya da kutsal sayılan herhangi bir şeyin resmini ya da heykelini yapmaya izin verilmez. Eski Ahit’te de insanların Tanrı’yı resmetmesi yasaklanmıştır. Bu kural İslamiyet ve Yahudilikte hâlâ geçerlidir. Genel olarak, İslam dünyasında fotoğraf ve plastik sanatlardan uzak durma eğilimi görülür. Bir şey yaratma konusunda insanların Tanrı’yla yarışmaya kalkması doğru bulunmaz.

Belki de şu anda İyi ama Hıristiyan kiliseleri Tanrı’nın ve İsa’nın resimleriyle dolu, diye düşünüyorsun. Haklısın Sofie, bu da zaten Hıristiyanlığın ne ölçüde Yunan-Roma dünyasından etkilenmiş olduğunu gösteren bir örnek. (Ortodoks kilisesinde, yani Yunanistan ve Rusya’da hâlâ yontularak yapılmış tasvirler, yani Kutsal Kitap’taki öyküleri gösteren heykel ve haçlar yasaktır.)

Hint-Avrupalılarda en önemli duyunun görme olduğuna söylemiştik. Samilerde ise işitme duyusu şaşırtıcı bir öneme sahiptir. Yahudi inanç bildirgesinin Dinle İsrail! diye başlaması tesadüf değildir.
Kimsin sen?
. eninde sonunda herhangi bir zaman
herhangi bir şey,
boşluktan ve hiçlikten çıkmış olmalı
Doğu’nun iki büyük dini -Hinduizm ve Budizm- Hint-Avrupa kökenlidir. Yunan felsefesi de öyle. Nitekim Hinduizm ve Budizm ile Yunan felsefesi arasında belirgin paralellikler görüyoruz. Hinduizm ve Budizm bugün hâlâ felsefi düşünümün derin izlerini taşımaktadır.
Çok genel olarak, Hint-Avrupalılar için en önemli duyunun görme olduğunu saptayabiliyoruz. Hint, Yunan, İran ve Germen edebiyatı hep büyük kozmik vizyonlarla doludur. (İşte yine aynı sözcük. Vizyon Latince’deki video dan gelmedir.) Ayrıca Hint avrupa kültürlerinde tanrıların ve mitolojik olayların resim ve heykellerini yapmak çok yaygın bir eğilimdi.
Ne biliyoruz, tüm hayatımız aslında bir rüyadır belki de!
Hayat nedir? Bir delilik. Hayat nedir? Bir yanılsama, bir gölge, bir masal Ve en önemli şeyin bile bir değeri yoktur, çünkü tüm yaşam bir rüyadır ve rüyalar da yalnızca, rüya
Shakespeare’de de karşımıza çıkar bu: Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız
To be or not to be – that is the question. – Evet, Hamlet’di böyle söyleyen. Bugün buradayız, yarın yokuz.
Macbeth de de şöyle der: Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır gürültücü bir salağın anlattığı ki yoktur hiçbir anlamı.
– As you like it adlı eserinde şöyle diyor: Tüm dünya bir sahnedir yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı. Ve tek bir insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir